Sömürgeciliğin Türklüğü Anadolu’dan Silme Suikastı

Sayı 78 Nisan 2023

ÇANAKKALE ZAFERİ: SÖMÜRGECİLİĞİN TÜRKLÜĞÜ ANADOLUDAN SİLME SUİKASTININ ÇÖKERTİLİŞİ

Prof. Dr. Özer Ozankaya

ADD Kurucu Üyesi, 4. Gnl. Bşk.

18 Mart 1915’te sömürgeci İngiltere, Anadolu’yu Türkün yurdu olmaktan çıkarma suikastının ilk girişimi olmak üzere savaş gemileriyle Boğazları geçme denemesi çökertilince, bütün sömürgelerinden topladığı askerlerle karadan saldırmaya geçmişti.

Bu karadan saldırı da, genç bir subay olarak ilk görev yeri Gelibolu’nun topografyasını karış karış ve Homeros’un İlyada’sını ve Odissea’sını dikkatle okuyarak incelemiş bulunan Mustafa Kemal’in bu kez Yarbay olarak asıl saldırının nereden geleceğini kestirme dehasıyla Conkbayırı’nda çökertilmişti.

O kutsal günü, ateş hattının en önünde,

“Ben size düşmana saldırmanızı emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum. BİZ ölünceye dek geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilir!” diyerek askerlerine dünya savaş tarihinin en anlamlı komutunu vermiş olan Mustafa Kemal’in kaleminden okuyoruz:

“Tanyeri ağarmak üzereydi. Çadırımın önüne çıktım. Gecenin karanlığı kalkmıştı. Artık saldırma anıydı… Hemen ileri koştum. Çok çabuk ve kısa bir teftiş yaptım. Önlerinden geçtiğim askerlere yüksek sesle selam verdim ve dedim ki:

“Askerler! Karşımızdaki düşmanı yeneceğimize hiç kuşku yoktur. Ama siz acele etmeyin. Önce ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız!

“Ondan sonra saldırı çizgisinin önünde bir yere dek gittim ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak saldırı işaretini verdim.

… Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde subaylarımız, kırbacım aşağı iner inmez, çelikten bir yığın gibi arslanca ileri atıldılar. Biraz sonra düşman siperleri içinde “Allah, Allah”tan başka ses duyulmaz oldu. Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı. Boğaz boğaza, kahramanca savaş sonunda, ilk çizgide bulunan düşman tümüyle yok edildi. Dört saat boğuşmadan sonra 23. ve 24. alaylarımız Conkbayırı’nı düşmandan temizlediler ve 28. alay da Şahinsırt’ın en yüksek yerini geri aldıktan sonra önüne rastlayan düşman birliklerini yendi ve bozdu.

Conkbayırı tepesi elimize geçtikten sonra, düşman karadan ve denizden yönelttiği hızlı ve yoğun topçu ateşi ile Conkbayırı’nı cehenneme çevirmişti. Gökten şarapnel, demir parçaları yağıyordu. Büyük çaplı deniz toplarının tam vuruşlu taneleri yerin içine girdikten sonra patlıyor, yanımızda büyük çukurlar açıyordu. Bütün Conkbayırı dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes tevekkülle sonunu bekliyordu. Çevremiz şehitler ve yaralılarla doldu. Olan bitenleri seyrederken bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimdeki saati parça parça etti.”

Conkbayırında bozguna uğrayan İngiliz kuvvetleri komutanı General Hamilton hükümetine şu açıklamayı yaptı:

“Türkler, bizi Conkbayırından atmak gerektiğini anladılar ve öyle yaptılar!”

Mustafa Kemal, düşmanın çekileceğinden kuşkusu kalmadığı için, bir saldırı ile hepsini denize dökmeği önerdiyse de üstlerine anlatamadı. Yok edilmeyen bu düşman güçleri, daha sonra Mısır’da, Aden’de, Filistin’de, Suriye ve Irak’ta Türk’e saldırma olanağı buldu…

Bugün, ulusal bağımsızlığın olmazsa olmazı ulusal egemenlik, yani Cumhuriyet düzenimizi çökertmeğe çalışan gericiler, Çanakkale Zaferi’nin yıldönümlerinde Mustafa Kemal’in adını anmamakla hem ulusal bağımsızlığı ve onun olmazsa olmazı ulusal egemenlik düzenini umursamadıklarının anlaşılmadığını sanacak ölçüde böndürler; hem de Çanakkale’yi geçememiş olmanın kinini unutmayan o sömürgecilerden ve toplumumuzun özgürlük ve bağımsızlık bilincinden yoksun kesimlerinden aldıkları destekle konumlarını sürdürebileceklerini umacak ölçüde bilinçsizdirler.

Türk ulusunun binlerce yıllık yurdu Anadolu ve Trakya’da yok edilme suikastının çökertildiği Çanakkale Zaferinin 108. yıldönümünde, bu büyük Zaferi sağlayan deha Mustafa Kemal’i, tüm silah arkadaşları ve askerlerini en derin sevgi ve saygılarla, rahmetle, sarsılmaz bağlılık duygularımızla anıyor, ululuyoruz.

TÜRKİYEMİZİN HEM DOĞAL, HEM DE TOPLUMSAL YIKICI DEPREMLERE “MAHKÛM” EDİLMESİNİN ASIL ETKENİ VE BU DURUMDAN KURTULUŞUNUN TEK YOLU!

Atatürk’ün yokluğunda, Türkiye Cumhuriyeti’nde, ne yazık ki,,. “Anglo-Amerikan sömürgeciliğine boyun eğen mandacılar hortladılar ve 1946’dan başlayıp 1950’den sonra pupa-yelken, Atatürk’ün görkemli TAM BAĞIMSIZLIK HEDEFİ’nin zorunlu gerekleri olarak başlatmış olduğu sanayileşmeyi de, demiryolu ulaşımını da, köy- ve teknik-sanat enstitülerinin tüm yurttaşları sanayi toplumunun gerektirdiği bilgi ve sanatla donatmayı amaçlayan eğitimi de engellediler.

Doğal afetlerin yurdumuzda bunca ağır yıkımlara yol açabilmesi de bu ihanet boyutlu ekonomi ve eğitim yıkımlarının sonucudur: ülkemizin topyekûn kalkınması engellenince, eğitimsiz ve mesleksiz kitleler İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Ankara… ’da, depreme de dayanıksız, düzensiz ve sağlıksız yerleşim yerlerinde birikti. Tam bir geri-bıraktırılma durumu!

Bu saptırıcı politikaların sonucu olarak, örneğin yalnız İstanbul’da, hem de DEPREM BÖLGESİ olmasına karşın, toplam nüfusumuzun % 25’i, toplam EĞİTİM-VE-MESLEK SAHİBİ NÜFUSUMUZUN ise bundan daha da çoğu toplandı.

Kaçınılmaz olduğu söylenen olası İstanbul ve çevresi depreminin yıkıcı sonuçlarının, inşaatların da bunca denetimsiz ve plansız yapıldığı düşünülürse, ne korkunç boyutlarda olacağını bir tasarlayalım!!!

KURTULUŞ YOLU:

Kendi “bayağı” siyasetçilerimizin yol açtığı bu “derbederlik” durumundan, yani kaçınılmazlığı bilimsel olarak saptanmış doğal-âfet depremler karşısında elleri-kolları bağlanmış bu utanç verici durumdan da, çoğu ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’da barındırılan ortaçağ artığı tarikatların boyunduruğundan da kurtuluşun tek yolu vardır: “Gelişme” dediğimiz etkinliklerin tüm yurt yüzeyine dengeli ve bilgili biçimde yayılması ve bunun için de, “sanayileşme, demiryoluna dayalı insan ve yük taşımacılığı ve de sanayi toplumunun gerektirdiği bilgilerle sanat-ve-becerileri kazandıran eğitim” üçlüsü!

Başka deyişle, ATATÜRK CUMHURİYETİNİN KAPİTALİZMİ DE, SOSYALİZMİ DE DEMOKRASİNİN EN TEMEL GEREKLERİ AÇISINDAN AŞTIĞI BİLİMSEL OLARAK KANITLANMIŞ OLAN EKONOMİ VE EĞİTİM DÜZENİ İLKELERİNE DÖNÜŞ!

Bunu yapabilmek ise, en başta ABD-İngiliz sömürgeciliği olmak üzere dış engelleri ve bunların içimizdeki özellikle siyaseti ve kamu-oyunu etkileyici ajanlarının türlü baltalamalarını aşmayı gerektirir.

Bir kez daha vurgulayayım: Demokrasimizi de sağlam temellere kavuşturacak ve ulusal bağımsızlıkçı toplumsal-ekonomik politikayı da sağlayacak olan, deprem ve benzeri doğal yıkımlara da en etkin biçimde gem vurabilecek olan, bu TAM BAĞIMSIZLIKÇI Atatürkçü politikalardır; başka hiçbir şey değil!

YOBAZLIK, DEPREMDE BİLE AYRIMCILIK YAPAN İNSANLIK, ULUS VE YURT DÜŞMANLIĞIDIR!

Yobazlığın insanlık düşmanlığı olduğu, deprem yıkımına uğrayanlara yardımda parti ayrımı, inanç ayrımı yapacak düzeye düşen siyasetçilerin ve kullandıkları insanların saldırgan söylem ve eylemlerinde somutlaşıyor!

Oysa Cumhuriyetimizi kuran sevgili Atatürk, insanları bu hastalıklı ruh ve düşünce durumuna düşmekten sakınmanın temel bir yolunun da ‘demokratik duygu ve düşünce eğitimi’ olduğunu özenle belirtiyor ve bu eğitimin bir temel aracı olmak üzere de, okuyanın özgürce irdeleyebilmesi için kendi adıyla değil, Afet İnan’ın adıyla yayınlatma özenini de gösterdiği kitabını yazıyor: Yurttaş İçin Medeni Bilgiler!

1939’a değin orta öğretim kurumlarında ders kitabı olarak okutulan, ondan sonra ders kitabı olmaktan çıkarılan (!) bu kitapta Atatürk, hoşgörü konusuna da özel bir bölüm ayırmıştı. Bu bölümde vurguladığı noktaların bir bölümü şunlardı:

“… Aramızda özgürlük engelleyicilerin kalktığına, bizim gibi düşünen ve duyan insanlarla yaşadığımıza inanmak güçtür. … Kuşkusuz düşüncelerin, inanışların başka başka olmasından yakınmamak gerekir. Çünkü bütün düşünce ve inançlar bir noktada birleşecek olursa, bu, hareketsizlik belirtisidir, ölüm işaretidir… Bunun içindir ki gerçek özgürlükseverler hoşgörünün genel bir huy olmasını dilerler. Ama, hatta iyi niyetli bile olsa, bağnazlık yanlışlarına karşı dikkatli olmaktan vazgeçemiyorlar. … İşte bu nedenledir ki, aldırmazlığı ilgisizlik ölçüsüne götürmemek gerekir.

“Gerçi özgür olmak herkesin hakkıdır ve bunun için gerçek özgürlükçüler, özgürlükçü olmayanlara karşı da geniş davranılmasını isterler. Ama bunların hiçbir zaman elleri, ayakları bağlı olarak, kurbanlık koyun durumuna râzı olacakları hiç kabul olunmamalıdır.

“Unutulmamalıdır ki kimi insanlar geleceği geçmişin arasından görmekte diretirler. Bunlar, ilgimizi kestiğimiz geleneklere bağlılığın kesinlikle yeniden sağlanmasını isterler. Bu gibi insanlar, kendi inandıkları gibi inanmayan kimseleri istedikleri gibi ezemezlerse, kendilerini cenderedeymiş gibi duyarlar.

“Herhalde hoşgörünün istenildiği gibi yaygınlaşması, düşünce eğitiminin yüksek olmasına bağlıdır.”

Cumhuriyetin özgürlük ortamından yararlanıp iktidar konumuna gelen bağnazların, cumhuriyeti nasıl yıkmaya çalıştıkları görüldükçe, Atatürk’ün “bağnazlığa karşı hoşgörüyü ilgisizlik ölçüsüne vardırmamak gerektiği” uyarısının değeri anlaşılmıştır, anlaşılmaktadır.

Bknz.: Mustafa Kemal Atatürk, Yurttaş İçin Medeni Bilgiler (Atatürk’ün Demokrasi Desleri), Özleştiren: Özer Ozankaya, ADD Yay.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir