Anneannemin ve dedemin anısına…
Güzel bir Rum evinde yaşardı anneannemle dedem… İki katlı bu taş ve ahşap bina, tahta kapı, döşeme ve kepenkleriyle, hamamdaki kurnası, mutfağında davlumbazı, tahta rafları, duvardaki süslemeleriyle kendine has bir yaşamı sunardı bizlere. “Çocukluğumun en mutlu anlarını bu evde yaşadım” diyebilirim. Tarih kokardı her kare, nefes alırdı buram buram. Kocaman bir bahçesi vardı evin. Bahçede bir kuyu, etrafında mandalina, nar, portakal ve zeytin ağaçları… Bahçeye açılan iki oda ve bir kömürlük. Odalardan birinde evin yaşlıları gün boyu oturur misafirlerini kabul ederlerdi. Mangalda kahve pişiren ninem hep gözümün önünde. “Mari bi kahve iç, öyle git!” Bir başka olurdu ateşte pişen kahvenin tadı. Kahve acı, sohbet Osmanlı kıvamında…
Hoş insanlardı anneannem ve dedem… Hayatım boyunca birbirine bu kadar düşkün, bu kadar sevgili, saygılı iki insan daha görmedim, böyle evlilik duymadım. Eski aşklardandı onlarınki… Yıllarla eskimiş evliliklerinde bile kıskanırlardı birbirlerini. Aldatmak? O da ne? Yalan mı? Yoktu böyle şeyler. Tüm dertleri sahip oldukları dört çocukları ve bendim. Bana çok baktıkları için ayırmazlardı evlatlarından. Yani evin beşinci çocuğu ben… Annem, babam da çok değerlidir benim için ama bilirler, anneannem ve dedemin yeri apayrıdır. Hani insanlar olgun yaşta çocuk sahibi olurlar da, daha bir özenerek bakar büyütürler ya, pamuklara sara sara, işte ben bunu yaşadım onlarda. Çok sevmeme rağmen, korkup çekindiğim tek insan anneannemdi. Ödüm kopardı, onu kıracağım diye… Nasıl becermişti bunu bilmem ama saygı, sevgi ve çekinme duygularını bütün halinde vermek epey maharet ister sanırım.
Bu evde kutlanan bayramlar başkaydı. Başkaydı anneannem ve dedemle günler. Kocaman ailenin buluşma noktası bu evdi. Eş, dost, akraba bu evde toplanır, bayram en güzel şekliyle yaşanır ve yaşatılırdı. Kurban Bayramları ayrı hoşluktu. Bahçede kurban kesilir, etle uğraşmayı çok sevdiğimizden, doğrama ve kavurmalık hazırlama işi en küçük dayımla bana verilirdi. Ya o mis gibi kızarmış sura? Surasız bayram olmazdı, irili ufaklı her hanede yerini bulan sura gelenekselleşmişti. Şimdilerdeyse tat yok gibi… Sevgi vardı o yemeklerde, sıcaklık vardı, kalabalık vardı, bütünlük vardı, içtenlik vardı… Belki yemek aynı yemek, sura da aynı, kavurma da… Benim değişen, eksik kalan, yalnız olan…
Düşünüyorum da bugün, iyi ki yaşanmış ve tadılmış bu güzellikler. Artık istesek de ne o ev var, ne de yaşayanları… Öyle bir gidişti ki onlarınki, bıktırmadan, usandırmadan, aman dedirtmeden, özletircesine ve acıyı hissettirerek yürekte. Hala özlüyorsam anneannemi ve dedemi, düşünmek gerek “Neden?” diye. Bu nasıl sevgidir ki, bu nasıl veriştir ki hala eksik bir yanım ve biliyorum ki asla dolmayacak yerleri. Anneannem ve dedemi üç yıl arayla kaybettik. Tam bir şok yaşamıştım anneannemin ölümüyle. Alışmaya alışırken yokluğuna, dedem gitti peşi sıra…
Her ikisini de sevgi ve saygıyla anıyorum ve sonsuz kere teşekkür ediyorum. Borçluyum ama huzurluyum! İyi ki iki günlük tatil için bile olsa, sırf onları görmek ve mutlu etmek için bin beş yüz kilometrelik mesafeyi kat etmişim, iyi ki “Sizleri çok seviyorum.” demişim, iyi ki her fırsatta sarılmışım… Ve iyi ki, ölmeden birkaç saat önce telefonla anneanneme ulaşıp, “Hakkını helal et!” diyebilmişim. Çok sevdiğiniz biriyle, öleceğini az buçuk hissederek, içiniz yana yana konuşmak nasıl bir duygudur? Anlatamam, yaşanır! Anlatmaya kalksam sözcükler susar, yetersiz kalır. Güçsüzlüğümü, çaresizliğimi, beceriksizliğimi bu denli hissetmedim hiç… Mardin’deyim o sıra. Kalenin üzerime doğru geldiğini bilirim. “Denizim” diye sevdiğim, baktıkça huzur bulduğum, işte sonsuzluk diye adlandırdığım Mezopotamya’nın beni yalayıp yuttuğunu bilirim. Hayat ve biz, karşı gelemiyoruz kadere belli. Ne kadar inat etsek de, başarırız diye kandırsak da kendimizi pembe hülyalarla, mücadele etsek de, dik durmaya çabalasak da, her şey bir yere kadar… Düşen, kalkan, savaşan, çalışan, çabalayan biz, bir yerden sonra yenik biz…
Eğer sizlerin de böyle canları varsa halen hayatta, kıymetlerini bilin ve sarılın doyasıya… Zaman geçiyor, kaçırmadan bir şeyleri, farkına varın ve tadını çıkarın. Beraberlik için önünüze çıkan her fırsatı değerlendirin, değecek insanları kaybetmeden… Olmaz mı?
22Aralık 2007