Prof. Dr. Bayram Nazır[1]
1849’a Kadar Lajos Kossuth
Lajos Kossuth, 19 Eylül 1802’de soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Hukuk öğrenimi gördü ve bir süre avukatlık yaptı. Devlet hizmetine girmek için yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine babasının yanında çalışmaya başladı. 1832’de Pozsony’deki (bugünkü Bratislava) ulusal meclise (Diet) seçilen Pal Vecsey’in bu göreve gitmemesi üzerine yerine Kossuth gönderildi. Fakat Kossuth, mecliste temsil ettiği kişinin yerine söz alma hakkına sahip değildi. Yine de, bu meclisin coşkulu ortamı, Kossuth’un siyasal ve toplumsal görüşlerinin biçimlenmesinde belirleyici bir rol oynadı. Kossuth, parlamentonun ilk gününden itibaren bölgesel ve ulusal oturumlara katıldı. Oturumlarda olup bitenleri dikkatle not etti.
Kossuth, dönemin liberal uygulamalarının Macaristan’da da yaşama geçirilmesini ve her türlü adaletsizliğe son verilmesini istiyordu. Kossuth için özgürlük her şeyden önce ulusal özgürlük anlamına geliyordu. Bu yüzden öncelik siyasal mücadeleye verilmeliydi.
Kossuth, tutanakları yayımlanmayan meclis oturumları üzerine mektuplar yazarak sesini duyurmaya çalıştı. Bu mektuplar, çoğaltılarak Macaristan’ın her bir köşesine ulaştırıldı ve çok sayıda kişi tarafından ilgiyle okundu. Fakat 1836’da meclisin dağılması üzerine Kossuth, dokunulmazlık hakkını kaybetti ve yazılarında dile getirdiği görüşler yüzünden 5 Mayıs 1837’de tutuklandı. Kossuth’un tutuklanması şaşkınlık uyandırdı ve hükümete karşı bir dizi sert protestolar yapıldı. 18 ay tutukluluk döneminin ardından yıkıcılık suçundan 4 yıl hapis cezasına çaptırıldı. Kossuth, hapisteyken vaktini sadece savunmasına harcamakla geçirmedi. Hapsedilir edilmez annesinden kitaplar istedi ve dış dünya ile bağlantısını kesmedi. Yabancı dil bilgisini geliştirdi ve Almancadan kitaplar çevirmeye başladı.
1840’ta ilan edilen afla serbest bırakıldığında, halkın kahraman gözüyle baktığı bir kişi durumuna geldi. Kendisine Pesti Hirlap gazetesinin yayın yönetmenliğini teklif eden Lajos Landerer’e “gazetenin redaksiyonu görevini bana verdiğin takdirde Pesti Hiralp gazetesinin hiçbir zaman çıkmayacağından endişe duymuyor musun? diye sordu. Fakat Landerer, Kossuth’u teskin etti. Gazetede yayımlanan etkileyici makaleleri kendisine çok sayıda yandaş kazandırdı. Kossuth pek çok yazısında reform fikirlerini halk arasında yayarak, var olan feodal durumun devam etmeyeceğini vurguluyordu. Gazetenin baskısı başlangıçta 60 iken sonra 5000’e kadar yükseldi. O dönemde Habsburg monarşisinde çıkan tirajı en yüksek gazeteydi. Fakat onun yazılarının kitlelere ulaşması bazı çevrelerde tedirginlik yarattı. Kossuth’un yazıları sansürcüleri de uğraştırıyordu. Onun yazılarının sansür edilebilir gibi olmadığı, zira ya hepsini silmek ya da hepsine izin vermek gerektiği Viyana’ya rapor edildi. Onun yazılarına daha fazla tahammül edilemeyince 1844’te gazetenin sahibi tarafından görevinden uzaklaştırıldı.
1847’de Peşt eyaleti tarafından toplanacak mecliste eyaleti temsil etmekle görevlendirildi. Meclisin toplanmasından sonra ulusal muhalefetin önderliğini üstlendi. Şubat 1848’de Paris’ten ihtilal haberleri geldiğinde, bu ortamın yarattığı koşullardan faydalanarak harekete geçen Kossuth 3 Mart 1848’de mecliste son derece etkileyici bir konuşma yaptı. Ardından reform yanlılarının programını temel alarak İmparatora sunmak üzere hazırladığı bildiriyi meclise onaylattı ve devrimin yarattığı kargaşa ortamından da faydalanarak Viyana hükümetine bu bildiriyi kabul ettirdi.
Bildirinin onaylanmasından sonra Başbakan Kont Batthyany tarafından maliye bakanlığına getirildi. Kossuth, Macar birliklerinin İtalya’ya gönderilmesini Viyana’nın kabul etmeyeceği siyasi koşullara bağlaması, Viyana ile siyasi ilişkileri kopma noktasına getirdi. Aynı zamanda Sırp ve Hırvat tehdidine karşı ulusal bir ordu kurulması çağrısında bulundu. Hırvat birliklerinin Eylül 1848’de Macaristan’ı işgal etmeleri onun bu düşüncesinin yersiz olmadığını ortaya koydu. İşgalden sonra Battyany görevinden çekildi ve Kossuth geçici hükümetin başına getirildi. Macar birlikleri kısa sürede işgal ordularını ülkeden çıkarmayı başardı. Avusturya İmparatoru I. Ferdinand’ın aralık ayında yeğeni Franz Joseph lehine tahtan çekilmesi ardından yapılan anayasal değişikliklerle, 1848 İhtilali sırasında Macaristan’ın elde ettiği haklara son verildi. Kossuth hükümetinin buna yanıtı ise 14 Nisan 1849’da Macaristan’ın bağımsızlığını ilan etmek oldu.
Macarlar, başlangıçta Avusturya’ya karşı başarılı bir şekilde savaşmışlarsa da, Rus ordularının Avusturya’nın yardım çağrısını kabul ederek Macar topraklarına girmesi ile savaşın seyri değişmeye başlamıştır.
Kossuth’un Osmanlı Devleti’ne İlticası
Kossuth, özellikle Temaşvar yenilgisinden sonra Macar özgürlük savaşının tamamen kaybedildiği sonucunu çıkardı ve 11 Ağustos’ta, devlet başkanlığı görevini Görgei’ye devrettikten sonra Arad’ı gizlice terk etmeğe karar verdi. Eşiyle vedalaştıktan sonra, emir subayı Sandor Asboth’un refakatinde Arad’dan yola çıktı ve Lugos’a vardı. Lugos’a vardığında sokaklar mülteci kaynıyordu ve Kossuth, bunların bir kısmını şahsen tanıyordu.
Kossuth, 14 Ağustos’ta Lugos’tan ayrılarak Orsova’ya geldi. Buradan, kendisi ve yanındakiler için sığınma talebini içeren bir mektubu Sultan Abdülmecid’e gönderdi. Sultan da verdiği cevapta mültecilerin kendisinin misafiri olduklarını, saçlarının bir teline zarar gelmektense tebaasından 50.000 kişinin kurban edilmesini yeğleyeceği cevabını vermişti. Fakat Kossuth, Avusturya askerleri tarafından takip edildiğinden Sultan’ın cevabı kendisine ulaşmadan 19 Ağustos 1849’da Osmanlı Devleti’ne iltica etti.
Sınırı geçerken tanınmamak amacıyla ne kadar gayret göstermişse de bunda başarılı olamadı. Hatta sakalını tamamen kestirmiş, bıyıklarını kısaltmış ve öndeki açıklığı kapatmak için öne doğru taradığı saçlarını kendisini kel gösterecek şekilde arkaya taramıştı. Fakat buna rağmen Kossuth, kamufle olmayı başaramadı. Tanınmamak için her yolu denemesine rağmen Severin’deki görevliler tarafından, kendi deyimiyle “Dostluk güvencesi veren bir yığın sözlerle” karşılandı.
Kossuth’un Macaristan Topraklarını Terk Ederken Yaptığı Konuşma
Her insana anavatanını kaybettiği andan itibaren suların şırıltısı ve rüzgârın uğultusu yabancıdır. İnsanlar, kaderin kendilerine ön gördüğü birçok olumsuzluğa katlanabilirler, hatta yaşanan talihsizliklere dost bile olabilirler, fakat vatansızlığın verdiği acılara asla dayanamazlar. Kossuth belki de bu düşüncelerle Macaristan topraklarından ayrılmadan önce yere diz çöküp yerleri kucaklamak istercesine kollarını açtı, halkının kanıyla sulanmış toprakları öptü ve bütün kaderlerin belirleyicisine sessizce bir dua gönderdi. Yaşlı gözlerle etrafındakilere bakındı ve son bir nefes çekerek, vatanına şu sözlerle veda etti:
“Tanrı seninle olsun sevgili vatanım! Tanrı seninle olsun Macarların anavatanı! Tanrı seninle olsun acılar ülkesi! Artık dağlarının tepesine bakamayacağım; annemden özgürlüğün ve adaletin sütünü emdiğim anavatanım diyemeyeceğim artık…!
Senin mutluluğun için çalışırken, senden ayrılmak zorunda kaldığım için beni affet. Şu anda senin sadık oğullarınla birlikte diz çöktüğüm bu küçük alandan başka hiçbir yerini özgür diye nitelendiremediğim için beni affet. Bakışım senin üzerine düşüyor ey zavallı vatanım! Seni acılar içinde kıvranıyor görüyorum. Geleceğe bakıyorum, senin geleceğinde acıdan başka hiçbir şey yok. Ovaların kırmızı kanlarla sulandı. Bu kırmızı kanlar, yapılan tahribatla oğullarının kutsal topraklarına göz diken düşmanlarına karşı kazandıkları sayısız zaferlerin yasını tutarcasına simsiyah olacak.
Kaç minnettar kalp dualarını her şeye kadir Tanrı’nın kapılarına gönderdi. Cehennemi bile insafa getiren ne kadar gözyaşı döküldü uğruna. Macarların vatan sevgisine ve uğrunda ölebilecek olduklarını gösterecek kaç kan gölü aktı. Buna rağmen sevgili vatanım köle oldun…!
Aman Tanrım! Sana yalvarıyorum. Eğer birçok tehlike altında başarı kazandırdığın halkını seviyorsan onu ezdirme.
Gör sevgili vatanım, oğlunun çaresizlik içinde sınırdan sana nasıl seslendiğini!
Zaman hızla akıp gitti. Kader, senin tarihin üzerine sarı siyah harflerle senin ölümünü yazdı ve üzerine mühür basması için kuzeydeki belayı çağırdı. Fakat güneyin kızıllaşan sabah güneşi bu mührü bozacaktır.
Gör sevgili vatanım, uğruna bu kadar kanlar dökülen senin için çocuklarının kemiklerinden oluşan tepelerde zulüm çiçekleri açarken kimse üzülmüyor.
Bak sevgili vatanım! Meyvelerinle beslediğin nankörün tepeden tırnağa kadar seni mahvetmek için sana karşı nasıl durduğunu gör. Fakat sen asil ulusum, bütün bunlara, ümidini kaybetmediğinden katlandın ve kaderine küsmedin.
Macarlar gözlerinizi benden ayırmayın. Çünkü şu an dahi, göz yaşlarım sizin için akıyor ve üzerinde çömeldiğim bu toprak hala sizin adınızı taşıyor.
Düştün, ulusların en sadığı kendi tokatının altında kaldın. Senin mezarını kazan düşmanların ve sana karşı sürülen halkların topları değil; onlar, senin vatan aşkınla geri püskürtüldüler. Seni silah bırakmaya zorlayan Karpatlardan sızan Moskoflar değildir. Ey sadık vatanım sen satıldın. Senin idam kararın, vatan sevgisinden şüphelendiğim biri tarafından verildi. Düşüncelerimin en sakin olduğu zamanda bile onun vatan haini olacağından şüphelenmektense Tanrı’nın varlığından şüphelenirdim. Sen, bir iki gün önce vatanı kanının son damlasına kadar koruyacağı sözü üzerine yönetimi kendisine teslim ettiğim kişi tarafından ihanete uğradın. Ona altının rengi, uğruna dökülen kanların renginden daha cazip geldiği için bir vatan haini oldu. Şeytanla işbirliği yaptığında altın, onun gözünde onu terkeden vatanının tanrısından daha değerliydi.
Macarlar! Benim sadık vatandaşlarım! Bu insana yerimi bırakmak zorunda kaldığım için beni muhakeme etmeğin. Halk ona güvendi, ordu onu sevdi ve de o da o zamana kadar sadakatini ispatladığı için bunu yapmak zorundaydım! Yine de bu insan, ulusun güvenini kötüye kullandı ve ordunun sevgisini küçümsedi.
Seni, uğruna sadakatle savaştığın özgürlüğü sevdiğim gibi seviyorum. Ey Avrupa’nın en sadık halkı! Özgürlüğün ilâhı seni hiç unutmayarak Tanrı seni her zaman yüceltsin. Benim temel aldığım düşünceler Willhelm Tell’in yaptıkları değil, Washington’un fikirleriydi. Ben sadece Tanrı’nın insanları hür yarattığı gibi bir ulus istiyorum.Gelecek bahara güzel çiçekler açacak bir zambak gibi öldün. Kış geldiği için sen ölüsün. Fakat bu kış Sibirya’nın soğuk havası altında ezilen asil kader arkadaşınınki gibi çok uzun sürmeyecek. Hayır, on beş ulus senin mezârını kazdı fakat on altıncısından binleri seni kurtarmak için gelecek.
Şimdiye kadar olduğun gibi sadık kal, İncil’in kutsal sözlerine bağlan, kurtulman için dua et ve dağların kurtarıcılarının top sesleriyle çınladığında millî marşını söyle.
Tanrı sizinle olsun sadık vatandaşlarım! Tanrı ve bağımsızlık melekleri sizinle olsun! Kendinizle gurur duyabilirsiniz çünkü Avrupa’nın aslanı ihtilalcileri yenmek üzere ayağa kalktı. Bütün uygar dünya size kahramanlar olarak hayranlık duydu ve bu kahraman halkın meselesi özgür ülkelerin en özgürü tarafından desteklenecektir.
Bu kadar kahramanın kanıyla sulanan kutsal toprak Tanrı seninle olsun. Bu kutsal kan lekelerini halkının sana sevgiyle yardıma koşacağının bir delili olarak sakla.
Tanrı seninle olsun Macarların genç kralı unutma ki milletim seni seçmedi. Ümit ediyorum ki bu sözün tasdik edildiğini göreceğiniz gün gelecek. Buda harabeleri üzerinde olsa bile.
Her şeye kadir olanın kutsaması sizin üzerinize olsun benim asil milletim. İnan! Ümit et!
Kossuth ve arkadaşları 20 Ağustos’ta Severin’den Vidin’e doğru hareket etti ve 23 Ağustos’ta Vidin’e vardı. Kendisine tahsis edilen konağa yerleştikten sonra Kossuth, ilk iş olarak şehrin Valisi Ziya Paşa’yı ziyaret etti. Bu ziyarette Paşa’dan İstanbul’a gitmesi için izin istedi. Ancak Paşa, İstanbul’dan bu hususta kendisine bir talimat gelmediğini, bu sebeple buradan daha ileriye yolculuk yapabilmesi için izin veremeyeceğini söyledi.
Kossuth, Paşa’yı ziyaretinden hemen sonra Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’ya bir mektup gönderdi. Mektupta, Macar özgürlük savaşının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra aralarında kendisinin de bulunduğu insanların şansız bir şekilde ülkelerinden ayrılmak zorunda kaldıklarını yazmıştı.
Kossuth, Osmanlı Devleti’ne ilticasını Reşid Paşa’ya şu cümlelerle anlatıyordu: “Padişah Hazretlerinin asâleti ve zât-ı âlînizin yüce duyguları ve bilgeliğiyle yönetilen hükümetinizin cömert politikası sayesinde, mutsuzluğun acılarını hafifleten bir güvenin telkin edildiği ülke olan Türkiye’ye sığınmış bulunmaktayım”. Kossuth, ayrıca Osmanlı Devleti’nin mültecilere gösterdiği nazik ve kibar davranışından ötürü Mustafa Reşid Paşa’ya ve onun şahsında tüm hükümet üyelerine minnettarlığını sunmuştu
Kossuth, Vidin’de birçok mülteci tarafından ziyaret ediliyordu. Fakat o, bu ziyaretlerin azına karşılık veriyordu. Onun ziyarette bulunduğu kişilerin başında Vidin Valisi Ziya Paşa geliyordu. Kossuth’un kaldığı konakta korumasını “Halil” adında birisi yapıyordu. Halil, aynı zamanda Kossuth’un en sadık arkadaşlarından birisiydi.
Bu arada, Vidin kampında Kossuth’u üzen hadiseler de yaşanıyordu. Aslında, Vidin’de bu tür hadiselerin yaşanacağını hiç kimse tahmin edemezdi. Kossuth’la alakalı birçok asılsız iddia ortaya atılmıştı ve bu iddialar korkunçtu. Öyle ki, mülteciler, bu iddialara inanacak olsalar Kossuth’un işi gerçekten zorlaşacaktı. Söylentilere göre Kossuth, Vidin’e gelirken, yolda Erdel köylerinin birinde, Dembinski’nin eşiyle aynı odayı paylaşmak zorunda kalmıştı. Bu vesile ile Madam Dembinski, değer verdiği Kossuth ile daha yakından tanışma fırsatı bulmuştu. Bu tanışmadan sonra da ona daha saygılı ve sevecen davranmaya başlamıştı. Hatta, Vidin’de bir komşu olarak eşi ile birlikte Kossuth’u sürekli ziyaret ettiğinden ve hasta iken kendisine bakıp yemek gönderdiğinden dolayı, kısa bir süre sonra, bu tanışıklıktan derin bir arkadaşlık ortaya çıkmıştı. Kossuth’a düşman olan gazetelerin muhabirlerinden bazıları, Kossuth’u dünya karşısında gülünç duruma düşürmek amacıyla, bu arkadaşlığı bir aşk olarak tanıttılar. İş o kadar ciddi bir boyuta ulaşmıştı ki, Kossuth taraftarı gazeteciler de bunun bir dedikodu olduğunu yazmak zorunda kaldılar. Hatta, 10 Kasım 1849 tarihli “Ost Deutschen Post” gazetesinin İstanbul muhabirine göre, bu dedikoduların amacı, Kossuth ile eşinin arasını açmak, Bayan Kossuth’u ortaya çıkarmak ve teslim olmasını sağlamaktı. Muhabir, Kossuth’u zor duruma sokan dedikodulara karşı bir savunma yazısı yazma gereği de hissetti. Gazetelerdeki bu polemikler uzun süre devam etti. Ancak, bu iddia ve söylentiler 1850 yılının başlarında Bayan Kossuth’un, Şumnu’ya eşinin yanına gelmesiyle sona erdi.
Kossuth kendisini mültecilerin dert ortağı olarak sunup grubun moralini yükseltmeye çalışıyor, zaman zaman da mültecilere hitaben konuşmalar yapıyordu. Onun nutukları mülteciler tarafından kutsal sözler olarak görülüyor ve hatasız kabul ediliyordu. Mültecilerin Vidin kampında yaşamlarını iyi bir şekilde sürdürebilmeleri için, başta Ziya Paşa olmak üzere, Türk yöneticiler ile sürekli iletişim halindeydi. Kossuth, Bâbıâli’ye gönderdiği mektuplarla da, mültecilerin Avusturya’ya iade edilmesini engellemeye çalışıyordu. Aynı zamanda, batıdaki güçlü mercileri de zorluyor ve özellikle İngiltere ve Fransa kamuoyunu Macaristan lehine çevirmenin yollarını arıyordu. Kendisine tahsis edilen evde yoğun bir çalışma temposu içerisindeyken, yaveri Asboth ve tercümanı Szöllösy sürekli yanında bulunuyordu. Kossuth, bunlarla sadece aynı çatı altında değil, aynı odada kalıyordu. Asboth ve Szöllösy sürekli olarak Kossuth’a moral vermeğe çalışıyorlardı.
Vidin’deki Mültecilerin Gündelik Hayatları
Tuna Nehri kenarında kurulan çadırlara yerleştirilen mültecilerin kampında her akşam Macar ve İtalyan ulusal melodileri çalınıyordu. Albay Kotona, kamp komutanıydı ve kampın denetiminden sorumlu olan Türk görevlisiyle sürekli iletişim halindeydi. Kampın dışına çıkmak isteyenler ilk önce Macar, sonra da Türk kumandanından izin almak zorundaydı. Vidin’i gezmek için bu izinlerden subaylar her gün, askerler ise haftada ancak bir defa yararlanıyorlardı. Macar ordusunun yönetim kadrosunda bulunan yüksek rütbeli subaylardan yanlarında yüklü miktarda para getirmiş olanların bir kısmı, kendi imkanlarıyla şehrin içinde yaşıyorlardı.
Mülteciler, kampta zaman geçirmek ve konuşulacak bir konu bulabilmek için tutmuş oldukları günlük notları gözden geçiriyorlardı. Subaylar, gruplar halinde bir araya gelerek geçmiş hakkında tartışmalar yapıyorlardı. Tartışmaların ağırlık noktasını, Avusturya’ya karşı yapılan Macar Özgürlük savaşının kaybedilmesi oluşturuyordu.
Mültecilerin Vidin’e gelmelerinden sonra daha önce çok ucuz olan sebze fiyatlarında anormal bir yükseliş olduğu dikkat çekmektedir. Örneğin, mültecilerin şehre geldikleri gün 10 para olan üzümün kilosu bir iki gün sonra 20 paraya çıkmıştı. Fiyat tarifelerindeki bu anormal artış üreticileri sevindirirken, doğal olarak halk tarafından pek hoş karşılanmıyordu. Bununla birlikte, bu anormal yükselişe rağmen, mültecilere buradaki fiyatlar, yaşadıkları ülkeye göre daha ucuzdu.
Bu arada mülteciler arasında eğitim seviyesi yüksek olanlar Vidin’deki sosyal hayattan hareketle Osmanlı Devleti’nin dünü, bugünü ve geleceği hakkında yorumlar yapıyorlardı. Osmanlı’ların daha önceki yüzyıllarda Macaristanla yaptıkları savaşlar, Erdel ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler ve Vidin şehrinin bu ilişkilerdeki rolü hakkında çıkarımlarda bulunuyorlardı. Ayrıca Vidin kampında mülteciler arasında askeri gösteriler ve güreş gibi sportif faaliyetler yapılıyordu.
Dil farklılığı yüzünden mültecilerle kamp yetkilileri arasında bazı sorunlar yaşanıyordu. Bu durum, özellikle mültecilerin alışveriş için Vidin pazarına çıktıklarında kendisini iyice hissettiriyordu. Daha da önemlisi, Ziya Paşa hiçbir Avrupa dilini konuşamadığından mülteci şefleriyle iletişim kurmakta bazen güçlük çekiyordu. Bununla birlikte, bazı mülteciler karşılaştıkları zorlukları daha kolay çözüme kavuşturabilmek amacıyla, dilleri ile aynı grupta yer almasının avantajından istifade ederek Türkçe öğrenmişlerdi.
Mülteciler geçici olarak Vidin’e yerleştirilmişti. Bunların nereye iskan edilecekleri, halledilmesi gereken önemli bir sorun olarak Osmanlı Devleti’nin karşısında duruyordu. İstanbul’da bu konu üzerinde uzunca müzakereler yapıldı. Neticede mülteciler için en uygun yerin Şumnu olduğuna karar verildi. Çünkü, bu şehir, gerek İstanbul’a yakınlığı gerekse ikliminin uygunluğu bakımından onlar için daha elverişliydi. Üstelik, savunma açısından da Vidin’e göre çok daha iyi bir konuma sahipti. Bu arada, bütün mülteciler gibi Kossuth da Şumnu’ya gitmekten memnundu. Zira o, Şumnu’dan kolayca İstanbul’a ulaşabileceğini ve yapmak istediklerini burada daha rahat yapabileceğini düşünüyordu. Yine ona göre, ikinci ikametgah yeri olarak seçilen Şumnu, Macar mültecileri için amaca en uygun yerdi. Çünkü o, Avusturya ve Rusya’ya karşı açılacak bir savaşta Macarların buradan hareket etmelerinin daha kolay olacağı inancındaydı.
Kossuth ve mülteciler Vidin’de yaklaşık 2.5 ay kaldıktan sonra Şumnu’ya nakledildiler. Mültecilerin Vidin’den Şumnu’ya yolculukları yoğun kar yağışı ve soğuk nedeniyle yaklaşık üç hafta sürdü. Mültecilere yolculukları sırasında Türk askeri saygı ve hürmette kusur göstermedi. Türk makamlarının, mültecilerin her yerde saygı ile karşılanması için, İstanbul’dan sert emirler aldıkları bir gerçekti. Zira, Osmanlı Hükümeti, mültecilerin şikayetçi oldukları subayları cezalandırmakta en ufak bir tereddüt göstermiyordu.
Mültecilerin Şumnu’da Yılbaşı Kutlamaları
Mülteciler, 1850 yılını Şumnu’da idrak etmişlerdi. 1849 yılı Macarlar için kara bulutlarla başladı ve korkunç bir depremle bitti. Büyük ümitlerle başlayıp çaresizliklerle biten bir yılın ardından yılbaşı, mülteciler için bir nebze de olsa üzüntülerini unutabilecekleri bir gündü. Mülteciler, 1 Ocak 1850 gecesi Ermeni kilisesinde Kossuth’un da katılımıyla bir araya gelmişlerdi. Gecede Protestan Rahip Acs, mültecilere Macarca bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmadan etkilenen ve savaştan yaralı olarak çıkan bazı mülteciler gözyaşlarını tutamamışlardı. Acs’in konuşmasından sonra, “Tanrı Macarları Kutsasın” (Isten ald meg a Magyart) marşı okunmuştu. Noel kutlamaları bittikten sonra mülteciler, yeni yılını kutlamak için Kossuth’un evine gitmişlerdi. Kossuth, mültecilerin yaptığı bu jesti kabul etti ve gelecek baharda silahlı olarak Macaristan’ı kurtarmak için yeniden harekete geçeceklerini söyledi
Kossuth’a Başarısız Kalan Suikast Girişimleri
Bu arada Macar Kralı Kossuth’a Şumnu’da bir dizi suikast girişiminde bulunuldu. Böyle radikal bir planın ortaya konması önemli nedenlere dayanmaktaydı. Asıl amaç, Kossuth’u öldürerek Macarlar’ı lidersiz bırakmaktı. Bu şekilde mültecilerin dirençleri tamamen kırılacaktı. Mülteciler, önderlerini kaybetmenin verdiği çöküntüyle de kendi kendilerine dağılacaklardı. Diğer bir amaç ise, mülteci liderlerinin güvenliğine kastetmek suretiyle, Bâbıâli’yi Avrupa Devletleri önünde küçük düşürmekti. Bu plan başarıya ulaşacak olursa, Osmanlı Devleti’nin mültecilerin güvenliğini sağlayamadığını bütün dünya görmüş olacaktı.
Kossuth’a ilk suikast 1849 yılının sonlarına doğru düzenlendi. Swetozar Jassinger adlı bir şahıs, İstanbul’da işi gücü olmayan birkaç Sırp ve Hırvatı toplayarak, onları silahlandırdı. Bunların asıl amacı, Kossuth ve Murad Paşa’yı (Bem) öldürmekti. Ancak bu suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış ve yakalananlar mahkemede yargılanarak cezalandırılmıştı. Fakat suikast senaryosunu hazırlayan Jassinger, kaçmayı başarmıştı.
Diğer bir komplo da 1850 yılına bir-iki gün kala gerçekleştirilmeye çalışıldı. Bu kez, Kossuth’u öldürmek için, Jasmagy adında birisi suikast teşebbüsünde bulunmuştu. Jasmagy’nin Avusturya’nın Vidin ve Ruscuk konsolos yardımcısı ile kuvvetli bir ilişkisi vardı. Aynı zamanda bu şahıs, anavatanlarına dönmeleri için, Vidin’deki mülteciler arasında yoğun propaganda faaliyetlerinde bulunmuştu. Jasmagy’nin faaliyetlerini bilen Türk yetkilileri, mültecilerin dikkatli olmaları için uyarıda bulunmuştu. Ayrıca Kossuth’un ikamet ettiği evin çevresindeki güvenlik önlemleri artırılmıştı.
Aslında bu tür tuzak ve komplolar, Kossuth’un popülaritesini daha da artırıyordu. Hem bu suikast girişimleri hem de sonuçları Kossuth’u güçlendiriyor ve mültecilerin ona bağlılığını daha da kuvvetlendiriyordu.
Bayan Kossuth’un Şumnu’ya Gelişi
Kossuth’un eşi Theresa’nın 2 Şubat 1850’de Şumnu’ya gelişi mülteciler ve özellikle de Kossuth için hoş bir sürpriz olmuştu. Kossuth, Osmanlı Devleti’ne iltica etmek için Arad’dan ayrılmağa karar verdiği zaman, çocuklarının geleceğinin belirsizliği yüzünden Theresa, kendisine eşlik edememişti. Bayan Kossuth, annelik sorumluluğunu yerine getirmek için Arad’da kocasıyla vedalaşmış ve çocuklarını aramaya karar vermişti.
Bayan Kossuth savaş süresince annelik ve eşlik görevini büyük bir sabırla yerine getirmişti. Onun tek amacı çocuklarını da alarak saklandığı yerden çıkmak ve ülkeyi terk etmekti. Fakat Theresa, çocuklarıyla iletişim kurmayı başaramamıştı. Çünkü Kossuth’un üç çocuğu da Avusturya tarafından yakalanarak gözetim altına alınmıştı. Bayan Kossuth ise, Avusturya askeri birlikleri tarafından her yerde arandığı halde ele geçirilememişti. Theresa, Macaristan’da bir soydaşının evinde kalıyordu. Çocuklarını beraberinde Osmanlı Devleti’ne getiremeyeceğini anlayınca tek başına eşinin yanına gitmeye karar vermişti. Bu kaçışta ona, başlangıçta Mayerhoffer adlı bir genç eşlik etmişti. Mayerhoffer, bayan Kossuth ile Peşte’ye gitmiş ve buradan da Szemlin’e geçmişti. Burada pasaport temin edilmesinden sonra bir muhafız gözetiminde Belgrat’a ulaşmışlardı. Bayan Kossuth bu şehirde Sardunya konsolosunun evine sığınmıştı. Bu evde bir süre kaldıktan sonra, Bridham adlı bir İngiliz, onu Şumnu’daki eşinin yanına götürme görevini üstlenmişti. Bridham’ın yardımları sayesinde bayan Kossuth, 2 Şubat 1849’da Şumnu’ya ulaşmıştı. Theresa’nın Şumnu’ya gelişi mülteciler arasında büyük sevinç yaratmıştı. Mülteciler onun kendilerine katılmasını kutlamak üzere bir fener alayı düzenlemiş, ayrıca bir de balo tertiplemişlerdi. Eşinin Şumnu’ya gelmesi hem mültecilerin yaşantılarında önemli değişikliklere neden olmuş, hem de Kossuth’un mücadele azmini artırmıştı.
Kossuth’un Şumnu’da Mültecilere Hitaben yaptığı Konuşma
Macar ve Polonyalı mülteci şefleri 15 Şubat 1850’de Kütahya’ya gitmek üzere Şumnu’dan ayrıldılar. Mültecilerin büyük çoğunluğu Şumnu’da kalmıştı. Lajos Kossuth’un Şumnu’dan ayrılışı oldukça dramatik olmuştu. Mülteciler hatıratlarında, Kossuth’un Şumnu’ya veda ettiği sahneyi, hayatlarının en acıklı olayı olarak kabul ederler. Ayrılış günün sabahında mülteciler ve çok sayıda Türk toplanarak sessiz bir şekilde Kossuth’un gelmesini bekliyorlardı. Nihayet Kossuth, ikamet ettiği evden ayrılarak, kendisini bekleyen toplulukla vedalaşmak üzere onların karşısına geçti ve şu veda konuşmasını yaptı:
“Kardeşlerim! Hayatımda ilk zor adımı anavatanımın topraklarını ve asil ulusumu terketmek zorunda kaldığımda atmıştım. İkincisini de cesur ordumdan artakalan sizlerden ayrılıp, Avrupa’dan atılıp mezarımın beni beklediği bir yere sürülmek zorunda kaldığım bugün atıyorum. Siz hala güçlü ve dayanıklısınız. Siz hala anavatan için silah tutmak gerektiğinde sırada iken, ben, gücümün biraz daha azaldığını hissediyorum. Ben kaderin kaçınılmaz emrine uyuyor ve benden önce aynı kaderi yaşamış olan Rakoczy’yi takip ediyorum. Atalarımız Asya’dan gelmişlerdi. Biz onların torunları, şimdi onların geldikleri yere geri dönmek zorundayız. Bu, kaderin acımasız emridir. Eğer anavatana dönebilme şansına sahip olabilirseniz kemiklerimin yabancı bir ülkede çürümesine izin vermeyiniz. Bu konuda bana söz verdiğinizi ve sözünüzü kesinlikle tutacağınızı biliyorum ve bundan eminim”
Kossuth’un bu duygu yüklü konuşması üzerine, Graf Ladislaus adında bir mülteci subay öne çıkıp, şunları söyledi:
“Büyük adam! Sen dünyanın gözü önünde temiz ve paksın. Macar ulusunun indinde, seçildiğin ilk günkü saygıyı hala elinde tutuyorsun. Sen, yaşamak zorundasın ve yaşamalısın. Biz, kemiklerini değil, seni canlı olarak anavatana geri götüreceğiz. Buna Tanrı’nın adına yemin ediyoruz”. Ladislaus’un bu konuşmasından sonra bütün mülteciler “Yemin ederiz” diye bağırdılar.
Kossuth Kütahya’da
Mülteciler, 18 Şubat’ta Varna’ya geldiler. Bir gün sonra, kendilerine tahsis edilen gemi ile Varna’dan ayrıldılar. 23 Saat süren bir yolculuktan sonra 20 Şubat’ta Gemlik iskelesine ulaşıldı. Ancak kötü hava koşulları nedeniyle Bursa’da bir ay zorunlu bekleyişten sonra 31 Ocak 1850’de Kütahya’ya vardılar. Başlangıçta Kütahya’ya 57 mülteci gönderilmişti. Fakat bir süre sonra Avusturya Hükümeti ile Bâbıali, 26 kişilik bir grubun daha Şumnu’dan Kütahya’ya gönderilmeleri hususunda mutabakat sağlamışlardı.
Kossuth ve diğer mülteci şeflerinin Kütahya’ya gelmesiyle bir anda bütün dünyanın gözü bu şehir üzerine odaklaştı. Çünkü Macarlar ve Polonyalılardan oluşan yaklaşık 100 seçkin mülteci burada yaşıyorlardı. Avrupa ve Amerika’da Kütahya şehrini sütunlarına çıkarmayan az sayıda gazete kalmıştı.
Kütahya’daki mülteciler, genel olarak vakitlerini okuma yazmayla, Türkçe ya da İngilizce öğrenmekle geçiriyorlardı. Kossuth da Kütahya’da boş durmuyor, İngiltere ve Fransa’daki arkadaşlarıyla sürekli mektuplaşıyordu. Çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca bildiğinden mektupları politik arenada büyük yankı uyandırıyordu. Kossuth, mektuplarında özellikle Macar trajedisinden dolayı Avrupa’daki dengenin bozulduğuna dikkat çekiyordu.
Kossuth ve arkadaşlarının gözetimini Süleyman Refik Bey yapıyordu. Mültecilerin hatıratlarında belirttikleri gibi Süleyman Bey, çok şakacı ve sevimli bir kişiydi. Kossuth, Kütahya’da dünyanın politik konumu hakkındaki bilgileri Osmanlı Devleti’nde görevli olan İngiliz ya da Kuzey Amerikalı diplomatlar vasıtası ile elde ettiği İngiliz ve Fransız gazetelerden öğreniyordu. Çalışma saatleri dışındaki vaktini çocuklarına yetiştirmeye harcıyor, dinlenmek için de oturduğu konağın dışındaki bahçeyi kullanıyordu. Doğu gezginleri tarafından ziyaret edilmediği tek bir hafta bile geçmiyordu. Onu ziyaret edenler arasında Bursa’daki İngiliz Konsolosunun damadı Lonkaros da bulunuyordu. Lonkaros, Kossuth, Batthyany, General Perczel ve Meszaros ile General Wysocky’nin resimlerini çizmiştir. Bu resimleri İstanbul’da Lotoğrafya destgahında bastırıp taliplilerine satıp yüklü miktarda para kazanmıştır.
Kossuth’un Hazırladığı Türkçe Gramer
Kossuth’ta iyi bir dil yeteneği olduğu için kısa sürede Türkçe’yi öğrendi. Daha sonra öğrendiklerini belirli bir sisteme sokarak Türkçe gramer hazırladı. Bazı tarihçiler, Türkiye’ye sığındıktan üç ay sonra, 1849 Aralık ayında, Kossuth’un Türkçe konuştuğunu, yazdığını ve okuduğunu ileri sürerler. El yazısı ile yazılmış bu gramerin özgün nüshası bugün Ulusal Macar Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu kitap büyük, sert kaplı ve çizgili bir defterdir. Üzerinde “Türkçe Gramer” yazılıdır. Defter 48 sayfadan oluşmakta ve son kısımlarında boşluklar vardır. Kossuth, defteri Kütahya’da birinci harfinden sonuncu harfine kadar kendisi yazmıştır. Ancak, 48. sayfada herhangi bir not düşülmeden gramer sona ermektedir. Yani Türkçe gramer tamamlanmamıştır. Burada cevaplandırılması gereken soru acaba neden Kossuth grameri bitirmeden yarıda bırakmıştır? Öğle anlaşılıyor ki Kossuth, Kütahya’daki misafirliğinin ikinci yarısında artık Batı Avrupa ve Amerika’ya yapacağı yolculuğun hazırlığına başladığından grameri bitirmeğe zaman ayıramamıştı. Bir diğer önemli soru ise Kossuth’un Türkçe’yi kimden öğrendiğidir? Şu andaki bilgilerimiz Kossuth’un Türkçe’yi Adolf Orosdi’den öğrendiğini göstermektedir. Gerçekten de mülteciler arasında Orosdi’nin adına tesadüf etmekteyiz.
Kossuth’un Çocukları Kütahya’da
Kütahya’da 18 Haziran 1850’de Kossuth’un çocuklarına kavuşması dolayısıyla bir tören tertip edildi. Kossuth törende duygusal bir konuşma yaptı. Çocuklarını sağ olarak Kütahya’ya ulaşmasını sağlayan Sultan Abdülmecid ve hükümetine teşekkür etti. Süleyman Refik Bey’in bildirdiğine göre, çocuklarından uzun süre ayrı kalan Kossuth, onlara kavuştuğu sırada şu konuşmayı yaptı: “Bu bîçâre çocuklarımın zâlimler ellerinden kurtarub melce-i penâh ve merhâmet-i ‘adâletlerine ilticâ etmiş fukâra baba ve analarına böyle mu’azzezen ve mükerremen gönderilmesi ve Der-’aliyye’den hîn-i müfârakatlarında dahî ‘atiyye-i seniyye ihsân buyurulması ve bâb-ı merhametlerine ilticâ edeliden berü bi’l-cümle Macar fukarâlarına olan merhamet ve inâyâtı bir vechile îfâsı teşekkür olunur hâlât değildir ve ahâli-i Macaristan bütün bütün esîr olsalar yine bir zerresinin edâ-yı teşekkürü değildir ve Cenâb-ı Allah rûy-ı arzı halk edeli böyle bir pâdışâh-ı ma’den-i ‘adâlet gelmemişdir ve aşinâ-yı tevârîh olanların malûmudur. Rabbim ‘ömr ü şevket-i şâhânesini müzdâd ve firâvân ve düşmanlarını makhûr ve perîşân buyursun. Değil Türkistan ‘umûm üzere bütün dünyada olan bîkes fukarâyı bağışlasun ve Sultan Abdulmecîd Efendimizin ve Sadrazam Devletlü Übbehetlü Reşîd Paşa Hazretlerinin bir mûyine ahâli-i Macaristan ve ‘umûm üzere ahâlî-i Avrupa kurbân olsun deyü ağlayarak du’â eyledi ve sâir rüfekâları dahî bülend-âvâz ile Türkçe -âmîn deyü feryâd eylemiş oldukları…”
Kossuth’u Kütahya’dan Kaçırma Girişimleri
Kütahya’da bu küçük fakat önemli mülteci grubunu telaşlandıracak olaylar da yaşanıyordu. Bu tür olayların ilki, 27 Temmuz 1850’de Henningsen Frigyes Karoly’nin Kütahya’ya gelmesiyle yaşandı. Henningsen, İngiltere’de yayın yapan “Examiner” gazetesinin ortağıydı. Henningsen, daha önce “Thomson” takma adıyla Vidin’e gelmiş ve Kossuth ile birçok kere görüşmüştü Kossuth’un Kütahya’ya gelmesinden üç ay sonra, Henningsen’i de burada görüyoruz. O, İzmir Valisi Halil Paşa’dan yol buyruldusu alarak, İzmir’den Kütahya’ya geldi. Henningsen, Kossuth ile görüşüp, ona çeşitli makamlardan yazılan mektupları ulaştırdı. Süleyman Refik Bey ile de bir görüşme yaparak, Kütahya ve Karahisar taraflarında av yapmak istediğini söylemişti. Fakat, Henningsen’in, Vidin’de Kossuth ile sık sık görüştüğünü bilen Süleyman Refik Bey, onun Kütahya’ya gelişine şüphe ile bakıyordu. Bu şüphe üzerine Süleyman Refik Bey, Henningsen’in ne amaçla Kütahya’ya geldiğini araştırdı. Sonuçta, gerçekten de, Henningsen’in Kütahya’ya boş bir amaçla gelmediği ortaya çıktı. Süleyman Refik Bey’in bazı mültecilerden aldığı bilgilere göre Henningsen, fırsat bulduğunda başta Kossuth olmak üzere, mültecileri kaçırmaya teşebbüs edecekti. Süleyman Refik Bey, Henningsen’in Kütahya’ya geliş amacını öğrendikten sonra mültecilerin korunmalarıyla ilgili tedbirleri daha da artırdı.
Kossuth’u Kütahya’dan kaçırma planlarından bir başkasını da Rumlar organize etmek istemişlerdi. Plana göre, Rumlardan birkaç kişi kiralanacak ve bunlar Kütahya şehrini ateşe vereceklerdi. Kossuth, yangında oluşacak panik havasından istifade edilerek kaçırılacaktı. Fakat bu plan da bir önceki gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Zira Bâbıâli, Kossuth’u kaçırmak için yapılan bu planı önceden haber almış ve Süleyman Refik Bey ile Kütahya Kaymakamını uyarmıştı. Gerek Sadaret gerekse Seraskerlikten Süleyman Refik Bey’e yazılan bütün yazılarda, başta Kossuth olmak üzere, mültecilerin kaçırılması operasyonlarına karşı dikkatli olunması istenmişti.
Kossuth’u Kütahya’dan kaçırma girişiminde bulunan bir başka kişi de Jasmagy idi. Jasmagy, Şumnu’da Kossuth’a bir suikast teşebbüsünde bulunmuştu. Ancak, bu suikast başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Buna rağmen Jasmagy, Kossuth ve diğer mülteci şeflerinin peşini bırakmamış ve Eylül 1850’de Kütahya’ya gelmişti. Jasmagy’nin Kütahya’ya gelmesinden rahatsız olan mülteciler, Kossuth’a gidip onu şikayet ettiler. Kossuth da durumu Süleyman Refik Bey’e bildirdi. Mültecilerin şikayeti üzerine Süleyman Refik Bey, Jasmagy’e 30 saat içerisinde Kütahya’yı terk etmesini söyledi. Ancak, verilen sürenin dolmasına rağmen, Jasmagy şehri terk etmedi. Hatta, Süleyman Refik Bey’e müracaatta bulunarak, birkaç gün daha Kütahya’da kalmasına izin verilmesini istedi. Fakat, onun ne maksatla Kütahya’da bulunduğunu bilen Süleyman Refik Bey, bu isteğe olumsuz cevap verdi. Bunun üzerene Jasmagy, şehri terk etmek zorunda kaldı Mülteciler, alınan bütün önlemlere rağmen, özellikle Avusturyalı ajanlarca sıkı bir şekilde takip ediliyordu. Onlardan birinin firar etmesi veya söz konusu ajanlarca kaçırılması, Bâbıâli’yı oldukça güç durumda bırakacaktı.
Bâbıâli, Rusya ve Avusturya’nın bütün baskılarına rağmen mültecileri iade etmemişti. Kossuth ve arkadaşlarını misafir etmek suretiyle özgürlüğün koruyucusu olduğunu Avrupa’ya göstermişti. Bu tavır, Avrupa’da Osmanlı Devleti lehine olumlu bir kamuoyunun oluşmasına neden olmuştu. Kossuth’u kaçırmak için tertip edilen bu tür tuzak ve komploların başarıya ulaşması halinde Osmanlı Devleti, Avrupa’nın sempatisini kaybetmiş olacaktı. Bu yüzden de Bâbıâli, Kossuth’un güvenliğine büyük önem veriyordu. Nitekim Sadaret, 8 Eylül 1850’de Süleyman Refik Bey’e bir yazı göndererek; ajanlar tarafından rahatsız edilen Kossuth ve arkadaşlarının Bursa’ya nakledilmelerinin uygun olup olmayacağını sormuştu. Sadaret, özellikle Avusturya ajanlarının sık sık geldikleri Kütahya’da artık mültecilerin muhafazalarının imkansız olduğu görüşündeydi. Mültecilerin Bursa’ya nakledilmek istenmesinin bir diğer önemli sebebi de, kış mevsiminin Kütahya’da şiddetli geçmesiydi. Bu da, bu tür iklim koşullarına alışık olmayan mültecileri rahatsız ediyordu. Halbuki, Bursa’nın havası Kütahya’ya göre daha yumuşaktı. Süleyman Refik Bey, mültecileri Kütahya’ya götürürken, yaklaşık bir ay Bursa’da kalmıştı. Dolayısıyla o, Bursa’nın mülteciler için uygun olup olmayacağı hakkında en sağlıklı bilgiye sahipti.
Ancak Süleyman Refik Bey, Sadaretle aynı görüşte değildi. Zira, Kossuth ve arkadaşlarının korunmalarına büyük dikkat gösteriyordu. Ayrıca, Kütahya’ya gelen Jasmagy ve diğer ajanların da gerekli uyarılardan sonra şehri terk ettiklerini ifade ediyordu. Bu sebeple, mültecilerin Kütahya’dan Bursa’ya nakledilmelerinin uygun olmayacağını Sadaret’e bildirdi.
Görüldüğü gibi Kossuth, ülkesinden çok uzaktayken bile önemli birisidir. Bu sebeple de kaçırılmak istenmektedir. Türkler herşeye rağmen değerli konuklarını korumak zorundaydılar. Nitekim bunu da başarmışlardı. Zira bu başarı, Türklerin kendi prestijlerini de korumaları demekti.
Süleyman Refik Bey’in Görevinden İstifa Etmesi
Kossuth ile mültecilerin muhafızı Süleyman Bey arasında zaman zaman gerginlikler de yaşanıyordu. Şöyle ki, Avusturya Hükümeti ile yapılan uzun müzakerelerden sonra mültecilerin bir kısmının serbest bırakılmasına karar verildi. Ancak bu karar, Kütahya’da duyulunca mülteciler buna tepki gösterdiler. Hatta, işi Süleyman Refik Bey ile tartışma noktasına kadar götürdüler. Süleyman Refik Bey, onların bu beklenmedik tepkilerini Bâbıâli’ye bildirdi ve arkasından görevinden istifa etti. Fakat, istifası Bâbıâli’ce kabul edilmediği gibi, yaptığı hizmetlerden dolayı taltifî de kararlaştırıldı. Bu olay, İstanbul’da derin bir üzüntü meydana getirdi. Ancak Bâbıâli, mültecilerin yaptıklarına karşılık onlara bir ceza vermeği düşünmüyordu. Reşid Paşa, bu fiili işleyenlerin cezalandırılmaları durumunda, bütün Avrupa kamuoyunun ayağa kalkacağını ve bu nedenle herhangi bir cezanın verilmeyeceğini belirtmişti. Bu sebeple Bâbıâli, kötü söz sahibine aittir felsefesiyle hareket ederek bu olaylar karşısında sessiz kalmıştır
Osmanlı Devleti’nin Mültecileri Kabul Etmesinin Yankıları
Mültecilerin Osmanlı Devleti’ne ilticasıyla bu olay kapanmamış ve bu defa yoğun bir diploması trafiği başlamıştır. Osmanlı diplomasi literatürüne “Mülteciler Meselesi” olarak geçen bu hadisede Başta Sultan Abdülmecid olmak üzere bütün devlet adamları, savaş riskini göze alarak, Rusya ve Avusturya’nın mültecileri iade isteğini reddetmişlerdir.
Sultan Abdülmecid, Rusya ve Avusturya’nın mültecilerin kendilerine iade edilmeleri için, Bâbıâli üzerinde yoğun baskı kurdukları dönemde şu deklarasyonu yayınladı: “Tacımı veririm, tahtımı veririm fakat, devletime sığınanları asla geri vermem.” Bu deklarasyon, mültecilerin Sultan’a büyük sevgi duymalarını sağladığı gibi, Avrupa’da da geniş yankı uyandırmıştı.
Sadrazam Mustafa Reşid Paşa ileri görüşlülüğü, zekası ve almış olduğu eğitimle dönemin önde gelen simalarındandı. Paşa, Macar ve Polonyalıların Osmanlı ülkesine iltica etmek üzere sınıra geldikleri haberini aldığı zaman, bu gelişmeden memnun kalmıştı. Zira, mutlakıyet rejimine karşı mücadele veren bu kişileri kabul ve himaye etmek suretiyle, Avrupa’ya özgürlüğün koruyucusu imajı verilmiş olunacaktı. Paşa, bu sorun karşısındaki tutumunu Rusya ve Avusturya’nın Bâbıâli üzerinde yoğun baskı kurduğu sırada bile değiştirmedi. Nitekim Meclis-i Mahsûs’un 8 Eylül 1849’daki toplantısından sonra, Sultan’a arz ettiği tezkiresinde şu görüşleri dile getirmişti: Mülteciler iade edildiklerinde ya kurşuna dizilecekler ya da Sibirya’da yer altında bulunan maden ocaklarına gönderileceklerdi. Sibirya’ya gönderilmeseler bile bir kalenin zindanına atılmaları veya küreğe vurulmaları kesindi. Bu nedenle, Osmanlı Devleti’ne sığınan bu insanları geri vermek, onları cellada teslim etmekten farksızdı. Böyle bir tutum ise, asırlar boyu insancıllığı ve misafirperverliği ile tanınan Osmanlı Devleti’ne yakışmazdı”
Osmanlı Devleti’nin mültecilere bu sıcak yaklaşımı, hürriyet ve insan haklarının bu denli savunucu rolünü üstlenmesi İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük yankı uyandırdı. Nitekim Okyanus’un öteki kıyısında bulunan ve o sıralarda Avrupa’daki gelişmelere ilgi duymayan Amerika Hükümeti, Washington’a gönderilen Osmanlı elçisini sıcak bir şekilde karşılamıştı. ABD Başkanı, elçiyi kabulünde Sultan’ın mülteciler meselesinde ortaya koyduğu tavırla başta Amerikan halkı olmak üzere bütün aydın ülkelerin sempatisini kazandığını söylemişti. Aynı şekilde Avrupa basını, mülteciler meselesinden dolayı Osmanlı Devleti için sempati, Avusturya ve Rusya için de antipati oluşturmak amacıyla etkili yayınlar yapıyorlardı.
Özellikle İngiltere kamuoyunda Osmanlı Devleti lehinde büyük bir sempati oluşmuştu. Nitekim Osmanlı Devleti’nin Londra Sefiri Kostaki Mussurus Paşa İngiltere’ye vardığında İngiliz gençleri, Osmanlı Hükümeti’nin sırf mağdur ve perişan olmaları yüzünden ülkelerini terk edip Osmanlı’ya sığınan bu insanlara göstermiş olduğu misafirperverliğin bir nişanesi olarak, Paşa’nın bindiği arabanın atlarını sökerek kendileri arabayı çekmişlerdi. Yine, Osmanlı Devleti’nin Paris Sefaretinde görevli bulunan Rıza Efendi’nin Babıali’ye göndermiş olduğu mufassal raporda mültecilere gösterilen üstün misafirperverliğin ve diploması sahasında Rusya ve Avusturya’ya karşı takınılan tavrın Fransız kamuoyunu birkaç günde nasıl etkilediği ayrıntılı olarak anlatılmıştı.
Gerek Kossuth’un elimizdeki mektupları gerekse mültecilerin hatıralarından Türklerin kendilerine gösterdiği üstün misafirperverliğin onların üzerinde memnuniyet verici bir etki bıraktığı açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim Kossuth, Osmanlı Devleti’nden ayrıldıktan sonra İngiltere’ye gitmişti. İngiltere’de yaptığı konuşmada hayatını güvence altına alan ve kendisini düşmanlarına teslim etmeyen Türkleri şu şekilde övmüştü: “Bugünkü hayatım ve hürriyetime sahipliğim Avusturya ile Rusya’nın tehditlerine, baskılarına rağmen beni ve arkadaşlarımı muhafaza eden Türkler sayesindedir. O Türkler ki, yüksek hislerle ve insan haklarına saygılı oluşları ile tüm tehditlere boyun eğmediler. Türk milleti bu yönüyle üstün bir güce sahiptir. Türkiye’nin bugün ve istikbalde mevcut olması Avrupa’nın ve insanlık aleminin yararınadır. Ben, Türklerden gördüğüm lütuf ve saygının hatıralarıyla yaşayacağım.”
Kossuth ve Arkadaşlarının Kütahya’dan Ayrılmaları
Osmanlı Devleti ile Avusturya Hükümeti arasında varılan mutabakat gereği Kütahya’da bulunan mültecilerin bir kısmı serbest bırakılacaktı. Serbest bırakılacak olan mültecilerin sayısı 69 kişiydi. Fakat Kossuth bu grup içerisinde yer almıyordu. Kossuth, Kütahya’daki arkadaşlarının serbest bırakılmalarını engelleyemeyeceğini anlayınca, aile doktoru Spaczek’ten başkasına canını emanet edemeyeceğini söyleyerek, onun Kütahya’da kalmasını istedi. Ayrıca en fazla ihtiyaç duyduğu kişiler arasında yer alan, tercümanı Cseh’in de Kütahya’da kalmasını sağladı. Kossuth’un girişimleri sonucunda doktoru ve tercümanından başka 11 mülteci daha Kütahya’da kalmış ve 56 kişinin Kütahya’dan ayrılması kesinleşmişti. Bu grupta yer alan 26’sı Macar ve 30’u Polonyalı olan mülteciler Ahmed Bey’in refakatinde Kütahya’dan Gemlik’e götürüldüler ve oradan da Avrupa’ya gönderildiler.
Bu mülteci taifesi Kütahya’dan ayrıldıktan sonra geride Kossuth’un da içinde bulunduğu 51 mülteci kalmıştı. Avusturya hükümeti ile yapılan uzun müzakerelerden sonra bu mülteci grubunun da Eylül 1851’de serbest bırakılmasına karar verildi.
Süleyman Refik Bey, mültecilerle tek tek görüşerek onların Amerika veya İngiltere’den hangisine gitmeyi tercih edeceklerini sordu. Batthyany Süleyman Refik Bey’e Fransa elçisi tarafından kendisine pasaport ve mektup gönderildiğini, mektupta 15 Eylül’de Marsilya’ya hareket edecek vapurla kendisinin bu ülkeye gönderileceğine dair söz verildiğini, dolayısıyla bu zamana kadar Çanakkale’de kalmayı istediğini söyledi. Kossuth ve General Wysocki, hangi ülkeye gitmeye henüz karar vermediklerini ve bu kararı Gemlik’te vereceklerini söylediler. General Perczel ise, Amerika’ya gitmeyi çok istediğini, ancak eşinin hamile ve doğumunun yakın olması sebebiyle, bunun imkansız olduğunu ifade etti. Eşinin Gemlik’te doğum yapması halinde burada bir ay kalmak zorunda olduğunu Süleyman Refik Refik Bey’e iletti. Eğer doğum Gemlik’te olmazsa, bu özel durum nedeniyle, Amerika yerine İngiltere’ye gideceğini söyledi. Eşinin yolda doğum yapması halinde ise Malta Adası’na çıkacaktı. Ancak Perczel’in eşi, Gemlik’e giderken yolda doğum yaptı. Eşinin doğumu üzerine Perczel, Süleyman Refik Bey’e arkadaşlarıyla beraber yolculuk yapamayacağını söyledi. Süleyman Refik Bey, bunun üzerine Perczel, eşi, çocukları ve maiyetinde bulunanların Bursa’ya gönderilmelerini uygun gördü.
Süleyman Refik Bey, Kütahya’dan Gemlik’e vardıktan sonra burada en fazla bir gece kalınacağını, dolayısıyla mültecilerin İngiltere veya Amerika vapurlarından hangisine bineceklerini kendisine bildirilmesini istediyse de kesin bir cevap alamadı.
Nihayet Kossuth yaklaşık 1.5 yılını geçirdiği Kütahya’dan 1 Eylül 1851’de ayrıldı. Eylül’de Gemlik’ten gemiyle yoluna devam etti ve 10 Eylül’de Çanakkale’ye vardı. Orada Mississippi adını taşıyan Amerikan savaş gemisine bindi ve 51 arkadaşı ile birlikte Osmanlı Devleti’nden ayrıldı. Kossuth Amerika’ya gitmeden önce her ne pahasına olursa olsun Fransa ve İngiltere’ye uğramak istiyordu. Çünkü, Macar özgürlük savaşında Avrupa’da sağlamış olduğu sempatiyi canlandırıp sürdürmek amacındaydı. Fakat Fransız makamları kendisine giriş izni vermeyi reddettiler. Yolculuk sırasında uğradığı İngiltere’de birçok gösteriye katılarak halk arasında büyük coşku uyandıran konuşmalar yaptı. Amerika ve İngiltere’de coşkulu kalabalıklar tarafından karşılandıysa da bütün çabalarına karşın Amerika ve İngiliz hükümetlerini Macaristan’da yürütülen mücadeleye destek vermeye ikna edemedi. Kossuth Amerika’dan döndükten sonra İngiltere’ye yerleşti. Yakın dostluk ilişkisi kurduğu İtalyan Mazzini’nin ısrarı üzerine, Mazzini önderliğindeki devrimci komiteye girdi. İngiltere’den İtalya’ya giden Kossuth, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun kurulmasıyla sonuçlanan 1867 uzlaşmasından önce, gelişmelerden duyduğu kaygıları dile getiren bir mektup yayımladı. Fakat bu mektup, olayların akışını etkilemedi.
Son yıllılarını yalnızlık ve hastalıklar içinde geçiren Kossuth, 1894’te öldü. Macaristan’a getirilen cenazesi ulusal bir matem ortamında gömüldü. Cenaze törenine Macaristan resmi yöneticilerinden pek azı katıldı. Fakat on binlerin katılması milletin Kossuth’a verdiği değeri gösteriyordu. Çünkü Macaristan’ın doğuşu için onun kadar mücadele eden pek az çağdaşı olmuş daha fazlasını yapan hiç kimse belki de çıkmamıştı.
Kossuth’un sürgündeki anıları13 ciltlik Irataim az emigraciobol (1850-95) adlı eserde, makalelerini ve konuşmalarını ise Összes Munkai (1948-61) makaleler ve söylevler başlığıyla yayımlanmıştır. Kütahya’da bulunduğu yıllarda hazırladığı Türkçe dilbilgisi kitabı ise Lajos Kossuth’un Türkçe Grameri (1968) S. Kakuk tarafından basılmıştır.
[1] Gümüşhane Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Rektör Yardımcısı.