Cılavuz Köy Enstitüsü Yaşantılarım – 3

Sayı 83- Temmuz 2024 Macaristan Özel Sayısı

ÖNCESİ VE SONRASI İLE

CILAVUZ KÖY ENSTİTÜSÜ YAŞANTILARIM -3

-Gerçekler ayrıntılarda gizlidir-

 “CILAVUZ KÖY ENSTİTÜSÜ’NDEKİ ÜÇ YILIMIN ÖYKÜSÜ”nden önce…

     “Cılavuz Köy Enstitüsü’ndeki Üç Yılımın Öyküsü”nden önce “Köy Enstitülerinin Yasal Dayanakları”nI, “Köy Enstitülerinin İlk Altı Yıldaki insanüstü Başarıları”nI, “Köy Enstitülerindeki Eğitimin Dayandığı Temel Düşünce ve Yaklaşımlar”ı ve “1946 Milletvekili Seçiminden Sonra Köy Enstitülerini Özgün Amacından Uzaklaştırma Girişimleri’ni kısaca da olsa anımsatmam gerekiyor. Çünkü ben, köy enstitülerini özgün amacından uzaklaştırma girişimleri sonrasında; 1949-1950 öğretim yılında Cılavuz’da öğrenci oldum. O nedenle Cılavuz’un hangi amaçlarından uzaklaştırılmış olduğu dönemin öğrencisi olduğum bilinmeli ki özgünlüğünden uzaklaşrılmasına karşın Cılavuz Köy Enstitüsü’nün; sorasında da İlköğretmen Okulu’nun bana neler kazandırdığı, gerektiği gibi anlaşılabilsin.

Köy Enstitülerinin Yasal Dayanakları

      Yasal dayanaklar olarak Köy Enstitüleri Yasası’ndan, Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Yasası’ndan Köy Ebeleri ve Köy Sağlık Memurları Yasası’ndan, ayrıca Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün kuruluşundan söz edeceğim.

Köy Enstitüleri Yasası

      Köy enstitüleri, 17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası’nın kabul edilip 22 Nisan 1940’ta yayımlanarak yürürlüğe girmesinden sonra, köy öğretmeni ve köye yarayışlı meslek sahiplerini yetiştirmek üzere tarım işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Millî Eğitim Bakanlığınca açılmaya başlıyor. (Madde 1)

      Enstitülere tam devreli köy ilkokullarını bitirmiş sağlıklı ve yetenekli köylü çocuklar seçilerek alınıyor. Enstitülerin öğrenim süreleri en az beş yıldır. Öğretmen olamayacağı kanısına varılan öğrencilerin ayrılacağı mesleklerin öğrenim sürelerinin saptanması, Millî Eğitim Bakanlığına bırakılıyor (Madde 3).

      Enstitülere kabul edilenlerin, sağlık nedeniyle, başka nedenlerle kurumdan ayrılmaları ya da çıkarılmaları durumunda, okudukları süreye rastlayan masrafın, kendilerinden ya da kefillerinden alınacağı hükme bağlanıyor (Madde 4).

      Bu kurumlarda öğrenimlerini bitirip öğretmen olarak atananların Millî Eğitim Bakanlığının göstereceği yerde yirmi yıl çalışmak zorunluluğu bulunuyor (Madde 5).

      Köy enstitülerini bitiren öğretmenler, atandıkları köylerin her türlü öğretim ve eğitim işlerini görecekler. Tarım işlerinin tekniğe uygun bir biçimde yapılması için kendilerinin oluşturacakları örnek tarla, bağ ve bahçe, atölye gibi tesislerle köylülere rehberlik edecek ve köylülerin bunlardan yararlanmalarını sağlayacaklar (Madde 6).

      Köy enstitülerini bitiren öğretmenler, ayda 20 lira ücret alarak çalışacaklar. Başarıyla hizmet görenlerin ücretleri 6’ncı ders yılı başında 30; 15’inci ders yılı başında 40 liraya çıkarılacak. Öğretmenlerin aylık ücretleri ve görev yerine gitme zorunlu yol masrafları Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden ödenecek (Madde 7).

      Köy enstitülerini bitiren öğretmenler hasta olduklarında, 788 sayılı yasanın 84’üncü maddesinin a, b ve c fıkralarındaki hükümlere göre, ücretlerini alacaklar (Madde 8).

       Köy enstitülerini bitiren öğretmenlerin eylemli askerlik hizmetleri sırasında kayıtları silinmeyeceği gibi kendilerine asteğmenlik ya da askeri memurluk verilmesine dek, almakta oldukları ücretin üçte ikisi aylık tazminat olarak verilecek (Madde 9).

      Köy enstitülerini bitirenlere Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden ve bir kez kişisel donanım bedeli olarak 60 lira ödenecek (Madde 10).

      Köy enstitülerini bitiren öğretmenlere üretime yarayıcı aletler, ıslah edilmiş tohum, çift ve gelir getiren hayvanlar, cins fidan gibi üretim araçları parasız olarak verilecek ve bunlar köy öğretmenlerinin atandıkları okulların demirbaşına geçirilecek (Madde 11).

      Köy öğretmenlerinin atandıkları köy sınırı içindeki tarım işlerine elverişli araziden Köy Yasası’na göre satın alınarak öğretmen ve ailesinin geçimine, okul öğrencisinin ders uygulamasına yetecek tutarda arazi ayrılacak. Köyde devlete ait arazi bulunuyorsa okula bu araziden ayrılması tercih edilecek (Madde 12).

      Köy öğretmenlerinin okul adına oluşturdukları her türlü işletmelerdeki ürün, hayvan ve yapılar kuraklık, sel, yangın ve bunların benzeri olaylar nedeniyle zarara uğradıklarında, işletmeyi yeniden kurmak amacıyla Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden zamanında okul adına zarar ve ziyanı karşılayacak bir yardım yapılacak (Madde 13).

      Köy okuluna ait her türlü demirbaş eşya, hayvan ve bunların benzeri, okulun malı olup bu işletmeden elde edilecek gelir, öğretmene ait olacak. Ancak öğretmenin ayrılışında bu demirbaşlar, yeni gelen öğretmene, bu olanaksızsa yeni öğretmen gelinceye dek köy ihtiyar kuruluna, işletilmek üzere, olduğu gibi teslim edilecek (Madde 14).

      Köy öğretmenlerinin işleri gezici başöğretmenler ve ilköğretim müfettişlerince izlenip denetlenecek. Köy öğretmenlerinin işlerinin normal bir biçimde yürütülmesine devlet örgütünün mensupları da yardımcı olacak (Madde 15).

      Köy öğretmenlerinin atanacağı okulların yapıları ve öğretmen evleri, Millî Eğitim Bakanlığınca   verilecek planlara göre köy ihtiyar kurullarınca yaptırılacak (Madde 16).

      Köy enstitülerine yüksek okulları ve üniversiteyi, Gazi Eğitim Enstitüsü’nü, öğretmen okullarını, ticaret liselerini ve orta tarım okullarını, erkek sanat okulları ve kız enstitülerini, köy enstitülerini, inşaat usta okullarını, bunlardan başka her türlü teknik ve mesleki okulları bitirenler atanacak. Bu enstitülerde uzman işçiler, günlük ya da aylık ücretle usta öğretici olarak çalıştırılabilecek. (Madde 17

      Bu yasa hükümlerine bağlı olan köy öğretmenleri için Millî Eğitim Bakanlığınca “Köy Öğretmenleri Emekli Sandığı” ve “Köy Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı” oluşturulacak. Bir öğretmenin ölmesi durumunda okula ait olup geliri öğretmene ayrılmış bulunan malların ölüm yılı içinde elde edilecek gelirinin yarısı yardım sandığına, yarısı da gelecek öğretmene verilecek. (Madde 19)

      Köylerde çalışan öğretmenlerin ve ailelerinin, köy okullarındaki öğrencinin sağlık işlerine karşılıksız bakmak üzere Millî Eğitim Bakanlığı, sağlık müfettişi hekimler atayacak. Köy öğretmenleri, öğretmenlerin eşleri ve çocukları Millî Eğitim Bakanlığı prevantoryum ve sanatoryumunda karşılıksız tedavi edilecek (Madde 21).

Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Yasası

     19 Haziran 1942’de, Köy Enstitüleri Yasası’nı tamamlayan Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Yasası çıkarılıyor. 3-19 Haziran 1942 tarihleri arasında altı oturumda 32 uzun tartışmadan sonra 429 üyeden 177 üyenin türlü nedenlerle oylamaya katılmadığı Mecliste söz konusu Yasa Tasarısı, 252 oyla özellikle şunların gerçekleştirilmesi amacıyla yasalaşıyor:

      Okulla ilgili çalışmalara yardımcı olmakla yükümlü olan köylülerden işlerini aksatanlar ve bu işlere fesat karıştıranlar hakkında eğitmen ya da öğretmenin ihbarı üzerine 3-15 gün hapis ve 5-25 lira para cezası verilecek (Madde 11).

      Köy okullarının yapımı için gerekli kereste, devlet ormanlarından parasız sağlanacak (Madde 24).

      İlköğretim örgütü yeniden yapılandırılacak. Köy enstitüleri müdürlerinin, sınırları belirlenmiş olan kendi bölgelerindeki ilköğretim kurumlarının kurulması, çalışması ve sürekli olarak geliştirilmesinde görev ve sorumluluk yüklenmeleri gibi alışılmışın dışında bir uygulama ile köye gerekli elemanları yetiştirecek kurumun çevreye açılımı sağlanacak; kurum böylece bölgesi ile bütünleşecek (Madde 38, 39, 40)

      Enstitünün öğretim, eğitim, tarım, sanat işlerinde aralıksız on yıl çalışan ve olağanüstü başarı gösterenler, ülkü eri sayılacak (Madde 49)

      Köy halkından, bu yasanın uygulanması için dört yıl üst üste üstün başarı ile çalıştıkları saptananlar, yardım eri sayılacak ve bunların adları radyo ve diğer yayınlarla açıklanacak. Bunlar arasından kişisel emek ve çabalarıyla köyde bir tesis yapanlar varsa ona adları verilecek (Madde 68).

Köy Ebeleri ve Köy Sağlık Memurları Yasası

      Köy Enstitüleri Yasası’nın birinci maddesinde öngörülen “köye yarayan meslek sahiplerini yetiştirmek” amacının yaşama geçirilmeye başlatılması için 5 Temmuz 1943’te 4459 sayılı Yasa Tasarısı, Meclise getiriliyor. “Köy Ebeleri ve Köy Sağlık Memurları Yasa Tasarısı” da üzerindeki tartışmalardan sonra 279 milletvekilinin oyu ile Hükümetten ve komisyondan geldiği biçimiyle yasalaşıyor.

      Tasarı üzerinde söz alan doktorlar, bu yasanın öğretmenle birlikte ebe ve sağlık memurunun köylüye sağlık ve gönenç getireceğini; bu girişimin yakın gelecekte verimlerinin görüleceğini, köyün, köylünün pislikten ve bilmezlikten (cahillikten) kurtulacağını; üstün başarı gösterenlere, öğretmenlere uygulanan ödüllendirme sisteminin aynen uygulanacağını belirtiyorlar.

      Bu tasarının yasalaşmasıyla köye yararlı insan yetiştirme işinin ikinci bir ürünü daha yararlanıma sunulmuş oluyor.

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün Kuruluşu

      1942’de köy enstitüsü öğretmeni, ilköğretim müfettişi ve gezici başöğretmen yetiştirmek ve köy okulları ile köy enstitüleri için inceleme ve araştırmalar yapmak amacıyla Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kuruluyor. Öğrenim süresi üç yıl olan bu enstitüde öğrenciler, genel derslerin yanı sıra Güzel Sanatlar, Yapıcılık, Demir İşleri, Hayvancılık, Tavukçuluk, Tarla-Bahçe Tarımı, Tarım Yönetimi ve Ekonomisi, Ev Yönetimi ve Ev İşleri kollarından birini seçiyorlar.

       Yüksek Köy Enstitüsünde dersler, öğretim üyelerince veriliyor. Öğrenciler, başka yüksek okullardan da ders alabiliyor. Bu kurumun bir basımevi bulunuyor, Burada çok sayıda basılıp bütün enstitülere ve başka yerlere dağıtılan nitelikli bir Köy Enstitüleri Dergisi basılıyor. Enstitü ayrıca bir İş Eğitimi Sözlüğü, enstitülere dağıtılması için İpekçilik, Tohum Islahı, Bitki, Böcek ve Taş Koleksiyonları, Halk Öyküleri Toplama Yöntemleri, Yabancı Dil Öğrenme Yöntemleri, Çocuk Bakımı gibi kitapçıklar yayımlıyor.

      Öğrenciler, bu enstitüde Cumhuriyet döneminin ilk Açık Hava Tiyatrosu’nu oluşturuyorlar. Burada kendilerinin yazdığı oyunları ve başka ünlü oyunları sahneye koyuyorlar.

 Köy Enstitülerinin İlk Altı Yıldaki İnsanüstü Başarıları

      Köy enstitülerinin ilk altı yıla sığdırdığı insanüstü atılım ve girişimlerini İvriz Köy Enstitüsü ve sonraki yıllarda benim de öğrencisi olduğum Cılavuz Köy Enstitüsü örneklerinden yararlanarak somut biçimde ortaya koymaya çalışacağım.

      Enstitülerin yaşam biçimi ve uyguladıkları eğitim, her enstitünün kendine özgü çevresel koşullarından kaynaklı uygulamaları dışında, aynı amaç, düşünce ve yaklaşımlar çerçevesinde sürdürülüyor.

İvriz Köy Enstitüsü Örneği

     İvriz Köy Enstitüsü, adını 9 km. doğusundaki İvriz köyünden alarak 1941’de, Toros Dağları’nın İç Anadolu’ya bakan yamacında yer alan derin vadinin önünde kuruluyor. Enstitünün kent dışında kurulmasıyla, köyden gelen çocukların kendi içlerinde kolaylıkla kaynaşmasını ve doğup büyüdükleri köylere yabancılaşmadan yetişerek köylerimizi canlandırma ülküsünü içselleştirmeleri amaçlanıyor.

      Öbür enstitülerde olduğu gibi burada da oluşturulan demokratik ortam, çocukları köylerinden getirdikleri geleneksel düşünce ve alışkanlıklarından uzaklaştırarak çağdaş toplumsal değerlerle buluşturuyor.

      1943’te bu enstitüye giren Galip Candoğan (Taşkafa), bu enstitüde 1948’e dek süren öğrencilik anılarını İvriz Köy Enstitüsündeki Öğrencilik Yıllarım adıyla 1990’da kitaplaştırıyor. Genelde enstitülerde, özelde de İvriz Köy Enstitüsü’nde, öğretmen okullarından ve öbür okullardan çok farklı bir eğitim uygulanıyor.  Her köy enstitüsü gibi bu enstitüde de Köy Enstitüleri Yasası yönünde nasıl bir eğitim uygulandığını; 1946’dan sonra özgün amacından nasıl uzaklaştırılmaya başlandığını, kuruluşundan iki yıl sonra bu okulda öğrenci olan Candoğan’ın anlattıklarından öğreniyoruz.

      Bu enstitünün öğrenci aldığı köylerde, burada öğrencilerin amele gibi çalıştırıldığı söylentisi dolaşıyor. Okumanın önemini bilenlerin çok az oluşu, köy yerinde işin gücün yürütülmesi için çocuğa gereksinim duyulması ve bu söylenti nedeniyle pek çok kişi, çocuğunu bu okula göndermek istemiyor. Candoğan’ın babası gibi istekli, çok az insan çıkıyor. Bu nedenle ilk zamanlar, yılın hangi ayında gelirlerse gelsinler, gelenler, enstitüye kaydediliyorlar. Köy yerinde çocuklar nüfusa geç yazıldıkları için enstitüde delikanlılık çağına gelmiş çok sayıda öğrenci bulunuyor

      Galip, Konya ovasının en az yağış alan bir köyündendir. Köyde akarsu bulunmadığı için sulu tarım çok azdır. Ailelerin çoğu, gereksinimlerini karşılayacak kadar arpa, buğday ve çavdar ekebiliyor. Meralarda, ilkbahar sonunda çıkılan yaylalarda koyunculuk yaygındır. Galip de birçok arkadaşı gibi ilkokulu bitirince kuzu çobanlığına başlıyor.

      O sırada Galip’in öğretmeni Kâzım Bey, Karaman’dan Galip’in babası Memiş Ağa’ya bir mektup yazarak Ereğli’de yeni bir öğretmen okulunun bulunduğunu; buraya ilkokulu bitiren köy çocuklarının alındığını, çocuğunu, adlarını yazdığı belgelerle birlikte Karaman’a getirirse kendisine yardımcı olacağını bildiriyor. Baba, bunu oğluna açıyor ve okula gitmek isteyip istemediğini soruyor. Galip, okulu, orada ne olup olmayacağını bilmediği için kararı babasına bırakıyor. Babası, onu okutmak istiyor. Kuzu çobanlığından kurtulacağı için bu karar Galip’i de seviniyor.

      Baba, kararını komşularına açınca komşuları Galip’in yanına bir arkadaş bulmayı öneriyorlar. Baba, okulu bitiren hangi çocuğun babasına durumu anlatıyorsa, hepsinden olumsuz yanıt alıyor. Memiş Ağa ise medresede okumuş olduğu için okumanın önemini bilmesi nedeniyle bu oğlunu okutmakta kararlıdır. Galip’e bir kez daha okumak isteyip istemediğini soruyor. Olumlu yanıt alınca öğretmenin belirttiği belgeleri hazırlayarak okuyup adam olsun diye oğlunu tek başına okula götürmek üzere Karaman’ın yolunu tutuyor. Kasabaya vardığında bir komşusundan ödünç aldığı altınları bozdurarak oğluna eskicilerden bir giysi bir de postal satın alıyor.

      Sonra Milli Eğitim Müdürlüğünü (Maarif Memurluğunu) aramaya başlıyor. Müdürlüğün Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’nda olduğunu öğrenince oğluyla birlikte oraya varıyor. Milli Eğitim Müdürüne durumu anlatıyor ve Kâzım Bey’in evini soruyor. Müdür, bu çocukları okula gönderme işini kendisinin yaptığını, öğretmeni yine görebileceğini belirttikten sonra Memiş Ağa’ya istenen belgeleri getirip getirmediğini soruyor. Milli Eğitim Müdürü, “Evet!” yanıtını alınca belgeleri inceliyor. Belgelerin tamam olduğunu görüyor ve gereken işlemi yaparak onlara Ereğli’ye nasıl gideceklerini anlatıyor ve hemen yola çıkmalarını söylüyor.

      Baba-oğul, İvriz Köy Enstitüsü’ne gitmek üzere trene biniyorlar. Yolda bunların kompartımanına babasının tanıdığı, güzel giyimli Ayrancılı kereste tüccarı Tatar Hüseyin giriyor. Adam, Memiş Ağa’ya bu iş mevsiminde nereye gittiklerini soruyor. Memiş Ağa, gitmekte oldukları yeri söyleyince Tatar Hüseyin, o okulu gördüğünü, oraya “Köy Enüstü Mektebi” dendiğini; köylerden toplanan çocuklar orada amele gibi çalıştırılarak onlara yapılar yaptırıldığını, harman kaldırtıldığını, bahçe sulatıldığını, hayvan güttürüldüğünü, çocukların bunun gibi birçok ağır işte çalıştırıldığını söylüyor. Köyde yetişkin çocuklara birçok iş varken Memiş Ağa’ya çocuğunu oraya göndermemesini öneriyor.

      Memiş Ağa, kendisinin bundan başka dört oğlu daha olduğunu, bunu okutmak istediğini söyleyince Tatar Hüseyin, okutmasına karşı olmadığını; Ayrancı’dan ya da Karaman’dan ev tutarak çocuğunu orada okutabileceğini anımsatıyor. Memiş Ağa, kendisinin oralarda ev tutacak gücünün olmadığını; enstitünün parasız yatılı olduğunu anımsatınca, kendisini sevdiği için bunları anlattığını belirten Tatar Hüseyin, varılan ilk istasyonda trenden iniyor.

Galip İvriz Köy Enstitüsü’nde

      Daha sonraki istasyonda trenden inen baba-oğul, enstitünün yolunu tutuyor. Bir süre sonra okul uzaktan görününce babası Galip’e okulu gösteriyor. Oraya vardıklarında onu müdüre teslim edeceğini, orada kendisini okutup adam edeceklerini vurguluyor. Köydeki işleri bitirince onun yanına geleceğini; gelemediği zaman bir gereksinimi olursa, mektupla bildirmesini tembihliyor.

      Akşamüstü okula vardıklarında çevrelerini saran öğrencilerden biri, “Amca, oğlunu okula öğrenci olarak mı getirdin?” diye sorunca baba, “Evet” diyor. O zaman kendilerini Müdür Bey’e götürebileceklerini söylerken yanlarında uzun boylu, öğrenciler gibi boz giysili, gözlüklü, öğrencilerden biraz yaşlı bir adam beliriyor. Öğrenciler, öğrendikleri bilgileri o adama iletirken Memiş Ağa çocuklara, müdürü görmek istediğini yinelediğinde o adam, kendisinin enstitünün müdürü Recep Gürel olduğunu söylüyor ve onu buraya kimin gönderdiğini soruyor. Memiş Ağa, kendisini Karaman Milli Eğitim Müdürünün gönderdiğini ve selamını iletiyor.

      Müdür, getirilen belgelere bakıyor ve belgelerin tamam olduğunu, isterse kendisini bu akşam konuk edebileceklerini, isterse gidebileceğini; çocuğunun bütün gereksinimlerini okulun karşılayacağını bildirmesi üzerine Memiş Ağa, bir an önce köydeki işlerine dönmek istediğini söylüelirtiyoryor. Müdür, çocuğunu görmeye geldiğinde kendisini bekleyeceğini söyleyerek babayı uğurluyor.

      Memiş Ağa, yol boyunca bu müdürün, neden Karaman’da gördüğü müdür gibi düzgün giyinmediğini, giyim kuşamının öğrencilerininkinden farksız olduğunu düşünmeye başlıyor; ancak bir türlü bunun nedenini bulamıyor.

      Müdür, öğrencilere dönerek Galip’i 1-D şubesine götürmelerini, küme öğretmenine haber vermelerini ve öğrencilerden, öğretmenlerine sabahleyin kendisini görmesini söylemelerini istiyor.

      Şubeye götürüldüğünde sınıf başkanı Galip’e bir yatak gösteriyor. O arada küme başkanı Galip’in yanına gelerek kendisini tanıtıyor ve sınıf başkanının kendisine depodan çamaşırlarını ve yatak takımlarını vereceğini, ardından kendisini hamama götüreceğini, hamamda yıkandıktan sonra, aldığı yeni çamaşırlarını, yazlık giysilerini, postallarını giyerek kendi çamaşırlarını, postallarını çamaşırhaneye bırakacağını; çamaşırlarını ve postallarını daha sonra alarak izne giderken götürmek üzere depoya teslim etmesini söylüyor.

      Galip, köyünde yeni yıkandığını, babasının çamaşırlarını da yeni yıkattığını anımsatıyorsa da küme öğretmeni, “Hayır, diyor, bizde usul böyledir. Buraya gelirken yattığın hanların temiz olup olmadığını bilemezsin. O hanlarda binlerce insan yatıyor. Şimdi sen, dediklerimi yap.”

       Arkadaşları, küme öğretmeninin dediklerini Galip’e yaptırıyor. Burası Galip’in köyündeki evlere hiç benzemiyor. Yeni yatak takımları, banyo, herkesin yatağı, eşyaları… Arkadaşları onun yıllardır tanıdıklarıymış gibi yakın davranıyorlar.

      Arkadaşlarının çoğu Konya’nın ilçelerinden, bir kısmı da Niğde’nin Bor ilçesinden. Kırk kişilik sınıfında beş kız öğrenci var. Sınıfında hayli yaşlı öğrenciler de bulunuyor.

Günlük etkinlikler

    Öğrenciler sabah kalktıklarında önce kendi temizliklerini yapıyorlar. Bir saat ders çalıştıktan (mütalaa yaptıktan) sonra okuldaki bütün kişilerin katılımıyla alanda halk oyunları oynanıyor. Ardından kahvaltı yapılıyor. Sabah, öğle ve akşam, kampana çalınca okuldaki herkes bayrak direğinin yanındaki alanda toplanıyor. Orada sınıf başkanları yoklama yapıyor ve sonuçları küme öğretmenlerine veriyor. Küme öğretmenleri de okul müdürüne iletiyor.

      Sabah yoklamasından sonra öğleye dek iş ve ders grupları çalışmalarını sürdürüyor. Ardından öğle yemeği yeniyor. Sonra uyku ve dinlenme saati başlıyor. Onları yoklama ve yeniden iş ve ders çalışmaları izliyor. Akşam yemeğinden önce ve sonra birer saat daha özgür okuma ve ders çalışma ile gün bitirilip uyumak üzere yatakhanelere çıkılıyor.

      Sabah yoklamasından sonra öğrencileri “ders grupları” ve “iş grupları” olarak ikiye ayırıyorlar. Ders grupları, dersliklerde bir hafta süreyle ders yapıyorlar. İş grupları, yeniden ikiye ayrılarak biri tarım alanlarındaki işlerde; öbürü ise okulun yapıcılık işlerinde bir hafta boyunca çalışıyorlar. Tarım ve yapıcılık grupları, önce başlarındaki öğretmenler, sonra da usta öğreticilerin, kimi de yetişkin öğrencilerin yardımıyla düzenli bir çalışma sürdürüyorlar.

      Galip, burayı bir okula benzetemiyor. Toros Dağları’nın kuzey yamaçlarının eteklerinde çağdaş bir köye benzeyen bir enstitünün kurulmakta olduğunu görüyor. Burada ağaç yok, akarsular da çok az. Yapı yapmak için kazılan temellerden taştan başka bir şey çıkmıyor. Yeni yapılan on beş yapı, 500 kadar öğrenciye yetmediği için yenilerinin yapımı sürdürülüyor. Her yanda yeni yapılacak yapıların temellerini açmak için çakılmış kazıklar var. Yapı işlerinde ve tarım alanlarında öğrenciler, öğretmenleriyle birlikte çalışıyorlar. Yapılan yatakhane, depo, tuvalet, derslik, işlik, mutfak, hamam, ahır ve kümeslerden oluşan toplam 15 yapı, 500 kadar öğrencinin gereksinimi karşılamadığı için bunlara ek yapılar yapılıyor. Yatakhanelerde öğrenciler, üç katlı ranzalarda yatıyor. Sabahları yatakhanelerde kirli havadan durulmuyor.

Bir Yapının Gölgesinde Türkçe Dersi

      Galip’in sınıfı ilk hafta, ders yapıyor. Sınıf başkanı onları bir yapının gölgesine götürüyor, getirdiği bir kara tahtayı duvara dayıyor. Biraz sonra Türkçe öğretmenleri geliyor. Bir hafta Türkçe dersi yapacaklarını, bu derste kullanacakları araçları sınıf başkanına yazdırdığını, onları hazırlamalarını söylüyor. Sınıf başkanından okulun deposundaki Türkçe kitaplarını getirmesini istiyor. Başkan, bir arkadaşıyla birlikte getirdiği kitapları dağıttıktan sonra öğrenciler, yere bağdaş kurarak; öğretmen de kara tahtanın yanına konulmuş olan sandalyeye oturarak yapının gölgesinde derse başlıyorlar. Her dersin sonunda gölgeye göre yer değiştiriliyor.

      Öğretmen, önce kitaptaki okuma parçasını örnek olarak okuyor. Sonra öğrencilere okutuyor. Yanlış okumalar üzerinde yeterince durduktan ve parçada geçen, anlamlarının açıklanmasına gerek duyulan sözcüklerin anlamlarını açıkladıktan sonra parça ile ilgili soruların yanıtlanmasına, parçanın ana düşüncesinin bulunmasına geçiyor. Bir hafta boyunca yapılan çalışmalar sonucunda öğretmen, öğrencilerin okuma, okuduğunu anlama, anlatma ve yorumlama, ana düşünceyi bulma ve yazma konularında birçok eksik ve yanlışlarının olduğunu saptıyor.

      Öğrencilere bu zorlukların zamanla aşılacağını duyuruyor. Hafta sonunda başka grupların da yararlanması için kitaplar toplanıp depoya konuluyor. Çünkü her öğrenciye yetecek sayıda kitap yoktur.

Galip’in Okulunu Bütünüyle Tanıma İsteği

      Galip, ilk hafta içinde okulun çalışma düzenini kavrıyor. Her şeyi saatinde yapma, üç öğün yemek yeme, iş yapma yoluyla bir şeyler öğrenme, iş aralarındaki dinlenme saatlerinde kitap okuma olanakları ile okul, Galip’in gittikçe daha çok hoşuna gitmeye başlıyor. Öğretmenlerinin ve ağabeylerinin özendirmesi ve uyarısıyla ne kadar çok kitap okursa o kadar iyi yetişeceği bilincini oluşturmaya başlıyor.

      Galip, bir de okulu bütünüyle tanımak istiyor. Okulun çeşitli yerlerindeki iş alanlarını okulun kitaplığında bulunan ve okulu tanıtan bir kitapçık aracılığıyla öğreniyor. Bunları tarım alanları, hayvancılık, okul yapıları, okulun çiftliğinde bulunan yapıların oluşturduğunu görüyor.

      Tarım alanlarında tahıl ekilen kurak yerler, sebzelikler, meyve bahçeleri, okul yapılarının ve çevresindeki ağaçlandırılmış alanlar yer alıyor.  Okulun küçük bir köy kadar tarım alanı bulunuyor. Ancak bu alanın çoğu kıraç topraklardan oluşuyor. Tarıma elverişli yerlere güzlük buğday, arpa ve yulaf ekiliyor. Susuz yerlerin verimi, yağış durumuna göre değişiyor. Su altı tarlalara önce sebze, sonra da tahıllar ekiliyor. Tarım çalışmalarında at ve öküz gücünden yararlanılıyor.

      Sulak alanlara sebze olarak çevrede yetişen domates, patlıcan, biber, patates, havuç, lahana ekiliyor. Yazın okulun bütün sebze gereksinimi buralardan karşılanıyor. Öğrenciler çiftlikte sırayla çalışarak işlerin zamanında bitirilmesini sağlıyor.

      Hayvancılıkla ilgili olarak okulun işlerinde kullanılan atlar ve eşekler, iş gücünden yararlanılan öküzler, inekler, tavuklar, ördekler, kazlar, koyunlar bulunuyor.

      Çevreden alınan ineklerin süt verimi düşük olduğundan, ineklerden alınan süt, yalnızca revirde yatan öğrencilerle küçük çocuğu olan ailelere veriliyor.

      Okul yapıları olarak yatakhaneler, yemekhane, mutfak, erzak deposu, öğrenci derslikleri, kitaplık; demirci, marangoz, iş atölyeleri, öğretmen lojmanları, revir, çamaşırhane, hamam, idare binası, elektrik santralı ve tuvaletler bulunuyor.

      Yapılan her yapının çevresi ağaçlandırılıyor. Bunun için yazın çukurları açılıyor, günü gelince buralara daha çok akasya dikiliyor.

      Okulun çiftliğinde bulunan yapıları da inek ve at ahırları, ağıl, işçi yatakhaneleri, kümesler, tahıl depoları ve barajlar oluşturuyor.

      Okulda en çok su sıkıntısı çekiliyor. İçme ve kullanma suyu olarak Gaybi köyünden açık kanalla gelen su kullanılıyor. Gereksinilen yapıların bir an önce bitirilmesi için kimi iş grupları, lüks ışığında gece bile çalışıyor.

Elma Bahçesi Oluşturma Girişimi

      Çevrede en çok yetişen meyvelerden birinin üzüm olması nedeniyle bir üzüm bağı oluşturmaya girişiliyorsa da başarılı olunamıyor. Bölgenin akarsu altındaki yerlerinde çok sayıda meyve, özelikle de elma bahçeleri bulunması nedeniyle okulda bu kez büyük bir elma bahçesi oluşturmaya karar veriliyor.  Tarım öğretmeni tarım kümesi olan Galip’in sınıfını elma bahçesi yapılacak tarlanın başına götürüyor. Öğrencilere ağaçların arasında kalacak aralıkları belirleyen kazıklar çaktırıyor. Ardından öğrencilere kirizmanın nasıl yapılacağını uygulamalı olarak öğretiyor.

      Her çukuru açmakla görevli iki öğrenciden biri çukuru kazıyor, öbürü de kazılan toprağın üstten çıkanını sağ yana, alttan çıkanını da sol yana yığıyor. İşlerini bitirenler derslerine çalışıyor ya da kitaplarını okuyorlar. Küçük ve güçsüz öğrencilere içme suyu taşımak, okuldan yemek getirmek gibi daha hafif işler veriliyor. Bu hazırlıktan sonra kışın etkisiyle kabarmak üzere toprak dinlenmeye bırakılıyor.

     Tarım öğretmeni, baharda köylerden ve İvriz pazarından sağladığı fidanları, öğrencilerle birlikte tımar ederek dikime hazırlıyor. Bütün öğrencilerin göreceği biçimde, fidanların nasıl dikileceğini gösteriyor. Üstten çıkan toprağı çukurun altına, alttan çıkanı da üstüne koyarak toprağı bastırıyor. Fidanın dibine can suyu dökerek dikimi tamamlıyor. Buna göre her çocuk, payına düşen fidanları dikiyor. Yaz boyunca fidanlar sulanıyor, çapalanıyor, sürgünleri alınıyor ve bahçenin işi tamamlanıyor.

      Sonra zamanı geldiğinde fidanların aşısı yapılıyor. Fidanlar büyüyünceye dek aralarına tahıllar, sebzeler ekilerek toprak değerlendiriliyor. Galipler ve başka sınıfların öğrencileri okulu bitirinceye dek bu bahçelerde binlerce ağaç dikiyor ve onlara bakıyorlar.

      Bu bilinçli biçimde kurulan bahçelerden hem verimli ürün alıyorlar hem de bunlar çevre köylere örnek diye gösteriliyor. Köylüler, bu yolla daha verimli sebze ve meyve yetiştirmeyi öğreniyor.

Ödünsüz Disiplin

      Temizlik, okulda üzerinde önemle durulan konuların başında geliyor. Her hafta sonu, tüm öğrenciler, küme öğretmeninin gözetiminde genel temizlik yapılıyor. Yataklar, giysiler havalandırılıyor. Sökükler, düğmeler dikiliyor, ayakkabılar onarılıyor ve boyanıyor. Sonra da banyo yapılıyor.

      O zamanlar köylerde bit bulunduğundan enstitüye ilk gelenlerin ve izinli olarak köye gidenlerin giysileri etüv denen buhar kazanına atılıyor, kendileri de hamama gönderiliyor.

      Uygulanan bu ödünsüz disiplin, öğrencilerin beğenilmeyen, yanlış olan alışkanlıklarına karşı okul yönetiminin ve öğrenci topluluğunun hoşgörüsüzlüğü, öğrencilerin kötü alışkanlıklarından kurtulmalarında önemli bir etken oluyor. Öğrenciler bu uygulamalarla her akşam yatmadan önce ayakların yıkanması, dişlerin fırçalanması, iş ve derse uygun giyinme, çalışma saatlerine uyma gibi yeni alışkanlıklar ediniyor, bir süre sonra da onları alışkanlığa dönüştürüyorlar. Böylece dışarıdan uyarılmaya gerek duymadan kendilerini ve birbirini denetlemeyi öğreniyorlar.

Galip’in Mektubu

      Galip, bir süre sonra köye, babasına mektup yazıyor. Mektup için pul ararken Türkçe öğretmeni Galip’in telaşının nedenini anlıyor. Galip’i yazdığı mektubu kendisine okumaya ikna ediyor. Galip, mektubunu okuduğunda, öğretmeni ona mektubunda eksikler ve gereksiz yinelemeler olduğunu anımsatıyor ve mektubu onları düzelterek yeniden yazmasını öneriyor. O zaman güzel yazılmış mektubu okuyunca babasının, oğluyla övüneceğini söylüyor. Galip, öğretmeninin bu önerisi doğrultusunda yazdığı mektubunu öğretmenine gösterdikten sonra babasına postalıyor.

      Galip’in yazdığı bu güzel mektubun duyulmasının yarattığı merak üzerine Türkçe öğretmeni, bütün sınıfa mektup yazma ödevi veriyor. Yazılan mektuplar sınıfta okunuyor; ancak öğretmen bir mektup dışındakileri beğenmiyor. Çünkü mektuplarda, kalıplaşmış yabancı sözcükler yinelenmiştir. O beğenilen mektubu yazan Ali Yapar, kendi düşüncelerini anlamını bildiği Türkçe sözcüklerle önce mektubuna giriş yaptığını, sonra nişanlısının gönderdiği nakışlı çorabı giydiğini, ineklerin yavrulamasına çok sevindiğini, Aktaş’taki tarlalarına arpa ekmelerinin iyi olduğunu belirterek mektubunu geliştirdiğini, ev halkının adlarını sıralayıp onlara selam gönderdiğini yazdıktan sonra mektubunu sonlandırdığını, sayfanın sağ alt yanına da adını yazıp imzasını attığını açıklıyor. Mektubunun sağ üst köşesine tarih yazmayı da unutmamış Ali. Öğretmen bu güzel mektup nedeniyle Ali’ye bir kitap armağan ediyor. Öğretmen, öğrencilerden böyle birer mektup örneği yazmalarını istiyor.

      Galip’in yazdığı mektuba kısa sürede yanıt geliyor. Babası, okulda neler öğrendiklerini ne işler yaptıklarını, ne olacaklarını, ne zaman izine geleceğini, kendisinden bir isteğinin olup olmadığını soruyor. Galip, okulunda yapılan dersleri, yapı ve tarım çalışmalarını, hayvancılığı, tuttukları nöbetleri anlatsa, babasının kafasının karışacağını düşündüğü için küme öğretmeninden ne zaman izine gideceğini öğrenip bunları köye gittiğinde babasına anlatmayı düşünüyor.

      Öğretmenine sorduğunda öğretmeni ona bu okula Haziran’ın başında geldiğini anımsatarak şubelerinin bu yıl, okulun tarım, yapı yapım ve nöbet işlerini yürütmek için yaz nöbetçi grubu olarak kaldığını, o nedenle bu yıl izin verilip verilmeyeceğinin pek belli olmadığını; izine giden şubeler döndükten sonra iş yerlerinin gereksinimine göre yeni bir düzenleme yapılacağını; bu düzenleme sonunda şubelerine gereksinim kalmazsa kışa doğru izine gidebileceklerini açıklıyor.

      Galip, küçük yaşta öksüz kalmış, babasının büyük emekleri ile büyümüştür. Dahası babası onu çok sevmektedir. O nedenle babasına hemen mektup yazma gereği duyuyor. Yazdığı mektupta izne kışa doğru geleceğini, okulda bir sıkıntı yaşamadığını, derslerine çok çalıştığını bildirmekle yetiniyor.

      Bu mektup babasını rahatlatmamış olacak ki okulunun yakınındaki köylere saman satmaya gelen bir köylüsünden oğlunu görmesini istiyor. Köylüsü onu inşaatın yanı başında kireç söndürürken buluyor. Köylüsü, babasının selamını söylüyor ve gönderdiği parayı veriyor. Galip, adamın kendisini kireç kuyusunun başında gördükten sonra, yazacağı ayrıntılı mektuptan daha çoğunu köyde anlatacağını düşünüyor.

İvriz Eğitmen Kursu

      Galip, bu okula geldiğinde öğrencilerin büyük kısmı yaz tatilindedir. Orada bir de yemekhaneleri, yatakhaneleri ve çalışmaları öğrencilerden ayrı olan daha yaşlı gençler, eğitmen kursu görüyorlar. Bunların içinde, bebekleri olan bir karı-koca da vardır. Bu ikili, çalışırken çocuklarını bir yere bırakıyor, öğle tatillerinde ve çalışma saatlerinin bitiminde kucaklarına alıyorlar. Eğitmen adayları, ilkokulda yapacakları eğitim öğretimle ilgili dersler görüyorlar. Arada bir de öğrencilerle birlikte yapı işlerinde çalışıyorlar.

      Eğitmen kursunun müdürü bir gün okulun öğrencilerine eğitmen kursuyla ilgili şu bilgileri veriyor: Kursta birisi kadın olmak üzere 22 aday vardır. Bu adaylar, askerliğini onbaşı ya da çavuş olarak yapmış okuma yazma öğrenmiş gençler arasından seçilmiştir. Burada verilmekte olan yedi aylık eğitimde başarı gösterenler, küçük köylerin okullarına eğitmen olarak atanacaklar. Eğitmenler, kendileri için hazırlanan Birinci Yıl Kılavuzu, İkinci Yıl Kılavuzu ve Üçüncü Yıl Kılavuzu adlı kitaplardaki ayrıntılı açıklamalar ışığında, okula kaydettikleri öğrencileri üç yıl okutuyorlar. Onları mezun ettikten sonra okul çağı gelenleri birinci sınıfa alıyor ve onları da aynı biçimde okutuyorlar.

      İlçelerde bulunan gezici başöğretmenler, eğitmenlere iş başında yardım ediyor, onları hizmet içinde yetiştiriyorlar.

      Eğitmenler, askerlikte ve bu kursta öğrendikleri temizlik ve sağlık konularında da köylülerine yardım etmekle görevli kılınıyorlar. Eğitmenlerin, görevlendirildikleri köylerinde, beklenenin üzerinde bir başarı gösterdikleri gözlemleniyor. Bunların kimisi örnek meyve bahçesi kuruyor, örnek hayvancılık, arıcılık yapıyor. Örnek ev yapanlar oluyor. Eğitmenlerin ilçe görevlileriyle iş birliği yaparak sıtma, trahom gibi salgın hastalıkların önlenmesinde önemli katkıları oluyor. Onları yetiştiren enstitü, eğitmenlere gereksindikleri tohum, fidan ve hayvan yardımı yapıyor.

      Bu açıklamalardan sonra öğrenciler, bu ağabeylere daha başka bir gözle bakmaya başlıyorlar. Onların, kurs bitimine yakın düzenledikleri cumartesi eğlencesinde yer verdikleri taklitler, öğrencilerine öğretecekleri şarkılar, köyde kadın ve erkeklerle yapacakları çalışmalar, coşkuyla izleniyor. Öğrenciler, eğitmenlerin de öğretmenler gibi eğlenceye çalışmak kadar önem verdiklerini ayrımsıyorlar. Kursları bittiğinde bütün enstitü, onları sevinçle görevlerine uğurluyorlar.

Eğitsel kol çalışmaları

       Okula yeni gelen öğrenciler, bir akşam ders çalışma saatinde küme öğretmenlerinin sınıfa gelerek onlardan, okulun eğitsel kollarına kendi şubelerindeki üyelerini seçmelerini istiyor. İlkokulda bu tür etkinlikleri görmemiş olanlar, bu kolların neler olduğunu, seçilecek öğrencilerin orada ne yapacaklarını soruyorlar. Bunun üzerine öğretmen, tahtaya ondan fazla eğitsel kolun adını yazdırıyor. Bu kolların ne yapacaklarını açıklıyor. Her kola seçilen öğrencinin orada o alanla ilgili yeteneğini geliştirerek o konuda sorumluluk yükleneceğini belirttikten sonra her kola kaç kişi seçileceğini söylüyor. Her kola istekli öğrenciler aday olduktan sonra seçimler yapılıyor.

       O yıl ve sonraki yıllarda eğitsel kol çalışmalarıyla öğrenciler, kol gözetici öğretmenlerinin gözetiminde yetenekli ve istekli oldukları alanda kendilerini geliştirme ve arkadaşlarına hizmet verme olanağını elde ediyorlar. Böylece öğretmen ve yöneticilerin işlerinin bir kısmını bu kollardaki öğrenciler yerine getirmiş oluyor. Her eğitsel kol, okulda bilinen ve yapılan çalışmaların dışında, başka enstitülerde bilinen ve yapılan çalışmaları da okullarına getiriyorlar. Bu yolla örneğin ilgili kollar, Kastamonu’nun Sepetçioğlunun, Ege’nin harmandalının, Karadeniz’in horonunun, oralara özgü sazların eşliğinde aynı figürlerle kendi okullarında da oynanmasını sağlıyorlar.

Halk oyunları

      Enstitüye yeni gelen öğrencilerin gözüne ilk çarpan şeylerden biri de kendi bölgelerinde oynanmayan harman dalı, horon, Sivas halayı, Tavas zeybeği gibi halk oyunlarının her sabah tüm öğretmen ve öğrencilerin katılımıyla alanda öğrencilerin çaldığı sazların eşliğinde oynanması oluyor.  Galip, geldiği bölgede erkeklerin oyun oynaması tuhaf karşılandığı için ilk zamanlar oyunlara katılmıyor. Bunu fark eden bir öğretmeni bir gün kolundan tutarak onu da oyuna sokuyor. Galip, ondan sonra, oynanan oyunların tümünü öğreniyor.

      Başka bölgelerin oyunlarının öğrenilmesi için değişik bölgelerden gelen öğrenciler, kendi bölgelerinin oyunlarını burada öğretiyor, bu bölgenin oyunlarını da kendileri öğrenerek okullarına dönüyorlar.

Ülke Coğrafyası

      Ülke coğrafyası, öğrencilerin severek izlediği derslerden biridir. Bunun bir nedeni de ders öğretmenlerinin sevecen tutumu ve öğrencilere ders çalışmanın doğru yöntemlerini öğretmesidir. Öğretmen, öğrencilerine konuyu bellemek yerine öğrenmeleri; bunun için önce konunun ana çizgilerini belirlemeleri, sonra da her ana çizgiyle ilgili bilgileri kendi cümleleriyle anlatabilecek biçimde anlamaları gerektiğini anımsatıyor. Yurdumuzun yapısını, zenginliklerini, güzelliklerini öğrendikçe öğrencilerin yurt sevgileri ve ona hizmet etme istekleri daha da güçleniyor.

      Coğrafya dersinde sınıf başkanı önce, ders için gerekli haritaları getiriyor, dersten sonra da yerine teslim ediyor. Dersler, öğrencilerin de katılımıyla işleniyor. Öğretmen önce konuyla ilgili ön açıklama yaparak hazırlıklı gelmiş olan öğrencilere sorular yöneltiyor, onların bu soruları yanıtlamasını istiyor. Eksikleri tamamlamak, yanlışları düzeltmek isteyen öğrencilere söz veriyor. Böylece konu öğrenilmiş oluyor.

Düzenlenen Eğlenceler, Kutlanan Ulusal Bayramlar

      Üst sınıflardan başlayarak birinci sınıfa dek bütün şubeler, yılda bir kez eğlence düzenliyor ve cumartesi akşamları sunumu yapılıyor. Bu gecelerde öğrencilerin yazdığı ya da başka yazarların oyunları sahneye konuluyor, taklitler yapılıyor, fıkralar anlatılıyor, şiirler okunuyor. Bu coşkulu eğlencelerde sazlar eşliğinde yurdumuzun türküleri söyleniyor, okulun tüm öğrencileri ve öğretmenleri, bu türkülere eşlik ediyor. Halk oyunları oynanıyor.

      Her şube, kendi sunumlarının daha iyi olması için büyük bir çaba gösteriyor. Üst sınıfların daha doyurucu olan sunumları, küçük sınıflar için örnek oluşturuyor. Her sınıf bu eğlencelerde, bilinenler dışında yeni şeyler sunmaya çalışıyor. Örneğin, yeni bir türkü, yeni bir halk oyunu, yeni ve daha anlamlı bir şiir aranıyor. Bu etkinlikler, öğrencilerin topluca iş başarmanın mutluluğunu yaşamasını sağlıyor.

      Küçük sınıflar eğlence programlarını hazırlarken ağabey ve ablalarından da yararlanıyorlar. Küme öğretmenleri, zaten en yakın yardımcıları oluyor. Bu eğlenceleri okuldakilerle birlikte yakın köylülerin izlemesine de olanak veriliyor.

      Okul müdürü, sunumun ardından kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra, bütün emek verenlere teşekkür ediyor ve kendilerinden daha başarılı işler beklediğini belirtiyor.

Ulusal bayramların görkemli kutlanışı

      Okul için çok daha büyük coşku kaynağı, bütün öğrencilerin katılımı ile hazırlanan 17 Nisan Köy Enstitüleri Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları oluyor.

       19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı gösterileri, büsbütün görkemli oluyor. Bu etkinliklerde 40-50 kişinin çaldığı mandolin, akordeon ve bağlamaların eşliğinde hep birlikte söylenen marşlarla yapılan geçit, bütün öğrencilerin birlikte sunduğu çeşitli spor gösterileri, öğretmeni ve öğrencisiyle oynanan, halk oyunları, halaylar, Ereğli halkınca büyük bir coşku ve hayranlıkla izleniyor. Çekingen, ürkek, korkak birer çocuk olarak bu yuvaya gelen köy çocukları, böylesi bir yetkinliğe ulaştıklarını gözler önüne seriyorlar.

      Bu etkinliklerde her öğrenci, kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda kazanmış olduğu becerilerini sergilemenin mutluluğunu yaşıyor. Etkinlikleri izleyen babaların gözlerinin içi gülüyor. Bu başarıları, yüzyıllar boyu suskun ve durgun bırakılmış olan köylülerimizin çocukları ve eğitmenler, bu dağ eteğinde kendi yaptıkları okullarında kazanıyorlar.

Konya Lisesiyle Voleybol Karşılaşması

      Bir gün, Konya lisesinin voleybol karşılaşması için enstitüye geleceği duyuruluyor. Okul öğrencileri böyle bir karşılaşmayı ilk kez görecekleri için sonucun ne olacağını kestiremiyorlar. Lise takımının İç Anadolu’da yenmediği takımın olmadığı duyulduğunda, okulun başarılı olamayacağı kanısı yaygınlaşsa da okulun voleybol akımı, dar olanaklarına karşın bu karşılaşma için var gücüyle çalışmaya başlıyor.

      Liseliler, beklenen günde geliyorlar. Gelenlere enstitü gezdiriliyor, birlikte halk oyunları oynanıyor, şiirler okunuyor, türküler söyleniyor. Sonra karşılaşma başlıyor. Enstitü takımı, ilk sette bir süre bocaladıktan sonra biraz toparlansa da ilk seti lise takımı kazanıyor. İkinci seti enstitü takımı alıyor. Üçüncü sette lise takımının moralinin bozulmasının; enstitülülerin ise moral kazanmalarının etkisiyle bu seti de enstitü takımı kazanıyor ve enstitüye inanılmaz bir coşku yaşatıyor.

      Enstitülü öğrenciler, konuklarını marşlar ve türkülerle uğurladıktan sonra enstitü müdürü, oyuncuları kutluyor ve onlardan daha büyük başarılar beklediğini bildiriyor.

      Enstitüde iş eğitiminin, açık, korkusuz eleştiri havasının egemen kılınması ile köylü çocukların korkularından, kaygılarından sıyrılarak özgüven, öz saygısı ve başarılı olma duygusu kazanmaları sağlanıyor. Bu çocuklar, yurdunun ve insanının yetersizliğinden, geriliğinden utanılmayacağını, bunun nedeninin bilmezlik (cehalet) olduğunu kavrıyorlar. Öğrendikleri bilimsel gerçekler, onların sorumluluk duygu ve düşüncelerini geliştiriyor.

Nöbetçi Şubenin Yaptığı Çalışmalar

      Okulda bütün işler ve dersler gibi nöbet görevleri de yapılan düzenli bir planlamayla yürütülüyor. İş mevsimine göre yeni gereksinimler doğduğunda, planlama o yönde değiştiriliyor. Nöbetçi sınıftaki daha gelişkin öğrenciler yemekhane, mutfak, çamaşırhane, ahır gibi yerlerde; daha zayıf yapılı olanlar da revir, idare binası, kitaplık, tuvaletler, kümes gibi yerlerde görevlendiriliyor.

      Her nöbetçi öğrenci, cumartesi günü, okuyacağı kitabını da yanına alarak nöbet yerindeki araçları teslim alıyor ve oradaki yönergeye göre görevini yapmaya başlıyor. Küme öğretmeni, nöbet yerlerini dolaşarak nöbetçi öğrencilere yardımcı oluyor. Enstitü müdürü de sıklıkla nöbet yerlerini denetliyor; görevini iyi yapan, işini bitirdikten sonra kitabını okumaya başlayan öğrencileri teşekkürleriyle ödüllendiriyor. Müdür, bu öğrencileri ayrıca sınıf öğretmenine bildirerek onların da bu öğrencilere teşekkür etmelerini sağlıyor.

      Nöbetin bittiği cumartesi günü, haftalık çalışmaların başarılı, başarısız yanları eleştirilip bir sonuca bağlanmasının ardından enstitü müdürü ya da küme öğretmeni, nöbet yerlerinde başarılı çalışmalar yürüten öğrencileri kutluyor, onlara tüm enstitü topluluğunun önünde teşekkür ediyor.

İsmail Hakkı Tonguç’un Enstitüyü Ziyareti

      Bir gün akşam yoklamasının ardından okullarına İsmail Hakkı Tonguç’un geleceği haberi yayılıyor. Küçük sınıf öğrencileri üzerinde bir etki uyandırmayan bu haber üzerine büyük sınıflar, coşkulu bir sevinç yaşıyorlar. Çünkü onlar, Tonguç’un enstitülerinin kurucusu ve sorumlusu olan, kendilerine büyük umutlar bağlayan, kendilerinden köylerimizin canlandırılması yolunda büyük başarılar bekleyen İlköğretim Genel Müdürü olduğunu biliyorlar.

      Tonguç, zaman zaman köy enstitülerini dolaşarak yapılan çalışmaları yerinde görüyor, inceliyor, sonra o çalışmaları yöneticilerle tartışıyor. Görülen eksikliklerin giderilmesi için yeni planlamalar yapıyor, yöneticilerle birlikte o planları uyguluyor.

      Tonguç, akşamın geç saatinde gelebildiği enstitüde gece boyunca yöneticilerle görüşüyor, enstitünün sorunlarını konuşuyor. Sabahleyin de öğrencilerle görüştükten sonra okuldan ayrılmak istiyor. Onun için nöbetçi öğrenciler, sabah kalk zili çalar çalmaz sabah temizliğini yapan öğrencilerin alanda toplanmasını sağlıyorlar. Öğrenciler, alanda sıralanıyorlar. Okuldaki bütün görevliler de orada hazır bulunuyor.

      Enstitü müdürü öğrencilere Genel Müdürün akşam geç saatte okula geldiğini kendileriyle okulun çalışmaları ve gereksinimleri üstünde konuştuklarını; şimdi de kendileriyle konuşmak istediklerini bildiriyor.

      Konuşmasına “Günaydın Arkadaşlar!” diye başlayan Tonguç’a öğrenciler, hep bir ağızdan büyük bir coşkuyla “Sağ ol!” karşılığını veriyorlar. Tonguç, “Siz de sağ olun!” dedikten sonra geç saatlere dek yönetici ve öğretmenlerinden çalışmaları konusunda bilgi aldığını, gereksinimlerini öğrendiğini, Ankara’ya gidince bunların karşılanması için gerekenleri yapacağını; okul yönetici ve öğretmenlerinden kendilerinin başarılı çalışmalarını öğrenince çok sevindiğini; kendilerini çok iyi gördüğünü, iki yıl içinde kendi emekleriyle yaptıkları bu yapılar için teşekkürlerini ilettikten sonra bir süre daha çalışmak zorunda olduklarını bildiğini söylüyor. “Allaha ısmarladık!” diyerek bitirdiği konuşmasına öğrenciler yine hep bir ağızdan gür bir sesle “Sağ ol! diye karşılık veriyorlar.

      Okuldan ayrılışından sonra okulda uzunca bir süre Tonguç konuşuluyor. Onun yanı sıra öğrenciler bir de 4-A şubesinin imece kümesi olarak gidip geldiği Hasanoğlan Köy Enstitüsü Müdürü M. Rauf İnan’ı kendilerine çok yakın buluyorlar.

      Tonguç Baba, bu ziyaretiyle kendisi hakkında bilgilenen küçük sınıf öğrencilerinin de sevgilisi oluyor. Görevden alınışından ve haksız yere kötülenmesinden sonra bile hiç kimse, köy enstitülü öğrencilerin kafasından onun yüceliğini, gönüllerinden de sevgisini asla silemiyor.

Galip’in Sınıfı Yıllık İzne Çıkıyor

      Yaz iznine çıkanlar okula dönünce öğretim yılı başında öğrenciler bu kez iş ve ders grubu olarak ikiye ayrılmıyor. Çünkü tarım ve yapı yapım alanlarındaki çalışmaların büyük bölümü bitmiş ya da yavaşlamıştır. O nedenle iş grubuna ayrılanlar da içerde çalışmaya başlıyorlar. Okul, olağan işleyişine kavuşunca öğretmenler kurulu, Galip’in şubesi gibi enstitünün yaz nöbetçi şubesi olan öğrencilerin Kasım ayı içerisinde izinlerini kullanmalarını kararlaştırıyor.

      Bir akşam özgür okuma saatinde küme öğretmenleri onlara bu haberi ve izne çıkmadan önce kışlık takım elbiselerinin, ayakkabılarının ve çamaşırlarının verileceğini bildiriyor. Onlara ayrıca yaz nöbetinde okulun işlerini aksatmadan yürütmüş olmaları nedeniyle öğretmenler kurulunun kendilerine teşekkür edilmesini kararlaştırdığını duyuruyor. Son olarak da hepsinin sınıflarını geçtiğini söylüyor. Sınıf, bu duydukları karşısında çok seviniyor.

      Yol parası olmayan öğrencilere idare, yol parası sağlıyor. Yolları kardan kapanmış olan dağ köylerine gidemeyenler ise okulda kalıyor.

      Galip, köyüne vardığında babası ilk anda kaygılanıyor. Bir an aklından oğlunun okuldan kovulduğu ya da okulu terk ettiği gibi düşünceler geçiyor. Oğlunun izinli geldiğini anlayınca rahatlıyor. Giysilerini inceledikten sonra, saman satmaya gelen köylüsünün, köy kahvesinde onu bir çukurun başında kireç ıslatırken gördüğünü, onun okulda amele gibi çalıştırıldığını anlatınca köylülerin kendisiyle alay etmeye başladıklarını söylüyor. Bunun üzerine gelip kendisini enstitüden almayı düşündüğünü; ancak bunun yerine, izne gelmesini beklemeye karar verdiğini; okuldan memnun değilse kendisini ondan sonra enstitüye göndermemeyi düşündüğünü belirtiyor.

      Bunları dinledikten sonra Galip, babasına bir günlük çalışmalarından başlayıp izne ayrıldığı güne dek yaptıkları çalışmaları ve okulundan çok memnun olduğunu, sınıfını da geçtiğini anlatınca babası iyice rahatlıyor. O günden sonra Memiş Ağa, gelip gidenlere okumanın, okulun öneminden daha bir özgüvenle söz ediyor. Babası köy odasına bazen oğlunu da götürüyor ve okulunu köylülere kendisinin anlatmasını sağlıyor. Galip, köydeki arkadaşlarının hâlâ okumaktan yana olmadıklarını, köyün geleneklerine göre nişanlanıp evlenme hazırlığı yaptıklarını görüyor.

      Köye doyunca Galip, izninin bitmesine bir hafta kala babasına, okula dönmek istediğini söylüyor. Babası, erken gidince kendisini okula almayacaklarını belirtince babasına okulun her zaman öğrencilere açık olduğunu, okullarının çalışma düzeninin öbür okullardan farklı olduğunu anlatıyor. Bunun üzerine Galip için helva yapılıyor, çörek çekiliyor.

      Galip Ereğli’ye vardığında enstitünün müdürü, giysilerinden onun öğrencisi olduğunu anlıyor ve arkadaşlarının hangarın altında çimento boşalttıklarını, işleri bittiğinde onlarla birlikte enstitüye dönmesini bildiriyor.

Yeni Ders Yılı

      Enstitüde önce küme öğretmenine gidiyor, Galip. Küme öğretmeni hem yemek tabelasına yazılması hem de depodan yatak takımlarını alması için onu nöbetçi öğretmene gönderiyor. Dediklerini yaparak yeniden yanına geldiğinde küme öğretmeni ona arkadaşları izinden dönünceye dek neler yapacağını anlatıyor. Harçlık olarak getirdiği parayı da alıp emanet defterine yazıyor.

      Bu yöntemle bir yandan öğrencilerin paraları güvence altına alınıyor, bir yandan da kimlere harçlık gelmediğinin anlaşılması sağlanarak onlara bayramlarda, izne gidecekleri zamanlarda para veriliyor. Okula yetiştirme yurdundan gelen bir öğrenci, bu yolla sıkıntı çekmeden bu okulu bitiriyor. Ancak bu yardımı öbür öğrenciler asla bilmiyor.

      Galip’e küme öğretmeni, yolda bitlenen öğrencilerin okul için büyük zorluk yarattığını, o nedenle çamaşırlarını aldıktan sonra banyoya gitmesi, çıkardığı çamaşırları yıkanmak üzere çamaşırhaneye teslim etmesi gerektiğini bildiriyor. Bunu her öğrenciye uyguladıklarını belirtiyor. Okuma saatine dek bunları yaptıktan sonra Galip, köyden getirdiği çörekleri arkadaşlarıyla birlikte yiyor.

      Galip, sınıf arkadaşları gelinceye dek oradakilerle birlikte marangoz işliğinde çalışmaya başlıyor.  Kendisini gören tarım öğretmeni “Hoş geldin!” dedikten sonra kooperatif kolunun gözetici öğretmeni olduğunu, harçlığı dolgun olanları kooperatife üye yaparak kooperatifi güçlendirmek istediğini, o paralarla öğrenci ve öğretmenlerin gereksinimlerini karşıladıklarını belirterek Galip’i kooperatife üye yapıyor.  Galip öğretmenliğe başladığında parasını isteyince, iki buçuk lira ile üye olduğu kooperatif kendisine otuz üç lira gönderiyor.

 Galiplerin Şubesi Marangoz İşliğinde

      Galiplerin şubesi, iş haftası başlayınca marangoz işliğine gönderiliyor. Marangoz işliği, enstitünün en çok iş yapılan yerlerinden biridir. Yapılan yapıların çatısı, kapı ve pencereleri için keresteler burada biçilip işleniyor. İşlikte rende, planya, delik açma, hızar makineleri vb. vardır. Burada öğrencilerin eline verilen ölçülere göre kapı ve pencere keresteleri kesilip planyadan geçirilerek delikleri açılıyor. Yapıdaki yerlerine takılacakları zaman da birleştirilerek tutkallandıktan sonra yerlerine takılıyor. İşlikte bütün öğrencilerin çalışacakları kadar iş bulunuyor.

      Yapılan yapıların işlerinin yanı sıra enstitünün günlük ağaç işleri de buraya geliyor. Öncelikle kırılan masalar, sandalyeler, kapılar yapılıyor. İşliğe getirilemeyenler için bir ekip, onarımı yerinde gerçekleştiriyor. Bu işlerin en zorunu, Toroslar’dan esen rüzgârın uçurduğu çatıların yapımı oluşturuyor.

      Sabah yoklamasından sonra iş grubu marangoz işliğinde toplandığında, işlik şefi olan öğretmen, usta öğretici ve işlik başkanı öğrenciyle birlikte okul yönetiminden gelen listeye göre günlük çalışma planını yapıyor. Bu plana göre kurulan ekipler, yetkili kişinin işe başlatmasından sonra çalışmalarını sürdürüyorlar. İşlikteki alet nöbetçisi, isteyene gerek duyduğu aleti veriyor, iş bitiminde de teslim alıyor. İşini bilen öğretmen ve usta öğreticilerin gözetiminde sürdürülen işler, aksatılmadan bitiriliyor. İş dalları marangozluk olan üst sınıf öğrencileri de burada öğretmen ve usta öğretici kadar yetkinlik kazanıyor. Bu işleri yapan hiçbir öğrenci, kendini, söylendiği gibi amele olarak görmüyor. Her öğrenci, büyük bir istekle ve yaptığı işten onur duyarak çalışıyor.

Usta Öğreticiler

      Çeşitli iş kollarında çalıştıktan sonra Galip, sanat dalı olarak marangozluğu seçiyor. Bunda kendi istek ve yeteneği kadar öğretmeninin ve usta öğreticinin düşüncesi de etkili oluyor. Usta öğreticiler, sürekli olarak kendi iş kolunda çalışan öğrencilerin yanında bulunmakta, öğrencilerin beceri ve özgüven kazanmasına sürekli yardım etmekte, yapılan işten ve iş yerinin disiplininden sorumlu olmaktadırlar. Enstitülerde alanlarında iyi yetişmiş, dengeli, insan ilişkileri düzgün birçok usta öğreticiden yararlanılıyor. Hasanoğlan’da Macar asıllı yapı ustası Sili Yaloş, Çifteler’de ve Hasanoğlan’da saz ustası âşık Veysel, Cılavuz’da demirci ustası Malakan Pavli Beyazgöz, bu namlı ustalardandır. Usta öğreticiler, okulda herkesten saygı gören, değerli bulunan güvenilir kimselerdir. Okul topluluğunun doğal üyeleri olan bu kişiler, bütün toplantı ve eğlencelere de katılıyorlar.

Gelen Günlük Gazeteler

      Öğrencilerin çoğu, gazeteyi ilk kez bu okulda görüyor. Babası okumuş olduğundan Galip, o yıllarda köylere de ulaştırılan Karagöz adlı gazeteyi görmüş ve okumuştur. Memiş Ağa, akşam eve gelirken halk odasındaki gazeteyi eve getiriyor ve oğluna da okutuyor.

      Enstitüye Türkiye’de çıkan bütün gazeteler geliyor. Bu gazetelerde, ayrıntılı yurt ve dünya haberleri yer alıyor. Ancak ilk sınıflardaki öğrenciler, bu anlatılanlardan fazla bir şey anlamıyor. O nedenle kimisi spor sayfasına, Galip gibi kimisi de gazetelerdeki resimlere bakmakla yetiniyor. Sanat sayfasına bakan ve bu sayfayı okuyan az sayıda öğrenciye de rastlanıyor.

      Bir süre sonra gazetelerde yer alan günlük haberler sınıfta konuşulmaya başlayınca bu haberleri okuyan öğrencilerin, sorulan soruları yanıtlamaları, gazetelere bakıp geçenlerin de ciddi birer okur olmasına yardım ediyor. Okul bir de İvriz adlı bir dergi çıkarıyor. Bu dergi, hemen tüm öğrencilerce okunuyor ve burada kimin ne yazdığı ilgiyle izleniyor. Başka dergilerde yazı yazanlar da çoğalmaya başlıyor. Bu yolla öğrenciler, okula gelen başka dergileri de tanıyorlar. Böylece ders kitabı dışında okunması gerekli birçok kaynağın bulunduğunu öğrenmiş oluyorlar.

      Okulun radyosu, ders dışı saatlerde sürekli açık bulunuyor. Oradan da haberler ve öbür yayınlar izleniyor, ilgili yorumlar dinleniyor. Bu değişik bilgi kaynakları, öğrencilerin yörelerinden getirdikleri ilkel düşünce kalıplarını kırmalarını sağlıyor.

Öğretmen Kadrosu

      Galip bu okula başladığında burada 5’i kadın, 16 öğretmen vardır. 40’ı kız olmak üzere 450 de öğrenci bulunuyor. Tüm öğretmenler, öğrencilere iyi davranıyorlar, öğrencilerin yaptığı çalışmalara onlar da katılıyorlar. Boş zamanlarında öğrencilerle her konuda konuşuyorlar. Kadın öğretmenler, daha çok kız öğrencilerle ilgileniyor. Öğrencilerin bilgi düzeyleri birbirinden çok farklı olduğu için öğretmenler bunu en aza indirmeye çaba gösteriyorlar.

      İlk yıllarda öğretmenlerin çoğu ilkokul öğretmenidir. Zamanla bunların yetersizliği ortaya çıkmaya başlıyor. Eğitim enstitülerini ve Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitiren öğretmenler atandıkça ilkokul öğretmenleri, kendi istedikleriyle okuldan ayırılıyorlar. Yeni gelen öğretmenler, kısa sürede öğrencilerin sevgi ve saygısını kazanıyor. Okul yöneticileri olan Recep Gürel, İsmail Safa Güner, İhsan Baykal, Emin Yağcı, Tevfik Yavuzer, Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Eğitim (pedagoji) Bölümü mezunu olarak burada başarılı çalışmalar yapıyorlar.

Okuldaki Çalışmaların Denetimi

      Enstitü müdürü, birinci sorumlu olarak denetimin başında bulunuyor. Müdür yardımcıları, kendi sorumluluklarına verilen yönetsel işleri yürütüyor. Tarım, marangozluk, demircilik ve yapı işlerinin başında şefler ve usta öğreticiler bulunuyor. Bulaşıkhanede bulaşıkçılar, çamaşırhanede çamaşırcılar görev yapıyor. Ahırlarda hayvanlara bakanlar ve arabacılar vardır. Nöbetçi şubelerini çalıştıkları yerde küme öğretmenleri denetliyor. Nöbetçi öğretmenler de enstitünün bütün günlük çalışmalarını denetleyerek işlerin zaman çizelgesine uygun biçimde yapılmasını sağlıyor.

     Çok öğrencinin nöbet tuttuğu mutfak, yemekhane, tarım işleri için ayrı öğrenci başkanı seçiliyor. Herkes kendi çalıştığı iş yerinde çalışmaların düzenli yürütülmesinden sorumlu tutuluyor. Bütün iş yerlerinin denetim raporları enstitü müdürüne ulaştırılıyor. Gerek duyulan yerlerin iş kümelerinde değişiklik yapılıyor.

Öğrenci Önderleri

      Okulun düzenini ve kendi sorumluluklarını öğrenen öğrencilerde, başarılı olma isteği daha da güç kazanıyor. Bölgesel alışkanlıklarını bırakarak okulun dirik (dinamik) yapısına uyum gösteriyorlar. Bunların içinden kimi kız ve erkek öğrenciler, bilgisi, becerisi ve üstün kişilikleriyle kendilerini arkadaşlarına, öğretmen ve yöneticilere önder olarak kabul ettiriyorlar.

      Ayrıca yapıcılık, demircilik ve marangozlukta; öykü, şiir, oyun yazmada, şiir okumada, yabancı dilde, halk oyunlarında, resimde, müzikte, sporda, bilinen ölçülere uygun üstün başarı gösterenler, müdür, öğretmen, öğrenci, usta öğretici ya da hizmetli olmasına bakılmadan değerlendiriliyor ve alanının beğenilen önderi olarak benimseniyor

      Her alanın başarılıları kendi aralarında bir araya gelerek birlikte çalışıyorlar. Eğitsel kol çalışmalarını bu öğrenciler yürütmeye başlıyor. Ulusal bayram hazırlıklarında ve okul eğlencelerinde bu önderler öncülük ediyorlar. Bu çalışmalarda ustalardan başka kalfalar ve çıraklar ortaya çıkıyor Çalışmalara herkes, yeteneği oranında katkıda bulunuyor. Öğrenci başkanı, okulun yönetimine katılıyor. Okulun bütün işlerinde ve derslerde öğrencilere kendi görüşlerini özgürce ortaya koyabilme olanağı veriliyor. Bu çok önemseniyor.

Kadın Öğretmenler, Kız Öğrenciler

      Öğrenciler, başlarda kadın öğretmenlerin giyim kuşamlarını yadırgar, onları erkek öğretmenlerden farklı bir gözle değerlendirirken zamanla onların da erkek öğretmenler gibi ders verdiklerini, nöbet tuttuklarını, onların da okulun her işine koştuklarını gördükçe çelişkili bakışlarını düzeltiyorlar. Dahası, müdürün eşinin müdürden daha girişken ve konuşkan olduğuna tanık oluyorlar.

      Her sınıfta bulunan az sayıdaki kız öğrencilerle erkek öğrenciler, ilk zamanlar birbirine karşı çekingen davranırken zamanla doğal arkadaşlık ilişkisi geliştiriyorlar. İş haftalarında kızlar, dikiş işliğinde hem kendilerinin hem de okulun dikiş işlerini yapıyorlar. Okulun diğer bütün çalışmalarına kız-erkek birlikte katılıyor.

      Yetişkin erkeklerin, kızlarla arkadaşlık kurma çabasına giriştikleri görülüyor. Kızların az sayıda oluşu, okulun denetimi altında olmaları nedeniyle erkeklerden sakınmaları, birtakım kıskançlıklara, erkeklerin asılsız söylentiler çıkarmasına, kavgalara bile yol açtığı oluyor. Oysa kızların da istedikleri, beğendikleri erkekle arkadaşlık yapma hakkı vardır. Nitekim kızlar, okulu bitirdikten sonra beğendikleri erkeklerle evleniyorlar.

      Karma eğitim, iki cinsin birbirini tanıması, birbiriyle iki uygar insan olarak davranmayı öğrenmesini sağlaması yanında, eğitilmiş kadının toplumdaki yeri konusunda da erkek öğrencilerin bilinçlenmelerinde etken oluyor.

Ekip Çalışmaları ve Enstitüler Arası Bilgi, Beceri ve kültür alışverişi

      Daha önce kurulmuş olan köy enstitüleri, kurulmakta olan enstitülere, bir öğretmenin gözetiminde öğrencilerden oluşan bir ekip göndererek bir iş yerinin yapılmasına yardım ediyor. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, her enstitünün gereksinimlerini bildiği için, kurulmakta olan enstitülere kendi gereksinimlerine uygun ekipler gönderilmesine aracılık ediyor.

      Bir gün, İvriz Köy Enstitüsü’ne Kastamonu Gölköy Enstitüsü’nden bir ekibin geleceği haberi ulaşıyor. Gelen ekip, okulca coşkuyla karşılanıyor. Gelenleri rahat ettirmek için herkes elinden geleni yapıyor. Ekibe bir ahır yapımı veriliyor. Ekip, işlerini bir an önce bitirerek dönüşte, planlandığı biçimde birkaç köy enstitüsüne ve kente uğramak istiyor.

      Öğle yemekleri, nöbetçi öğrencilerce iş yerine götürülüyor. Tatil ve dinlenme saatlerinde de yakın köyler gezilerek çevre tanınmaya çalışılıyor. Ekip, bir yandan da buradaki öğrencilere kendi bölgelerinin halk oyunlarını, türkülerini ve yaşam biçimlerini öğretmeye; onlardan da aynı kültür değerlerini öğrenmeye çalışıyor. Ekiptekiler, boş zamanlarında çantalarındaki kitapları bitirince buradaki öğrencilerle değişerek daha çok kitap okumaya çalışıyorlar.

      İşlerini okul müdürüne teslim ettikleri haftanın sonunda bir de eğlence düzenliyor, beceri ve yeteneklerini sergiliyorlar. Konuk öğrenciler, ayrılacakları günün öncesinde kumanyaları hazırlanarak coşkuyla uğurlanıyor.

      Bir yıl sonra 4-A şubesinin Ankara-Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gideceği haberi duyuluyor. İçinde Yüksek Köy Enstitüsü de bulunduğu için Hasanoğlan, köy enstitülerinin merkezi konumundadır. Bu enstitü, M. Rauf İnan’ın müdür olduğu; Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un, birçok bilim ve sanat insanının sıklıkla uğradığı, oradaki etkinliklere katıldığı, öğrencilerle görüşüp düşünce alışverişi yaptığı kurumdur. Yüksek Köy Enstitüsü Dergisi de burada yayımlanıyor.

      Bu nedenlerle gidecek olan öğrenciler için bu, büyük bir şans olarak görülüyor. Haziran sonunda Hasanoğlan’a küme öğretmenlerinin gözetiminde gönderilmek üzere bu grup, yapı, marangozluk, demircilik, badana, yağlı boya, sıva yapma ve kiremit döşeme işlerinde beceri sahibi oldukları için seçiliyor.

      Ekip, Hasanoğlan’a vardığında yönetim, öğretmen ve öğrencilerle sevgiyle karşılanıyor. Cumartesi günleri yapılan eleştirilerin bu okulda, tam bir demokratik hava içinde gerçekleştirildiği görülüyor. Başka enstitülerden de gelen ekipler, üstlendikleri işler dışında, birbiriyle yarışırcasına eğlenceler düzenliyor. Bu okul, gerçekten görülmeye ve yararlanılmaya değer nitelikler taşıyor.

      Görevini tamamlayıp İvriz’e dönen öğrenciler, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü anlata anlata bitiremiyorlar. En çok şunları anlatıyorlar: Enstitü müdürü M. Rauf İnan, gelen ekiplerle birlikte yemek yiyor. Onlarla eğitim öğretimle ilgili söyleşiler yapıyor, öğrencilerle tartışmalara katılıyor. Onlara Almanya ve İtalya gezilerinden söz ediyor. Yücel ve Tonguç da buraya geldiklerinde bütün çalışmaları görüyor, yapılan eğlence ve tartışmalara katılıyorlar. Burada öğrencilere en küçük bir baskı bile yapılmıyor. Her iş, planlandığı biçimde demokratik anlayış içinde sürdürülüyor.

      Gerçekleştirilen işleri, öğretmen ve öğrenciler birlikte planlıyor; varılan sonuçları birlikte değerlendiriyorlar. Herkesin başarılı çalışmaları övgüyle dile getiriliyor. Okulda açılan sergiler, verilen konserler, konferanslar, temsiller, çeşitli sanat dallarında yapılan çalışmalar, ekibin en çok beğendikleri arasında yer alıyor. Bu etkinlikler, ekibi oluşturan öğrencilerin kişiliklerini ve düşüncelerini derinden etkiliyor.

      Hasanoğlan’da öğrencilerin daha özgür, bağımsız, korkusuz, özgüvenli davrandıkları, uygar bir insan olarak yaşamakta oldukları gözlemleniyor. Hafta sonlarında okulca yapılan değerlendirmelerde öğrenciler, görevli ve yetkilileri tam bir cesaretle, korkusuzca eleştiriyorlar.

      Bir gün küme öğretmenleri ekibi Ankara’ya götürüyor. Bu gezide öğrenciler, Anıt-Kabir yapımına katkıda bulunuyorlar. Ankara’daki bütün müzeleri geziyorlar.

      Bu öğrenciler, İvriz’e döndüklerinde, gittikleri enstitünün etkisiyle kazandıkları olumlu davranışları burada da sergileyerek okulun toplumsal yapısının daha da yumuşamasına çalışıyorlar. Bir öğrenci bir toplantıda okulun eksik, aksak yanlarını eleştirdikten sonra okul müdürüne Tonguç’la tartışmalarını ve onun kendilerine anlattığı şu olayı iletiyor: Bir gün Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki öğrenciler arasında yapılan tartışma sonucunda öğrenciler iki gruba ayrılıyor Bunlardan kendi görüşlerinin doğruluğuna inananlar, Tonguç’a gelerek öbür grubun bu okuldan uzaklaştırılmasını istiyorlar. Tonguç, onlara şunları söylüyor:

      “Siz, ne yapmayı düşünüyorsunuz? Biz, yüzyıllardır düşünce sokulmayan topluma bu tartışmalarla yeni düşünceleri sokmaya çalışıyoruz, siz bana ‘Biz, düşünce tartışması istemiyoruz.’ diyorsunuz. Bu okullarda her türlü düşünce tartışılacak. Geçersiz düşünceler, zamanla topluluktan silinip gidecek. Bu arkadaşlarımız da bir süre sonra bizler gibi düşünmeye başlayacaklar. Sizlerin, duygularınıza kapılarak düşüncelerin tartışılmasına karşı çıkmanızı anlayamadım. Sizden bunu beklemiyordum. Eğer böyle yaparsak toplumu yine eski biçimine dönüştürürüz. O zaman da bu okullardan beklenenler biter.” diyor.

      İsmail Hakkı Tonguç’u tanıyan öğrenciler, ondan babalarından, en yakın dostlarından söz eder gibi söz ediyor, ona Tonguç Baba diyorlar. Çünkü üstün yetenekli bir eğitimci olan Tonguç, her düzeydeki insanı kırmadan, incitmeden onları kendi düşüncelerine inandırma yolunu seçiyor.

      Ekip çalışmalarından başka, bir enstitüde teknik bir konuda uzman bulunmadığında, bu enstitüye o uzmanın bulunduğu köy enstitüsünden uzman görevlendiriliyor. Gelen uzman, iş bitinceye dek orada çalışıyor. Halk oyunlarından yapıcılığa, tarıma dek her dalda gereksinilen bu yardımlaşmalar, sürekli yapılıyor. Toplumda beceri sahibi olan herkesten yararlanma, bu okullarda gelenekleşiyor.

Galip İkinci Kez İzne Gittiğinde…

      Köyde bakkal dükkânı işleten Memiş Ağa, oğlunu bu ikinci izninde ayrıntılı olarak dinledikten sonra iyice rahatlıyor. Oğlunun okuyacağına, iyi bir öğretmen olacağına inanıyor. Galip, bir de enstitüde öğrendiklerinden evini ve köylülerini yararlandırmaya başlayınca, enstitüye olumsuz bakanların düşünceleri değişmeye başlıyor. Örneğin kendi ahırlarının çürüyen direklerini, ahırın tavanını sökmeden tavanı kaldıraçla kaldırılıp çürük direklerin yerine sağlam direklerin yerleştirilmesini öneriyor ve ahır bu yolla kolaylıkla sağlamlaştırılıyor. Köydeki bahçelerin verimsiz ağaçlarının veriminin nasıl artırılabileceği yönündeki önerisinden de olumlu sonuç alınıyor.

      Galip, boş zamanlarında sürekli kitap okuyor. Babası buna bir türlü anlam veremiyor ve oğluna sınıfını geçtiğine göre niçin hâlâ kitap okuduğunu soruyor. Galip okuduğu bu kitapların yararını anlatınca Memiş Ağa, bu okulun bir üstün yanını daha öğrenmiş oluyor.

Kitaplık ve Kitap imecesi

      İvriz Köy Enstitüsü’nün gereksinimi olan yapılar yapılırken kitaplık, öncelikli yapılardan biri olarak ele alınıyor ve Bakanlığın gönderdiği klasikler ve öbür kitaplar, nöbetçi öğrencinin ve kitaplık memurunun eliyle öğrencilerin, öğretmenlerin yararlanmasına sunulmaya başlıyor. Okuma salonunda Türkiye’de çıkan gazeteler ve birçok dergi, öğrencilere sunuluyor. Öğrencilerin okuma alışkanlığı kazanmasında öğretmenlerin, öğrencileri ders dışı kitap dergi ve gazete okumaya özendirmesinin yanı sıra, üst sınıflarda çok okuyan öğrenciler de bu konuda etkili oluyor.

      Daha sonra yazacağı Bizim Köy ile dünyaca tanınacak olan Mahmut Makal, bu enstitünün çok okuyan öğrencilerin başında geliyor. Makal, okulun kitaplığındaki dergi ve gazeteleri okuduğu gibi Varlık türü başka dergilere de abone olup onları da izliyor. Öğrenciler, okudukları kitapları, üzerinde tartışarak değerlendiriyorlar. Yaşları gereği Kerime Nadir’in Hıçkırık; Ethem İzzet Benice’nin Dağları Bekleyen Kız adlı romanları gibi aşk romanları da onların en çok okudukları kitaplar arasında yer alıyor.

      Okuma ilgisini geliştiren kimi öğrencilere, okul kitaplığındaki kitaplar yetmemeye başlayınca bu öğrenciler, yayınevlerinden kitap listeleri getirterek oradan, istedikleri kitapları seçmeye başlıyorlar. Parasal sınırlılıkları yüzünden öğrenciler, aralarında kitap değişimi yaparak kendilerine daha çok okuma olanağı yaratıyorlar. Okunan kitaplar, derslerde ve özgür okuma saatlerinde tartışılıyor. Öğretmenlerin kılavuzluğunda yapılan kitap değerlendirmelerinde öğrencilerin eleştirel okumayı bilmediklerini ortaya çıkınca bu konuda çalışma yapılıyor.

Eleştirel Okuma Becerisini Geliştirme

      Yüksek Köy Enstitüsü mezunu Abdullah Özkucur, öğrencilerin bir okuma metnini istenilen biçimde okumaları, anlamaları ve yorumlamaları konusunda bir çalışma yürütüyor. Bu işe, öğrencilere önce günlük gazete ve dergilerden seçilmiş yazıları okutarak başlıyor. Sonra kitap okurken uyulması gereken kuralları kavratmak üzere kendi seçtiği kitapları özgür okuma saatlerinde, sesli okuyarak gerekli açıklamaları yapıyor. Çok düşük olan okuma düzeylerini yükseltmeleri için öğrencileri çok okumaya yöneltiyor. Nitelikli yapıtları okuyup değerlendirirken öğrencilerden doğru yanıtlar bekliyor.  Onlara “Siz olsaydınız ne yapardınız, niçin?” gibi sorularla onları düşünerek, seçenek üreterek okumayı gerçekleştirmeye zorluyor.

      Bu çalışmalardan sonra öğrenciler, daha çok okumaya, araştırmaya başlıyorlar. Okunan metnin ana düşüncesini, yan düşüncelerini bulmaya çalışma, öğrencileri körü kürüne okumaktan uzaklaştırıyor. Bu çalışmalar ve öğrencilerin yazmaya başladığı öykü ve şiirler, okulda çıkarılan İvriz Dergisi’nde yayımlanıyor. Başarılı şiirlerin toplantılarda okunması, öğrencilerin yazma isteğini daha da güçlendiriyor. Bu özgür öğrenme ortamında öğrenciler, düşünce üretmeye, üstün yetenekler, eski taklitçi yaklaşımlardan uzaklaşarak özgün ürünler ortaya koymaya başlıyorlar.

     Okulda öğretmenler, öğrencileri bedensel, bilişsel, duygusal ve toplumsal yönden bir bütün olarak geliştirme çabasını gösteriyorlar. Yetersiz yanlarına takılma yerine, öğrencilerin sahip oldukları kendilerine özgü gizilgüçlerini ortaya çıkarmaya ve bağımsız birer kişilik geliştirmelerine önem veriyorlar. Bunu yaparken öncelikle günlük yaşamda kullanılacak bilgi ve becerilerin kazanılmasına ağırlık veriyorlar. Yazdıklarında, anlattıklarında ve tartıştıklarında, ne işe yaradığı belirsiz konular yerine, yakınlarında bulunan gerçekliklere öncelik tanıyorlar.

      Öğrenciler, bu yaklaşımla yaptıkları çalışmalar ve tartışmalarla bugün yararlandığımız aşılar, ilaçlar, makinalar gibi bulguların şans eseri bulunmadığını; bunların yıllar süren çalışmalar sonunda elde edildiğini öğreniyorlar. Bu yaklaşımla sağlıklı ve düzenli düşünmeyi öğreniyorlar. Okunan gazete, dergi ve kitapların da yardımıyla öğrenciler, kadercilikten uzak, güncel ve gerçekçi bir düşünce geliştiriyorlar. Bu düşünce ortamının oluşmasında ve sürdürülmesinde önder öğrenciler de önemli bir etken oluyor.

      Okulda yanlış ya da eksik işler, okul müdürü Recep Gürel’in, öbür yönetici, öğretmen ve öğrencilerin bulunduğu toplantılarda özgürce eleştiriliyor. Kendini göstermek için rasgele konuşan öğrenciler de gereksiz konuşmalarla zamanı harcamamaları konusunda uyarılıyorlar.

Sağlık Kolu’na Ayrılanlar

      Galipler üçüncü sınıfa geldiklerinde okulda bir haber duyuluyor. Eskişehir-Çifteler Köy Enstitüsü’nde bir Sağlık Kolu kuruluyor. Her enstitüden isteyen öğrencilerin burada eğitim görmek üzere okul yönetimine başvurabiliyor. Başvuranlar arasından seçilenler Sağlık Kolu’na gönderiliyor. Sağlık memuru olacak bu öğrenciler, eğitilmiş insan yetiştirmeyi amaçlayan arkadaşlarının yanı sıra halkın sağlığına hizmet edecek, onları bulaşıcı hastalıklar başta olmak üzere hastalıklara karşı koruyacak ya da tedavileri ile ilgilenecekler.

      Tam bir demokratik enstitü olarak bilinen Çifteler Köy Enstitüsü, ayrı bölgelerden gelen bu öğrencileri kaynaştırarak, çıkan sorunları en iyi biçimde çözerek iki yıllık sağlık eğitiminden sonra bunları doktor yüzü görmeyen köylere sağlık memuru olarak gönderiyor.

Okul Müdürü Değiştiriliyor

      Okulun ilk müdürü Recep Gürel, öğrencilerin yalnızca tüm toplantılarda değil; görevlilerin yanı sıra her iş ve nöbet yerini denetlerken de gördükleri kişidir. Recep Gürel, bir sabah, yoklamayı alarak günlük planlamayı anlattıktan sonra, yaptığı denetim sırasında ve yapı işleri öğretmeninden aldığı bilgiye göre yatakhane binasına taş taşıyan görevlinin yeterince taş yetiştiremediğini, orada çalışan ekibin beklememesi için kendisi de içinde olmak üzere herkesin aşağıdaki taş yığınından üçer tane taş getirmelerini, ondan sonra derslere ve iş yerlerine gitmelerini istemiş ve yığına doğru yürümüştür. Ardından kadın erkek öğretmenler ve tüm öğrenciler, yığının yanına varmışlardır. Müdürün ve karısının da taşları sırtlandığını gören öğrenciler, taşları hızla yapının yanına götürmüşlerdir.

      Öğrenciler, tam bir disiplin adamı, yapılan işlerde ödün vermeyen bir yönetici olan bu müdürün bir gün, okuldan ayrılacağını duyunca büyük bir üzüntü yaşıyorlar. Ancak ellerinden, günü geldiğinde müdürlerini yolcu etmekten başka bir şey gelmiyor.

      Yerine Gazi Eğitim Enstitüsü eğitim (pedagoji) Bölümü mezunu İsmail Safa Güner adlı yeni bir müdür geliyor. Yeni müdür Galiplerin meslek derslerine de giriyor. Dersler, tam bir demokratik hava içinde, herkesin en küçük bir kaygı duymadan her düşüncesini rahatça söyleyebildiği bir ortamda sürüyor. Derslerde, öğretmen-öğrenci ayrımı bile sezilmiyor; herkese konuşma fırsatı tanınıyor. Bu nedenle müdürün dersleri iple çekiliyor. Ders dışında da her öğrenci istediği konuyu bu öğretmeniyle konuşabiliyor. Güner Öğretmenin bu demokratik tutumu, öğrencilerce de benimsendikçe her öğrenci, kendisini yetişkin bir yetkili gibi görmeye başlıyor.

Yüksek Köy Enstitüsü’ne Öğrenci Seçimi

      Köy enstitüsü öğrencileri için gidebilecekleri tek okul, Yüksek Köy Enstitüsü’dür Bu okulda okuyanlar, köy enstitüsü öğretmeni ya da gezici başöğretmen olarak görev yapıyor. Bu okuldan gelen bir yazı ile bu okulda okumak üzere belirli yeterliklere sahip olan öğrencilerin seçilerek bildirilmesi isteniyor.

      Öğretmenler kurulu bu amaçla kendini her yönden geliştirmiş, öğretmen ve yöneticilerin beğenisini kazanmış, öğrencilerce de çok sevilen son sınıf öğrencisi Recep Akıncı’yı seçiyor. Ne ki bu öğrenci bir yıl sonra Yüksek Köy Enstitüsü’nü bırakarak ilkokul öğretmenliğine dönüyor ve bütün öğrencileri düş kırıklığına uğratıyor.

Müzik Dersliği

     Yapılan yapılardan biri de müzik dersliği olarak kullanılmaktadır. Burada öğrencilerin yararlanması için mandolinler, sazlar bir iki tane de akordeon vardır. Ancak müzik öğretmeni olmadığı için bu derse bir süre, öbür dal öğretmenlerinden müziğe yatkınlığı olanlar giriyor.

      Daha sonra müzik öğretmeni gelince düzenli müzik dersleri başlıyor. Öğrenciler nota ile enstrümanlarını çalmaya; bayramlarda, halk oyunlarında söyledikleri ezgileri, marşları, okul şarkılarını öğrenmeye başlıyorlar. Enstitülerde her öğrenci, mandolin çalmayı öğrenmek, mandolinle İstiklal Marşını ve okul şarkılarını, belirli marşları çalmak zorundadır.

      Boş zamanlarında ve tatil günlerinde öğrenciler, müzik dersliği nöbetçisinden istediği enstrümanı alarak çalışabiliyor. Akort gibi istediği yardımı bunu bilen arkadaşlarından, ağabeylerinden sağlayabiliyor.

      Zamanla müzik yeteneği güçlü olanlar öne çıkmaya başlıyor. Öbür öğrencilerin de kendilerini geliştirmeleri için öğretmenin yanı sıra bu öğrencilerin de önemli yardımı oluyor.

Eğitimin İlkeleri, Kullanılan Yöntem ve Teknikler

      Derslerde ve iş yerlerinde özellikle günlük yaşamda gereksinim duyulan konular, basit olandan karmaşık olana, somut olandan soyut olana, yakından uzağa gidilerek işleniyor. Örneğin Türkçe dersinde işe mektuptan başlanıyor. Her öğrenci, ele alınan konuyu yapacak, uygulayabilecek düzeyde öğreninceye dek konu üzerinde çalışıyor.

      Eski ve yetersiz alışkanlıklarından kurtulmalarını, çalışmalarını belli bir ivmeyle sürdürmelerini sağlamak için öğrencilere kimi işler, bölüştürülerek veriliyor. İşini bitiren, kitap okumak, dersine çalışmak gibi istediği başka bir uğraşla ilgilenebiliyor. Bunu görünce ağır çalışanlar da hızlanmak gereğini duyuyorlar.

      Daha sonra kimi işler, kümelere verilmeye başlıyor. Küme başkanı, işlerin çabuk bitirilmesi için arkadaşlarını kendisi seçiyor. Bu uygulama, başarılı öğrencilerin belli kümelerde toplanmasına neden oluyor. Yaptığı işleri daha önce öğretmene beğendirmek zorunda olan öğrenciler, şimdi küme başkanına beğendirmek gereğini duyuyorlar. Beğenilmemek, öğrencileri rahatsız ettiği için herkeste başarılı olma isteği oluşuyor. Öğrencilerde beğenilen iş yapmanın, aklı en iyi biçimde kullanmaya bağlı olduğu bilinci gelişiyor.

      Bu bilinç, öğrencileri üreticilik ve yaratıcılıklarını geliştirmeye zorluyor. Bu gelişim, onların bilmelerine karşın yapmadıkları her akşam ayak yıkama, dişleri fırçalama, tıraş olma, elleri ve tırnakları temiz tutma, ayakkabıları boyama gibi davranışlarını alışkanlığa dönüştürme güdüsünü kamçılıyor. Öğrenciler, geleneksel düşüncelerden kurtuldukça özgüvenli, özsaygılı, girişimci ve iş başaran kişiler durumuna geliyorlar. Öğrendikleri her bilgi, beceri ve değer duygusu, onları sorumluluklarının bilincine biraz daha yaklaştırıyor.

      Öğretmenlerinin ve usta öğreticilerinin gözetiminde öğrenciler, işlerini kendileri planlıyor, kendileri sürdürüyor, kendileri bitiriyor ve kendileri değerlendiriyor. Gün geçtikçe çalışmalarında kaynak kitaplardan daha çok yararlanma gereğini duyuyorlar. İş başarısı, öğrencilerin çalışmalarını hızlandırmada oldukça etkili oluyor. Ele aldıkları işleri, daha dikkatli yaptıkları görülüyor. Bütün bunlar, birçok yoksunluklar içinde gerçekleştiriliyorsa da kimse bundan yakınmıyor. Çünkü bu öğrenciler, ülkelerinde milyonlarca çocuğun hâlâ ilkokula bile gidemediğini biliyorlar.

      Öğrenciler, gün geçtikçe güzel ülkelerinin zengin topraklarından, bilgisizlik, eğitimsizlik yüzünden, gereken verimin elde edilemediğinin bilincini daha da keskinleştiriyorlar. Gidecekleri köylerde halkın gereksinim duyduğu konularda onlara örnek olacak işler başarmak zorunda olduklarını bilerek hazırlanıyorlar öğretmenliğe.

      Enstitüde çevrenin gerçeklerine uygun bir iş eğitimi uygulandığı için İvriz Köy Enstitüsü’nün tarım çalışmaları içinde zeytincilik, pamukçuluk, ipek böcekçiliği ve balıkçılık yer almıyor. Bölgenin hayvan ve bitkileri, örnek olacak biçimde yetiştirilirken yurdumuzun öbür hayvan ve bitkileri konusunda da genel bir bilgi ediniliyor.

      İnsan ve hayvanlar için gereksinim duyulan barınakları öğretmenleri ve usta öğreticilerinin yardımıyla yapan öğrenciler, işe kendi güçleri ölçüsünde ve yetenekleri oranında katılıyorlar. Birlikte çalışan herkesten, kendini iyi yönetme, başkalarının benimsemek zorunda olmadıkları düşüncelerine saygı duyma bekleniyor. Düzenli ve kararlı çalışarak başarı gösterenler, enstitü topluluğundan saygı görüyor.

      Öğrencilerin bedensel, bilişsel, duygusal ve toplumsal açıdan bir bütün olarak gelişmelerine özen gösteriliyor. Önce bölgelerinin sorunlarını tanıyıp çözme çalışmalarını sürdürmeleri; sonra yurdumuzun sorunlarını kavramaları, ondan sonra da dünya klasiklerini okuyarak, dünyadaki gelişmeleri izleyerek çağdaş düşüncenin üretildiği Batı kültürünü tanımaları sağlanıyor.

      Üçüncü aşama için dil öğrenimi gerekse de enstitüde dil öğrenmek isteyenlerin yararlanabileceği yetkinlikte öğretmen yoktur. Gene de kendi kendine çalışanlar içinden Memiş Akdoğan, Alman Dili Profesörlüğüne dek ulaşmayı başarıyor.

      İş eğitimiyle öğrenciler, evrensel düşünce de içinde, düşünce dünyasını tümüyle kavrayarak kendi ilgi ve yeteneklerine uygun bir alanda, kimseden buyruk almadan başarılı çalışmalar yapıyorlar.

      Enstitüde öğrencilerden çamaşırcısına, bulaşıkçısına, öğretmenine ve yöneticisine dek bütün çalışanlardan, birlikte iş gördükleri kişilere saygılı olmaları bekleniyor. Denetleme görevini yürütenler, işin doğru yapılıp yapılmadığını belirleyerek işin gerekli biçimde yapılmasını sağlarken iş yapanı aşağılamasına, suçlamasına, cezalandırmasına izin verilmiyor. Cezaya son çare olarak ilgililerce başvuruluyor. Bilinçli ve disiplinli çalışarak başarılı olanlar, teşekkürle ya da başka uygun yollarla ödüllendiriliyor.

      Öğretmen olarak atananlar, çalıştıkları köylerde düzenli izlenerek kendilerine gereken yardım yapılıyor.

Demokratik Eğitim

      Köy enstitülerinden kendisine mektup yazan herkesin mektubunu kesinlikle yanıtlayan Tonguç, çalışkan, başarılı köylü çocuklarının köy enstitülerinde iş işinde eğitimle gerekli bilgi, beceri ve değer duygularını kazanarak köyü canlandırma ülküsünü benimsemelerinin, özgüven, özsaygısı kazanmalarının, bağımsız bir kişilik geliştirmelerinin ancak demokratik bir ortamda sağlanabileceğinin bilincini taşıyor. Öğrencilere bu ortamda akla, bilime uygun bu tutumla yeteneği ve çabası oranında gelişme ve yetişme olanağı veriliyor.

       Kendisinden beklenen hizmetleri başarıyla yapan herkes, eşit insan muamelesi görüyor. Kendisinden beklenen hizmetleri yapan herkesten başarıya götüren disipline uyması bekleniyor. Disiplini bozanlar, yetkililere bildiriliyor. O nedenle örneğin kimse öğrencileri dövemiyor, aşağılayamıyor, onlara hakaret edemiyor. Okuldaki bütün yetkililerden ve öğrencilerden, bu demokratik ortamın bozulmamasına dikkat etmesi bekleniyor.

      Öğrenciler sevgi ve saygı çerçevesinde düşüncelerini özgürce ortaya koyabildiği demokratik eğitim ortamında yetiştirilince girişimci ve başarılı öğrencilerin sayısı artıyor.

Demokratik Ortamı Ortadan Kaldırma Girişimleri

      1946’da Hasan Ali Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığından, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un da İlköğretim Genel Müdürlüğünden ayırılışından sonra enstitüde kurulan düzen bozulmaya başlıyor. Okula yeni öğretmenler atandıkça sınıfta kalan öğrenci sayısı artıyor. Dört şubeden geçen öğrenciler ancak iki sınıf oluşturuyor.

      Yılın başında Galiplerin küme öğretmenleri, elinde bir listeyle sınıfa geliyor ve okul yönetimince her kolda çalışması uygun görülen öğrencilerin saptandığını, bunların oylanmasını istiyor. O güne dek alışıla gelen anlayışa ters düşen bu davranış, sınıfta bir gerilim yaratıyor. Bir öğrenci söz alarak şunları söylüyor:

      “Öğretmenim, bize bir yandan demokrasi öğretiyorsunuz, köylerde öğretmen olarak önder olacağımızı söylüyorsunuz, arkasından da bizleri uşak yerine koyuyorsunuz. Bu hem sizlere hem de bizlere yakışmıyor. Sizin okul yönetimiyle birlikte seçtiğiniz arkadaşlarımızı bu eğitsel kollara seçmeyeceğiz. Siz ne demokrasiyi biliyorsunuz ne de bizleri insan yerine koyuyorsunuz.” diyor.

      Bunun gibi sınırı aşan tartışmalar sürünce öğretmen, listesini alıp gidiyor. İş bununla bitmiyor. Sınıfta tartışmalar sürüyor. Okul yönetimince aday gösterilen öğrenciler suçlu gibi görülüyor.

      Bir ders çalışma saatinde bu kez okul müdürü geliyor ve öğretmenin getirdiği listedeki arkadaşlarını niçin seçmediklerini soruyor. Kendilerinin en yetenekli öğrencileri seçtiklerini; onlar istenmiyorsa, kendi istediklerini seçebileceklerini bildiriyor. Bunun üzerine öğrenciler, kendi belirledikleri listedeki arkadaşlarını oya koyarak eğitsel kol üyelerini belirliyorlar. Yönetimin belirlediği öğrencilerden hiçbiri, yeni eğitsel kollara seçilmiyor. Müdür, bir şey söylemeden sınıftan ayrılıyor. Bu tutumlarıyla öğrenciler, demokrasinin erdemini kavradıklarını, ondan vaz geçmek istemediklerini ortaya koyuyorlar.

Öğretmenler Arasında Kavgaya Dönüşen Anlaşmazlıklar

      Bir gün bekâr öğretmenlerin kaldığı öğretmen evinde toplanan öğretmenler, Yüksek Köy Enstitüsü’nden gelen öğretmenle tartışıyorlar ve onu dövüyorlar. Ardından onun yatağını oradan çıkarttırıp marangoz işliğinin içindeki boş bir odaya gönderiyorlar. Özellikle iki “şahin” öğretmen, bu olaydan sonra okulun önder öğrencilerini herkesin gözü önünde bir neden uydurarak dövmeye başlıyor. Her fırsatta öğrencilere, kendileri gibi düşünmeyen öğretmenlerden onları kurtaracaklarını anlatıyorlar. Öğretmenlerin bir kısmı bu olaylara karışmıyor.

      Ancak şahin öğretmenlerin bu çabaları bir işe yaramıyor. Bu öğretmenler, öğrenci topluluğunun düşünce düzeyinin, belli bir düşünceyi savunan kişilerin kulu kölesi olma dönemini aştığını anlayamıyor, göremiyorlar. Bunun gibi olayların yinelenmesinden sonra Yüksek Köy Enstitülü öğretmen, askere alınıyor. Enstitü müdürünün eski havası ve neşesi kalmıyor. Yapılan bir şikâyet üzerine okuldan ayırılıyorsa da öğrencileri, onun daha önceki örnek demokratik tutum ve davranışlarından öğrendiklerini yaşamayı ve yaşatmayı sürdürüyorlar.

      Okulun toplumsal yapısını geleneksel düzene döndürmeye uğraşan bu “yurt kurtaran” öğretmenler, yandaş öğrenci bulamıyorlar. Öğrenci önderleri, bu “düşsel kahramanlıklar”a karşı okuldaki demokratik ortamı olabildiğince sürdürmek için çaba gösteriyorlar. Çünkü enstitüde o güne dek verilen eğitim, bu öğrencilerin tama yakınını köydeki ailelerinin ve çevrelerindeki insanların gölgesine sığınarak yaşamak yerine, onlara sorumluluklarını bilen, kendi işine kendisi karar veren ve ele aldığı işi başaran bağımsız kişilikli bireyler durumuna getirmiştir.

      O nedenle bu öğrenciler, yeniden başkalarına kul köle olmama kararlılığını gösteriyorlar. Bu öğrencilerin gerçek Atatürkçü olduklarını kavrayamayanlar, onların kendi istençleriyle karar verme davranışları karşısında adeta çıldırıyorlar. Galipler, okulu bitirinceye dek bu iki grup öğretmenler arasındaki sürtüşmeler sürüp gidiyor.

      Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra bu okulun öğrencileri, bir başka İlköğretmen okulunda o “şahin öğretmenler”den birisiyle karşılaşıyor. Bu öğretmen, orada bu öğrencilere sahip çıkıyor ve onlara 1950’den sonra DP’den aday olduğunu, bu partinin milletvekillerinin kendisine çektirmediklerinin kalmadığını anlatıyor. Ancak öğrenciler, onun da kendilerine çok çektirdiğini söyleyemiyorlar.

Karma Eğitim Sonlandırılıyor

      Çok partili yaşama geçildikten sonra köy enstitülerinde okuyan kız öğrencilerle ilgili dedikodular daha da artıyor. Bir süre sonra kız öğrenciler, iki köy enstitüsünde toplanarak karma eğitime son veriliyor.

      O yıllarda bir DP milletvekili adayı partisinin propagandasını yaparken sözü İvriz Köy Enstitüsü’ne getirerek burada erkeklerle birlikte okuyan kız öğrencileri, yalnız kızların okuduğu enstitüye göndermekle hem kızların hem de köylülerin namusunu kurtardıklarını dile getiriyor. Bu adayı yakından tanıyan ve oğlu bu okulda okuyan aydın köylülerden biri, konuşmacıdan söz alarak ona şunu soruyor:

      “Sen beni tanırsın. Benim oğlum da bu okulda okuyor. Okulun dibindeki öbür köylerden iki ağanın çocukları bu okulu bitirerek öğretmen çıktılar. Sen de ben de bu okulda yapılan çalışmaları biliriz ve öğretmenlerin hepsini tanırız. Burada okuyan çocukların hiçbiri bir namussuzluk yapmamıştır. Bunlar uzun iş de benim diyeceğim şu: Madem İvriz’de okuyan kız çocuklarını ayırarak köylülerin namusunu kurtardınız, Allah sizden razı olsun! Ancak senin kızın lisede benim erkek torunumla birlikte aynı sınıfta okuyor. Ya senin namusunu kim kurtaracak?”

      Zorda kalan aday, zar zor bir şeyler söyledikten sonra toplantı bitiyor. Çocukları bu okulda okuyan köylüler, bu okuldan çok memnundurlar; ancak çıkarılan söylentilerin ve yalanların önüne geçilemiyor.

Aydınlanmacı Öğretmenlerin Direnişi

      Köy enstitüleri anlayışına karşı olan öğretmenler, enstitüyü öz yapısından uzaklaştırmaya çabalarken öğretmenlik bilgisi (meslek dersleri) öğretmenleri, öbür Aydınlanmacı öğretmenlerle birlikte enstitünün öğrencilere kazandırdığı köyü aydınlatarak canlandırma ülküsünü diri tutmaya çalışıyorlar.

      Öğretmen adaylarına eğitimin eskilerden bugüne dek geçirdiği gelişim aşamaları, Halil Fikret Kanat’ın Pedagoji Tarihi adlı kitabı aracılığı ile öğrenciler biraz da zorlanılarak öğretiliyor. Öğrenciler, eğitimin yakın geçmişi içinde Atatürk’ün uygulamaya koyduğu eğitimin çağdaş dünya eğitimi içindeki anlam ve önemini ayrıntılı olarak kavradıkça Atatürk’ün eğitim devrimini niçin daha Kurtuluş Savaşı sürerken başlatmış olduğunu daha iyi kavrıyorlar. Bu eğitimin her bireye eşit olanaklar tanıyarak onların gizil güçlerini ortaya çıkarıp yeteneklerini geliştirmelerine, üretici ve yaratıcı güçlerini ortaya koymalarına yardımcı olmayı amaçladığını görüyorlar.

      Ne ki Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra eğitimde önemli adımların ancak Mustafa Necati’nin Millî Eğitim Bakanı olduğu 1925-1929 arasında atılabildiğine; o dönemde ülkemiz eğitiminde yararlanmak üzere dış ülkelerden John Dewey gibi dünyaca ünlü eğitim düşünürlerinin ülkemize çağırıldığını; ülkemizden de Fuat Baymur, Fevzi Selen, Muvaffak Uyanık, M. Rauf İnan, Münir Raşit Öymen, Kemal Kaya ve İsmail Hakkı Tonguç’un eğitim için Almanya’ya gönderildiğini; ani ölümü  Atatürk’ü bile ağlatan Mustafa Necati’den sonra eğitimde yine yavaşlama başladığını öğreniyorlar. Ancak Atatürk’ün her zaman öncelik tanıdığı eğitimle ilgili çabalarının hep sürdüğüne tanık oluyorlar.

      1936-1937’de bir atılım daha yapılarak askerlikte okuma yazma öğrenen onbaşı ve çavuş rütbesi kazanmış köylü gençlerden seçilenler, yedi aylık bir kurstan geçirilerek nüfusu az olan köylere eğitmen olarak atanmaya başlıyor. Atatürk’ün Başöğretmenliğinde harf devrimi yapılıyor. Kentlerde halkevleri, köylerde de okuma odaları etkinliğe başlıyor. Ardından eğitmen kurslarının açılmış olduğu yerlerle birlikte yurdun 20 ayrı bölgesinde 17 Nisan 1940’ta da köy enstitüleri açılmaya başlıyor.

Yüce Önderi Daha İyi Tanıma Çabaları

      Köy enstitüsüne gelinceye dek ve enstitüde birçok öğretmenlerinden Atatürk’ün büyüklüğüne ve yaptıklarına ilişkin birçok konuşma dinleyen öğrencilere bu dinledikleri, onun niçin yüce önder olduğunu, yapıp ettiklerinin niçin derin anlamlar içerdiğini tam olarak açıklayamıyor. Öğrenciler, Atatürk’ün yüceliğinin gerçek nedenlerini onu anlatan kitapları okuyup öğrendiklerini aralarında tartıştıkça anlamaya başlıyorlar.

      Öğrenciler, devlet yönetiminin kökten değişiminin, Aydınlanmayı sağlayan çağdaş tüm yeniliklerin, Atatürk devrimleri ile başlatıldığını görüyorlar. Bu köklü atılımlarla halkın geçim kaynaklarının düzeltilmesine, çağdaş laik ve demokratik eğitimin uygulanmasına bu köklü atılımlarla başlandığına tanık oluyorlar. Okudukça Atatürk’ün büyüklüğünün temelinde, halka yönelik düşünceleri doğrultusundaki atılımlarının yattığının bilincine varıyorlar.

      Öğrenciler, bu çalışmalarını ilerlettikçe, sınıfları yükseldikçe onun bağımsızlık savaşçılığına, devrimciliğine, eşsiz devlet adamlığına, yurtta ve dünyada barışı amaçlayan kişiliğine yönelik düşüncelerini daha iyi anlıyor ve yorumluyorlar. Atatürk’ün eğitimden Türk diline, ekonomiden tarıma, kentten köye dek her alan için ortaya koyduğu düşünceleriyle nasıl benzersiz bir önder; din, mezhep, ırk ayrımı gözetmeksizin bütün insanlara aynı sevgiyle yaklaşan bir devrimci olduğunu ayrımsıyorlar. Bir Osmanlı Paşası olan Atatürk’ün, yurdu ve ulusu için düşledikleriyle, Osmanlıcılardan keskin çizgilerle ayrıldığına; bir başına kalsa da en küçük bir ödün vermeden Türk halkına güvenerek, ona dayanarak devrimci düşüncelerini zamanı geldikçe uyguladığını; ulusunu yazgıcı toplum olmaktan kurtararak çağdaş bir topluma dönüştürdüğünü algılıyorlar.

      Atatürkçü düşünceyi içselleştirdikçe, kendilerini Atatürk devrimlerini köye götürecek önder birer aydın olarak görmeye başlıyorlar. İnsanın en büyük gücünün aklı ve onun aracılığı ile kavradığı bilim, sanat ve teknik olduğu bilincini geliştiriyor, yaşamı bu açıdan değerlendiriyor ve o doğrultuda yaşıyorlar.

      Ne ki 1936’da 16 milyon olan nüfusun köylerde yaşayan 12 milyonunun yüzde 85’i hâlâ okuma yazma bilmiyor. 40 bin köyün 35 bininde okul yok. Köylerdeki 1.100.000 kadar çocuk okulsuz. O nedenle eğitim ve öğretmen yetiştirme sorunu, Atatürk’ün zihnini en çok uğraştıran konular arasında yer alıyor.

      İşte öbür enstitülerle birlikte İvriz Köy Enstitüsü’nde son sınıfa geçen öğrenciler de gelecek yıl, bu insanların bir kısmına daha ışık olsun, diye yetiştiriliyorlar. Bu öğrenciler, öğrendikleri genel ve özel öğretim yöntemlerine ilişkin kuramsal bilgileri enstitünün uygulama ilkokulunda ve köy stajında bir öğretmen gibi giyinip onun gibi tutum ve davranışlar sergileyerek vermeye başladıkları derslerde uygulamaya koyuyor, öğretmenlerinin kılavuzluğunda bunları değerlendirerek deneyim kazanıyorlar.

Öğrenci Kavgası

      Ancak enstitüde, öğretmen yapısında yaratılan ikilik ve yönetimin güçsüzlüğü yüzünden, olaylar gittikçe derinleşmeye başlıyor. Kimseye yüz vermeyen az sayıdaki kız öğrenciler, öğretmen olma zamanı yaklaştıkça yetenekli erkek öğrencilere karşı ilgi göstermeye başlıyorlar. Kızlara ilgi duyan birçok öğrenci de bu duygularını açığa vuramıyor. Galip’in ilgi duyduğu kızı ise sınıfta herkes biliyor. Bu nedenle Galiplerin sınıfında hava gittikçe gerginleşiyor.

      Bir gün son sınıf öğrencileri olarak Galip’in sınıfı Ereğli’deki ilkokullara uygulamaya götürülüyor. Enstitüye dönüşte kendilerine ayrılan yemekleri yerlerken sınıftaki iki grubun önderleri arasında başlayan sözlü sataşma, çok geçmeden kavgaya dönüşüyor. İki önder ve onların yandaşları, yeni yemekhanenin yeni bakır sürahilerini, yemek kaplarını ve bardaklarını birbirine atmaya başlıyorlar. Bu kapların pek çoğu kırılıp dökülüyor.

      O sırada öğle sonrası toplantı zili çalıyor ve bütün öğrenciler ve öğretmenler, bayrak direğinin çevresinde toplanıyor. Galip’in de içinde yer aldığı gruba karşı olan grubun başkanı, kaçarak toplantı yerindeki yöneticilere durumu bildiriyor. Olayın ciddi olduğunu anlayan öğretmenler, yemekhaneye gelerek oradaki öğrencileri toplantı alanına götürüyor. Gelen öğrenciler yerlerini alırken Galiplerin önderi, cebinde sakladığı taşı, herkesin ve müdürün gözü önünde, kendisini şikâyet eden öğrencinin başına vurunca öğrenci, kanlar içinde yere yığılıyor.

      Olayın daha da büyümesini önlemek amacıyla yöneticiler, öğrencileri derslerine ve iş yerlerine yöneltiyor. Kavgaya karışan öğrencileri de idare binasına götürüyorlar.  Kavgaya karışmayan Galip’in dışındaki tüm öğrenciler, disiplin kuruluna veriliyor. Daha sonra sınıfa geldiklerinde, kız arkadaşını kıskanan dört arkadaşı, Galip’i sınıfın dışına çıkararak dövmeye başlıyorlar. Ancak Galip, onlardan yakaladığını yere yatırıyor ve öbürleri gelinceye dek yumrukluyor. Ardından önüne çıkanı aynı biçimde yumruklarken sınıftaki öbür öğrenciler dışarı çıkıp bu döğüşü izliyorlar. Galip’i yenemeyeceklerini anlayan dört kişiden biri, cebinden çıkardığı taşı, Galip’in kafasına vuruyor.

      O arada bir öğrenci, kavgayı küme öğretmenine bildiriyor. Gelen küme öğretmeni Hamit Özmenek, kavgayı durdurmaya uğraşan öğrencilere, “Bırakın, birbirini yesinler! Bunlar insan değil!” diye haykırıyor. Gelen başka öğretmenler, bunları idare binasına götürüyor. Galip, yaralı olduğu için revire gönderiliyor. Okul doktoru Galip’in saçlarını keserek yarayı temizleyip başını kocaman bir sargıyla sardıktan sonra onu da disiplin kuruluna gönderiyor. Orada kendisinden, eline verilen kâğıttaki soruları yanıtlaması isteniyor. Galip, soruları kısaca yanıtlayıp çıkıyor.

      Disiplin kurulu, Galiplerin grubunun önderine bir ay okuldan uzaklaştırma cezası, öbürlerine de ufak tefek cezalar veriyor. Galip, büyük kavgaya katılmadığı ve yaralandığı için ceza almıyor. Başındaki kocaman sargıyla dolaşan Galip’e ilk geçmiş olsun diyen, kız arkadaşı oluyor. Bunların kendisi yüzünden olduğunu ve kusura bakmamasını söylüyor.

      Bir ay okuldan uzaklaştırılan öğrencinin cezası, bitirme sınavlarının başladığı tarihte sona eriyor. Sınavlar bir ay sürüyor. Kavga gününden sonra bütün öğretmenler, Galiplerin sınıfını gözetim altında tutuyor.

      Bu beklemediği kavgayı sindiremeyen küme öğretmeni ve müdür yardımcısı Hamdi Özmenek, Enstitü Müdürlüğüne verdiği 20 Nisan 1948 tarihli dilekçe ile V/B sınıfının küme öğretmenliğinden ayrılmak istediğini bildiriyor.

      Öğretmen, dilekçesinde iki öğrencinin, başta müdür olmak üzere bütün öğretmen ve öğrencilerin gözü önünde saygısızlığın son sınırını oluşturan kavgalarını sürdürmeleriyle enstitü ailesini bu çirkin olaya tanık ettiklerinden; İstiklal Marşımızın söylendiği, kutsal bayrağımızın gölgelendirdiği alanı enstitü tarihinde görülmemiş aşağılık bir davranışa sahne yaptıklarından; sınıfa gittiğinde biri başından yaralı canavar gibi, öbürü kuduz bir köpek gibi saldıran, öğrenci diyemeyeceği iki kötü yaratığı gördüğünden; on yılı öğrencilik, yirmi beş yılı öğretmenlikte geçen 35 yıllık okul hizmetinde görevini düzgün yaptığından; okulu tapınak, öğrencileri de o tapınağın parlayan avizeleri olarak gördüğünden; bu olayın, başına bir katran kazanı gibi devrildiğinden; bu öğrencilerin öğretmen olamayacaklarından söz ederek kendisinin bu kümenin sorumluluğunu üstlenemeyeceğini, bu öğrencilerle ilgili gerekli işlemin yapılmasını, kendisinin  de küme öğretmenliğinden bağışlanmasını arz ediyor.

Okulu Bitirme Sınavları

      İsmail Safa Güner’den sonra müdürlüğe eğitim şefi İhsan Baykal getiriliyor. Baykal, müdür olarak disiplin sağlayacağım diye ayrıntılar üzerinde dururken bütünü yakalamayan bir tutum sergiliyor. Yeni müdür, öğrenciler, özellikle son sınıflar üzerinde bir güven oluşturamıyor. Öğrenciler, zorunlu durumlar dışında kendisiyle karşılaşmak istemiyorlar.

      Okuldaki eski anlamlı, gü demokratik ortam, İhsan Baykal’a birlikte ortadan kalkıyor. Öğrenciler, yönetimle ilişki kurmak zorunda kaldıklarında, girişken ve öğrencilere daha yakın davranan müdürün eşi Ayşe Öğretmene başvuruyor ve sorunu onun aracılığı ile çözmeye çalışıyorlar. Son sınıflar, bu durumda, bir an önce okulu bitirip öğretmenliğe başlamak istiyorlar.

     Bitirme sınavları başlıyor. Kompozisyon sınav soruları Bakanlıktan geliyor. Sınav salonunda bir öğretmen zarfı öğrencilerin önünde açarak soruları yazdırıyor. Soruların ilkini İsmet İnönü’nün “İlköğretim davası, insan olmak, millet olmak davasıdır.” sözü oluşturuyor. Sınavdan çıkanlar, yazdıkları yanıtları birbirine anlatıyor ve doğru yanıtlayıp yanıtlamadıklarını kestirmeye çalışıyorlar. Yalnızca sona doğru girdikleri uygulama derslerinin iyi geçtiğini öğrenebiliyorlar.

      28 Haziran’da sınavların bitiminden sonra, geçenler, kalanlar duyuruluyor. 120 öğrencilin üçte biri doğrudan geçiyor. Geçenler adresler alıyor, adresler veriyor, anı defterlerini yazdırıyorlar.

      Enstitü müdürü, öğrencileri gerçek köy enstitüsünün öğretmenlik ülküsünü yansıtmayan şu kısa, cılız konuşması ile uğurluyor:

      “Bundan sonra köylerde çalışacaksınız. Gittiğiniz zaman okulunuzu unutmayacaksınız. Bir gereksiniminiz olduğunda okul olarak sizlerle yardımlaşmaya hazırız. Atanmalarınız güz döneminde okulu bitiren arkadaşlarınızla birlikte yapılacak. Sizin atandığınız köyün adresini size bildirirken bütün arkadaşlarınızın atandığı yerlerin adreslerini de göndereceğiz. Çalıştığınız köye yakın olan köylerde çalışan arkadaşlarınızla gerekli iş birliğini sağlarsınız. Hepinize başarılar dilerim. Yurdumuza hayırlı, uğurlu olsun.”

       Üzerlerindeki demirbaşları teslim ederek okullarından ve öğretmenlerinden ayrılanların birçoğu, çektikleri sıkıntıları unutarak ağlıyor.

Cılavuz Köy Enstitüsü Örneği

      Cılavuz Köy Enstitüsü, Kars-Ardahan yolu üzerindeki Susuz bucağının (şimdiki Susuz ilçesinin) yanı başında, batıdan doğuya doğru geldikçe alçalıp yayvanlaşan; Kars-Ardahan yolunun doğusunda bir yerde, derenin iki yanında yeşil düzlüğe dönüşen vadinin kuzey doğu ucunda kuruluyor. Düzlük, doğusuna düşen Susuz köyüne doğru sürüp gidiyor. Enstitünün 618 hektar arazisi vardır.

      Batıdaki yüksek kesimlerden gelen kaynak sularına Coşkun Pınar’la Telli Pınar’ın da katılımıyla oluşan dere, vadinin ortasından doğuya, Susuz köyüne doğru akıp gidiyor. Enstitü, bu derenin güneyinde konuşlanmıştır. Enstitünün arılığı, sebzeliği, arazisi ise koruluğun kuzey batısında yer alıyor.

      Yolun altındaki düzlüğün ortasından geçen derenin kıyılarını her bahar, dallarını suya sarkıtan söğütler süslüyor. Derenin kuzeyindeki daha geniş yeşil örtüye yer yer ulu kavakların gölgeleri düşüyor.  Burası, öğrencilerin boş zamanlarında gezdiği, kimi zaman da voleybol oynadığı alandır. Bahar gelip de derenin iki yanındaki düzlükte kavaklar yeşerdiğinde; söğütler, yeşeren dallarını suya sarkıttığında, görülmeğe değer bir güzellik oluşuyor. Cılavuz Köy Enstitüsü, işte bu güzelliklerin yanı başında kuruluyor. Cılavuzlu öğrenciler, bu yeşil vadinin havasını soluyor, Coşkun Pınar’ın ve Telli Pınar’ın suyunu içiyor. Yaşama sevinçleri ve umutları üzerinde, bu güzel doğa köşesi de damgasını vuruyor.

Enstitünün Kuruluşu

       Gümüşoğlu’nun Sözlü ve Yazılı Belgeler Işığında Cılavuz Köy Enstitüsü (2017) adlı yapıtında tüm ayrıntılarıyla anlatıldığı gibi bu enstitü, 21 köy enstitüsünün en önce açılan 12’sinden birisidir. Bu enstitü, büyük baş hayvancılığa uygun, su kaynakları bol ve iklimi oldukça sert olan bu coğrafyada Tonguç’un Halit Ağanoğlu’nu müdür (direktör) olarak atamasıyla 1940-1941 öğretim yılında açılıyor. Ağanoğlu, ondan önce 1937’de burada açılmış ve etkinliğini sürdürmekte olan Eğitmen Kursu’nun da müdürüdür. Kurs müdürlüğüne Trabzon ilköğretim müfettişliğinden getirtiliyor.

      Eğitmen kursları, köy öğretmen okullarıyla birlikte köy enstitüleri için bir laboratuvar, bir ön deneyim işlevi görüyor. Köy enstitülerinin açılmasıyla köye daha somut bir programla özgün bir eğitim götürülmeye başlanıyor

      “Cılavuz Köy Enstitüsü ve Eğitmen Kursu” adıyla açılan bu enstitüye Erzurum, Artvin, Ardahan ve Kars’ın köylerinden öğrenci alınıyor. Bundan sonra köyün öğretmeni kentli değil; “köylü aydın” olacaktır. Bu öğretmen, köylüye tarlanın, çayırın, bağın bahçenin başında yol gösterecektir. Köyden kaçmayı değil; köyde kalarak köyü canlandırmayı amaç bilecektir. Okulu, köyün beyni ve çarpan yüreği kılacaktır. Köylünün bire beş aldığı tarlasından bire on almasını sağlayacaktır. Bu öğretmen, köylüye akılcı, bilimsel, verimli bir üretim yapma becerisi kazandıracaktır.

      Enstitüye eğitim başı olarak da Kars ilköğretim müfettişlerinden Sabri Kolçak atanıyor. Okula kız ve erkek öğrenci alınıyor. İlk yıllarda alınan 450 öğrencinin en küçüğü 11; en büyüğü 16 yaşındadır. Enstitüde başlangıçta 15 öğretmen, iki memur vardır. Öğretmenlerin tümü ilkokul öğretmenidir. Daha sonra Yüksek Köy Enstitüsü, eğitim enstitüsü ve fakülte mezunu öğretmenler atandıkça ilkokul öğretmenleri, kendi istekleriyle buradan ayrılıyorlar.

      Gün geçtikçe memur, öğretmen sayısı artıyor; ayrıca birkaç usta öğretici alınıyor. Bunlardan demirci Malakan Pavli Usta’nın, ailesiyle birlikte burada görevini sürdürdüğüne biz de tanık oluyoruz.

Cılavuz Köy Enstitüsü’nde Eğitim

      Her enstitüde olduğu gibi Cılavuz Köy Enstitüsü’nde de kültür derslerinin yanı sıra tarım dersleri veriliyor. Burada at, inek, koyun, kümes hayvanları ve arı besleniyor. Süt ve bal üretimi oldukça boldur. 1940’lı yıllar boyunca enstitünün çok sayıdaki küçük ve büyük baş hayvanlarının yanı sıra yüzlerce kovanı vardır. Öğrenciler, sabah kahvaltılarında zeytinin, kaşar peynirinin yanı sıra bal da yiyorlar. Kümes hayvanlarından, enstitünün gereksinimini karşılayacak kadar yumurta elde ediliyor.

      Enstitü arazilerinde buğday, arpa, yulaf gibi tahıllar; patates, lahana, fasulye, nohut, soğan, gibi sebzeler üretiliyor. Çok iyi çalışan bir istihlak kooperatifi kuruluyor.

      Geniş tarla ve çayırlarında verimi artırılmış geleneksel ürünlerin elde edilmesinin dışında, yapılan denemelerden de verimli sonuçlar alınıyor.

      Cılavuz’da da dikiş, dokuma, demircilik, marangozluk ve fotoğrafçılık işlikleri vardır. İç çamaşırları, giysiler, dikiş işliğinde dikiliyor. Enstitünün gereksinimleri, dokuma işliğinde dokunuyor. Erkek öğrencilerin de çalışmasıyla üretilen dokumalarla, köylülerin istekleri bile karşılanıyor. Bu işliklerde yapılan üretim, enstitüye büyük bir kazanç sağladığı gibi devletin eğitim harcamasının da düşmesini sağlıyor.

      Enstitüye bir konuk geleceği haberinin yayıldığı günlerin birinde öğrenciler işlikte perde dikerken içeriye giren kişinin fotoğraf çektiğini görüyorlar. Sonradan, bunun İsmail Hakkı Tonguç olduğunu öğreniyorlar. Tonguç, her an her yere gidiyor ve buralardaki üretimi belgeliyor. Bu genel müdür, bürokratik işleyişten uzak, öğretmen ve öğrencilerle içten ilişki kuran bir tutum sergiliyor.

      Enstitünün demircilik işliğinde balta, kazma, kürek yapılıyor, pulluk, araba onarılıyor. Kurumun marangozluğa yönelik gereksinimleri, marangozluk işliğinde karşılanıyor. Buralar, aynı zamanda eğitim yeri işlevi görüyor. Öğrencilerin iş içinde eğitimi, bu işliklerde ve tarım alanlarında sağlanıyor.

      Cılavuz’da birçok makine, ulaşım araçları ve aletler bulunuyor. Bunların başlıcalarını tohum ekim makinesi, orak makinesi, tırmık makinesi, tınaz makinesi, çayır biçme makinesi, ot-balya makinesi, krema makinesi, yayık, zeytinyağı makinesi, santrifüj, suni petek makinesi, 3 araba,1 otobüs, 1 motosiklet, 2 kızak, 1 biçer döver, 3 kamyon, 1 ciptir. Ayrıca öğrencilerin eğitimi için 5-6 bisiklet, birkaç fotoğraf makinesi, bir sinema makinesi ve çok sayıdaki kayaklar oluşturuyor.

      1937’de eğitmen kursuyla başlayıp köy enstitüleriyle süren geleneğe göre enstitüyü bitirerek öğretmen olanlara, görev yaptıkları köyde okuyacakları kitaplarla birlikte, köylüye örnek olması ve kendi gereksinimlerini karşılaması için tarım aletleri, marangozluk aletleri, besi hayvanları ve tarla veriliyor.

      1947’ye dek süren bu uygulamalardan büyük bir başarı elde ediliyor, kurumda gözle görülür bir değişim yaşanıyor.

Çalışma Programları

      Çalışma programları, öbür enstitülerdeki gibi burada da mevsime, haftaya ve güne göre planlanıp uygulanıyor. Burada altı, yedi ay süren kış, soğuk ve karlıdır. Dışarda pek iş yapılamamaktadır. O zamanlar daha çok kuramsal dersler ve atölye çalışmaları ağırlık kazanıyor. Arazi üzerindeki uygulamalı üretici çalışmalar, bahar ve yaz aylarına bırakılıyor. Öğrencilerin sekiz saatlik günlük çalışmalarını ders ve atölye çalışmaları, mutfak, yemekhane, derslik ve koridorların temizliği, hayvan bakımı ve yemlenmesi oluşturuyor. Bu çalışmaları sınıflar, her hafta nöbetleşe yapıyor.

      Ağanoğlu, burada yetiştireceği gençler aracılığıyla ülkemizin ileri ulusların yanında yer alan saygın bir ülke konumuna geleceğini düşlüyor.

      Öbürlerinde olduğu gibi Cılavuz Köy Enstitüsü’nde de bilimsel düşüncenin ışığında imece anlayışıyla eğitim, üretim yapılıyor, yaratıcılık geliştiriliyor. Öğrencilerin özgüveni, özsaygısı dostluk ve ülke sevgisi güçlendiriliyor. Burada da sevgi temelli bir yaşam biçimi egemendir. Eğitmenlerce onarılarak kullanılır duruma getirilen Ruslardan kalma üç ana binanın giriş katları derslik ve salonlar; üst katları da yatakhane olarak kullanılıyor.

      İçinde 20 bin cilt kitap bulunan enstitü kitaplığı, öğrencilerin ve öğretmenlerin kitap okuma; kitaplığın bitişiğindeki kocaman okuma salonu da Türkiye’de çıkmakta olan bütün gazeteleri, birçok dergiyi okuma gereksinimlerini karşılıyor.

      Daha önce eğitmenler, sonra da öğrenciler, ilk yıllarda usta öğretici ve öğretmenlerinin yardımlarıyla gerek duyulan yemekhane, fırın, depo, ahır, kümes gibi yapıları yapıyorlar. Enstitünün tarlalarını ekip biçiyorlar. Kanal açarak beş kilometre uzaklıktan getirdikleri su ile elektrik santralını çalıştırarak enstitülerini ışığa kavuşturuyorlar. Sebze, meyve, hayvan, yetiştiriyorlar. Arıcılık yapıyorlar. Demircilik, duvarcılık, marangozluk öğreniyorlar. Resim yapıyorlar. Her türlü müzik aleti çalmayı, halk türkülerini okul şarkılarını söylemeyi; zeybekler, halaylar başta olmak üzere halk oyunlarını oynamayı öğreniyorlar. Her sabah, işe başlamadan önce bine yakın öğrenci, halk oyunlarını oynuyor.

Görkemli 19 Mayıs Kutlamaları

      19 Mayıslarda Kars’ta, oradaki okul öğrencilerinin de gösteri yaptığı stadyumda, Cılavuz’un bütün öğrencilerinin katılımıyla gerçekleştirilen spor gösterileri, birlikte söylenen marşlar ve halk türküleri, oynanan oyunlar, Kars halkına coşkulu bir bayram yaşatıyor. Kars halkı, her yıl Cılavuzlu öğrencilerin 19 Mayıs gösterilerini büyük bir merak ve istekle bekliyor. Gece de Kars Halkevi’nin döner sahnesinde Cılavuz öğrencilerinin sahneye koyduğu oyunları ve öbür etkinlikleri, izleyip ayakta alkışlıyor.

Enstitünün Ziyaretçileri

      1937-1950 yılları arasında, eğitmen kurslarının açılmasına katkısı olan Milli Eğitim Bakanı (Maarif Vekili) Saffet Arıkan bir kez; bu okula her gelişinde bir hafta, on gün kadar kalmak üzere İsmail Hakkı Tonguç yılda birkaç kez; İsmet İnönü iki kez; 1946’ya dek Hasan Ali Yücel iki kez; bu kurumu görmek isteyen dönemin akademisyenlerinden DTCF Dekanı Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu, Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık, Nevzat Tüzdil, Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Namık Tayşı, Doç. Dr. Tahsin Banguoğlu, Cemal Alagöz, Suut Kemal Yetkin, Cevdet Perin, Necati Akder, Prof. Dr. Hikmet Birant birer kez; Behçet Kemal Çağlar, askerliğini Kars’ta yaptığı için daha sık, bu kurumu ziyaret ediyor.

İ. Hakkı Tonguç

      Bunlardan başka, ağabeyi Sebahattin Eyuboğlu’nun önerisiyle Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde yapı bilgisi dersleri vermekte olan ve zaman zaman bütün köy enstitülerini dolaşarak dersler veren Mualla Eyuboğlu Anhegger, 1940’ların başında ders vermek üzere Cılavuz’a da geliyor.

      Daha yapılacak çok iş varken siyasal yönelimin değişmesiyle 1947’de enstitü müdürü Ağanoğlu, Kepirtepe’ye atanınca enstitünün işleyişinde duraklama başlıyor.

      Enstitülerin özgün amacından uzaklaştırılmaya başlatılmasıyla Cılavuz’a da yeni öğretmenler atanıyor. Bunlardan birisi dışında gerici anlayışın propagandasını yapana pek rastlanmıyor.  Öğretmen çoğunluğunun anlayışlı, tutarlı davranması ve yöneticilerimizin sağduyulu, bütünlükçü çabaları ile okulda gerici bir ortam yaratılamıyor. İlköğretmen Okulu döneminde de çalışmalarımızı önemli ölçüde özgün enstitü anlayışı doğrultusunda köyü canlandırma ülküsü ile sürdürerek öğrenimimizi tamamlıyoruz.

      O bir kişi, daha sonra İlköğretmen Okulu döneminde ciddi bir öğrenci olayının patlak vermesine yol açıyor. O olayı ve İlköğretmen Okulu Dönemindeki yaşantılarımı bir sonraki bölümde ayrıntılayacağım.

      Köy enstitülerinin ilk altı yıla sığdırdığı insanüstü atılım ve girişimlerini tüm ayrıntılarıyla anlatan başka birçok kitap daha yayımlanmış bulunuyor. Piramidin Tabanı 2 cilt (Hürrem Arman); Dipten Gelen Ses Arifiye Köy Enstitüsü (S. Edip Balkır); Bir Tonguç Okulu Gölköy Enstitüsü (Mehmet Saydur-Hayati Tahsin Yılmaz); Dişle Tırnakla Kitapla Aydınlanma Savaşımı (Mehmet Sazak); Öncesi ve Sonrasıyla Çifteler Köy Enstitüsü (İlyas Küçükcan) bunlar arasında yer alıyor. O yapıtlar da oldukça ilginç ve öğretici, düşündürücü yaşanmışlıkları içeriyor.

 

      Köy Enstitülerinde Eğitimin Dayandığı Temel Düşünce ve Yaklaşımlar

      Köy enstitüleri, Atatürk devrimlerinin aydınlığında üretici ve yaratıcı eğitim öğretimle köylülerimizi bilinçlendirip köylerimizi canlandırarak toplumsal değişime ivme kazandırma amacıyla yepyeni, özgün bir eğitimi uygulamaya koyuyor. Köy enstitülerinin kuruluşundan önce Atatürk’ün önerisiyle başlatılan eğitmen kursları ve 1937’de açılan köy öğretmen okulları, köy enstitülerinin kuruluşu için çok önemli birer laboratuvar, bir ön deneme niteliği taşıyor. Bu kurumlar, özellikle ilk altı yılda, İvriz ve Cılavuz örneklerinde de görüldüğü gibi aşağıda sıralanan düşünce ve yaklaşımlar doğrultusunda insanüstü başarılar gösteriyor. Bu başarılarıyla yalnızca Türkiye’de değil; bütün dünyada ilgi odağı oluyor

      Köy enstitülerindeki eğitimin dayandığı temel düşünce ve yaklaşımların belli başlıları şöyle sıralanabilir: (Arman, 1969; Balkır, 1974; Candoğan, 1990; Altunya, 2005; Sazak. 2009; Gümüşoğlu, 2017; Gazalcı, 2020; Aydemir, 17.4.2024; Çakır, 17.4.2024; Meydan. 17.4. 2024)

Esnek Planlı Eğitim

      Köy Enstitülerinde esnek planlı bir eğitim sistemi uygulanıyor. Köy Enstitüleri Yasası’nın birinci maddesinde belirlenen “köy öğretmeni ve köye yarayışlı meslek sahiplerini yetiştirmek” amacına ulaşmak için köy enstitülerinde önce, var olan kaynakları tutumlu, verimli biçimde kullanmanın yol ve yöntemleri belirleniyor. Kuruluş yerlerinin seçiminden eğitim öğretimin alt yapısının oluşturulmasına dek her şey, planlı bir biçimde ve bütünlük içinde ele alınıyor. Kurulacak 21 enstitünün bölgesel dağılımı yapılıyor. Her eğitim enstitüsünün kara ve demir yollarına yakın bin ile altı bin dekar arasında tarıma elverişli bir devlet arazisi üzerinde kurulması, en çok bin öğrenci alınması ve buraların gelişmiş çağdaş birer köy toplumu durumuna getirilmesi kararlaştırılıyor. 30-40 yapıdan oluşturulması düşünülen yerleşkelerin projeleri, açılan yarışmalarla mimarlara çizdiriliyor. Bu kurumlarda eğitim de bölge koşulları göz önünde bulundurularak aynı anlayışla sürdürülüyor.

Düşük maliyetli kaynak yaratan işletmecilik 

      Köy enstitülerinin kuruluşunda düşük maliyetli kaynak yaratan işletmecilik anlayışı ile yola çıkılıyor. Savaştepe gibi kimi enstitü, bir ağaç altında, bir çadırda işe başlıyor. Kızılçullu ve Pazarören’deki gibi kimi yerde bir okuldan, Çifteler’deki gibi bir çiftlikten, Cılavuz’daki gibi askeri kışla yapılarından yararlanılıyor. Gereksinim duyulan öbür yapılarını, suyunu, elektriğini ise öğrenci, öğretmen, yönetici ve öbür çalışanlar, birlikte yapıyorlar. Çoğu enstitüyü ise sıfırdan başlayarak, harç karıp duvar örerek yerel malzemelerle öğrenci, öğretmen, yönetici ve öbür çalışanlar, birlikte kuruyorlar.

    Eğitim enstitüleri ile, 1923’te “Eğitim programımızı izleyen insanlar, güzel çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak; pratik, yararlı, verimli adam olacak.” diyen; çocuklarımıza vereceğimiz bilim ve kültürün “ticaret, tarım ve sanat alanlarında verimli, etkili, etkin, uygulanabilir, kullanılabilir” olması gerektiğini vurgulayan Atatürk’ün bu düşünceleri yaşama geçiriliyor. Buralarda, onun yeni kuşaklara verilmesini istediği “işe dayalı, üretim odaklı eğitim öğretim” uygulamaya konuluyor. Köy enstitülerinin baş mimarı olan İsmail Hakkı Tonguç da bu uygulamanın dayandığı temel düşünceyi “bilmek demek, yapmak demektir.” sözüyle dile getiriyor.

Eğitilmiş Köy Çocuklarıyla Köyü Canlandırma Ülküsü

      Köylerimizin canlandırılması ve köylülerimizin yaşamlarının iyileştirilmesi, köye yarayışlı bir meslek sahibi olarak yetiştirilen köy çocuklarının çabaları ile gerçekleştirilmek isteniyor. Enstitülere alınan köy çocukları, burada sıcak bir ilgiyle karşılanıyor. Köyden gelip burada çağının aydın öğretmeni olarak yetişen bu çocuklar, gelecekte köylüyü anlayan ve onunla içten bir iş birliği içinde köyü canlandırmaya çalışan elemanlar oluyor.

Karma Eğitim

      Karma eğitim, yatılı eğitim kurumları içinde ilk kez köy enstitülerinde uygulanıyor. Kız-erkek yetenekli köy çocukları bu okulda birlikte eğitim görerek köye öğretmen olarak yetiştiriliyor.

Laik, Demokratik, Bilimsel, Katılımcı, Özgür Eğitim

      Öğrenciler, enstitülerde yönetime katılıyorlar. Öğrencilerin son sınıflar arasından seçtiği öğrenci başkanı, bir hafta boyunca, öğretmen ve yöneticilerin de desteği ile okulun tüm işlerinin gerektiği gibi yapılmasının, her nöbet yerindeki öğrencilerin görevlerini gerektiği gibi yapmalarının sorumluluğunu üstleniyor. Cumartesi günü bayrak töreni sırasında okulun tüm çalışanlarına ve öğrencilere bir haftalık çalışma raporunu sunuyor. Ardından öğrenciler, bu çalışmaları eleştirip değerlendiriyor. Ayrıca yönetici, öğretmen ve öbür çalışanlarla öğrencilerin katıldığı toplantılarda enstitünün işleyişine, yönetimine ilişkin eksiklik ya da aksaklıklar eleştirilip tartışılıyor; ilgili yönetici, öğretmen ve öğrenciler, bu eleştirileri yanıtlıyorlar.

      Yetenekli köy çocukları bu kurumlarda düşünen, karşılaştığı sorunu çözebilen, kendi istenci ile krar veren, kendisini yönetebilen, çok yönlü gelişmiş özgüvenli aydın öğretmenler olarak yetiştirilip köylere gönderiliyor. Demokratik bir ortamda yetişen bu öğretmenler, içinden çıktıkları köyü, demokratik bir tutumla canlandırmak, köylüyü Atatürk devrimlerinin aydınlığıyla buluşturmak için canla başla çalışıyorlar. Bu anlamıyla köy enstitülerinde uygulanan çağdaş, bilimsel, laik, demokratik ulusal eğitim öğretim, uygar bir toplum yaratma, bir kültürleme işlevi görüyor. Köy enstitüsü efsanesinin gizemi, işte bu noktada; demokrasinin yaygınlaştırılıp halk katmanlarına indirgenmesinin yaratacağı gelişim noktasında düğümleniyor.

Ödünsüz Demokratik Disiplin

      Bütün çalışma alanlarında, planlanan işlerin zamanında tamamlanması için ödünsüz demokratik bir disiplinle çalışılması isteniyor. Bunun anlam ve önemini kavrayan öğrenciler, zamanla özdenetim geliştirdikleri gibi başkalarını da denetlemeye başlıyorlar.

Her Öğrenciye İlgi ve Yeteneği Yönünde gelişme Olanağı

     Enstitüde her öğrenci, ele alınan her konuda genel bir bilgi edinmekle birlikte, özellikle ilgi ve yeteneği yönünde geliştirilmeye çalışılıyor. Her öğrenci, ilgi duyduğu ve yetenekli olduğu alanda çaba gösterdiği oranda gelişme ve o alana ilişkin ürünler, yaratılar ortaya koyabilecek bilgi ve becerilerle donanma olanağına sahip bulunuyor.

Üretkenlik ve Yaratıcılık

      Enstitülerde eğitim dendiğinde üretici ve yaratıcı etkinlikler akla geliyor. Üretici ve yaratıcı olmayan hiçbir etkinlik, enstitülerde eğitim sayılmıyor.  Öğrencilere yapıcılık, tarım, hayvancılık gibi üretici etkinliklerin yanı sıra şiir, öykü, roman, oyun yazma, resim yapma gibi her türlü yaratıcı çalışmaları gerçekleştirme olanağı tanınıyor.

Özgür Okuma

      Köy enstitülerinin günlük programlarında bir saatlik zorunlu özgür okuma yer alıyor. Her iş yerindeki kümede bulunan öğrenciler, yanlarında ders dışı bir kitap bulunduruyorlar. İş aralarındaki dinlenme saatlerini ve İş bitiminden sonraki zamanlarını kitap okumakla geçiriyorlar. Okudukları kitapları özetliyor ve derste, ders dışında arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle tartışarak değerlendiriyorlar.

      Her öğrenciye yılda en az 24 kitap okuma zorunluluğu getiriliyor. Enstitülerden kısa sürede Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Adnan Binyazar, Dursun Akçam, Ali Yüce gibi yüzlerce şair, yazar, bilim insanı, bu eleştirel okumaların da yardımı ile yetişiyor.

Teknik Bilimden Yararlanma

        Enstitüler, köye yönelik hizmette özellikle tarımın ve günlük yaşamın iyileştirilmesi için en gelişmiş teknikten yararlanmayı hedefliyor. Köy enstitülerinde günlük yaşam aracı olan bisiklet kullanımına, tarımda kullanılan araçlara bakıldığında bu açıkça görülüyor. Tarla ve ev işlerinde teknik bilimin ürettiği her araca erişilmesi amaçlanıyor.          

Çalışanlara Saygı

     Enstitünün en yetkili kişisinden en alt kesimindekine dek herkesten, çalışanlara saygılı davranış bekleniyor. Bu saygıyı göstermeyenler hoş görülmüyor.

Öğrencilere İyi Davranma Zorunluluğu

     Öğrencilerin özgüvenli, özsaygılı öğretmenler olarak yetişmelerinin koşullarından birinin öğrencilere iyi davranmak, onlara sevgiyle yaklaşmak olduğunu bilen Tonguç, bu konuya özel bir önem veriyor. Müdüründen öğretmenine ve tüm çalışanlarına dek enstitüdeki herkesten öğrencilere iyi davranış isteniyor. Öğrencilere kötü davrananlar bağışlanmıyor.

Güne Halk Oyunları ile Başlama

      Köy enstitülerinin kız- erkek bütün öğrencileri, güne mandolin ve akordeon eşliğinde zeybek, horon gibi halk oyunları oynadıktan sonra derse ya da işe başlıyorlar.

Ders ve İş Grubu Düzeninde Çalışma

      Enstitüdeki eğitimde ders ve iş, bir bütün olup, eğitim, iş yaparak, üreterek gerçekleştiriliyor. Uygulanamayan bilgi, öğrenilmiş sayılmıyor.

İşe Herkesin Kendi Güç ve Yetenekleri Oranında Katılımı

      Her öğrenci, kendi gücü ve yeteneği ile altından kalkabileceği işten sorumlu tutuluyor. Bu yolla herkese çabası ölçüsünde başarılı olmanın yol açılmış oluyor.

Türkçe Derslerine Verilen Önem

Türkçe Derslerinde okuma, okuduğunu anlama, anlatma ve yorumlama, okunanın ana düşüncesini ve yan düşüncelerini bulma; duygu ve düşüncelerini tam olarak yazma becerisini kazanma, ağırlık verilen temel konuları oluşturuyor.

İşlevsel Eğitsel Kol Çalışmaları

      Eğitsel kollara, bu kollarda çalışmak isteyenler, seçimle getiriliyor. Bu öğrenciler, burada yeteneklerini geliştirerek, yapıp ettiklerinden arkadaşlarını yararlandırmaya çaba gösteriyorlar.

Enstitüler Arası Yardımlaşma, Bilgi ve Kültür Paylaşımı

      Bu anlayış, enstitülerin en çok önem verdiği iş ve etkinlikler arasında yer alıyor. Bu yolla öğrenciler, dayanışmanın erdemini kavradığı gibi değişik yerleri görme, oraların kültürel özelliklerini tanıma ve yurdunu daha çok sevme olanağını elde ediyor.

Öğrenciler Her Girişim ve Etkinlikte Söz Sahibi

      Öğrenciler, derslerin ve işlerin planlanmasından yapılmasına ve değerlendirilmesine dek her aşamasında söz sahibi oluyor. Öğrencilere tanınan bu özgürlük, aynı zamanda onların sorumluluklarının bilincine varmasını ve öğretmen olduklarında karşılaşacakları sorunları tek başlarına çözebilme becerisi kazandırıyor.

En Yetkiliye Bile Kolaylıkla Ulaşma

      Enstitü öğrencileri, gördükleri eksik ve yanlışları, dilek ve isteklerini enstitünün yetkililerinden başka İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’a bile kolaylıkla ulaştırabiliyor ve oralardan yanıt alabiliyor.

Yerel, Ulusal ve Evrensel Kültür Değerlerini Yaşama ve Yaşatma

      Öğrenciler, enstitülerini her yönüyle gelişmiş, çağdaşlaşmış bir köye dönüştürürken kişiliklerinin temel taşlarını içinde oluşturdukları yerel kültürden yola çıkıyorlar. Oradan ulusal kültür değerlerini öğrenmeye geçiyorlar. Orada da kalmıyor, evrensel kültür değerlerini öğrenip içselleştirerek gelişimlerini son aşamasına ulaştırmaya çalışıyorlar.

      Halk oyunları, hak türküleri, halk şiiri, halk destanları ile; ulusal kültür, sanat ve yazın değerlerimizle besleniyor: oradan da insanlığa mal olan evrensel bilim, kültür, sanat ve edebiyat değerlerini kavrama aşamasına geçmeye çalışıyorlar. Sevginin, saygının, iş birliğinin, dayanışmanın, yardımlaşmanın, iyiliğin, barışın, üreticiliğin ve yaratıcılığın eşsiz değerini kavrıyorlar.

Başarılıları Ödüllendirme

      Başarılı öğrenciler, uygun yer ve zamanda teşekkürle ya da başka uygun yollarla ödüllendiriliyor. Kendisinden beklenen işi ya da hizmetin sorumluluğunu başarıyla yerine getiren herkese, konumu ne olursa olsun, eşit insan gözüyle bakılıyor ve değer veriliyor.

Öğrencileri Bilgilendirme

      Enstitü yönetimi, saydam bir tutum takınıyor ve öğrencileri kendilerini ilgilendiren her konuda bilgilendiriyor. Böylece öğrenciler, kurumda her şeyi bütünüyle tanıma, benimseme ve payına düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyor.

Kuram-Uygulama Bütünlüğü

      Her kuramsal bilgi enstitüde, uygulamaya dönüştürme amacıyla ele alınıyor. Uygulamada yeri olmayan ya da uygulanamayan bilgiler, öğrenme etkinliklerinin odağında yer bulamıyor. Böylece eğitim, gerçek yaşamda karşılaşılan sorunların çözümünde bir araç işlevini yerine getirmiş oluyor

Çok Yönlü Eğitim

      Yaşamda her birey, edebiyat, resim, müzik, spor gibi uğraş alanlarından birinde özel ilgiye ve güçlü bir yeteneğe sahip olabilir, bunlardan birinde yaratıcı çalışmalar yapmayı iş edinebilir. Ancak bu ve bunların benzeri alanlarla ilgilenmek, aynı zamanda tüm insanlar için temel gereksinimdir. O nedenle çağdaş eğitim anlayışının da gereği olarak her bireyin bu alanların tümünde yeterli bilgi, beceri ve değer duygularıyla donatılması gerekiyor. Bu bilinçle köy enstitüleri, öğrencilere çok yönlü bir eğitim uyguluyor. Bu yaklaşımla uygulanan eğitim sonucunda öğrenciler, bedensel, devimsel, bilişsel, duygusal ve toplumsal yönleriyle bütüncül bir gelişim gerçekleştiriyor.

Köy Enstitüleri Neleri Başarıyor, Neleri Başarmayı Tasarlıyor?

      Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in tam desteği ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un eşsiz çabaları ile kurulan köy enstitülerinde 1940-1953 yılları arasında 700 yapı yapılıyor. 13 bin dönüm toprak ekilip biçiliyor. Meyveli, meyvesiz 750 bin fidan dikiliyor. Birçok balıkhane, arılık, sebzelik, bağ bahçe düzenleniyor. Öğrenciler, bu yerlerde kendi tüketecekleri besinlerinin büyük bir bölümünü kendileri üretiyor.

      On üç yılda enstitülerde 8 675 eğitmen, 17 364 öğretmen; 1 599 sağlık memuru yetiştiriliyor. Bu eğitmen, öğretmen ve sağlık memurları, köylerimizi canlandırma, toplumu bilmezlikten kurtarıp Atatürk devrimlerinin aydınlığıyla buluşturma yolunda şaşırtıcı başarılar gösteriyor.

      Bu akla, bilime, güçlü bir inanç ve amaca dayanan atılım, 1960 yılında öğretmensiz köy kalmayacak biçimde planlanıyor. O tarihe dek köylerin sağlık memuru ve ebe gereksinimlerinin de giderilmesi planlanıyor. Dahası bu geliştirici anlayış temelinde eğitim öğretim yapan kurum, öğretmen olamayacağı anlaşılan çocukları da okuldan uzaklaştırıp başarısızlık duygusu içinde yazgısıyla baş başa bırakma yerine ilgi ve yeteneklerine göre iyi birer marangoz, duvarcı, demirci, tarım elemanı olarak yetiştirmeyi amaçlıyor. Böylece onların da köyün canlandırılmasında önemli bir işlevi yerine getirmelerini hedefliyor.

      Yıkılışı üzerinden onlarca yıl geçmesine karşın bu çağdaş, bilimsel, laik, demokratik ve ulusal eğitim kurumlarının ülkemizin ve dünyanın gündemindeki yerini önemle korumasının nedeni, bu geliştirici, yapıcı, yaratıcı insancı tutumu; amaçlarının, dayandığı temel düşüncenin çok güçlü ve yıkılmaz oluşudur. Onun için köy enstitüleri uygulaması, günümüz eğitim uygulamalarında da yararlanılması gereken Aydınlanmacı özgün bir örnektir.

 

1946 Milletvekili Seçiminden Sonra Köy Enstitülerini

Özgün Amacından Uzaklaştırma Girişimleri

      1946 Milletvekili seçiminden sonra Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığından; Tonguç’un da İlköğretim Genel Müdürlüğünden ayırılışından sonra tüm enstitülerde hava iyice ağırlaşıyor. Enstitüler, içlerine kapanmaya, dört duvar arasına çekilmeye zorlanıyor. Eski demokratik ortama ve enstitüler arası karşılıklı yardımlaşmalara son verilerek enstitüler arasındaki bilgi, beceri ve düşünce alışverişi durduruluyor.

      Yüksek Köy Enstitüsü kapatılınca enstitüyü bitirenlerden yüksek öğrenim yapmak isteyenler, eğitim enstitülerine gidebiliyor. Daha sonra bu öğrencilere, yeni kurulan Yüksek Öğretmen Okuluna girme olanağı doğuyor. Enstitüyü bitirip bu okula gitme hakkı kazanan öğrenciler, Ankara’da yoğun bir programla lise diploması aldıktan sonra değişik fakültelerde öğrenci ola biliyorlar.

      Sağda yer alan ve 21 Temmuz 1946 milletvekili seçiminde 66 milletvekiliyle Meclise giren DP (Demokrat Parti), kimi Cumhuriyet değerlerine karşı girişim sinyalleri vermeye başlıyor. Bu seçimde CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) de 395 millet vekili kazanıyor. İsmet İnönü Cumhurbaşkanlığını koruyorsa da İkinci Dünya Savaşı sonucunda dünyadaki gibi ülkemizde de yeni gelişmeler başlıyor ve eski dengeler bozuluyor. CHP, DP’yi doğurmakla kalmıyor; kendi içinde de tutucu güçlerin artmasıyla yeni duruma göre bakan belirliyor.

      Hasan Ali Yücel’in yerine Reşat Şemsettin Sirer Millî Eğitim Bakanlığına getiriliyor. Sirer, başta İsmail Hakkı Tonguç olmak üzere dört yüz üst düzey eğitim yöneticisini görevden alıyor. İlköğretim Genel Müdürlüğüne Yunus Kâzım Köni’yi getiriyor. Cumhuriyetin en önemli aydınlanma kurumu olan köye öğretmen yetiştirme sistemi, 1946’da başlatılan ilk girişimden sonra adım adım özgün amacından uzaklaştırılıyor.

Üretim ve yaratıcılık, belli saatlere sıkıştırılmış uygulama dersleriyle sınırlandırılıyor. Kızların eğitimi için verilen çamaşır, nakış, biçki-dikiş, ev idaresi, yemek pişirme, çocuk bakımı ve dokumacılık dersleri, 10-12 saate indiriliyor. Köy enstitüleri, klasik okul sistemine dönüşmeye zorlanıyor.

      23-24 Aralık 1946 tarihlerinde Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi görüşülürken köy enstitüleri ağır bir dille eleştiriliyor. Enstitüleri karalama yarışı başlıyor.

      Sirer’in ilk işlerinden biri, enstitülerdeki karma eğitime son vermek ve kızları iki okulda toplamak oluyor. Bu girişim, okuyan köylü kız çocuklarının sayısının daha da azalmasına yol açıyor. Enstitülerdeki özgür okuma, özeleştiri ve eleştiri uygulamalarına son veriliyor. Canlandırılacak Köy gibi kimi kitapların okunması yasaklanıyor. Programlar değiştiriliyor. Teknik dersler azaltılıyor. Üretim amaçlı eğitim, göstermelik bir eğitime dönüştürülüyor.

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki yontular kaldırılıyor

      Yeni Bakanla birlikte şu yasa ve yönetmelik değişimleri yapılıyor (Altunya, 2005; Gazalcı, 2020):

Köy Okullarının Yapımıyla İlgili Değişiklikler Yapılıyor

      CHP millet vekili Hıfzı oğuz Bekata, 23 Aralık 1946’da Örgütlenme Yasasını değiştiren bir yasa önerisi veriyor. Bu öneriye göre köy okullarının yapımında yalnız elli yaşını geçmeyen erkekler yirmi gün çalışacaklar. Kadınlar ise çalışmayacak. Öneri, 19 Şubat 1947’de Genel Kurul’da görüşülüyor.

      Örgütlenme Yasasının 25. Maddesinin Meclis Genel Kurulu’nda 19 Şubat 1947’de aşağıdaki gibi değiştirilmesi kabul ediliyor:

      “Köy halkından olan ya da en az altı aydan beri köyde yerleşmiş bulunanlardan on sekiz yaşını bitiren ve elli yaşını geçmeyen her erkek yurttaş köy ve bölge okullarının kurulmasına, bu yapılara su sağlanmasına, okul yolları ile bahçelerinin yapılmasına ve bunların onarılmasına… yılda en çok yirmi gün çalışmaya zorunlu tutulur.”

      Aynı değişiklik, 16 Haziran 1947’de Köy Ebeleri ve Köy Sağlık Memurları Örgütlenme Yasası’nda yapılıyor. Bu değişiklikle yapıların yapımında, onarımında kadınların çalıştırılmayacağı yer alıyor.

Köy Enstitüsü Yönetmeliği Kabul Ediliyor

      Talim ve Terbiye Kurulu, 25 Mart 1947 tarih ve 63 sayılı kararıyla Köy Enstitüleri Yönetmeliği’ni kabul ediyor. Bu yönetmelik, “Köy Enstitüsü Sistemi”nin özgün yapısından dönüşü simgeliyor.

Öğretmenlere Verilen Araziler Geri Alınıyor

      Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer, öğretmenlerin görevlerini sözde daha iyi yapmaları için köy enstitülü öğretmenlere ve eğitmenlere geçimlerini sağlamak ve köye örnek olmaları amacıyla verilen arazilerin geri alınması için TBMM’ye bir tasarı getiriyor. Kamulaştırılan bu araziler, uygulama bahçesi dışında, kişilerden alınmışsa, bu tasarı ile o kişilere geri verilmesi öngörülüyor. Tasarı 4 Eylül 1947’de 5129 Yasa numarası ile kabul edilerek 10 Eylül 1947’de Köy Enstitüsü Mezunu Öğretmenlerle Köy Sağlık Memurlarının Geçimlerini Düzenlemek Üzerine 3803, 4274, 4459 Sayılı Yasalara Ek Yasa adıyla yürürlüğe giriyor.

Yeni Köy Enstitüleri Öğretim Programı Kabul Ediliyor

      Talim Terbiye Kurulu, 10 Ekim 1947 tarih ve 405 sayılı kararı ile yeni Köy Enstitüleri Öğretim Programı’nı kabul ediyor. Bu programla Köy Enstitüsü Sistemi özgün yapısından uzaklaştırılıyor.

Yüksek Köy Enstitüsü Kapatılıyor

      27 Kasım 1947’de Yüksek Köy Enstitüsü kapatılıyor. Öğrencileri, eğitim enstitülerinin ve Millî Eğitim Bakanlığına bağlı öbür eğitim kurumlarının hazırlık ya da birinci sınıflarına devrediliyor.

3803, 4274 ve 4459 Sayılı Yasalar Değiştirilişi ve 5012,

5082 Sayılı Yasaları Kaldıran 5210 Sayılı Yasa Kabul Ediliyor

      Okulsuz köylere okul yapımı için belirli yaştaki kadın-erkek bütün köylülerin çalıştırılması zorunluluğunun kaldırılması amacıyla Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer bir Yasa Tasarısı hazırlıyor. Bu tasarı TBBM’de görüşülerek 3803, 4274 ve 4459 Sayılı Yasaların Değiştirilmesi ve 5012, 5082 Sayılı Yasaları Kaldıran 5210 Sayılı Yasa adıyla 24 Mayıs 1948’de kabul edilip 31 Mayıs 1948’de yayımlanıyor ve yürürlüğe konuluyor.

Eğitmen Kurslarının Kapatılıyor

      1948’de Eğitmen Kursları kapatılıyor. Çalışmakta olan eğitmenlerin büyük bir çoğunluğunun görevi sonlandırılıyor.

Enstitülere Kasaba ve İlçelerden de Öğrenci Alımı Başlıyor

      CHP millet vekilleri olan Tezer Taşkıran ve Suut Kemal Yetkin’in, nüfusu iki bini geçmeyen kasaba okullarını bitiren çocukların da köy enstitülerine alınmasına ilişkin yasa önerisi, 16 Kasım 1950’de TBMM’de görüşülüyor. Öneri, 3803 Sayılı Köy Enstitüleri Yasasında Değişiklik adı ve 5541 numara ile aynı gün yasalaşarak 18 Kasım 1950’de yayımlanıp yürürlüğe giriyor.

Öğretmenlerin Aylık Ücretleri Yeniden Düzenleniyor

      Kendilerine verilen araziler geri alınıp enstitülü öğretmenler de klasik öğretmen konumuna indirilince bu öğretmenlerin aylıklarını düzeltmek için 110 lira ücret almakta olan öğretmenlere ve köy sağlık memurlarına, aylık kadrolara geçinceye dek ilgili yasalara, ücretlerinin 115 lira olarak ödenmesini öngören geçici bir madde eklenmesi öneriliyor ve bu 3803, 4274 ve 4459 Sayılı Yasalara Ek 5159 Sayılı Yasa, 24 Aralık 1949 tarihinde 5479 numaralı yasa olarak kabul ediliyor ve 2 Ocak 1950’de yayımlanıp yürürlüğe konuluyor.

Köy Enstitüsü Sağlık Kolu Kapatılyorı

     1951’de Köy Enstitüsü Sağlık Kolu kapatılıyor.

Köy Enstitülerinin Öğretim Süresi Altı Yıla Çıkarılıyor    

     1952-1953 öğretim yılında köy enstitülerinin öğretim süresi altı yıla çıkarılıyor.

Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri Programı Kabul Ediliyor

      1953-1954 öğretim yılında Köy Enstitüleri Öğretim Programı kaldırılıp yerine Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri Programı kabul ediliyor.

Köy Enstitüleri İlköğretmen Okuluna Dönüştürülüyor

       27 Ocak 1954’te çıkarılan 6234 sayılı Köy Enstitüleri ile İlköğretmen Okullarının Birleştirilmesi Hakkında Yasa ile köy enstitüleri kapatılıyor. 1946’dan başlayan içerik değişimi, 1954’te biçimsel değişimle son buluyor. 1950 Milletvekili seçiminde iktidara gelen DP’nin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, döneminde ABD’nin Florida Üniversitesi’nden getirilen Dr. Kate Wofford’un verdiği rapor doğrultusunda 27 Ocak 1954’te TBMM’nde kabul edilen ve 4 Şubat 1954’te yayımlanarak yürürlüğe giren 6234 numaralı Köy Enstitüleri ile İlk Öğretmen Okullarının Birleştirilmesi Hakkında Yasa ile de köy enstitülerine son darbe vuruluyor. Böylece dünyaca tanınan köylerimizin ve köylülerimizin binlerce yıllık yazgılarını değiştirmeye başlayan ve her şeyi ile bizim olan, dünyanın önde gelen bütün eğitimcilerinin ilgisini çeken özgün, çağının çağdaşı kurumlar kapatılarak ilköğretmen okullarına dönüştürülüyor.

     Belki de o günlerde atılan en yararlı iş, ilköğretmen okullarında okutulmak üzere zamanın yetkin eğitimcilerine yeni ders kitaplarının yazdırılmasıdır. Vedide Baha Pars, Turhan Oğuzkan, Mithat Enç ve Hüsnü Cırıtlı’ya gelişim ve öğrenme psikolojisi, ruh sağlığı, ölçme ve değerlendirme konularını içeren Eğitim Psikolojisi; Hasip Ahmet Aytuna’ya Genel Öğretim Metodu, Muvaffak Uyanık’a Teşkilat ve İdare adlı ders kitabı yazdırılıyor.

      Köy enstitülerinin yetiştirdiği öğretmenlerin demokrasiyi halk katmanlarına dek yaygınlaştırmaya başlaması, toprak ağalarını, tarikat ve cemaatleri, laik Cumhuriyet düşmanlarını rahatsız ediyor. Bunun üzerine ülkemizde ortaya çıkan, din sömürüsüne ve emperyalizmle iş birliğine yönelen sağcı siyasal erk, bu gerici kesimle bütünleşerek bu çağdaş, laik, bilimsel, demokratik özgün eğitim kurumlarımızı ortadan kaldırmayı başarıyorlar.

      Köy enstitülerini yakından destekleyen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve CHP, bu gerici güce karşı kendisinden beklenen direnci göster(e)miyor. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, güçlendiğini gördüğü gerici kesimin sesini kısmak düşüncesiyle Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i Bakanlıktan almakla gericilere ödün veriyor. CHP içindeki kimi milletvekillerinin de ekmeklerine yağ sürdükleri bu gerici güçler de köy enstitülerini adım adım yok ederek Atatürk devrimlerinin yarım kalmasına ve karanlığın bugünlere dek sürüp gelmesine neden oluyor.

      İsmet İnönü, bu gerici girişim karşısında direnemeyişini yıllar sonra şöyle gerekçelendiriyor: “(…) Ben, köy enstitüsü düşüncesine inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür. İdealizmde, felsefede bu böyledir; ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben, gücüme göre gücümün var olduğu yerde gücümü gösterebilirim. (…)  Benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, Parti Meclis Grubundan. Gücümü ben buradan alıyordum. Bu konuda bütün organlarda gücümü kaybetmişim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış. Onun için bir süre en çok bu konuda saldırıya uğrayan Milli Eğitim Bakanı Yücel’le, Genel Müdür Tonguç’un da gönlünü alarak bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketleri de başlatınca, olaylar öyle gelişti ki kendi cereyanında yürüdü ve bir an geldi ki artık köy enstitülerini eski gücüyle, eski ruhuyla sürdürmek olanakları benim elimden çıktı.” (Erten, 2010, s. 271) /Muammer Erten, Topraktan Parlamentoya, İstanbul, 2010)

 

      Bütün bu gerici çabalara karşın enstitülerin öğrencilerine ilk altı yılda kazandırmış oldukları demokratik bilince dayanan tutum ve davranışları onlardan geri almaya kimsenin gücü yetmiyor. Onlar ve onları yaratan anlayıştan etkilenen aydınlanmacı öğretmenler, ömürleri boyunca bu bilinç ve özlemlerinin gerektirdiği her türlü toplumsal gelişim savaşımının içinde ya da önünde yer alıyorlar.

                                KARS CILAVUZ KÖY ENSTİTÜSÜ’NDEKİ ÜÇ YILIMIN ÖYKÜSÜ

      Öbür enstitüler gibi Cılavuz Köy Enstitüsü de bir eğitim, üretim ve aydınlanma kurumu iken 1946’dan sonra adım adım bu niteliğinden uzaklaştırılmaya girişiliyor. Tonguç’un önemle üzerinde durduğu nitelikli, öğrenciye sevecen bir tutumla yaklaşan demokrat öğretmenlerin yanında yavaş yavaş köy enstitüleri ülküsünden yoksun öğretmenlere yer verilmeye başlanıyor. Bu öğretmenlerin öğretim programındaki konuları, belli sürede işleme, onları öğrencilerin sindirmelerini sağlama, ders araç gereçlerini temiz ve düzenli biçimde kullanıma hazır bulundurma, eksik araç gereci tamamlama gibi konularda yetersizlikleri, müfettiş raporları ile de ortaya konuluyor (Gümüşoğlu, 2017).

      Ne yazık ki ben, köy enstitülerinin 1946 yılına dek sahip olduğu özgün niteliklerinin önemli bir bölümünden yoksun bırakılmış olduğu yıllarda; 1949-1950 yılında Cılavuz Köy Enstitüsü’nün öğrencisi oluyorum. Bu bağlamda ben de ilk yılların bilinçli, inançlı, coşkulu köy enstitüsü havasını soluyamıyorum. Ben ve arkadaşlarım tarlalarla, çayırlarla, hayvanlarla, arıcılıkla, sebze yetiştiriciliği ile doğrudan uğraştırılmıyoruz. Arılığı, sebzeliği ya hiç görmüyor ya da yalnızca uzaktan izliyoruz. Tarım dersleriyle, hayvancılıkla ilgili sınırlı kimi bilgiler sözle aktarılıyor ya da yazılı kaynaklardan okutuluyor.

       1946’dan sonra enstitülerde öğrenci olanların, ilk yıllarda var olan gerçek üretim amaçlı demokratik eğitim gibi önemli niteliklerinden tam olarak yararlanamadığımız bir gerçek. Neyse ki ilk altı yılda oluşturulan düşünce ve yaklaşımların izleri bu kurumlardan kolaylıkla silinemiyor. Özgün köy enstitüsünün birçok uygulamaları, sonraki yıllarda da sürüyor. Öbür enstitülerde olduğu gibi Cılavuz’da da oluşturulan aydınlanmacı, yapıcı, yaratıcı, laik, demokratik eğitim ortamı, tüm olumsuz çabalara karşın 1954’e dek ve ondan sonraki yıllarda önemli oranda varlığını koruyor. Olumsuz girişimlerini egemen kılmak isteyenlerin gücü, o değerleri tümüyle yok etmeye yetmiyor. Bu kurumlarda görev yapan bilinçli ve inançlı öğreten ve yöneticiler, sonraki yıllarda da o değerleri bana ve benim gibilere kazandırmayı sürdürüyor.

Cılavuz’a Gidişimiz ve İlk Günlerim

       Bizim köyden Cılavuz’un ilk sınavını kazanan dört kişi yaya olarak bir büyüğün eşliğinde Artvin’i Ardahan’a ve Kars’a bağlayan yolun üstündeki Tütünlü köyünde, yolun altında kahvesi ve oteli bulunan Ömer Amca’nın yanına götürülüyoruz. Ömer Amca, gelen şoförleri, yakın köylüleri tanıyan, gelip gitmelerinde onlara yardımcı olan konuşkan, neşeli, duygudaş bir kişi. Artvin yönünden gelip Kars’a doğru giden odun yüklü ilk kamyonu durdurarak şoförden bizi Cılavuz’a dek götürmesini istiyor Ömer Amca. Kir pas demeden kamyonun üzerindeki brandanın üstüne oturuyor, bir ucunu da rüzgâra karşı siper ediyoruz. Sarsıla sarsıla, o yana bu yana yalpalana yalpalana, yarı uykuda, yarı uyanık geçirdiğimiz gecenin sabahında kamyon duruyor ve şoför bizi indirdikten sonra, sol yanı işaret ederek “İşte şurası Cılavuz.” deyip yoluna devam ediyor.

      Yanımızdaki büyüğümüz bizi enstitüye götürüyor ve görevli yöneticilere teslim ediyor. Ertesi gün sözlü sınava gireceğiz. O sınavı da kazanırsak Cılavuz’un birinci sınıf öğrencisi olacağız. Servet Ertürk, Ali Çelik ve ben sınavı kazanıyoruz. Asım Öztürk hazırlığa kalıyor. Asım, orada bir yıl ilkokulda eksik öğrendiklerini tamamlayarak ertesi yıl, birinci sınıf öğrencisi olacak.

       Bize iç çamaşır, ceket, pantolon, şapka, ayakkabı ve çorap verildikten sonra nöbetçi öğrencinin kılavuzluğunda hamama götürülüyoruz. Nöbetçi öğrenci, çıkışta verilen havluyla kurulandıktan sonra yeni giysilerimizi giymemizi; eski giysilerimizi de yıkanmak üzere çamaşırhaneye vermemizi söylüyor.

      İlk yılların, yeni gelen öğrencileri sıcak ve içten bir ilgiyle kucaklama davranışları artık görülmüyor bu kurumda. Çocuk yaşta evinden barkından kopup gelen bir öğrenci olarak bana bu enstitüde büyük acı veren ve bir ölçüde de olsa, içimi ısıtan yaşanmışlıklarım olarak o günlerden şunlar kalıyor belleğimde:

Hazırlık Sınıfından Gelen Öğrencinin Baskıcı Tutumu

      Sınıfımız belli olduktan sonra bir yer, bir tabure bularak yerleşmeye girişirken, sınıfta, “Oraya oturma, başka bir yer bul kendine!”, “Onu alamazsın; o tabure benim.” diye oturmak üzere aldığım tabureyi elimden alan bir arkadaşla karşılaşıyorum. Çok geçmiyor, dersler başlayınca bu buyurgan arkadaşın hazırlıktan birinci sınıfa geçmiş olan sınıf arkadaşımız olduğunu anlıyorum.

Etkin Grup Öğretmenliği İşlevini Yitiryori

      Çok sonra öğreniyorum ki öbür enstitülerde olduğu gibi bu kurumun ilk altı yılında da yeni gelen ve eski öğrencilerin her birinin sıkıntılarını gideren, enstitüye uyumları için onlara sevgiyle yaklaşan, onlarla yakından ilgilenen bir küme öğretmeni bulunuyor. Küme öğretmeni, yeni gelen öğrencilere kendini tanıtıyor ve karşılaşacakları her sorunları için kendisini görmelerini söylüyor. Böylece bu çocuklar, burada daha ilk anda kimsesiz olmadıklarının erinci ile yuvaya kolaylıkla ısınmaya başlıyorlar. Ne ki şimdilerde bu hizmet de öbür birçok hizmet gibi asıl amacını unutmuş  bulunuyor. İşte bu yüzden özellikle ilk yılın ilk aylarında ciddi sıkıntılarıma çocuk aklımla bir başıma çözüm bulmaya çalışıyorum.

Buzcularlı Matematik İlgi ve Sevgimi Söndürüyor

      Birinci sınıfta matematik dersimize İlkokul öğretmeni olduğunu öğrendiğimiz Fatma Buzcularlı geliyor. Çok geçmiyor, “Çıkarın kâğıtları!” diyerek bir sınav yapıyor. İlk kez duyduğum en büyük ortak bölenle en küçük ortak katı da içeren sorulara verdiğim yanıtlar, bana 10 üzerinden 3 getiriyor. Öğretmen, bir yıl önce hazırlık sınıfına anlattığı için mi soruyor bize bu soruları, yoksa başka bir nedenle mi, bilemiyorum; ilk sınavda aldığım bu zayıf not, bende büyük bir düş kırıklığı yaratmakla kalmıyor, Türkçe ile at başı giden matematik sevgimin de çanına ot tıkıyor.

      Daha ilk aylarda, bu öğretmenimin tutumuna Tarih dersi öğretmenim Muzaffer Aydın’ın tutumu da eklenince bunlar, yaban ellerde beni iyiden iyiye sarsıyor. Bu iki öğretmen de yalnızca asık bir suratla konularını anlatmakla görevliymiş, bizimle sıcak bir iletişim kurmak gibi bir sorumlulukları yokmuş, anlattıkları konuları anlayıp anlamadığımız onları hiç ilgilendirmezmiş gibi davranıyor.

Yıl boyunca bu iki öğretmenin dersi de bana yalnızca azap veriyor. Oysa ilkokul 5. sınıfta matematik dersini ne kadar sevdiğimi daha önce anlatmıştım. Bütünlemeye kalmadığıma göre, yine de sınıf geçmeyi sağlayacak kadar bir çaba göstermiş olmalıyım bu dersler için de.

      Muzaffer Öğretmenin de bir kez olsun, yüzünün güldüğünü anımsamıyorum, Fatma Öğretmen gibi. Derse girer girmez öğretmen masasının arkasındaki sandalyelerine oturarak derslerini anlatıyor, konuyu bitirince o soğuk görünüşlerini koruyarak ikide bir, bizi sözlüye kaldırıyor ve sözlü notu veriyorlar. Tarih konuları ilgimi çekmesine karşın, bu derste de hep diken üstünde oturuyorum.

      Sevilen bir öğretmen olan güler yüzlü Edebiyat öğretmeni Mehmet Aydın’ın eşidir Muzaffer Öğretmen. Mehmet Aydın Öğretmenle onlarca yıl sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’nde göreve başlamak üzere okula varmaya birkaç dakika kala karşılaşacak, kendilerine Cılavuz’da okuduğumu, kendilerini tanıdığımı söyleyince, Mehmet Aydın Öğretmen, o Cılavuz’da tanık olduğum sevecenliği ile beni kucaklayacak ve kendisiyle yedi yıl aynı okulda çalışacak ve onun hep yakın ilgisini göreceğim.

      On yıl kadar sonra bir münasebetle Mehmet Aydın Öğretmen beni Beşevler’deki evlerine götürdüğünde Muzaffer Öğretmen, evinde güler yüzle karşılıyor beni. Cılavuz’dan öğrencisi olduğumu söyleyerek elini öpüyorum, öğretmenimin. Pişirdiği kahveyi içerken birinci sınıfta Tarih dersimize geldiklerini söylüyorum; ancak dersiyle ilgili anılarımdan hiç söz açmıyorum.

Türkçe Dersleri

      O yıl, yüzünden gülümsemesini eksik etmeyen, oldukça sıcak davranışlarıyla bütün sınıfa kendisini sevdiren Behçet Güneri Öğretmen, Türkçe sevgimi korumamı sağlıyor. Bize bir şiir defteri aldırıyor. O deftere sık sık güzel bir şiir yazdırıyor. Yıl sonuna dek neredeyse bir şiir antolojisinin içerdiği kadar şiirler birikiyor o defterlerimizde.

Baharda Dere Kenarında Müzik Dersi  

      Müzik dersi de erinçle, severek izlediğim bir ders oluyor. Kemal Gündüz Öğretmenim de güven veriyor bize. Susuz vadisine bahar geldiği, baharın tez canlı habercileri olan söğütler, bahar serinliğini duyar duymaz, yine o taze yeşilliklerini giyindiği, kavaklarda yeşerme telaşının yeni yeni başladığı, kavakların konukları kuşların da kışın gittikleri sıcak ülkelerden döndüğü bir bahar gününde Kemal Öğretmen, gelecek müzik dersini dere kıyısında yapacağınızı söylüyor. Kış boyunca hep içerde, müzik salonunda geçen derslerden sonra, dersin dışarıda yapılacağını duymak, içimizdeki sevinç kelebeğini kanatlandırıyor. Bir yandan da ister istemez, kafamızda “Acaba dere kıyısında müzikle ilgili ne yapacağız?” sorusu dönüp duruyor.

       Ders saati geldiğinde öğretmenimiz, bizi derenin kıyısına götürüyor. Orada bize önce, sözleri üç sözcüklü bir tümceden oluşan çok kolay bir şarkıyı beş on dakika içinde öğretiyor: “Derelerden balık geçti / Derelerden balık geçti…” Sonra bu şarkının seslerinden her birini yansıtan taşlar bulmamızı istiyor. Hepimiz, kıyısı büyüklü küçüklü birçok yuvarlak, oval taşların bulunduğu dere boyunda, bu şarkının seslerini veren taşları buluyor ve seslerini öğretmenimize dinletip öğretmenimizin onayını alıyoruz. Böylece o taşlardan birer çalgı aleti yaratmış oluyoruz. Sonra hep birlikte, aynı ritimle şarkımızı çalıp söylüyoruz.

      Oradan, sınıfımıza başka bir biz olarak, birer buluşçu gibi dönüyoruz. Bununla kalmıyoruz elbette. Daha sonra, İstiklal Marşı da içinde, dağarcığımıza giren çok sayıdaki şarkı ve türküyü, mandolinlerimizle çalmayı öğreniyoruz. Müzik dersi hem sevdiğim hem de kolaylıkla başardığım derslerden biri oluyor, öğrenciliğim boyunca.

      İlk yılım, matematik dersinde yaşadığım travmanın ve öbür sıkıntılı yaşantılarımın etkisiyle hayli buruk geçse bile yine de Cılavuz’da bulunmanın sevinci eksilmiyor içimden.

      Sanırım, sözünü ettiğim sıkıntılı durumlar nedeniyle çok başarılı bir öğrenci olmak gibi bir amacım olmuyor. Bu bende bir şeyleri kırıp döken duyguları yaşasam da sınıfımı geçmeyi başarıyorum.

Köye İzinli Giderken Bavulumu Çaldırıyorum

     Yıl sonunda Cılavuz’dan memlekete dönmek üzere yola çıkıyoruz. Akşamın karanlığında Ardahan’a varıyoruz. O akşam orada kalacak, sabahleyin bulacağımız bir araçla Tütünlü’ye gideceğiz. Bir yapının tretuvarına bavullarımızı koyarak yakındaki bir otelde yer olup olmadığını sormak üzere biraz uzaklaştığımızda bir çalgı sesi duyuyoruz. Sesin geldiği yere varıp pencereden bakınca içeride çalgı eşliğinde bir dansözün oynamakta olduğunu görüyoruz.

     İlk kez gördüğümüz bu eğlenceyi merakla ne kadar izlediğimizi anımsamıyorum. Ancak, çok yakın bir yerdeki bavullarımızı alıp bir otel bakmak üzere döndüğümüzde benim bavulumun yerinde olmadığını görüyorum. O yitimin yarattığı büyük üzüntü ve kaygı bugün de içimde. O dakikadan sonra nerede kaldığımızla, ertesi gün Tütünlü’ye nasıl vardığımızla ilgili tek bir iz yok belleğimde.

      Ertesi gün bavulsuz köye giderken başta Dayım olmak üzere evdekilere bavulumun çalındığını bir türlü söyleyemiyorum. Bir iki gün sonra Dayım bavulumun nerede olduğunu sorunca Ardahan’da çaldırdığımı söylüyorum zorlukla. Dayım bir şey demiyor. Bense bavuldaki giysilerimden de çok, şiir defterimi ve fotoğraf albümümü yitirmiş olmanın derin üzüntüsünü duyuyorum

İkinci Sınıftan Anımsadıklarım

      Enstitünün öğretmen ve yönetim kadrosu, öğrenci-öğretmen-yönetici birlikteliğini, ilgi, sevgi ve sevecenlik temelli iletişimini yine doğru düzgün yaşatmıyor bize. Bu tür bir iletişimi enstitüye egemen olan genel bir anlayış olarak değil; birkaç öğretmenimizin kişiliğinden kaynaklı olarak görebiliyoruz.

Öğrencileri Tir Tir Titreten Müdür

      Cılavuz’da karşıdan gelmekte olduğunu gören öğrencilerin, yolunu değiştirdiğini duymaya başladığımız Nazım Esen adlı sert bir müdür var. Çok sonra ülkücü bir siyasal anlayışa sahip olduğunu öğreniyorum, müdürümüzün. Nazım Esen, iri yarı beden yapısı ve sürekli çatık duran kaşlarıyla özellikle okula yeni gelen öğrencilerin içine de ilk görüşte derin bir korku salıyor. Adının duyulması bile yetiyor kendisinden korkmamız için.

Kültür Edebiyat ve Yayın Koluna Seçiliyorum

      Bu yıl bu kolda edilgin bir üye olarak çalışıyorum. Yaşı benden biraz büyük olan sınıf arkadaşım Ziya Sak da bu kola seçiliyor Sak, benden bir iki yaş büyük, derli toplu ve çalışkan bir Rizeli. Bir yandan da İngilizce çalışıyor, kitaplar yardımıyla. Sak’la yıllar sonra, sınıf arkadaşım Midayet’le birlikte İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde öğrenci iken karşılaşıyoruz. İleride bu çok ilginç karşılaşmamızı ayrıntılarıyla anlatacağım.

Beden Eğitimi Öğretmenimizin Sıra Dayağı

       Beden Eğitimi öğretmenimiz Kayhan Tümer, müdürden daha beter bir görüntü sergiliyor. O da iri yapılı ve yakışıklı bir korku simgesi. Onun da sürekli çatık, kaşları. O, sertliğini tüm sınıfa uygulamalı olarak da yaşatıyor.

      Kışın soğuk ve karlı günlerinden birinde Beden Eğitimi dersimizi sınıfta yapıyoruz. Öğretenimiz bize birtakım kuramsal bilgiler verirken bir arkadaşımız benim duyamadığım; ama öğretmenimizin duyduğu olumsuz bir söz söylüyor. Öğretmenimiz, “Kimdi onu söyleyen??” diye sorduğunda sınıftan ses çıkmıyor. Bir daha soruyor. Yine ses çıkmayınca “Çıkın, sıra olun!” diyor. Çıkıyor, tek sıra oluyoruz, sınıfın orta yerindeki boşlukta. İri cüssesi ve güçlü eliyle sıra dayağından geçiriyor Kayhan Öğretmen, bizi. Severek girdiğim Beden Eğitimi dersine, o günden sonra zorunlu olduğu için giriyorum.

      Bu dayak olayından onlarca yıl sonra Bursa’da bir caddede yürürken görüyorum bu öğretmenimi; ancak yanına giderek öğrencisi olduğumu söyleme ve kendimi tanıtma isteği ve gereği duymadan bir yabancı gibi geçip gidiyorum.

Paltom Çalınıyor

      İkinci sınıfta bize bir de palto veriyorlar. Bir gün öğle vakti paltomu almak için yatakhaneye gittiğimde, paltomu yerinde bulamıyorum. Bunu idareye söyleme gereği duymuyorum ve ben, yıllarca kış soğuklarında paltosuz dolaşıyorum; ama bir Allah’ın kulu, ayrımına varmıyor benim paltosuz dolaştığımın.

En İyi Dersim Teknik Resim

      İkinci sınıfta en çok Teknik Resim dersini seviyorum. Bu derste, kapı, pencere ve benzerlerinin belli bir oranda küçültülmüş dikey ve yatay kesitlerinin çizimini yapıyoruz. Bu çizimleri yaparken onları oluşturan tahtaların içini görür gibiyim. Dersin tüm konularını en küçük bir zorluk çekmeden anlıyor, istenen çizimleri yanlışsız ve zevkle yapıyorum. Öğretmenimiz Aslan Bey’de sürekli 10 tam not veriyor bana.

Grup Öğretmenimiz Matematik Öğretmenimiz

      İyi niyetli, kendisiyle barışık görünen grup öğretmenimiz, Hasan Öğretmen, aynı zamanda grup öğretmenimiz. İnsana güven veren bir yapısı var öğretmenimizin. Eğitimci kapasitesi oldukça sınırlı olsa da matematik konularını anlaşılır biçimde işliyor. Bu sayede bir ölçüde sevmeye başlıyorum matematiği; özellikle de geometri konularını. Buzcularlı’nın birinci sınıfta yarattığı buzlar, çözülür gibi oluyor. Bunun sonucu olarak sınıfımı da geçiyorum.

      Grup öğretmenimiz olarak Hasan Öğretmen, böyle bir görev kendisinden bekleniyor olsa gerek ki kimi akşamlar ders çalışma saatlerimizde sınıfta oturuyor ve bizim sorunlarımızla ilgilenmeye çalışıyor.

Enstitü Doktoru

      Bir başka güzel insan da enstitü doktorumuz. Soğuk algınlığı nedeniyle birkaç gün yattığım revirde her sabah gelip insanı okşar gibi dingin bir ses tonuyla her birimize tek tek, nasıl olduğumuzu, ilaçlarımızı düzenli alıp almadığımızı soruyor. Doktoru gördükçe daha çabuk iyileştiğimizi duyumsuyoruz. Her gelişiyle doktorumuz, görevinde çok titiz; ama sürekli olarak azarlar gibi konuşan hasta bakıcının yarattığı soğuk havayı dağıtıyor ve bizi rahatlatıyor.

Tabiat Bilgisi Öğretmenimiz 

       Doktorumuzun eşi olan bu öğretmenimiz de çok iyi niyetli. Konularımızı öğrenmemiz için bütün gücünü kullanıyor.  Çok güzel bitki koleksiyonu var öğretmenimizin. Ayrıntılı olarak anlattığı her bitkiyi her birimize masalarımızda tek tek göstererek tanıtıyor.

Mustafa, Türkçe Öğretmenimizi Çileden Çıkarıyor

      Mustafa, bir çoğumuzda dengelilik, kararlılık ve olaylar karşısında serinkanlılık simgesi algısını yaratan Mehmet Dündar öğretmenimizi, bir Türkçe dersinde düzeysiz bir sataşmasıyla çileden çıkarıyor. Öğretmenimiz, yanındaki sandalyeyi aldığı gibi Mustafa’nın üzerine yürüyor. Neyse ki Mustafa’nın yanında oturan arkadaşlar, öğretmenimizin önünü keserek bir tehlikeyi önlüyorlar.

      Mustafa, yaşça çoğumuzdan hayli büyük ve iki yıllık. Bu yıl da kalırsa atılacak. Dersleri yine çok zayıf. Türkçe de çok zayıf dersleri arasında. O nedenle olay yaratmak istiyor ve bunu başarıyor.  Ancak sınıfını geçmeyi başaramadığı için o yılın sonunda okuldan uzaklaştırılıyor.

Dayımdan Aldığım Bir Haber ve Bir İstek

     Nezir Amca (üvey Babam), köyüne giderken benim baba evimin batısına düşen tarlanın yarısını miras olarak alıyor ve ekip biçiyor. Daha sonra Konya’ya göç etmeye karar verince Dayıma bu yeri satmak istediği haberini iletiyor. O da benim dışarılardaki iki yerimi satarak benim adıma kapının dibindeki bu yeri satın alıyor.  

      İkinci haber, dayımın bir isteğini oluşturuyor. Dayım belli ki beni iyice avucunun içine alma, beni köye bağlama düşlerini çok önceden kurmaya başlıyor. Yukarı Irmak’ta bize uzaktan akraba da olan iyi bir ailenin iyi bir kızı varmış. Beni o yaşımda o kızla nişanlamak istiyor. Bu mektubuna o yaşımın düşünce düzeyinin elverdiği ölçüde, bu yaşta nişanlanmanın çok erken olduğunu, ayrıca böyle bir şey istemediğimi yazıyorum. Neyse ki Dayım, daha fazla zorlamadan bu düşüncesinden vazgeçiyor

Kimya dersinden Bütünlemeye Kalıyorum

      Kimya öğretmenimiz, bizde güven yaratan öğretmenlerimizden biri. Bizim iyi öğrenmemiz için üzenle işliyor konularını. Kimi deneyler de yapıyor. Ne ki az ilgi duyduğum dersler arasında, kimya. Bunun sonucu olarak yıl içi notum 5; ama yıl sonunki 4 geliyor. Not toplamı 9 tuttuğuna; öğretmenim de beni kurtarma sınavına çağırmadığına göre, her dersimin yanı sıra Kimya’dan da geçtiğimi düşünüyorum. Benim durumda olanları, öğretmenler kurulu da sınıf geçiriyor. Ancak notlar asıldığında kimyadan bütünlemeye bırakıldığımı görüyorum. Başka zayıf dersim olmadığı için öğretmenler kurulu, üzerinde durmamış, öğretmenim de bunu önermemiş olmalı.

      Son derecede üzülerek gidiyorum köye. Yaz tatili boyunca üzüntüden bir yandan yarın baş ağrısı çekiyor, bir yandan da Malisukan’da (Dayımların mezrasında           ) hayvan otlatırken incecik Kimya kitabını yineleye yineleye ezberliyorum. Eylülde 9 alarak geçiyorum.

Okuduğum Yapıtlar

      İkinci sınıfta da hiçbir öğretmenimin dikkatini çekmiyorum, Aslan Bey dışında. Hiçbir öğretmenim, beni bir şeylere özendirici bir girişimde bulunmuyor. Bir iki ders dışında orta bir öğrenci olarak, bir dersten de bütünlemeli geçerek tamamlıyorum bu sınıfı. Ancak içimde canlı bir öykü, roman okuma isteği var. Ne ki ona da iyice asılmıyorum.

      Bu konuda ilk önemli etken, kişilik yapım olsa da nedenlerim de çok. Dersler, ödevler, nöbet gibi zorunlu işlerden fazlaca bir zaman da kalmıyor okumaya. Öğretmenlerimizin kitap okuma önerilerini de anımsamıyorum, bu sınıfta. Ancak, Türkçe kitabımızdaki okuma parçalarının sonunda parçaların alındığı yapıtı okuma isteği doğuyor bende. Şu yapıtları, bu merakım nedeniyle okuyorum: Hayattan Sayfalar (H. R. Gürpınar, Melek Sanmıştım Şeytanı (H. R. Gürpınar), Harabelerin Çiçeği (R. N. Güntekin), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (P. Safa)

 

Üçüncü Sınıfta En Çok Türkçe Dersine Yoğunlaşıyorum

      Resim-İş, Müzik, Jeoloji, Tabiat Bilgisi derslerini de sevmekle birlikte, bu sınıfta en çok ilgi duyduğum, en çok başarılı olduğum ders olarak Türkçe öne çıkıyor. Her ders ödevimi; özellikle de Türkçe, Resim-İş, Tabiat Bilgisi ve Jeoloji derslerinin ödevlerini özenle yapıyorum. Bu derslerden ve bunlarla ilgili ödevlerden en düşük not olarak “iyi” alıyorum. Türkçe Defterimle iki kompozisyon ödevim, bir roman özetim, resim dersindeki çalışmalarım ve ödev olarak hazırladığım toplam 10 adet resim çalışmam, Jeoloji Defterim, şu anda da kitaplığımın bir rafında duruyor.

      Bu sınıfta giyimi kuşamı, duruşu, oturuşu kalkışı, ders işleyiş biçimi açısından kendisiyle özdeşleşmek istediğim kişi, Türkçe öğretmenim Mehmet Dündar oluyor. Dündar, her okuma parçasını önce kendisi örnek olarak okuyor. Metni okurken öğretmenimin nerede, ne kadar durduğuna, hangi hecelere vurgu yaptığına dikkat ediyorum. Ardından metni birkaç öğrenciye okutarak yanlış okumaları düzelttikten sonra okuma parçası ile ilgili soruları yanıtlıyoruz. Öğretmenimiz bu sırada gerekli açıklamaları yapıyor, metnin yazarıyla ilgili ve başka gerekli gördüğü bilgileri, yazarın yaşamöyküsünü yazdırıyor. Bunlar ve parça ile ilgili çalışmalar bittiği anda zil çalıyor.

     Öğretmenimin her derste bu ölçüyü nasıl tutturduğuna, ödevlerimizi kısa bir süre içinde kılı kırk yararcasına nasıl inceleyip notlandırdığına bir türlü akıl erdiremiyorum.

      Dündar öğretmenimiz, bizi bu sınıfta dersiyle ilgili değişik, ilginç birçok etkinliğe yöneltiyor. Yılın başında bizden Türkçe için orta kalınlıkta bir defter almamızı istiyor. Türkçe kitabımızdaki okuma parçalarına bağlı olarak yaptığımız çalışmalar ile kendisinin not ettirdiği bilgileri, dilbilgisine ilişkin öğrendiklerimizi o deftere yazıyoruz.

      Türkçe programımızın oldukça doyurucu bir program olduğu anlaşılıyor. Belli ki köy enstitülerini özgün amacından saptırma çabasına girişenler, Türkçe dersinin programına henüz dokunmamışlar.

      Türkçe Defterimizde ilk konu olarak Türkçede Okuma Hakkında Bilgi; ikinci konu olarak Kitap ve Kitaplık Çalışmaları” başlıklı yazılar bulunuyor. Türkçe kitabımızın ilk konusu olan “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” ile öbür okuma parçalarının “Açıklamalar” başlığı altına, parçada geçen yabancı sözcüklerin açıklamalarını yazıyoruz. Sonra “Araştırmalar” başlığı altındaki soruların yanıtlarını veriyoruz. Ardından da “Mustafa Kemal Atatürk” başlıklı yaşamöyküsünü yazıyoruz, defterimize.

Türkçe Defterimin İç Kapağı

      Bunları sırasıyla Şehrin Üstümden Geçen Bulutlar, Kutup Seyyahları, Büyük Ana, bağlı olarak Hüseyin Rahmi Gürpınar hakkında bilgi, makale, başmakale, konuşma işareti bilgileri, At (bağlı olarak Muharrir, Başmuharrir, Bir Yazının Özeti Nasıl Çıkarılır? başlıklı bilgiler izliyor. Öğretmenimiz, başmakale ve başmuharrir (başyazar) konularının incelenmesinden sonra bize bir başmakale bulup onu özetlememizi istiyor. Bu ödevle dünyama Aydınlanmanın hiç kapanmayacak olan kapısı açılıyor.

Başmakale Ödevi Cumhuriyet Gazetesini Yakından Tanımamı Sağlıyor

      Ödevimi yapmak için okuma salonuna gidiyor, gazetelerde bir başmakale aramaya başlıyorum. Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah’ta bulamadığım başmakaleyi 28, XI, 1952 tarihli Cumhuriyet gazetesinin ilk sayfasının sol alt yanında buluyor ve ilgiyle okuyorum. Makalenin yalın bir dille ve öz Türkçe sözcüklerle yazılmış olduğu ilgimi çekiyor. Nadir Nadi’nin yazmış olduğu bu başmakalenin özetini defterime doğrusu, yanlışı, yabancı sözcükleriyle şöyle yazıyorum:

                                                                 Türk-Yunan Dostluğu

      Sayın Cumhurbaşkanımız Celal Bayar Atina’yı ziyaretinde her iki devletin de neşrettikleri yazılar, Türk-Yunan dostluğunu belirtmektedir. Türk-Yunan birbirlerine karşı özledikleri saadeti, birbirine yaklaşmakla tadabilirler. “Birlikten kuvvet doğar.” ata sözü, bizim gayemizi açıklar. Bizim için tehlike olan Ege ve Balkanlar, bizi beraberliğe sevk etmektedir. Bu iki devletin arasını açmak isteyenler vardır. Ziyaret sırasında belki çıkamazlar. Fakat diğer zamanlar birçok yazılarla kışkırtırlar ve bu dostluğu yıkarak bu devletleri zayıflatmak isterler. Bunlar, mazideki hadiselerle milleti kışkırtmağa çalışırlar. Halbuki iki memleket de bununla savaşmalıdır. Bu yazıların yazılmasının önüne geçilmez, fakat bunların tesirini azaltabiliriz. Hükümetler bu yolda iyi netice verecek teşebbüslerden iyi netice alacaklar.

      Öğretmenimiz, bu ödevin ardından, ders saatimizin süresinin elverdiğince şu kısa, ama çok açıklayıcı notunu yazdırıyor defterlerimize

      Makale yazmada gözetilecek sıra:

  1. Giriş: Üzerinde durulacak mesele tanıtılır.
  2. Gelişme: Fikrin açıklanması, ispatı için gereken yardımcı fikirler, deliller bulunarak sıralanır.
  3. Sonuç: Fikirler sonuca bağlanır.

Bu sonucun faydası.

  1. Yazar ve makalenin yazılışı bakımından: a) Planlı çalışmaktır. b) Yazar bu plan sayesinde kolaylık sağlar. c) Ne yolda gideceğini bildiği için elverişlidir. Maksada uygun olur. Yazı da hayatın bir ihtiyacına cevap veren bir iştir.
  2. Okuyucu bakımından: a) Okuyucu yazıyı anlar. Böyle bir yazı ilgi çeker. Okuyucu tarafından kolay anlaşılır. Bir yazı, bir makale, ilgi çekici ve anlayışlı mahiyette olur.

      Söz konusu başmakale ödevi dolayısıyla ilk kez, büyük bir dikkatle incelediğim Cumhuriyet başta olmak üzere okuma salonuna her gidişimde- ki hemen her gün öğle paydosu sırasında beni çeken bir yer oluyor okuma salonu-, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah’a mutlaka göz atıyor, ilgimi çeken yazıları okuyorum. Vatan gazetesinin Edebiyat sayfasının ise sürekli okuru oluyorum. Turhan Toker’in Yeni İstanbul’daki duygu dolu yazılarını da hiç kaçırmıyorum.

      Öğretmenimiz, tatile gireceğimiz son haftada defterlerimizi topluyor, tatilde inceleyip notumuzu da defterimize yazarak tatil sonrasında bize veriyor. Bu çalışmamın sonuna öğretmenim, güzel el yazısıyla “Sekiz” yazıyor.

      Türkçe Defterimde o tarihten sonra şu okuma parçaları ve onlarla ilgili bilgiler yer alıyor: Kahramanlara, Alp Dağları, Bir Cirit Oyunu ( bağlı olarak Namık Kemal hakkında bilgi, Londra Göründü (bağlı olarak Falih Rıfkı Atay hakkında bilgi), Güvercin, Tilki ve Leylek, Sarayda bir Kabul Töreni, Mektup ve Çeşitleri, Fayda, Vecizeler, Anadolu Müziği, Klasik, Mohaç Türküsü (bağlı olarak Şiirde Ahenk, Yahya Kemal Beyatlı), Topuz (bağlı olarak Hikâye), Ameliyat (bağlı olarak Tahlil, Tahlil Romanı ve Tasvir), Kibarlık Budalası (bağlı olarak Tiyatro ve Çeşitleri), Genç Osman Destanı (bağlı olarak Destan, Masal), Eski Bir Konak, Sevinç Arkasından (bağlı olarak Tabiilik), Paşa Baba, Masal (bağlı olarak Yazı Şekilleri, Yeni Türk Şiirinin Dili) Hanife Hanım Mahkemede, Dalgın Adam (bağlı olarak Karakter), Barbaros Anıtı, Hindistan’da İç Sokaklar.

      Öğretmenimiz burada yine defterlerimizi toplayıp inceliyor, son sayfaya notumuzu yazarak defterlerimizi bir hafta sonra dağıtıyor. Defterimin son sayfasına “On yazıyor.

Türkçe Defterimin Notlu Sayfası

      O tarihten sonra da Çalışkan Köylüler (bağlı olarak Üslup), Munise’nin Odası, Bamsı Beyrek’e Ad Konması (bağlı olarak Dede Korkut Masalları, Güzel, Güzellik (bağlı olarak Voltaire, Güzel Nedir?), Nerdesin? (bağlı olarak Şiirde Akıcılık), Eski Basımevlerimiz ve Gazetelerimiz (bağlı olarak Türk Gazeteciliği), Hatırat, Fatih’in İstanbul’a Girişi, Münakaşa, Dil Devrimi, Ağır Hasta (bağlı olarak Yeni Türk Şiiri), Ansiklopediler (bağlı olarak Bibliyografya, Monografi) Çanakkale’deki Kahraman, Ankara ve Tarih, Ay (bağlı olarak Sembolizm), Akşam Musikisi (bağlı olarak Aruz Vezni), Bir Tufeyli, Vecizeler, Ata Sözleri, Ahlak, Mustafa Kemal Atatürk adlı okuma parçaları ve  onlara bağlı bilgileri yazıyoruz bu deftere.

      Cılavuz’daki öğrenciliğim boyunca çok sayıda ve sağlamlıkta kavramı en çok o yıl Türkçe dersinde öğreniyorum. Öğrenmekle de kalmıyor, kavramların adı olan içleri dolu sözcüklerin duygu ve düşüncelerimi söz ve yazı ile anlatmadaki işlevlerinin bilincine de varıyorum.    

Mehmet Dündar Öğretmenimle Mülakat

      Bu yıl da seçildiğim Edebiyat ve Yayın Kolu üyesi olarak öğretmenim Mehmet Dündar’la bir mülakat yapıyor, bunu duvar gazetesinde yayımlıyorum. Bu da bana çok ayrıcalıklı bir duygu yaşatıyor. Duvar gazetemize yazı yazmaya başlıyorum.

Türkçe Ödevlerim

      “Sanat Yaratıcılıktır” başlıklı bir kompozisyon ödevi veriyor, öğretmenimiz. Yazılarımızı bir derste arkadaşlarımızdan birisiyle değişerek bu ödevlerimizi karşılıklı incelememizi; yazıda gördüğümüz olumlu ve olumsuz yanları kırmızı kalemle o kâğıda yazdıktan sonra yazıya bir de not vermemizi istiyor. Benim yazımı, benden yaşça büyük ve Türkçeyi kavrayışını kendimden çok iyi görmekte olduğum Ali Yazıcı’; onun yazısını da ben inceliyorum. Benim yazıma 4 madde eleştirisini yazıyor ve not olarak da “altı” veriyor. Sonra öğretmen, bu ödevlerimizi kendisi okuyarak değerlendiriyor. Öğretmenim, Ali’nin bana verdiği notu az buluyor ve o notun üstünü çizip “yedi” yazıyor.

“Sanat Yaratıcılıktır” Konulu Ödevim

      İkinci ödevimizin konusu, “İçinde konuşma, teşekkür etme, ricada bulunma, adi veya telefonla konuşma geçen bir olay yazısı yazınız.” Bu ödevden “sekiz” alıyorum.

Üçüncü ödevimiz ise bir roman özeti. Ahmet Haşim’in Frankfurt Seyahatnamesi adlı yapıtını özetliyorum. Öğretmenim, bu ödevimin ilk tümcesinin altını çizerek “Dokuz” veriyor, başka tek bir yanlış işaretlemediği ödevime. Çok mutlu oluyorum.

Roman Özetim

Öğretmenimiz, bunların dışında, önemsediğim iki yarışma düzenliyor. Yanan yemekhane çatımız dolayısıyla “Yangın” konulu bir yazı yarışması düzenliyor. Bu yarışta birinci olamıyorum.

İkinci yarış olarak da Yazım kurallarını doğru kullanma konulu bir yarışma düzenliyor öğretmenimiz. Bu yarışa isteyen her sınıf öğrencisi katılıyor. Yemekhanede toplanan yarışmacılara öğretmenimiz bir metin dikte ettiriyor. Bu yarışmada 100 üzerinden “86 puan” alabiliyorum. Bu yarışmada birinciliği beşinci sınıftan bir ağabeyimiz kazanıyor.

      Artık iyice belirginlik kazanan ilgi alanım yönünde kendimi ortaya koyma, varoluşumu kanıtlama isteğimin güçlenmesinde en çok etken olan ders, Türkçe oluyor. İlk iki yılda beni içe kapanık kılan duvarları yavaş yavaş yıkıyor, ben de varım, demeye başlıyorum

      Okulu bitirişimden 28 yıl sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünde çalıştığım yıllarda kendisiyle görüşmeye giderken tutturduğu Türkçe Defterimi de götürüyor ve “Bu, sizin tutturduğunuz Türkçe Defteri, Öğretmenim!” diyor ve defteri kendilerine uzatıyorum. Öğretmenim, zihnimden hiç çıkmamış olan o dikkat ve özeni ile defterimin sayfalarını tek tek çeviriyor, 28 yıl önce ilk incelemesinde güzel yazısıyla “Sekiz”; ikinci incelemesinde de “On” yazdığını gördükten sonra defterimi bana uzatıyor.

Ağaç İşleri, Duvarcılık ve Demircilik Derslerimiz

        Bu derslerin atölyeleri, çalışma alanları sınırlandırılmış olsa da enstitüler kapatılıncaya dek ayakta kalıyor. Elimizin çekiç, keser, testere, rende, küştere, planya, mala, matruka, badana fırçası tutmasını, örs üzerinde demir dövmesini, bir yere çivi çakmayı, ufak tefek de olsa bir şeyler yapmayı becermemizi sağlıyor bu dersler. Ağaç işleri derslerimizi atölyede, sertliğini sevgisi ve sevecenliği ile yumuşatan Haydar Öğretmen ile yapıyoruz. Yanlış davrananlara anında bağırıp çağırsa da çabuk yatıştırıyor öfkesini öğretmenimiz. Ben, davranışlarını olabildiğince denetleyen öğrencilerden olduğum için bir kez bile azarını işitmiyorum Haydar Öğretmenin.

      İlk derste öğretmenimiz, bizim yıl sonuna dek istediğimiz bir şeyi yapabileceğimizi ve o aracın bizim olacağını bildiriyor. Ben, elle taşınılabilen iki raflı bir kitaplık yapmaya karar veriyorum. Enini boyunu belirleyip öğretmenimin onayını aldıktan sonra atölyedeki tahtalardan, kitaplığımın iki tane yanları, üç de alt, orta ve üstü için kestiğim parçalarla işe girişiyorum. Yıl sonuna dek kitaplığımı bitiriyor ve köye giderken yanımda götürüyor, elimdeki üç beş kitabı onun rafına diziyorum. Böylece ilk kitaplığıma kavuşuyorum.

      Sonra, edindiğim kitaplar çoğalınca beşinci sınıfa geçtiğim yılın yaz tatilinde Dayımların evinin yan tarafındaki örtmenin üzerini marangoz atölyesi gibi kullanarak boyum kadar, çok raflı bir kitaplık yapıyorum. İlkokul öğretmenliğim süresince kitaplarımı bu dolabın raflarında koruyorum.

    Benim dönemimde örneğin bir yapının kapısını, penceresini, okulun büyük çaptaki onarımlarını yapma, bize yakıştırılan işler olmaktan çıkarılmış olsa da Cılavuz bana duvara bir çivi çakabilecek, gerek duyduğum resimlerin çerçevelerini yapabilecek, kırılan, bozulan bir sırayı, masayı, sandalyeyi onarabilecek kadar bir beceri kazandırıyor.

      Kulağı biraz az işiten uysal mizaçlı, karıncayı bile incitmek istemeyen Selahattin Öğretmenimizden aldığım Duvarcılık dersini de çok seviyorum. Duvarcılık atölyesinde yıl boyunca öğrendiklerimle yarım tuğla kalınlığından bir buçuk tuğla kalınlığındaki duvara dek her duvarı kusursuz yapabiliyor; bu duvarın içini dışını da istendiğinde derzlerini beyaza ya da başka bir renge boyayarak ya da sıva ve badana yaparak yükseltebiliyorum. Duvarcılık dersinde öğrendiklerimin yardımıyla öğretmenliğim süresince, oturduğum her evin badanasını gönlüme göre kendim yapıyorum.

      Bir şey daha öğreniyoruz bu derste: Tuğladan ocak yapıyoruz. Ocağın, arka ve yan duvarlarını yükseltirken ön duvarı üstünde yarım daire biçimindeki bağlantısını yapmayı da öğreniyoruz. Bu derse de Ağaç İşleri gbi severek, isteyerek gidiyorum her zaman. Öğrenciliğime bu ders de ayrı bir renk katıyor.

      Bu öğrendiklerimden yararlanarak, yedi yıllık ilkokul öğretmenliğim süresince okulumun dökülen sıvalarını, gerekli olan badanalarını da severek kendim yapıyorum ve bundan büyük bir mutluluk duyuyorum.

      Demircilik dersinin ne soğuğunu ne de sıcağını seviyorum.

      Köy Enstitüsü’ndeki üç yılımın ve ondan sonraki İlköğretmen Okulu’nda geçen yıllarımın kişiliğim ve mesleksel kimliğime katkılarını bundan sonraki bölümde topluca sunacağım.

Tabiat Bilgisi Öğretmenimizi Sevmeyen Öğrenci Yok 

      Tabiat Bilgisi öğretmenimiz Nevvare Ünsal, her öğrencisi gibi benim de çok sevdiğim öğretmenim. Nevvare Öğretmenin dersinde huzur yaşıyoruz hepimiz. Çünkü bize o, koşulsuz sevgi ve sevecenliğini duyumsatıyor. Bunun sonucu olarak dersini ilgiyle izliyor, verdiği ödevleri özenle yapıyoruz.

      Nevvare öğretmen, bizden ödev olarak büyük kartonlara dersimizle ilgili renkli birer resim yapmamızı istiyor. Bunların çıtalanıp ders aracı olarak kullanılmak üzere saklanacağını söylüyor. Ben, göğün maviliklerinde uçan iki kırlangıcı resmediyorum kartona. Bütün sınıf, büyük bir heves ve ilgiyle günlerce çalışıyoruz.

________________________

       Bir sonraki sayıda “Öncesi ve Sonrası ile Cılavuz Köy Enstitüsü Yaşantılarım-4” olarak Kars Cılavuz İlköğretmen Okulu’nda Öğretmenliğe Hazırlanışımız başlıklı bölüm yayımlanacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir