Üniversitede Felsefe Eğitimine Bakış

Sayı 28- Eğitim Politikası (Ekim 2010)

İnsanoğlunun yaşamını devam ettirebilmesi için bir takım ihtiyaçlarını gidermesi gerekir. Bu ihtiyaçları biyolojik ve zihinsel ihtiyaçlar olarak ikiye ayırabiliriz. Bunlardan biyolojik ihtiyaçlar organizmanın temel ihtiyaçlarıdır (su, hava vb.). Zihinsel ihtiyaçlar ise organizmanın düşünsel istekleridir (örneğin bir insanının kendisini üst düzey bir yönetici olarak düşünmesi). İşte bu noktada devreye “başarı olgusu” girmektedir. Peki, başarı nedir? Başarı kavramı, hemen bütün dillerde bireyin ya da toplumun, giriştiği herhangi bir iş, uğraşıdan arzu ettiği ve mutluluk duyduğu bir sonuç alması durumudur. Dumas’ya göre hiçbir şey başarı kadar insanı mutlu edemez[2].

Günümüz modern çağında başarı elde edebilmek için “bilmek” gerekir. Çünkü bilgi (bilmek) günümüzün en etkili silahıdır. Bacon’ın deyişiyle “bilgi güçtür”. Bilen kazanır ve başarı elde eder. Bu bağlamda Yüksek Öğrenim Kurumlarında bireyin başarı kazanabilmesi ve kendisini geliştirip, yetiştirebilmesi için gerekli olanakların sağlandığı varsayılır ki Yüksek Öğrenim Kurumlarının amaçlarından birisi de budur. Bu varsayım üniversitelerin önemini artırmakta ve de bir takım sorumluluklar yüklemektedir. Fakat bu sorumluluklarda şöyle bir sonuç çıkmamalı; yüksek öğrenim bireye iş verir. Bu çıkarım yanlış bir çıkarım olur. Çünkü Yüksek Öğrenim bireye iş değil, bireyin yeteneklerini geliştirmesini ve çalıştığı alanda uzmanlaşıp başarı kazanmasını sağlar. Üniversiteler gerçeklerin bekçisi, yeni gerçeklerin devamlı arayıcısı, doğmanın karşıtı, toplum değerlerinin koruyucusu, gençliğin şekillendiricisi ve geleceğe yol göstericisidir[3].

Yazının buraya kadar olan kısmında başarı ve üniversitenin başarı üzerindeki rolü üzerine birtakım düşünceler ortaya konuldu. Aşağıda ise “üniversitede başarılı bir Felsefe öğrenimi nasıl olmalıdır” sorusu ele alınarak birtakım değerlendirmeler yapılacaktır. Bunu da felsefe öğreniminde birtakım problemler ele alınarak ortaya konulacaktır.

1-Felsefeden habersiz felsefe öğrencisi; Bu tip öğrenciden kastımız temelinde (eğitim öğretim hayatında) felsefe önöğrenmesi olmayan öğrencidir. Bu tip öğrencinin oluşmasında millî eğitim sistemimizdeki yanlış politikalar etkilidir. Sadece lise son sınıfta öğrenciye felsefe öğretimi verilmemeli, felsefe öğrenimi daha alt dönemlerde başlatılmalı. Hatta Felsefe öğrenimi ilköğretime kadar indirilmelidir. Her dersin içeriğine felsefe sıkıştırılabilir ya da felsefi bir sorun gündeme getirilerek felsefeye ilgi ve aşinalık sağlanabilir.

2-Türkiye’de felsefeye (felsefecilere) bakış; Ülkemizde bilindiği üzere felsefeye hep farklı bir gözle bakılmış ve de felsefeciler hiç de hak etmedikleri birtakım olumsuz tavırlara maruz kalmışlardır. Ne yazık ki ülkemizde “düşünmek, sorgulamak, sormak ve araştırmak” hep engellemelere uğramıştır. Az düşünen ama çok ezberleyen bir kitleden başka türlüsünü beklemek mümkün müdür? Ancak bir biçimde felsefeye gelmiş bir öğrenci de doğal olarak bundan etkilenmekte ve felsefenin özünü kavrayamamakta dolayısıyla da başarı kazanamamaktadır. Bu nedenle toplumuzun felsefeye yönelik olumsuz bakışı değişmelidir. Kuşkusuz bunu değiştirecek olan da felsefecilerin bizatihi kendileridir.

3-Yanlış yöntem ve yaklaşımlar; Felsefe bir araştırmadır[4]. Bu bağlamda felsefe öğrenimi vermek için hazırlanan programlar öğrenciyi araştırmaya, sormaya, sorgulamaya götürmelidir. Hazırlanan programlar bu amaca hizmet etmelidir. Maalesef bizde felsefî eğitim, sorma, sorgulama, araştırma yerine, “Thales’e göre… Aristo’ya göre…” Descartes, “düşünüyorum o halde varım” şeklinde sürekli bir bilgi pompalaması tarzındadır. Tabii ki bilgi olmalı, ancak bu bilgilerin uygulaması da olmalı. Başka bir deyişle Felsefe öğrenimi “kim ne demişlerle” sınırlı kalmamalı, öğrencide yeni bir şeylerin ortaya çıkmasını temin etmelidir. Felsefe öğrenimi sürecinde uygulanacak olan programların hedefi sadece bilgi vermek değil yeni bilgileri üretecek beyinleri yetiştirmek olmalıdır.

4-Taraflı öğretici sorunu; Felsefe bilindiği gibi bir sorma, sorgulama ve eleştirme işidir. Bu, felsefenin doğası gereği yapması gereken şeydir. Bu nedenle felsefe öğreticisinin de bunların bilincinde olarak Felsefe eğitimi vermesi gerekir. Kendi inanç ve duygularının sahası içerisine başkalarını katmamaya özen göstermelidir. Sıkça karşılaştığımız bir olay var ki o da eğitim sırasında birtakım felsefî düşüncelerin sansüre uğramasıdır. Oysa felsefe öğreticisi taraftar olmamalı, öğrencileri sormaya sorgulamaya ve eleştirmeye yönlendirmelidir.

“Felsefe bir kurşundur beyne sıkılan

Beyni parçalayan, darmadağın edip karıştıran

Felsefe bir kurşundur, beyne sıkılan

Daha iyi bir dünyaya bilet kestiren”

DİPNOTLAR

[1] Atatürk Üniversitesi, Felsefe Bölümü Lisans Öğrencisi

[2] Yılman, Mustafa. 1990. Eğitim Araştırmaları, İzmir, s.15

[3] Kaya, Yahya Kemal. 1984. İnsan Yetiştirme Düzenimiz: Politika, Eğitim, Kalkınma, Ankara,  s.237

[4] Uygur, Nermi. 2010. Felsefenin Çağrısı, İstanbul, (5. Baskı), s. 16

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir