Türkiye’de yaşanan en vahim ve olmaması gereken durumlardan biri de kadına uygulanan şiddettir. Kadına şiddet, geçmişte her ne kadar yansıtılmayan ya da basın tarafından duyurulmayan, açığa çıkarılmayan bir durum olsa da; günümüzde gündemden düşmeyen ve gün geçtikçe artan bir durum haline gelmiştir. Genelde bu, fiziksel şiddet olarak uygulanır. Fakat duygusal, cinsel ve psikolojik şiddet de uygulanabilen diğer şiddet türleridir. Şiddete maruz kalan kadınların genelde ekonomik düzeyi düşük, sosyal ve benlik algıları zayıf kişiler olduğu görülmektedir. Buna rağmen üniversite mezunu olan ve eğitim seviyesi yüksek kadınlara da şiddet uygulandığı bilinen bir gerçektir.
Şiddetin Tanımı
Birleşmiş Milletler (BM) Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nde kadına yönelik şiddet, ‘‘ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan, cinsiyete dayalı bir eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma’’şeklinde tanımlanmaktadır (BM,2008). Şiddet birisinin normalde yapmayacağı bir davranışı ona zorla yaptırmaktır. Ayrıca toplumu derinden yaralayıp zayıflatan, aile birliğini zedeleyip, anne ve çocuk sağlığını bozan son derece önemli bir sosyal sorundur.
Şiddetin Türleri ve Gerçekleşme Biçimleri
Aile içi şiddet temelde toplumun problemidir. Şiddet dendiğinde akla ilk gelen fiziksel ve cinsel şiddettir. Kadına yönelik şiddette genellikle amaç kadın üzerinde bir hakimiyet kurmaktır. Kadına yönelik uygulanan fiziksel ve cinsel şiddetin yanı sıra başka şiddet türleri de uygulanmaktadır. Diğer şiddet türleri ev içinde saklanabilse de fiziksel şiddet dışarıya yansımaktadır. Ülkemizde şiddetin başlıca göstergeleri; dayak, aşağılama, küfür ve tecavüzdür. Kadına yönelik şiddetin en ağır biçimlerinden biri namus bahanesiyle kadının yaşama hakkına yönelik uygulanan şiddettir. Şiddet güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olur.
Şiddeti dört başlık altında toplayabiliriz:
1) Fiziksel Şiddet
2) Psikolojik Şiddet
3) Cinsel Şiddet
4) Ekonomik Şiddet
1) Fiziksel Şiddet: Kişilerin bedenine yönelik olan ve yine kişilerin bedensel olarak zarar görmesine yol açan tokat atmak, dövmek, vurmak, itmek, tekmelemek, yaralamak, boğazlamak, silahla yaralamak, sarsmak, öldürmeye kalkışmak şeklinde oluşmaktadır. Genellikle bu tür davranışlara maruz kalan kadın beraberinde psikolojik olarak da etkilenmektedir.
F., 24 yaşında, Malatyalı, ev kadını, ilkokul mezunu ve bir çocuğu var. Severek evlendiği eşinin başka kadınlara gitmesi nedeniyle ağır bunalım yaşayan F., eşi tarafından şiddete maruz kalmış. Aldığı dil yaralarının beden yaralarından ağır olduğunu söyleyen genç kadın, sığınma evine iki gözü mor ve on beş kilo kaybettikten sonra gelmiş. ‘‘Benim babam annemi çok kötü döverdi. Babam dayağa başlayınca annemin burnunu, kafasını, gözünü kanatırdı. İşte şimdi de, annemin kaderi bizim başımızda. Eşim de beni dövüyordu, ‘ sen de kadın mısın? ’ ‘Git, bebek gibi kadınlar var! ’ diyordu bana .’’ ( Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi, Ekim 2008 ).
Kadınlar annelerinin kaderini yaşadığını düşünüp şiddeti kabullenmektedirler. Şiddeti sadece fiziksel şiddet olarak algılamak yerine sözel şiddetin de en az fiziksel şiddet kadar ağır olduğunu bilmekteler.
2) Psikolojik Şiddet: Kişilerin bedensel veya kişilik özellikleri kullanılarak, baskı kurularak, duyguları kullanılarak istemediği davranışlarla karşı karşıya bırakılmasıdır. Eşinin düşüncelerini yok sayma, ona söz hakkı vermeme, değer yargılarını önemsememe, küçük düşürücü davranışlarda bulunma, korkutma, tehdit etme, aşağılama, reddetme, onların öz güvenini sarsma amacıyla yapılan her türlü sözlü ve fiili tutum ve davranış biçimleri, psikolojik şiddet türlerindendir.
G.,42 yaşında, Erzurumlu, hemşire, lise mezunu ve dört çocuğu var. G., eşinin bazı açılardan çağdaş bir insan olduğunu ancak sık sık ‘‘ Sen kadınsın, kadın dediğin evde oturur.’’ dediğini anlatıyor: ‘‘Eşim 28 yıllık eğitimci, yani fakülte mezunu . Ama bana ‘Sen kadınsın, yapamazsın.’ Dediği zaman iş bitiyor. Kadınsın oturacaksın. Mesela bir gezmeye bile gidecek olsam ‘‘Kadının sokakta ne işi var?’’ diye karşı çıkıyor. ‘Ben istediğim zaman gidersin istemediğim zaman gidemezsin.’ Diyor. Dayak yok ama sürekli güdülmek de yıpratıyor insanı.’’ ( Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi, Ekim 2008 ).
Gelenekçi bir kişilik yapısına sahip koca eşinin annesi gibi davranmasını beklemektedir. Onun çalışmasını kabullenmemekle birlikte dışarıyla fazla bir ilişkisinin olmasını da istememektedir. Böyle bir zihniyete sahip olan koca günümüz çağı ile annesinin yaşadığı çağ arasındaki farkı anlayamamaktadır.
3) Cinsel Şiddet: Evli olduğu kişi bile olsa kadını istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimde cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel içerikli imalarda bulunmak, cinsel içerikli sözcükler söylemek v.b davranışlar cinsel şiddetin tanımı içerisine girmektedir. Cinsel şiddet kimi zaman evli eşlerde kimi zaman da aile içerisinde ensest olarak görülebilmektedir. Hatta kimi zaman evli olmadığı halde birlikte olduğu kişiden, sevgilisinden bile cinsel şiddet gören kişiler vardır.
Y., 34 yaşında , Yozgatlı, ev kadını, lise mezunu, iki çocuğu var. Y., evliliğinin üçüncü gününde şiddet gördüğünü söylüyor. Kocasını kendisiyle zorla cinsel ilişki kurduğunu belirterek, kocam ‘‘Kimse karışamaz, tecavüz de ederim, her şeyi de ederim, sen benimsin.’’ Derdi diye anlatıyor. ‘‘ Eşim dövdüğü zaman dayağın ardından kesinlikle bana tecavüz ederdi. ’’ diye de ekliyor (Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi, Ekim 2008).
Şiddet uygulayan erkekler eşleri üzerinde her türlü hakka sahip olduklarını düşünmektedirler. ‘‘Sen benimsin’’ söylemleri ile eşlerine hiçbir şekilde söz hakkı vermemektedirler. Erkeklerin eşleri üzerinde hakimiyet kurması, onlara söz hakkı vermemesi onları köleleştirmek boyutunda olmamalıdır.
4) Ekonomik Şiddet: Ekonomik gücün kullanılarak kişilerin yaşamını devam ettirebilecek maddi gücünün elinden alınmasıdır. Evin masraflarını karşılamamak, eşin (kadının) çalışmasına izin vermemek, çalışan eşin (kadının) parasını elinden almak, kadının mal / mülkünü kontrol etmek ekonomik şiddet içeren davranışlardır.
C., üniversitede öğretim görevlisi, 42 yaşında, 15 yaşında kızı var ve 3 yıl önce eşinden ayrıldı. C., evliliklerinin büyük bir aşkla ve ailelere karşı büyük mücadeleler vererek başladığını belirtiyor. İlk yılların harika geçtiğini, birbirlerini çok sevip çok güvendiklerini söylüyor. O nedenle parasal kontrolü, daha iyi yapacağını söyleyen eşine vermekte hiçbir sakınca görmediğini, o paraların ‘‘onların parası ’’ olduğuna yürekten inandığını söylüyor. Öyle ki maaş kartını ve bir kredi kartını ona vermekte hiçbir sakınca görmemiş. Ancak evliliklerinin sonuna doğru ilişkileri bozulmaya başladığında C. Birden sevgi ve güven adına kontrolü eşine ne kadar fazla verdiğini fark edip kartlarını geri istemiş. Bu ilişkilerinin daha da bozulmasına yol açmış, çünkü eşi kartları vermemek için türlü bahaneler dile getirmiş. C. Aynı zamanda eşinin bir ilişkisi olduğunu sezmiş ve araştırdığında haklı olduğunu anlamış. Kartlarını geri aldıktan sonra ayrılmanın daha iyi olduğuna karar vermiş ve eşinden sancılı biçimde boşanmış (Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi, Ekim 2008).
Güven ortamının sağlandığı evliliklerde eşler arasında maddiyatın söz konusu olmadığı bilinse de en ufak bir tartışmada eşlerin bu konuyu gündeme getirdikleri görülmektedir.
SOSYOEKONOMİK DÜZEYLE KADINA YÖNELİK ŞİDDET ARASINDAKİ İLİŞKİ
Sosyoekonomik düzeyi düşük olan ailelerde daha fazla olumsuzluklar yaşanmaktadır. Bu durum ister istemez taraflar arasında sorun yaratmaktadır. Kadına yönelik şiddetin temel sebebi de buradan kaynaklanmaktadır. Bunun sebep olduğu birçok durum ortaya çıkmaktadır: boşanma, tartışma, kıskançlık…
Sosyoekonomik düzeyi düşük olan ailelerde iletişim eksikliğinden paylaşım sıkıntısına kadar her türlü sorun yaşanmaktadır. Özellikle fiziksel şiddetin hakim olduğu bu aile tiplerinde diğer şiddet türlerine de maalesef rastlanılmaktadır.
Kadına yönelik şiddet denildiği zaman şüphesiz aldıkları eğitimin de bu süreçte önemi vardır. Bakıldığı zaman kadınlar dünyadaki okur-yazar olmayan nüfusun 2/3ünü oluşturuyor. Bu oran da gösteriyor ki kadına yönelik şiddetin altında yatan temel sebep eğitim eksikliğidir. Kadınlarımızın daha çok evde bulunması gereken eşya niteliğine konulması, onların eğitim eksikliğinin yanında mücadele eksikliğini de beraberinde getirmektedir.
Kadının bir toplumda üstlendiği görevler 3 gruba ayrılır. Bunlar üretim, üreme (yeniden üretim ) ve kamusal (topluluk) işlerdir. Her 3 grup iş için, kadınlara atfedilen rol ve konumlara bakarak, cinsiyete dayalı iş bölümünün nasıl da kadınların aleyhine sonuçlara yol açtığı görülmektedir. Üretimde kadınlar biraz daha arka plana atılarak daha çok erkeklerin alanı olarak görülür. Hatta kadınların üretim alanına girişini sınırlayan, onları bu alanın kıyısında tutan, katıldıklarında da varlığını ikincilleştiren ve değersizleştiren cinsiyete dayalı bir iş bölümü vardır. Kadınların üretim alanında yaptıkları işler ve konuma bakıldığında ise kadınlar genelde kentlerde, babalarının ya da kocalarının dükkanlarında ücretsiz aile işçisi olarak kayıt dışı sektörlerde çalışmakla beraber kadınların ev dışında çalışma kararını vermelerinde özgür olmadıkları, çalışıp çalışmayacaklarına veya nerede çalışacaklarına onlar adına eşleri ya da babalarının karar verdiği görülmektedir. Kadınlara çalışırken de ayrımcılık yapılmakta; işe alınma, yükselme, sosyal haklardan yararlanma, girişimcilik deneyimi, kredilere ulaşma gibi konularda sıkıntı yaşatılmaktadır.
Kadınların yeniden üretime olan katkıları ise genel anlamda değersizleştirilmektedir. Kadının sorumlu olduğu işler çocuk ve yaşlı bakımı, yiyecek üretimi, kırsal alanlarda yiyecek ve suyun eve getirilmesi, evin genel düzeninin sağlanması, alışveriş gibi. Diğer bir yandan ‘‘Kadının yeri evidir.’’ egemen ideolojisi toplumda kadının yerini özetlemektedir. Kadının ev içinde yaptığı işler değerli ve üretken işler olarak kabul edilmez, çalışma sayılmaz. Kadının evde yaptığı işleri değersizleştiren erkek egemen sistem aynı zamanda onları ‘‘kaşık düşman’’ olarak da aşağılar.
Arat’ın (1996) dediği gibi Türkiye’de kadınlar dünyanın her tarafında olduğu gibi, ancak eğitim düzeylerini yükseltebildikleri zaman, erkek egemen iş dünyasında kendilerine yer açabilirler. Alınan iyi eğitim, kadının ekonomik yaşama katılımını ve güç kazanmasını sağladığı gibi, ailedeki çocuk sayısını ve çocukların sağlık durumunu da etkiler. Bu nedenle, eğitimle hızlı nüfus artışının düşmesi ve yaşam beklentisinin uzaması arasında olumlu bir bağ kurmak ve geleceğe ilişkin gelişme olanaklarını eğitim süreciyle sağlamak söz konusudur.
Alkol, işsizlik, ekonomik sıkıntılar aile içinde kadına yönelik şiddetin nedenidir. Pek çok insan alkolün ekonomik sıkıntıların aile içindeki şiddetin nedeni olduğuna inanır; ancak alkol, işsizlik ve ekonomik sıkıntılar bir nedenden çok, uygulanan şiddeti haklı göstermeye çalışan bahaneleridir. Şiddet uygulamak, öğrenilen bir davranıştır. Uygulanan şiddet bu tür bahanelerle haklı gösterilmeye çalışılır. Alkol, işsizlik, ekonomik sıkıntılar son yıllarda aile kavramının basitleştirilmesinde etkili olan unsurlardandır. İnsanlar, yaşadıkları bunaltıcı durumu kendileri dışında ailelerine de yansıtmakta hatta beraberinde şiddetle bile sonuçlanmaktadır.
Kaynakça
1.Akın, A., Demirel, S. (2002). Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sağlığı. Üniversiteler İçin Gençlik Danışma Birimi Geliştirme Projesi. UNFPA. Ankara
2. Arat, Prof. Dr. Necla. (1996), Türkiye’de Kadın Olmak, İstanbul
3. Birleşmiş Milletler (2008). Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi ’ http://www.bmkadinhaklari.org/unjp/web/gozlem.aspx?sayfaNo=31 Erişim: 18 Şubat 2008
4. Kadın Dayanışma Vakfı. 2005. Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddet Elkitabı. Ankara: Kadın Dayanışma Vakfı
5. T.C Başbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü, Aralık 2008
6. T.C Başbakanlık Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi, Aralık 2008