– Silifke’nin Yoğurdu Da Yok –
Başlıktaki anlamlardan biri de, suçlu olanların yönetici olmamaları gerektiğidir. Bir yöneticinin işleyebileceği en hafif yasal suç, belki de görevi ihmal suçudur. Bu suç için de birkaç ay hapis cezası öngörülmüştür. Bu durumda, en hafif suçu da işlese, bir yöneticinin yeri, makamı değil, hapishane olmalı, aksi halde, yasalar uygulanmayacaksa hiç yapılmamalıdır. Bizim yöneticilerimiz hapiste olmadıklarına göre, suçlu değillerdir veya suç işlemiş bile olsalar cezalarını çekmişlerdir. Ayrıca ülkemizde yöneticiler hiç suç işlemezler, suçlu da olmazlar.
Çağdaş ülkelerin yöneticileri suçlu olamazlar, olurlarsa yöneticilik yapmalarına izin verilmez, önce görevden alınırlar. Dahası, görevden alınmalarını beklemez, kendileri ayrılırlar. Hatta özellikle bazı Japon yöneticiler, bu işi, yaşamdan ayrılmaya kadar götürürler. Çağdaş ülkelerde yöneticilerin yapamayıp yüzlerine-gözlerine bulaştırdıkları işleri yapmalarına izin verilmez, onlar da yapmazlar, yapamazlar.
İş Gülmeceye Döküldü
Gülmece, çığlığına kulak tıkananların farklı bir haykırma yöntemidir. “Türkçe söyledik anlaşılmadı, bir de İngilizce söyleyelim dedik” diyen Levent Kırca gibi, biz de yıllardır bilimsel anlatımla söylediklerimizi, daha iyi anlaşılabilir umuduyla gülmeceye mi dönüştürsek acaba?
Hemen her işimizde olduğu gibi, yönetsel işlerde de yapmamız gerekenlerin tersini yaparız. Ne de olsa Nasreddin Hoca’nın onu anlamayan torunlarıyız. Taşıtları yaya yoluna park ederiz, yayalarımız taşıt yolunda yürür. Ömründe hiç baba olmamış birini “baba” diye kırk yıl sırtımızda taşırız, yüz kırk yıl anamız ağlar. Bir kurumun üst düzey yöneticileriyle yaptığımız, “nasıl karar veriyoruz” konulu bir toplantıda, uygun kararlar veremediğimiz, doğruyu bulamadığımız sonucuna ulaşmıştık. Benden, doğrunun nasıl bulunacağına ilişkin kısa bir formül istediklerinde şöyle demiştim” doğruyu bulmak istiyorsanız düşündüğünüzün tersini yapın, yeter”. Orada yarı şaka söylenmiş bu sözü, ne yazık ki ülkemizdeki yöneticilerin çoğuna bugün, çok ciddi olarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu sözün doğruluğu için, ülkenin durumuna bakmak yeter.
Silifke’yi Sel Aldı
Eskiden Çarşamba’yı sel alırmış, sonra Ergene Ovası’nı, Ankara’yı, Devrek’i… almış. Şimdi de Niğde’yi, Ilıca’yı, Silifke’yi alıyor, hem de aynı nedenlerle. Ayıp ediyor bu sel, bu gidişle daha pek çok yeri alacak. Ama ne yaparsa yapsın, bazı yöneticilerimizde sorumluluk duygusu uyandırmaya, onları düşündürmeye gücü yetmeyecek. Bizimkiler “yetkili”, ama görevli ve sorumlu değil mi acaba! O yetki onlara, görevlerini yapmaları, yapmadıklarında sorumlu tutulmaları için değil, kişisel çıkar sağlamaları için mi veriliyor acaba!
Aslında onların gerçekten suçu yok. Tıp eğitimi almamış insanları doktor yapar, sonra da hastaları iyileştirmiyor diye onları suçlayabilir misiniz? Çoğu ciddi bir yöneticilik eğitimi almamış insanları yönetici yaparsanız, sonra bu işi beceremiyorlar diye suçlamaya hakkınız olur mu? Ya onların, bilmedikleri, insanları sürekli olarak zarara uğrattıkları işleri yapmayı ısrarla sürdürmeye hakları olur mu? Peki, onların amirlerinin bütün bu saçmalıklara, hiçbir sorumluluk duymadan, göz yummalarına, bunları görmemelerine, görememelerine ne demeli? Yönetimde bir olumsuzluğun sürgit olması için bir kişinin gücü yetmez, en az iki kişiye gerek vardır: Görevini yapmayan memur, buna göz yuman veya bunu görmeyen amir. Kötülükler, bu iki kötünün birlikteliğiyle oluşur.
Silifke’de, hiç olmazsa iki yöneticiden biri görevlerini ve nasıl yapacağını bilip yapsaydı, acaba orayı sel alır mıydı? Silifke’nin işini bilen ve yapan bir baraj yöneticisi veya kaymakamı olsaydı, orayı sel alır mıydı? Silifke’de olan, basında ve televizyonda yer alan, bir yetkilinin çıkıp tersini söylemediği, aksine bir yetkilinin iki gün sonra televizyonda da anlattığı şudur: Yağmurla ve karın erimesiyle gelen sel barajı dolduruncaya kadar beklenmiş, sonra barajın altı kapağının hepsi birden açılınca Silifke su altında kalmış, can ve mal kaybı olmuştur. Halk, selden birkaç gün sonra bile hala ev ve sokaklarındaki çamuru temizlemeye çalışmaktadır.
Matematik Neye Yarar
Gelin bir hesap yapalım. Silifke’nin içinden, kocaman, uzun köprülerle süslenmiş, yatağı çok geniş bir ırmak akar. Bu ırmağın taşırmadan taşıyabileceği bir su miktarı vardır ve bu hesaplanabilir. Diyelim bu miktar saniyede yüz metreküp olsun. Bu bir saatte 36.000 metreküp eder. Selden birkaç gün sonra bir televizyonda konuşan bir su işleri yetkilisinin (!) söylediğine göre, Silifke’deki baraj 60 milyon metreküp su almaktadır, barajda taşkından önce 30 milyon metreküp su vardır, gelen sel 200 milyon metreküptür. Bu bilgilerin de doğru olduğunu kabul edip hesabımızı sürdürelim.
İkiyüz milyon metreküp suyun 30 milyon metreküpü barajda tutulabilir miydi? Evet., barajda bu kapasite vardır. Peki, geriye kalan 170 milyon metreküp su, ırmaktan taşmaması için saatte 360 bin metreküp olarak akıtılsaydı, kaç saatte akabilirdi? Yüz yetmiş milyonu 360 bine bölersek yaklaşık 48 saat çıkar. Bu durumda eğer baraj kapakları saatte 360 bin ton su akıtacak, yani nehir yatağından taşmayacak şekilde, selden 48 saat önce açılmış olsaydı, rakamlar doğru olmak koşuluyla, Silifke’yi sel alması şöyle dursun, ırmaktan dışarı bir litre su bile taşmayabilecekti.
Silifke’deki barajın yöneticisi belki mühendistir. Kaymakam da yüksek öğrenim görmüştür. Ama bu basit hesabı yapabilmek için ilköğretim okulunu bile bitirmek gerekli değildir. Elbette Silifke’deki ırmağın en dar ve en az alçak olan yerinden bir saatte geçebilecek su miktarı kolaylıkla bulunup yukarıdaki hesap daha net yapılabilir. Bu da hesapladığımız 48 saatlik süreyi biraz çoğaltıp azaltabilir, o kadar.
Şimdi bir de bu hesabın uygulanabilirliğine bakalım. Sevgili yöneticilerimiz bunu yapabilirler miydi? Düşünebilmek koşuluyla evet. Düşünülseydi şu sonuçlara ulaşılabilirdi: Çıplak dağlara yağış sel getirir. Meteoroloji, birkaç gün öncesinden, bölgenin-ülkenin bol yağmur alacağı uyarısında bulunuyor, tahminleri hemen her zaman tutuyor. Dahası var, aynı meteoroloji, hava sıcaklığının birkaç günde on derece kadar artacağını, karların hızla eriyeceğini, sellere karşı dikkatli olunup önlem alınması gerektiğini de söylüyor. Öyleyse, düşüncesizlik nedeniyle daha önceleri de birçok kez sel baskını yaşamış olan Silifke’ye birkaç güne kadar, barajın durduramayacağı miktarda bir sel gelebilecektir. Bir şeyler yapabilmek için önümüzde birkaç gün vardır. Bu durumda yapılması gereken, hemen gerekli önlemleri almaktır.
Yöneticilere İşitme Testi
Önlem de neymiş. Biz, su getirmeye gönderdiği çocuğa toprak testiyi verip, sonra da nasıl olsa testiyi kıracak diye peşin peşin bir tokat atan Nasrettin Hoca’mızı hiç anlayamadık ki önlem almayı bilelim. Her şey olup biter, yanan yanar yıkılan yıkılır, sele giden gider, biz ondan sonra yarı uyanırız. O da olay unutuluncaya kadar sürer. Önce dövünür, sonra kadere küser, sonra suçu ateşe, suya, dereye yükler, daha sonra da her şeyi unuturuz. Bir başbakanımız binmeye kalkıştığında birkaç kez arızalanan helikopteri suçlu ilan eden, hatta katil diye isimlendiren bizim diplomalı basınımız. Kendi suçlarımızın farkına varmayıp, kullanmayı bilmediğimiz araçları suçlayan biziz. Silifke’deki selden birkaç gün sonra televizyona çıkan bir yetkili (!), “benim barajım suçlu değil” diyordu. Baraj onun olduğuna göre, baraj suçlu olursa kendisinin de biraz suçlu olacağını mı düşünüyordu acaba? Televizyonumun karşısında ben de ona bağırdım, ama duymadı.: “Zaten biz barajı değil, sizi suçluyoruz!” Televizyonumun karşısından değil de onun bir metre yakınından seslensem duyar mıydı? Sanmıyorum. Bir metre yakınından seslendiğim birçok yetkili, “tamam ama” deyip yine kendi yanlışlarını uygulamıştı.
Düşünen bir baraj yöneticisi, o yoksa düşünen bir kaymakamı olsaydı Silifke’nin, bu basit hesabı yapıp bu sonucu önceden görebilir miydi? Evet. O zaman meteorolojinin günler öncesi yaptığı uyarılarla “uyanıp”, hiç olmazsa 48 saat önce ırmağa saatte 360 bin metreküp su salabilirler, taşkını, baskını, ölümü, felaketi, on binlerce milyonlarca insanın mutsuzluğunu önleyebilirlerdi. En azından yıkım bu kadar büyük olmazdı.
Silifke’nin Yoğurdu Da Yok
Bu işleri yapmadıklarına göre sanırım Silifke’nin su müdürü de, kaymakamı da yok. Zaten zavallı ülkemin pek çok kurumunda yönetici yok. Var ama yok. Pek çok ilin valisi yok. İnanmıyorsanız alın o valiyi ve imza yetkisini yardımcısına verin, bakın onun yokluğunu makam şoföründen ve belki de okey arkadaşlarından başkası farkedecek mi?
Silifke’de bir lokantada “önce şu meşhur yoğurdunuzdan getir lütfen” dediğim garson, “bizde yoğurt olmaz abi” deyip şaşırtmıştı beni gençliğimde. Sonra bu ülkede, olduğu söylenen birçok şeyin aslında olmadığını öğrendim. Galiba en çok sıkıntısını çektiğimiz şey de adam yokluğuydu. Sokaklarda, otomobillerde, evlerde, bürolarda, şık, lüks elbiseler vardı ama içinde adam yoktu. Şarkısında yoğurt olup çarşısında olmayan Silifkem. Kadro gerçeğinde su müdürü, kaymakamı olup, yaşam gerçeğinde bulunmayan Silifkem, ülkem.
Peki, bu, yargı önünde en azından “zanlı” olması gereken, benim matematiğimde suçlu olan yöneticiler nerede? Cinayet suçlamasıyla hapiste olmasalar bile, görevi ihmal suçlamasıyla neden görevden alınmış değiller? Neden hala görev başında, başımıza getirecekleri yeni felaketlere göz yumma makamlarındalar? Peki onların amirleri nerede? Amirlerin memurlarından sorumlu olduğunu onlar bilmiyorsa danışmanları da mı anımsatmıyor? Yoksa onlar da danışmaya muhtaç veya sözleri dinlenmeyen zavallılar mı?
“Ne zaman adam oluruz” sorusunu sorup her gün başka bir yanıt yazan bir gazetecimiz vardı. Ona bir yanıt da benden: Yöneticilerimiz hesap verdiğinde. Ama biri ikisi değil, hepsi. Halk bilinçlenip yöneticilerine hesap sorduğunda ve onları hesap verir hale getirebildiğinde, demokrasi oyununu oynamayı da öğreniriz, adam olmayı da.
Eski bilgilere göre oluşturulmuş, yanlışlığı çoktan kanıtlandığı halde bunu bilmeyenlerce hala kullanılan atasözlerimizden biri de “kaza geliyorum demez” sözüdür. Günümüzün bilgileri bunun tersini söylüyor. Görünmez kaza çoktur, çünkü kaza kendini göremez, görülmez kaza ise yoktur. Ama kaza dediği şeyi göremeyen insan da çoktur. Hiçbir “kaza” yoktur ki -buna sel de dahil-, çok önceden “geliyorum!”diye bağırmamış olsun. Kaza geliyorum der, sistem düşüncesi onu görmemize yardım eder.
Geçmişteki ve bugünkü gibi, felaketlere yol açan düşüncelere sahip yöneticilerimiz oldukça, daha çok felakete hazır olun Silifke’liler, Ilıca’lılar, Ağrı’lılar ….
11.3.2004
Not : Bu yazıdan sonra, Silifke’yi tekrar sel aldı.