Eğitim insanların doğuştan getirdiği yetileri geliştirmesi için bireye yapılan bir yardım ve yatırımdır. Eğitim hakkı ve fırsatı verilmeyen insanlar niteliklerini geliştiremeyeceğinden, insan olarak hakları elinden alınmış olur. Günümüzde eğitimin giderek dikkati çeken yönü ise tüketilen bir hizmet olmasıdır. Bu anlamda eğitimin piyasada alınır satılır bir mal haline gelmesi, bu hizmetin tüketicileri olarak öğrenci ve velileri ilgilendirir olmuştur. Bu ilgi ve sorunu sahiplenme tek tek velilerin altından kalkabileceği bir durum olmaktan çıkmıştır. Velilerin, veli derneklerinde örgütlenmeleri kaçınılmaz hale gelmiştir. Veli derneklerinin eğitim hizmetinin kalitesine ve standartlarının belirlenmesine katkıda bulunmak görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Ayrıca eğitim politikalarını belirlemede etkili olabilen baskı gruplarının etkisini, en azından, dengelemek için de veli derneklerinin kurulması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Böylesi bir çaba demokrasinin tabana yayılmasıyla toplum kalitesini de yükseltecektir. Bu yazıda veli derneklerinin neden kurulması ve yaygınlaştırılması gerektiği açıklanmaya çalışılmaktadır.
Gerek insan hakları belgeleri gerekse Anayasamız eğitimi bir insan hakkı olarak görür. Doğuştan getirilen gizil güçlerin, yeteneklerin açığa çıkması eğitimle olur. Eğitim yoluyla bilgi ve becerileri geliştirilmeyen insanlar, yeteneklerini kullanma, dünyayı anlama ve kendini gerçekleştirmede başarısız olacağından, insan olma hakkını kullanamamış olur. Bu yüzden eğitim temel bir insan hakkıdır. Aile, toplum ve devlet bireye bu hakkını kullanması için eşit fırsat ve imkân sağlamalıdır. Okulun var oluş gerekçesi de bu hakkı kullanmayı öğreterek, yeteneklerini geliştirmek yoluyla insanları hayata hazırlamaktır.
Halka ait okulların hizmetlerini devlet yerine getirir. Okul binası yapımı, öğretmen yetiştirme ve görevlendirme, müfredat hazırlama gibi çalışmalar devlet örgütü tarafından yerine getirilir. Devlet bunu üyelerinden yani vatandaşlarından vergi adı altında topladığı paralarla yapar. Yani devlet halkın parasını kullanarak halka hizmet etmektedir. Devletin var oluşu gerekçesi de budur, halka hizmetkârlık etmek. Egemenliğin ulusta olması; ulusun patron, devletin hizmetkâr olması anlamına gelir, tersi değil. Demokratik ülkelerin gelişmiş yurttaşları devletlerinin kendinden aldıkları kaynakları doğru yerlerde, anayasa ve yasalarda belirtildiği şekilde kullanılıp kullanılmadığını kontrol eder, hesap sorarlar. Hesap sormayı seçimden seçime değil, her an yaparlar. Bu amaçla örgütler kurar, uzmanlardan faydalanırlar. Dernekler yoluyla uygulama ve hizmetleri yakın takibe alırlar. Devletler de şeffaftır, hizmetlerini gizli gündemlerle, kapalı kapılar arkasında değil açıkça ve meşru yollarla yapar, sivil toplum kuruluşları, medya ve yargı denetimine açıktırlar. Tabii ki öğrenci veya veli derneklerinin de!
Diploma ve sertifika veren, devlet dışında ama devlet kontrolü altında ücretli hizmet veren özel okul ve kuruluşlar da vardır. Bunlar da aynı yasa ve yönetmeliğe bağlıdırlar, sadece finansman kaynakları farklıdır. Bu kuruluşlar, “aynı işi ben daha iyi yaparım” iddiasıyla yol çıkmışlardır. Onlar da devlet okulları gibi hizmet üretip “müşterisine” para ile satmaktadırlar. Bir eğitim piyasası ortaya çıkmıştır. Eğitim parayla alınıp satılabilmektedir. Bu piyasalaşmaya yönelik felsefi ve ekonomik eleştiriler de sürmekle beraber tüketicilerin dernekleşerek haklarını korumak istemeleri eşyanın tabiatı olarak değerlendirilmelidir.
Eğitime sahip çıkmak ve ilgilenmek bir vatandaşlık görevidir. Türkiye dünyanın belli başlı güçleri tarafından sürekli şu veya bu tarafa çekiştirilen bir ülkedir ve siyasi gel-gitler yaşanmaktadır. Gündelik siyaset çok sert yapılmakta ve iktidara gelenler çoğulcu değil, dayatmacı olabilmektedir. Eğitim sistemimiz 1970’li yıllardan beri gündelik siyasi çekişmelerin içine sokulmuş, öğretmen sendikaları adeta parti şubeleri haline gelmiş, hükümet değişikliklerinde kenar mahalle okul müdürüne varıncaya kadar liyakati ortadan kaldıran siyasi atamaların yapılması olağanlaşmıştır. 2013-2014 öğretim yılının sonunda bütün eğitim yöneticileri görevden alınıp, yeniden atamalar yapılmıştır. Partizanlık bazı dönemlerde yaygınlaşır. Bu olgu eğitim yönetiminde monist (tekçi) bir yapılanmanın ortaya çıktığı anlamına gelir. Monist yapılanmaların en önemli özelliği “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışının devreye girmesiyle şeffaflığın ortadan kalkması, tek parti rejimlerine görülen yönetim hastalıklarının artmasına yol açmasıdır. Gelecekte başka bir siyasi parti de benzeri davranışta bulunabilir. En değerli varlıkları olan çocuklarını böylesi bir yapıya teslim etmek velilerin göze alamayacakları bir risktir; veliler bir değil, birkaç defa düşünmeli, eğitim sürecine müdahil olmalıdırlar.
Bazı dönemlerde hükümetler hatta onun bakanları bile keyfi şekillerde “yenilik, eğitimde reform” gibi adlarla eğitimde felsefi tutarlılığı olmayan, yasal altyapısı hazırlanmamış uygulamalar yapabilmekte ve eğitim sistemini, kalitesini ve standartlarını bozabilmektedir.
Eğitim sisteminin başta nitelik olmak üzere çığ gibi birikmiş sorunları yanında bir de bakanlığın saç baş yolduracak türden bilgisizce, bilinçsizce hatta keyfi veya kendi ideolojik saplantılarını topluma giydirme gibi toplumsal mutabakatı bozan uygulamaları gözleniyor. İtirazlar karşısında bunların gerekçesini açıklamak veya cevap vermek yerine aldırmadan aynı yolda devam ediliyor.
Dershane uygulamaları, sınav sistemleri, öğretmen ve müdür atamaları, velilerden değişik adlarla toplanan paralar, eğitim kalitesinin sürekli düşmesi, öğretmen veya müdürlerin eğitimciye ve görevine yakışmayacak kusurlu davranışları ve daha sayılabilecek birçok sebep, velileri, çocuk sahibi veya müşteri olarak eğitim sistemine müdahil olmaya zorlamaktadır.
“Eğitim kimin elindeyse gelecek onundur” şiarını ilke edinen eğitimden çok farklı amaçları olan, ekonomik ve siyasi baskı grupları da eğitime müdahil olmuşlardır. Ülkenin, toplumun ve bireyin ihtiyaçları, çağın icapları ve bilimsel bilgiler yerine onların çıkar ve istekleri okula, eğitime, öğretmen ve öğrenciye yansımakta, üzerlerinde baskı kurmakta, hatta eğitimin amaçlarının önüne geçmektedir. Eğitimin merkezinde sadece bilimsel-pedagojik kaygılar olması gerekirken, bu amaç bir tarafa itilerek, çocuklar bir ideolojik yatırım aracı olarak görülmekte, bilimdışı tasarruflarla çocuklara gelecekte kendi seçmeni olabilecek ya da ülkenin yönünü, doğrultusu değiştirebilecek, iç çatışmalara yol açabilecek doğrultu kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bu gidişatı durdurmada çocuklarına sahip çıkması gereken velilere önemli görev düşmektedir.
Eğitim sisteminde mevzuatının kapsamlılığı ve karmaşıklığı ile bu sistemde rol oynayan aktörlerin baskı gruplarıyla içli dışlı ilişkileri, bir velinin tek başına çözebileceği ya da üstesinden gelebileceği aşamayı çoktan geçmiştir. Bunu yapabilse bile sözünü dinleyecek birisini bulabilmesi, devlet katında veya medyada sesini duyurabilmesi çok zordur. Ancak örgütlü bir kitle ve uzman bir yapılanma ile mevzuat anlaşılabilir ve yapılmaya çalışılan keyfi uygulamalar aşılabilir.
Günümüzde demokrasi anlayışı katılımcı demokrasiyi de geçerek yönetişim aşamasına ulaşmıştır. Bu anlayışta, yurttaşlar kendilerinin koyun yerine koyan bir yöneticiye boyun eğerek değil, yönetilmesi gereken her durumda söz sahibi olmak ve kendilerini etkileyen konularda karar verme sürecine katılmaları gerekir. Buna yönetişim denilir ve yönetimde çağdaş uygarlık seviyesi olarak bilinir. Bu bağlamda velilerin dernekler üzerinden okul işleyişi ve eğitim sürecinde yer alan konularda karar verme sürecine katılmaları, eğitimin işleyişini geliştireceği gibi, demokrasimizin standardını da yükseltecektir.
Okul-aile birliklerinin okulun devletçe karşılaması gereken ama devletin karşılamadığı lojistiği sağlamanın ötesinde işlevi yoktur. Bu haliyle devam edebilir ama veli derneğinden beklenenleri yerine getiremez. Her okulda eğitimle ilgili kararlarda söz hakkını kullanan, eğitimin amaçlarında, felsefesinde, uygulamalarında bilim ve hukuk dışı uygulamalara karşı çıkabilecek, olması gerekeni savunacak, tüketici olarak haklarını koruyacak veli derneklerini kurmak ve bunun yaygınlaşmasını sağlamak bir yurttaşlık görevidir.
Veli dernekleri, velilerin de bilinçlenmesine yol açacağından okul-veli-öğrenci işbirliğini de geliştirir. Şimdiki uygulamada okul-aile işbirliği bağlamında veliler oldukça pasif durumdadır. Öğretmen ve okul yönetiminin talep ve önerilerini karşılamak dışında ne fikirleri ne de görüşleri sorulur. Sorulsa da pek çoğunun bir fikri yoktur. Veli dernekleri aracılığıyla bilinçlenen veli hem öğrencisine hem de okula daha etkili yardımda bulunabilir.
Yukarıda sıralanan gerekçeler velilerin neden örgütlenmesi gerektiğini temellendirmektedir. Türkiye’de eğitim bilimsel ve pedagojik müdahalelerin ötesine geçerek iktidar partilerinin ya da yerel veya siyasal akımların, öğrencileri, gelecekteki seçmeni olarak yetiştirilmesine dönüştürülmüştür. Velilerin çocuklarına bilimsel bir eğitim istemeleri en doğal haklarıdır. Eğitimin ve demokrasinin kalitesini geliştirmek, eğitimi keyfilikten çıkarmak ve çocuklara ideolojik yatırım-yönlendirme yapmalarına karşı çıkabilmek için her okulda veli derneğinin kurulması ve bunların üst kuruluşlarını oluşturarak il ve ilçelerde hatta bakanlık nezdinde eğitimle ilgili gelişmelere müdahil olmak gibi bir görevleri vardır ve bu görev sahiplerini beklemektedir.