1860 yılının Ocak ayında Rusya’nın Taganrog şehrinde dünyaya gözlerini açan Anton Çehov, oyun ve kısa öykü yazarı olarak tüm edebiyat çevrelerine kendini tanıtmıştır. Rus edebiyatının en önemli edebiyatçılarından sayılan yazar, durum öykücülüğün (Çehov tarzı) kurucusu olarak bilinmektedir. Eserlerinde realizm akımının güçlü etkisi hissedilse de empresyonizm ve sembolizmden de yararlanır. Çehov’un tarzı üzerine yorum yapanların çoğu, onun yaşadığı dönemi anlatışını doktorun hastalığı teşhisine benzetir (Canlı, 2010). Moskova Sanat Tiyatrosunda Stanislavski tarafından birçok oyunu sahnelenmiştir. Dünya görüşü olarak kesin bir kalıba sokulamasa da şiddet karşıtı pasif direnişi savunmuştur. Hayatının bir döneminde (1896-1899) etkinci (aktivist) olarak karşımıza çıkan Çehov, çeşitli hak arama mücadelelerine destek vermiştir. Ayrıca eğitimini tıp alanında tamamlayan yazar daha sonraları sadece yazarlık yapmak için mesleğini bırakmıştır. Tolstoy ve Gorki ile yakın arkadaşlık ilişkileri kurduğu da bilinmektedir.
Çehov’un sanat anlayışında sürekli olayların yaşandığı, gerilimin yüksek seviyede olduğu, merak ögesinin tırmandırıldığı bir tarz bulunmamaktadır. Basitlikten yana tavır takınan yazar, hayatı olduğu gibi aktarmak istemiştir (Akın, 2017). Daha çok kahramanlarının hayatlarının bir kesitini ele almış ve işlemiştir. Duygu, tahlil ve gözlemin ön planda olduğu bu anlayışta bireylerin günlük ve sıradan olayları ele alınmıştır. Eserlerinde belirli bir plana sadık kalan Çehov “Duvarda asılı olan silah oyunun sonunda mutlaka patlamalıdır.” sözüyle bilinmektedir.
Yazarın kısa öykülerinden olan 6. Koğuş yazımızın merkezini oluşturmaktadır. İlgili eserde Doktor Andrey Yefimiç’in tayini küçük bir kasabaya çıkar. Bu hastanede başhekim göreviyle işe başlar. İlk başlarda hastanenin düzeninden rahatsız olsa da zamanla umursamamaya başlar. Keyfi bir tutum takınarak iş yerine arada sırada uğrar. Kitap okuma, bira içme gibi günlük alışkanlıklarını aksatmaz. Evine gelen posta müdürü Mihail Averyaniç ile saatlerce sohbet eder.
Başhekim Andrey Yefimiç, bir gün hastanede hastaların kaldıkları koğuşları gezerken 6. koğuşta yatan İvan Dimitriç ile tanışır. (İvan Dimitriç bir memur çocuğudur. Babasının zamansız ölümü onu kötü etkiler. Hayata güvensiz bakan biri hâline gelir. Sürekli şüphe ve korku duygularını yaşamaktadır. Bu duygularının aşırı hâle gelmesi sonucu akıl sağlığını yitirir ve akıl hastanesine kapatılır.) Aralarında sonu gelmez bir sohbet oluşur ve Andrey Yefimiç kasabadaki ileri gelen kişilerin ne kadar cahil olduklarını fark eder. Sadece İvan Dimitriç ile sohbet edince etrafındaki bürokratik/aydın/eğitimli kişiler onun delirdiğini düşünür ve onu akıl hastanesine kapatırlar. Bir gün hastane bekçisi Nikita tarafından dövülür, ardından felç geçirir ve hayata gözlerini yumar.
Elbette 6. Koğuş’u birçok açıdan incelemek mümkündür. Ben daha çok dikkatimi çeken yerlere odaklanarak birtakım öznel değerlendirmelerde bulunacağım. Bu eserde dikkatimi çeken noktalar şunlardır:
Eski bir asker olan Nikita eserin 8. sayfasında hastalara “yeri geldiğinde” şiddet uygulayan biri olarak tanıtılır. Başhekim olan Andrey Yefimiç de buna göz yummaktadır. Eserin sonunda tekrar ortaya çıkan Nikita, akıl hastası olarak hastanede yatan Andrey Yefimiç’i döver ve onun ölümüne yol açar. Günümüze baktığımızda da bu olayı birçok yerde görmemiz olasıdır. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı hâlâ etkisini sürdürmektedir. Fark etmemiz gereken nokta ise o yılanın dönüp dolaşıp bizi de sokacağı gerçeğidir. Sadece zamansal bir beklemedir bu.
Yazar, Andrey Yefimiç üzerinden Çarlık Rusya’sındaki aydınların geldiği konumu gözler önüne sermektedir. Eserin 30. sayfasında “Ne yazık derdi kafasını sallayarak. Sevgili Mihail Averyaniç, ne yazık ki kasabamızda akıllıca ve ilginç bir sohbet etmeyi seven, böyle bir sohbet sürdürebilecek tek insan yok. Bu bizim için büyük bir mahrumiyettir. Eğitimli sınıf bile boş konuşmaların üstüne çıkamıyor, sizi temin ederim ki onların gösterdiği gelişim en alt sınıfın gösterdiği gelişimden çok fazla değildir.“ cümleleri üzerinden dönemin aydınlarının yetersiz oldukları, kendilerini geliştirmedikleri anlaşılmaktadır. Nitekim bir ülkede aydınların yozlaşması büyük bunalımlara yol açmaktadır. Rusya’da 1905 devrimi ve devamındaki iç karışıklıkların ip uçlarını eserde görmekteyiz.
Eserin 52. sayfasında geçen konuşmalarda İvan Dimitriç, Andrey Yefimiç’e şöyle seslenmektedir: Asla anlaşamayacağız, hiçbir zaman görüşümü değiştiremeyeceksiniz, siz gerçeklik nedir bilmezsiniz, hiçbir zaman acı çekmediniz, sadece başkalarının acılarından bir sülük gibi beslendiniz, ben ise doğduğumdan bu ana dek acı çekiyorum, bu nedenle size açıkça söylüyorum; kendimi sizden her şekilde yetkin ve üstün görüyorum! Bu sözlerden de anlaşıldığı üzere hayat trenine binmeyip sadece onun gidişini izleyen insanlar asla hayatın, duyguların anlamını tam olarak bilemezler. Yazar hayatın içine karışıp üzerimize düşen payı almamız gerektiğinden bahsetmektedir.
Eserin 53. sayfasında Andrey Yefimiç, İvan Dmitriç’e “Bence birbirimizi düşünen ve fikir yürütme yetisine sahip insanlar olarak görüyoruz. Fikirlerimiz farklı olsa dahi bizi bir arada tutan bağ budur.“ der. Bu cümleler adeta günümüze ışık tutmaktadır. Türlü siyasal ideolojiler etrafında konumlanmış insanlar, toplumumuzun birer parçasıdır. Kendini geliştirerek bilimsel merakla donanmış, okuyup araştıran bireyler farklı görüşlerde olsa da bir arada bulunup düşüncelerini özgürce söylemelidirler. Düşünceler demokratik ortamda dile getirilmediğinde farklı yollarla bunların hayata aktarıldığını tarihimizde yaşanan üzücü olaylarda görmekteyiz.
Eserin 63. sayfasında Andrey Yefimiç posta müdürü Mihail Averyaniç ile bir dizi seyahat yaparlar. Duraklardan biri Moskova’dır. Andrey Yefimiç arkadaşının kibirli hâllerinden hoşlanmaz ve sonraki günlerde otelden çıkmayacağını söyler. Devamında “Buraya geldiği için kendisine, her geçen gün daha geveze ve samimi olan arkadaşına kızıyordu. Üstelik kafasını bir türlü ciddi ve yüce konulara veremiyordu” cümleleriyle rahatsızlığını dile getirir. Çehov burada ne kadar gerçekçi bir şekilde durumu özetlemiştir. Psikoloji bilimi açısından ele alındığında da bireyler gündelik kısır çekişmelere odaklandığında önemli konulara eğilemez ve o girdapta boğulur, ruh sağlığını yitirir. Siyaset bilimi açısından ele alındığındaysa ülkeleri anti demokratik yollarla yöneten despot liderler mankurtlaşan bireyler ortaya çıkararak onları uyuturlar. Bu bazen futbol olur, bazen fuhuş bazen alkolizm bazen de uyuşturucu…
Son olarak kitabın son sayfası olan 80. sayfada Andrey Yefimiç’in cenaze töreninden bahsedilmektedir. Törene sadece evin hizmetçisi Daryuşka ve posta müdürü Mihail Averyaniç katılmıştır. Çehov burada toplumdaki kokuşmuşluğun, vefasızlığın geldiği noktayı bizlere göstermiştir. Hayata veda eden bir kişiye en son yapılacak görevi bile yapmaktan çekinen sözde dostların varlığını gözler önüne sermiştir.
Toparlayacak olursak Çehov’un bu kısa öyküsü Doktor Andrey Yefimiç, akıl hastası İvan Dmitriç ve kasabadaki bürokrat/aydın kişiler arasındaki ilişki ağı ile oluşturulmuştur. Durum öykücülüğünün önemli bir temsilcisi olan bu eserde bireylerin yaşamlarının bir kesiti gözlem aracılığıyla yazıya aktarılmış ve en önemlisi de gerçeklik kavramından hiç kopulmaması olmuştur. Eserde olağanüstü diye nitelendirilecek tek bir durumun olmayışı ve buna rağmen sürükleyici bir anlatımın olması Çehov’un edebi gücünü göstermektedir. Bunun yanı sıra kişilerin psikolojik ve toplumun sosyolojik durumlarının tespit edilmesi de son derece etkili bir biçimde yapılmıştır.
KAYNAKÇA
Akın, E. (2017). Nuri Bilge Ceylan sinemasında Anton Çehov’un karakterlerinin izi [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi]. Akdeniz Üniversitesi.
Canlı, S. (2010). Anton Çehov’un tarzı [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi]. Bahçeşehir Üniversitesi.
Çehov, A. (2020). 6. Koğuş. Parodi Yayınları.