Toprak bekler mi insanı, çağırır mı insanını, deseler evet, derim. Her insan kısa süreliğine bile olsa ayrıldığında vatanından, bir an önce kavuşma hasretiyle geri dönmeyi arzular. Bir ses çağırır sanki onu “gel”, diye. İşte bu vatan toprağının sesidir, yakarışıdır. Sensin beni besleyen, bana bakan kıymetimi bilen … geeeel, diye. Ya bu ayrılış zorla olmuşsa, birilerinin koparmasıyla olmuşsa bir daha basma bu toprağa adımını, deseler. Eyvah! Beşer işte o an yanar da kavrulur vatan toprağının hasretiyle. Canı pahasına, vuslat özlemiyle varmak ister vatana.hele bir de bu ıstıraba aile bireylerinden birilerinden de koparılış eklenince dokunmayın mazluma. Her acıya her sıkıntıya maruz kalacağını bilse yine de ayakları gider vatanına, bilinçli veya bilinçsiz. Vatan çağırıyordur onu.
Refah içinde yaşayan ve her istediğini çok fazla zorlanmadan gerçekleştiren bir birey için bu sözler belki abartılarla doludur. Ancak bu acıları yaşayanlar çoktur yeryüzünde günümüzde de geçen her asırda olduğu gibi.Bunun bir abartı olmadığını hatta benim bu sözlerimin çok eksik olduğunu anlamak için lütfen böyle insanlar bir an olsun Ahıska Türklerinin yaşadıklarına bakarak anlasınlar ve inanıp insanlık adına bu ıstırapları yaşatanlardan utansınlar isterim. Ahıska Türkleri bu vahim durumu bilmem kaç yıldır yaşıyor? Sözlerimin anlamını kavramak için Ahıskalıların yaşadıklarına birazcık olsun göz atmak yeter sanırım. Diyardan diyara sürülürken bir yandan da daha acısı aile bireylerinden zorla koparılmışlardır.
Bunlarla ilgili olaylar o kadar çok ki hangisini anlatsam bilmem her birini dinleyince içimden parçalar kopar kanar yüreğim dem be dem. Şu an bu yazıyı yazarken dahi acım tazeleniyor. Her ne kadar bu sürülüşlerde ben yoktuysam da acılarını aynı derecede olmasa da (Aynı derecede olması mümkün değildir zaten.) hissediyorum. Benim anlatacağım olay yaşananların ne en acısı ne de en unutulmazı belki ama bu da bir acı işte.
Yazımın başında dedim ya vatan çağırır insanını sıcak kucağına. Sarmak ister onu sıkıca. İnsan da kokusunu bile özler toprağının. İşte böyle bir özlemle yerinde duramayan bir Ahıskalının yaşadığı bir olayı anlatmaya çalışacağım ben de. Çağırınca vatan onu koş, gel bana ve diğer sevdiklerine diye o da kalkıp gitmiş bu çağrıya uyup.
O zamanlar daha topraklarımız bölünmemişti. Vale şehrinde yaşayan annemin akrabaları diğer akrabalarının yanına Posof”un Arılı (Marsolat) köyüne gelirlermiş. Sınır kapandığında bazı akrabalar burada Posof’ta kalmışlar.Annemin babaannesi Posof’ta kalmış. Çocukları yanındaymış. Fakat kardeşleri Vale şehrinde kalmış. Gidip gelmek yokmuş. Büyük babaanne köyünden Vale topraklarına bakıp hep bir şeyler söyleyip ağlarmış. Hasret çekermiş topraklarına, kardeşlerine, anılarına…
Büyük babaannenin kardeşlerinin üçü Posof’a gelmeyi başarmış fakat diğer iki kardeş Vale şehrinde kalmış.Büyük babaannenin oğlu (yani annemin amcası), dayılarını çok özlemiş. Hasret her geçen gün artmış. Bir gün annemin amcası dayılarının yanına gitmeye karar vermiş. Bu kararı aldığında daha 12 yaşındaymış. Birkaç kişiye gitmek istediğini söylemiş. Fakat herkes gitmesinin doğru olmadığını, Rusların onu fark ettiği zaman vurabileceklerini söylemişler. Ama o gitmeye karar vermiştir.
Annemin amcası, bir sabah Vale’ye gitmek için yola çıkmış. Yorucu bir yolculuk olmuş onun için.Marsolat’tan Türkgözü’ne ve oradan da Vale’ye yolculuk. Dikkatli olmalıydı çünkü Rus askerler onu fark ederlerse hiç acımadan vururlardı. Ama şükürler olsun düşünülen olmamış. Sağ salim varmış Vale şehrine. Kimse fark etmesin diye hep gece yol almış. Üç gün sonra varmış köye. Akşam vakti kapıyı çalmış. Dayı yeğenini karşısında görünce şok olmuş. On gün orada kalmış. Ama hiç dışarı çıkmamış.
Büyük babaanne de oğlunu sorup durmuş. Kimse nerde olduğunu bilmiyormuş. Ama onun Vale’ye gitmiş olabileceğini düşünmeye başlamışlar.Bunu tabi ki büyük babaanneye söylememişler. Oğlunun Posof’ta olduğunu söylemişler. Ama her geçen gün daha çok merak etmeye başlamışlar.
On gün sonra bir gece vakti yola çıkmaya karar vermiş. Fakat dayısı gitmemesi için onu ikna etmeye çalışmış, başaramamış. Yola çıkmış, ormana gelene kadar bir sorun olmamış. Fakat ormanın girişine yaklaştığı sırada Rus askerler fark etmişler. Arkasından ateş etmeye başlamışlar. Dedem ormana doğru kaçmış. Bir ağaca çıkmış. Nefes bile almaktan korkuyormuş. Çünkü onu fark etseler vuracaklarmış. Askerler ormanda çok dolaşmışlar. Hatta onun bulunduğu ağacın altında durmuşlar.Ama onu fark etmemişler. Askerlerin uzaklaştıklarını fark edince ağaçtan inip koşmaya başlar. Nehre yaklaştığında Askerler bunu tekrardan fark etmiştir. Ardından ateş etmeye başlamışlar. Nehri çok rahat geçmiş. Sınırı geçmiş. Bizim askerlerimiz onu içeri karakola almışlar. Rus askerler, bizim askerlerimize sınırı geçen kişiyi teslim edin demişler. Fakat bizim askerlerimiz kimseyi görmediklerini söylemişler. Rus askerler inanmak istemese de gitmişler. Bizim askerlerimiz dedemi birkaç gün karakolda dedemin güvenliği için bekletmek zorunda kalmışlar.
Birkaç gün dedemi karakolda misafir ettikten sonra, üzerine askeri kıyafet giydirip köye götürmüşler. Oğlunu karşısında gören büyük babaanne sevincinden çok ağlamış. Dedeme de annesine Vale şehrine gittiğini söylememesini tembih etmişler. Çünkü annen bilmiyor demişler. Belli bir süre sonra annesine söylemişler ve çok üzülmüş.
Dedem oraya gitmekle iyi mi yaptı bilmiyorum ama düşününce ben de belki böyle bir şeyi yapabilirdim, diyorum. Vatan çağırırca durulamayacağını anlıyorum. hasret, özlem demek ki onu çok etkilemiş.İnşallah bir an önce Ahıskalı vatandaşlarımız topraklarında huzur ve refah içinde yaşarlar. Yaşanan acıların yalnızca anılarda ve geçmişte kalmasını ümit ve dua ediyorum her daim, yürekten.