Cinselliğin Önemi Kavranmadıkça…

Sayı 59-Temmuz 2018

Cinsellik konusundaki bu ikinci yazımı da çok yararlı bulduğum ve sonuncu yazımda adını vereceğim bir yapıtta anlatılanlardan esinlenerek; yer yer de doğrudan ona yaslanarak sürdürüyorum.

Cinsellik, bir kimliktir her şeyden önce. Kendisinden cinsel sorunlarınız konusunda destek almaya gittiğiniz bir ruhsal tedavi uzmanı size, “Birkaç sözcükle kendinizi tanıtır mısınız?” dediğinde, sizin aklınıza özellikle yaşınızı, kadın mı erkek mi olduğunuzu, bir ilişkinizin bulunup bulunmadığını ve yapmakta olduğunuz işin adını söylemek gelecektir.

Söylediğiniz bu üç bileşen de cinsellikle ilgilidir. İlk bakışta cinsellikle ilişkisi fark edilmeyen yaşın da cinsel olarak farklı anlamlandırılacağı açıktır: Örneğin, 20, 30, 40, 70, 80 yaşlardan her biri, cinsellik açısından farklı bir anlam taşımaktadır.

Cinsellik, bir yazgı mıdır?

Evet; cinsellik, bir yazgıdır. Doğan her çocuk, görünen cinsiyetiyle adlandırılıyor. Şimdilerde çocuğun cinsiyeti,, ultrason görüntüsüyle çocuk doğmadan belirleniyor. Dünyaya gelip büyümesini sürdürecek olan o canlı, küçük bir bebek değil; küçük bir kız ya da oğlandır. Ona, cinsiyetine uygun bir ad verilir. Giyim kuşamı, cinsiyetine uygun biçimde ayarlanır. Anne baba, öbür aile bireyleri, onun cinsiyetine uygun tüm kültürel tasarımları yansıtırlar ona.

BİR ÖRNEK OLAY

Bir ailede, bir kız bebek dünyaya geliyor. Kendisine Özge adı veriliyor. Onun bir de Bahadır adında erkek kardeşi vardır. Aile içinde Özge’yle kızlara uygun oyunlar oynanıyor. Güç açısından onun, ağabeyi Bahadır’dan farklı olacağı düşünülüyor. Kızı bekleyen, onun, annesi gibi olmasıdır.

Özge’nin erkek kardeşi evde, olağandışı gürültü çıkaran ve çok fazla yer işgal eden bir çocuktur. Anne babası, bu küçük erkeğin güç gösterilerinden yorulsalar da onunla gurur duyuyorlar. Onun gibi olamayacağını kesinleyen Özge de erkek kardeşinin başarı ve üstünlüklerini hayranlıkla izliyor. Erkek kardeşi, bazen onu itip kaktığı için biraz da korkuyor ondan. Anne babası, ağabeyinin taşkınlıkları sırasında Özge’yi korumak zorunda kalıyor. Böyle zamanlarda anne baba ona, kimi hikâyecikler anlatıyorlar. Böylece Özge, erkenden, kimin baba, kimin anne olduğunu öğreniyor. Bu ayrım, zamanından önce gerçekleştiği için, ondan sonra hiçbir anı, bu “gerçek”ten bağımsız kalamıyor. Anne babanın gözünde, kendisiyle aynı cinsiyetteki çocukla karşı cinsiyetteki çocuk, bir çifti oluşturan karşıt cinsiyetlerdir.

Bu bakış açısı, cinsiyetler arasındaki farkın ve kadın – erkek ilişkilerinin “ilk temsilleri”ni belirlemiş oluyor. Özge, gelecekte, anne babasının yaşadığı ve kendisine yaşattığı olumlu – olumsuz yaşantılarla yapılandırdığı bir yetişkin kişilik durumuna geliyor. Ne ki Özge, erişkinliğe adım attığı gün, cinsel olgunluğa da sahip bir yetişkin olmuyor. Onu cinsel olgunluğa, kendi düşünceleri, temsilleri, adım adım işleyerek eriştiriyor.

Yetişkin cinselliği, çocuklukta ve ergenlikte doğuyor

 Özge’in, ilkokul dönemine ilişkin, genellikle güzel anıları bulunuyor. Kızlar, düzenli olarak erkeklerin saldırısına uğradığında, ağabeyi onu koruyor. Kızlar, genellikle içlerindekini sergileyerek birbirinden farksız oyunlar oynuyorlar. Ancak, karşı cins, kafalarını karıştırıyor. Birbirlerine söyledikleri tatlı sözcükler ve kaçamak öpücükler, onlarla aralarında kimi temiz sevgi ilişkileri doğuruyor. Tüm bunlar, çocukçadır. Her kız gibi Özge de bu tür şeylere hayli meraklıdır. Arkadaşlar arasında, hoşa gitmeyen, biraz korkutucu; ancak büyüleyici, aynı zamanda şaşırtıcı öyküler duyuyor. Bu şaşkınlık, cinsel uyarıya çok yakın bir yerdir.

Özge, o yaşlarında gizli gizli, çok yakışıklı prensini düşlemeye başlamıştır. Bir gün, onun da babası kadar, belki ondan da güçlü bir aşkı, belki ağabeyi gibi çocukları olacaktır. Çok bulanık ve henüz olgunlaşmamış da olsa, bu düşler, öznel bir bakışla anne babasını nasıl bir rol model aldığını gösteren işaretlerdir.

Özge, bu yaşlarda, dinamik ve neşeli bulduğu babasına hayrandır. Onun sorumluluklarını yerine getiren ve yetenekli bir kişi olduğu konusunda en küçük bir kuşku duymamaktadır. Buna karşı annesini üzgün ve donuk bulmaktadır. Çocuklarıyla ve ev işleriyle uğraşan anne, Özge’nin gözünde daha az değerlidir ve ona benzemek istememektedir. Küçük kızın, yakışıklı prensiyle evlenip çocuk doğuran bir kadın olma düşleri güzeldir, sorunsuzdur; ancak, bu aynı zamanda annesinin yazgısını izleme tehlikesini taşımaktadır; bu durumda işler hiç de kolay olmayacaktır.

Özge, biraz da babasının hoşuna gitmek için derslerine iyi çalışıyor. Ne ki anne babası, onun bu başarısını takdir etmediği, normal karşıladığı için onu biraz düş kırıklığına uğratıyor. Çünkü evde dikkatleri üzerine çeken, hâlâ haylaz kardeşi Bahadır’dır. Özge ise “küçük, akıllı kız” rolünü oynamayı sürdürüyor. Bir yandan da babası ile erkek kardeşi arasında gelişen bağ nedeniyle kıskançlık karmaşası yaşıyor. Erkekler arasındaki bu paylaşımdan dışlandığını düşünüyor.

Küçük Özge, anne babası birlikte yaşayan, hiçbir maddi eksiği olmayan, değişmeyen korunaklı bir çevresi bulunan bir kızdır. Ancak, zaman zaman temsillerin birbirleriyle sorun oluşturması, gelecekteki yaşamının ne olacağı sorusu, onun bu düz yüzey üzerine yapılanan kimliğinin karmaşasını oluşturuyor. Erkek tarafı, daha şimdiden daha çekicidir. Özge, kadın kimliğini örerken annesinin izinden gitmek istemiyor. Başka yollar arıyor. Ne ki görünürde rafa kaldırılmış olan bu modelin bir kısmı, bilinçte varlığını sürdürüyor. Farklı olmak istediği halde, derslerinde başarılı “küçük, akıllı kız” olmayı kabullenerek, bilmeden, kadınsal ve anneliğe özgü çizgiye kaydoluyor.

Özge’nin ergenlik dönemi de çok sık rastlanıldığı gibi rahat, huzurlu geçmiyor.

Bu dönemde Özge’ye aile çevresi, dar gelmeye başlıyor. Genç, kendi toplumsal grubu içinde, cinselliğini kazanmış modeller arayışına çıkıyor. İçinde rekabetin ve sıradüzenin olduğu arkadaşlık, flört, cinsel uyarılma ve çatışmaların olduğu ilişkilerin birleşimi ile kurulan bir oyun içinde, başkalarıyla çatışarak, kimliğinin bir temsilini, toplumsal ve cinsel değerini yapılandırma çabasını sürdürüyor. Bu sürecin sonunda, cinsiyete özgü gizil bir duygu, olgunluk ve rahatlık veren bir noktaya varıyor. Önemli bir belirleyici olan bu dönemde, ergen Özge’nin, okulunun ve derslerinin daha önemli olduğu gerekçesiyle dışarı çıkmasının engellenmesi, ciddi bir tehlike yaratıyor. Bu engelli durumu yaşayarak yetişkinlik çağına gelen Özge, kendini insan ilişkilerinde aşılması çok zor bir uyumsuzluğa mahkûm edilmiş buluyor. Bu yasaklı yaşantılar, ödevleri değerli kılarken, cinselliği, her zaman belirsiz bir zevk alınan, bir boş zaman eğlencesine; daha da kötüsü, bir tehlikeye dönüştürüyor. Oysa tüm karmaşıklığı ile cinsellik, önemli başka bir yeri hak ediyor.

Özge’nin ortaokul dönemi de birbirleriyle birlikte olmaları sakıncasız bir arkadaş grubu içinde, kızların ve erkeklerin geleneksel öykülerinin paylaşımıyla geçiyor. İlk büyük aile çatışmalarını, ilk karşı çıkışları Özge, bu dönemde yaşıyor. Çünkü anne babasının belirlediği çerçeve, ergenliğin kendini göstermesine ve ortaya çıkmasına olanak vermekten çok uzaktır. Anne babasının çizdiği çerçeve, ergenliği görmezlikten gelen özelliktedir. Doğal olarak bu dönemde Özge’nin notları da düşmeye başlamıştır.

İlk aşkın yarattığı düş kırıklığı

Özge, 14 yaşında, ilk kez âşık oluyor. Çok baskıcı olan erkek arkadaşı, onu flört etmeye zorluyor. Oysa Özge buna hazır değildir. Anne babasının evde olmadığı bir akşam, erkek arkadaşı onu, ağızsal cinselliğe zorluyor. Özge, bu “ölümcül” deneyimin içinden çıkar çıkmaz, arkadaşını bir daha görmemeye karar veriyor. Arkadaşı ise bu cinsel üstünlüğünü arkadaşlarına anlatarak Özge’den intikam almaya kalkışıyor. Özge, “içine tiksintinin, ihanetin ve suçluluğun karıştığı” bu yaşantıyı, acı bir anı olarak içinde saklıyor. “Suçluluk”, daha yeterince olgunlaşmamış, içgüdülerini yönetme gücünden yoksun gence öfke duymasını engelleyen bu olayın ona yaşattığı en can yakıcı duygu oluyor. Çünkü başından geçen olaydan, suçluluk duygusu yüzünden kendini sorumlu tutuyor, bunu hak ettiğini düşünüyor. Eğer uslu dursa, anne babasına itaat etseydi, bunlar başına gelmeyecekti.

Özge, sonuçta cinselliği, “tehlike” ve “hata” kavramlarıyla birlikte temellendiriyor. Mutlu olmak, belki de biraz uzak kalmayı gerektiriyor. Özge’nin geliştirdiği bu düşünceler, onun, anne babasıyla ya da başından geçeni doğru biçimde değerlendirip ona yardım edebilecek bir yetişkinle konuşmasının da önünü kesiyor.

Bu dönem aynı zamanda, Özge’nin erkek kardeşinin sürekli dışarı çıktığı ve aile içinde birçok çatışmaya neden olduğu dönemdir. Özge bu durumda bir yandan ağabeyine hayranlık duyuyor; öte yandan ise onun sıklıkla çizgiyi aşan taşkınlıklarına, karşı bir tutum geliştiriyor. Bahadır, bir akşam da çok içkili iken bir arkadaşının kullandığı bir arabada kaza geçiriyor.

Özge, “bir ergenin dışarı çıkmasına ve yasakları çiğnemesine neden olan cinsel dürtüler ile tehlike kavramını bir tutması”na, bu acılı dönemin kaynak oluşturduğunun,  yetişkin yaşsında bir uzman yardımı almaya başlayana dek farkında olmuyor.

Ortaokuldan sonra Özge, liseye başlıyor ve ortaokul dönemindeki arkadaş grubundan uzaklaşıyor. O yıllarda aile içinde yaşanan acı dolu bir olay, onun bu bilge halini daha da pekiştiriyor. Annesine meme kanseri tanısı konuluyor. Baba, karısına etkili bir biçimde destek olmuyor. Baba, bu korkutucu gerçekten kaçmak için kendini işe veriyor. “Akıllı ve iyi kız” Özge, babasının bu sadakatsizliğini de belleğinin bir köşesine kaydediyor ve belki de tüm erkeklerin, babası gibi olduğunu düşünerek sorumluluğu üzerine alıyor.

Cinsellik, niçin toplumların temel yapı taşlarını oluşturuyor?

Özge Hanım, artık bir yetişkin olmuş ve bir de erkek arkadaş edinmiştir. Ne ki erkek arkadaşıyla, nedenini kestiremediği birtakım sorunlar yaşamaya başlamıştır. Bu sorunlarına çözüm bulmak amacıyla bir ruhsal tedavi uzmanına başvuruyor. Uzmanla konuştukça, yaşadığı sorunların altında yatan nedenlerin bilincine varıyor.

Üçüncü görüşmenin başında Özge Hanım uzmana, “cinselliğin, cinsel verileri büyük ölçüde aşan; kendi kişiliğinin de üzerinde, yaşadığı çevreyle ilgili bir şey olduğunu anladığını; bu nedenle ailesinden söz etmesinin önemli olduğunu” söylüyor.

Uzman, bu fark edişi nedeniyle cinselliğin, toplumsal etkiyi, içinde yaşanılan kültürü de içerdiğini belirterek onu kutluyorsa da Özge Hanım, yaptıkları görüşmelerin, kendisine çözüm getirmediğinin ötesinde, kendisini rahatsız ettiğini; erkek arkadaşının, hiçbir şeyin değişmediğinden yakındığını ve uzman görüşmelerinden kuşku duyduğunu belirtiyor.

Uzman, bu işin sabır gerektirdiğini; değişimin çok daha ileride oluşacağını anımsatarak kendisini, erkek arkadaşıyla düzenli olarak görüşüp tartışması konusunda cesaretlendirmeye çalışıyor. Çünkü yalnızca Özge Hanım’ın, kafasındaki kavramları derinlemesine değiştirmesi, erkek arkadaşıyla aralarında bir uzaklığın oluşmasına yol açacaktır.

Bu sorunu ortadan kaldırmak için uzman, Özge Hanım’a, bu çalışmaya güvenmesi için, görüşmeye bir kez, erkek arkadaşıyla birlikte gelmesini, arkadaşının kafasına takılan sorularını sormasını ve böylece kendisini dışlanmış duyumsamasının ortadan kaldırılmasını öneriyor. Uzman, bu yolla, yeni bir bakış açısı edinmeye başlayan hastasının, içinde bulunduğu ilişkiyi somut bir biçimde tanımasına yardımcı olmak istiyor.

Uzman, “İnsan cinselliği, ne yalnızca içgüdüsel ya da doğal bir şey ne de yalnızca kültürümüzün bir ürünüdür.” diyor.

Özge Hanım, “Bunu bilmek, bana ne sağlar?” diye soruyor.

Uzman, bunun, her şeyden önce, cinselliğe değer vermenin bir yolu olduğunu; cinselliğin, çoğu kez soylu insan düşüncesinin karşısına yerleştirilmiş bedensel, hayvansal bir eylem olarak görülüp dışlandığını belirterek başladığı konuşmasını şöyle sürdürüyor:

“Bu boyutu anlamak, sonradan kazandığımız düşüncelerimizi, tasarımlarımızı gerçekleştirmektir. Çünkü tam olarak bilinçlenmek, bunu yeniden düşünürken gündelik yaşamımızda cinselliğimizden tam bir haz almamızı engelleyen öğrenilmiş düşünce kalıplarını dönüştürebileceğimiz anlamına gelir. Onların kökenlerini, kültürün onlara verdiği anlamları anlayarak kendimizi onlardan azat edebiliriz.”

Ailenin Belirleyiciliği

Uzman, “Birey, nasıl bir kadın ya da erkek olacağını, çocukluğu ve ergenliği boyunca model olarak kullandığı ailesinden ve içinde yaşadığı kültürden öğreniyor.” deyince Özge Hanım araya giriyor ve şunları söylüyor;

“Ama ben, ailemin bana cinsellikle ilgili hiçbir şey aktarmadığını hissetmişimdir hep. Bu konu yasak olmamakla birlikte, yine de asla açılmazdı. Tabii ki kurallara ve bebek yapmaya dair asgari bir bilgiye sahiptim. Ortaokula başladığımda annem bana, benim yaşımdaki genç kızlar için hazırlanmış bu konudaki her şeyi açıklayan bir kitap vermişti.”

Özge Hanım’ın yaşadıkları, çoğunluğun yaşadığından farklı değildi. Bilgi aktarmak, elbette önemliydi. Ancak, bugün cinselliğin yalnızca fizyolojik, işlevsel yönü konuşuluyordu. Oysa, şu soruların yanıtlanamsı da en az bunlar kadar önemliydi: İçgüdüleri nasıl yöneteceğiz? Cinsel istek nedir; iyi midir, kötü müdür? Annem babam, ailem, kültürüm için cinselliğin önemi nedir? Grubumun kuralları nelerdir?

Konuşarak değil; gösterilerek aktarılan bilgiler, gençte kuşku duyulmayan, mutlak bir gerçeğe sahip olduğu inancını yaratabiliyor. Genç, bu tür bilgiyi eleştirmeden üretmeyi sürdürüyor. Bu yolla öğrenilen “cinsellik kirlidir, kötüdür, tehlikelidir ya da ciddiye alınacak bir şey değildir.” biçimindeki yargıya, ruhsal tedavilerde sıklıkla rastlanıyor.

Cinsellik nasıl uygarlaştırılabilir?

Yıkıcı olabilecek cinselliği uygarlaştırmak için, onu belli kurallarla çevreleyip denetim altına almak gerekiyor. Hiçbir toplum, bu uygarlaştırma olmadan varlığını sürdürememiştir. İnsanların bir arada yaşamasına, bu kurallar olanak sağlıyor. Kültürden kültüre, dönemden döneme değişebilen bu kurallar,  her zaman, nelerin yasak olduğunu, nelere izin verildiğini ortaya koyuyorlar.” diyor uzman.

Sözün burasında Özge Hanım araya giriyor ve:

“Dediklerinizden şunu anlıyorum ki her istediğimizi yapamayız. Öyleyse erkek arkadaşım bana, tabularımızın olmaması gerektiğini, her şeyi açık açık söylememiz gerektiğini; yoksa bir aptal gibi sıkışıp öleceğimizi; bunun normal olmadığını; kendimizi engellemenin kurbanı olacağımızı söylediğinde haksız mıydı? diye soruyor.

Uzman, duyarlı bir noktaya dokunduğunu anlıyor. Özge Hanım’la erkek arkadaşının arasının daha fazla bozulmaması için ihtiyatlı ilerlemek gerektiğini düşünüyor. Özge Hanım’a, sınırların neler olduğunu bilmemenin, çocuksu bir durum olduğunu açıklıyor. Bir aile içinde doğduğumuzu; kültürel bir çevrede yetiştiğimizi; bu çevrenin bize sunduğu güvenli bir çerçeve içinde büyüdüğümüzü; bize örnek oluşturan bu kişiler sayesinde ilerlediğimizi; onlar olmasaydı, toyluğumuz nedeniyle doğru biçimde ilerlememizin olanaksızlığını anımsatıyor.

Uzman, sözünü şöyle sürdürüyor: “İlerleme sürecimizde, dış dünyanın bize sunduğu sınırlara boyun eğerek yetişkinliğe ulaşıyoruz. Yetişkin olmak, dışardan gönderilen iletilere karşı bilinçli olmak ve neyin gerçekten bir anlam taşıdığını, neyin öylesine bir girişimden ibaret olduğunu çözmek ve araya buna uygun uzaklığı koymak demektir. Bu iş, ne bize sunulan modelleri, düşünmeden, olduğu gibi kopyalamak ne de tümünü çöpe atmaktır. Bu süreç, çocukluğumuzdan beri konulan kuralların arasından, içselleştirdiklerimizle ve bizim için anlam taşıyanlarla birlikte, kendi doğrularımızı belirleme sürecidir.”

Kültür, aynı zamanda bizim dış görünüşümüzdür

Uzman, artık işin somut kısmı üzerinde tartışma başlatmanın zamanı geldiğini anlıyor ve şu düşünceleri ortaya koyuyor:

“Tüm uygarlıklarda, cinsiyetler arasındaki farklılık vurgulanıyor ve toplumu yapılandırmak için, bu farklılığa dayanılarak, toplumu oluşturan bireylerin cinsel kimliği güçlendiriliyor. Bu cinsel kurallar bireye, aile ve kültürel grubu içinde öğretiliyor. Bunlar, çok sayıda, sözel olmayan karmaşık iletilerdir. Bunlar bize, görünüşümüzle, ait olduğumuz cinsiyete, kadın ve erkek cinsiyetlerinin oluşturduğu, toplumdaki konumumuza göre, “öteki”ni öğretiyor. Bu işaretleri önemsememek, kimliğimizle ilgili iletileri karıştırma ya da en kötüsü, bilgileri, içeriğini anlamadan, olduğu gibi bırakma tehlikesini yaratıyor.”

Özge Hanım, bu açıklamalardan sonra, ” Benim annem, diyor, ağırbaşlı bir genç kıza yakışmayan şeylere karşı tutumunu ve kaygılarını her zaman yansıtmıştır.” diyor.

Uzman, “ağır başlı” sözüyle ne demek istediğini soruyor Özge Hanım’a.

Özge Hanım bunu şöyle açıklıyor: “Makyaj yapmak ya da seksi giysiler giymek. Bunlar, her zaman erkek arzusunu sergilemek anlamına gelir ve çok rahatsız edicidir. Ne zaman bunları yapacak olsam, kendimi cinsellik nesnesi gibi duyumsarım ve bunu çok aşağılayıcı bulurum.”

Uzman soruyor: Bu, arzu edilir olmak istemediğiniz anlamına mı geliyor?”

Özge Hanım, “Hayır; elbette istiyorum; ama bunu özellikle göstermek istemem.”

Uzman, özetlemek, biraz da kışkırtmak için “Sonuçta bunların tümü bana biraz ikiyüzlülük gibi görünüyor. Gerçekte arzu edilir olmayı istiyorsunuz; ama hiç kimsenin böyle olmak için böyle bir şey yaptığınızı bilmesini istemiyorsunuz. Bir kere daha arzu, erkeğe özgü olma özelliğini koruyor; kadın ise “erkeğe arzulu olamaz’ konumda kalıyor.”

Gerçeklerin, böyle, dobra dobra açıklanmasından, Özge Hanım rahatsız oluyor. Öyle de olsa, bu durumun, kadınların cinselliklerini özgürce yaşamalarına engel oluşturduğunu anlıyor. Kendi düşüncesinin tersine, arzularının bilincinde olabilmek, arzularına sahip çıkmak, onları yaşamayı istemek, yetişkin ve cinsel yaşamı olan bir kadın için gerçekten, kendine kattığı bir değer olduğunu düşünüyor.

“Değer” sözcüğü, Özge Hanım’ı şaşırtıyor. “Mesleki değer” der gibi “cinsel değer” mi diyorsunuz?” diye soruyor uzmana.

“Kesinlikle evet; aynı değerden söz ediyorum.” diyor uzman ve Özge Hanım’ın, bu önemli kavramı, böyle kolaylıkla anlaması, onu çok mutlu ediyor.

Devamında, Özge Hanım’la uzman arasında şu konuşmalar geçiyor:

Özge Hanım: “Tüm baskılara karşın modaya uygun kıyafetler, takılar, aksesuarlar için mağazaları dolaşmaktan çok hoşlanırım. Ancak, bunları ben, yalnızca kendimi güzel duyumsamak için yaptığımı düşünüyordum.”

Uzman: “Elbette kendiniz için yapıyorsunuz; size bakacak erkeklerin hoşuna gitmek için değil. Bununla birlikte, yalnızca estetik açıdan güzel duyumsayarak kendinizden hoşnut olamazsınız. Bu memnun oluş ve keyif, özellikle arzu edilir olduğunuzu fark etmenizle gerçekleşebilir. Siz, güzel göründüğünüz için hoşnut olduğunuzu sanırsınız; çünkü “arzu edilir” kavramı, edebe uygun biçimde sansürlenmiştir.

Her kültür, her çağ için dışardan gelen bu işaretler, farklı anlamlar taşıyor. Başkalarının bizi nasıl algıladığını anlayabilmek için, içinde bulunduğumuz ortamın kodlarını tanımamız gerekiyor. Başkaları bizi bu kodlar ile tanımlıyor ve bizimle ilişkiye girip girmemeye bu yolla karar veriyor. Bunu yaparken dilin öneminin farkında olmamak, yanlış anlamaları artırıyor ve işi daha da karmaşık ve zor bir duruma sokuyor.”

Özge Hanım, bu anlamları aramanın çok geçerli olduğu ergenlik yaşlarında, görünümüyle ilgili sürekli kaygıları olduğunu ve istediği görünüme çok az ulaştığını; ayrıntıları gözden kaçırarak çok seksi bir görünümle, feminen karakterini tümüyle silen özensiz görünüşler arasında duraksamalar yaşadığını anımsıyor.

Uzman, şu gerçekleri de anımsatıyor Özge Hanım’a:

“Bu deneme yanılmalar ve aşırılıklar, bir kadın ya da erkeğin kimlik oluşturması için ergenlerin bu dönemde gösterdikleri doğal davranışlardır. Toplumsal ilişkiler geliştirirken nasıl davranmaları gerektiği konusunda yol gösterecek bir toplumsal gruba girme çabaları, bu nedenledir. İyi seçimler yapmak, bu yüzden önem taşıyor.

“Ergenler, ayrıca karşı cins ile yüz yüze gelmeyi, öteki olmayı ve cinsel uyarıları harekete geçiren iletileri çözümlemeyi de bu deneyimler sırasında keşfediyorlar. Gelecekte bir yetişkin konumuna gelebilmesi için bu deneyimler potasını ergene sunan bu dönem, onun için çok önemlidir.

Bu deneyimleri yaşamaktan uzak tutulan; yalnızca derslerle uğraşmaya zorlanan ergenler, kimliklerinin yapılanışının önemli bir kısmını dışarda bırakma tehlikesine itilmiş oluyorlar ve yetersizlikleriyle, cinselliklerinden duydukları rahatsızlıklarla yetişkinlik yaşına gelmiş oluyorlar.”

Özge Hanım, “Ben, cinsellikle ilgili bu kaygılar açısından, hâlâ küçük bir kız çocuğuyum; ancak, başka açılardan, özellikle de mesleki açıdan, olgun biriyim. Ama ne demişler? ‘Geç olması, hiç olmamasından iyidir.’ diyor.   

Uzman da ona, bir sonraki görüşmede, üzerinde duracakları bu olgunluk sorunsalı üzerine düşünmesini öneriyor.   

    

Özet tümce: Doğru bir cinsel bilinç kazanamamış olan bir yetişkinin, karşı cinsle sağlıklı ve mutlu bir birliktelik yaşaması olası değildir.

NOT: Cinsellikle ilgili bir önceki yazımın sonunda, bu yazımda “Bireye kazandırılması gereken sağlıklı bir cinsel bilincin, hangi ayrıntıları içermesi; aile ve okulda nasıl bir cinsel eğitimin gerçekleştirilmesi gerekiyor?” sorusunu yanıtlamaya çalışacağımı belirtmiştim. Ancak, görüldüğü gibi bunu gerçekleştiremedim. Bu gidişle “Aile ve okulda nasıl bir cinsel eğitimin gerçekleştirilmesi gerekiyor?” sorusunu yanıtlamaya, bir sonraki yazıda da sıranın gelmeme olasılığı bulunuyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir