Aşağıdaki metin Türk Dili dergisinin 13. sayısından alındı. Derginin kapağında İlkteşrin 1935, İstanbul, Devlet Basımevi, yazılı, 105 sayfalı bir dergi. Dergi kapağında çizgi arası –Türk Dil Kurumu Bülteni- yazılmış. Dergi, dil bayramı kutlamalarını konu edinmiş. Atatürk’ün Meclis (Kamutay) Başkanının, Başbakanın, Genelkurmay Başkanı ve bazı bakanların kutlama telgrafları yayınlanmış. Üçüncü Dil Bayramı kutlama programı (26 Eylül 1935) yazıldıktan sonra TDK genel sekreteri İbrahim Necmi Dilmen’in “Sayın Yurtdaşlar” başlıklı nutkunu yayınlamış. İzleyen sayfalarda ise Halkevlerinde üçüncü dil bayramı tören konuşmalarına yer verilmiş. Aşağıdaki metin Ankara Halkevinde yapılan törende konuşanlardan İshak Refet’in konuşmasıdır. Konuşma, derginin 22-28. sayfaları arasında yer alıyor. Söylev imla yanlışları bile düzeltilmeden olduğu gibi alınmıştır. Bu söylevi yapan İshak Refet’in, o dönemde Ankara’da bulunan İshak Refet Işıtman olduğu anlaşılıyor.
İshak Refet Bey, ya da İshak Işıtman, (d. 1891, Gaziantep) – (ö. Ekim 1946), Türk siyasetçi. İstanbul Hukuk Mektebi mezunudur. Gaziantep Ticaret Lisesi Türkçe ve Edebiyat Öğretmenliği, Cephe Divan-ı Harp Üyeliği, Maraş, Giresun, Gaziantep, Sivas Maarif Müdürlükleri, Maarif Vekâleti Genel Müfettişliği, Ankara Maarif Eminliği, TBMM III. Dönem Diyarbakır Milletvekilliği ile III. Dönem Divan-ı Riyaset Kâtipliği yapmıştır. Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ve takdirname sahibidir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Dil Kavgası, Cumhuriyet Destanı kitaplarının yazarı ve Ali Şir Nevai’nin Muhakemet-ül Lûgateyn adlı kitabının yayına hazırlayıcısı olarak adı geçiyor. Bu yazı Dil bayramı ve o dönemin dile yaklaşımı açısından ilginç bulunarak yayına hazırlandı.
İkram Çınar
Bay İshak Refetin Söylevi
Pek sayın ülküdaşlar;
Atatürk devrimlerinin en derinlerinden, en kapsallarından birinin yıldönümü bayramını kutluyoruz. Türk dili devriminin bu kutlu bayramında ne kadar sevinsek ne kadar övünsek yeridir.
Şu birkaç yıl, denemeli dil devriminin okullardan tutunuz da yurdumuzun en ücra yerlerine kadar yayılmaya, sevinçli, kıvançlı verimlerini vermeye başladı.
Atatürk devrimleri yeller gibidir, seller gibidir, yıldırımlar gibidir. Onun önünde durulamaz, onun arkasından koşulur. Ona ayak uydurulur.
İşte bu güzel Türkçe kendi yerini almış bulunuyor. Osmanlıca ise aradan çekilmiş, tarihine geçmiştir. Artık Osmanlıca ile yazı yazanlar gülünç olmaktan başka bir şey yapmış olamazlar.
Makhuri nedamet nazarım yerlere matuf
Piyrameni azmimde hayaleti siyehper
İşte bu, Osmanlıcanın büyük şairlerinden birinin beytidir. Bunu Türk anlar mı?
Makhuri nedamet nazarım yerlere matuf
Piyrameni azmimde hayaleti siyehper
Yalvarıyorum, düşününüz, bunu Türk nasıl anlasın? Peki bu beyit türkçe değilde farsça mıdır? O da değil, arapça mıdır, o hiç değil! Öyle ise bu beyit niçin yazılmıştır? Kim için yazılmıştır? Bunu yazan şair konularını, ülgütlerini farslardan, araplardan yahut, frenklerden almayıp ta Türkten alsaydı, yazılarında ana Türkçe ile yazsaydı bugün Türkiyenin bir çok yerlerinde onun için dikilmiş anıtlar görecektik; bu ne kara bir yazıdır, ne acınacak sonuçtur. Size osmanlıcanın en büyük şairlerinden Nefi’nin bir parçasını okuyacağım, Nefi bu parçada (Badı saba) adlı bir atı anlatıyor.
Ne saba saika dersem yaraşır surette
Ki seyirdirken ana sayesi olmaz hempa
Bırakır anı dahi sayesi gibi yolda
Olsa ger şatırı endişe ile pader pa
Düşmeden sayesi hak üzere eder âlemi tay
Sehv ile rakibi gösterse inana irha
Kuş yetişmez derdim, olmazsa tayyar eger
Eremez gerdine ziraki ne sarsar ne saba
Nice tayyar o sebük payı cihan peymakim
Ana hem per olamaz hiç ne anka ne huma
Nurdan bâlâ ar uçmağa melektir sanasın
Olsa zimpuşi seralserle nedem cilve numa
Tay eder alemi bir göz yumup açıncayadek
Bu kadar çapuki çalak olur mu acaba
Evet olur mu acaba.. böyle bir ata olur mu acaba; böyle bir at şimdiye kadar yaratılmış mıdır. Acaba… böyle bir at, atı dünyaya tanıtan, armağan eden Türkün atı değildir. İşte Türkün atını okuyorum.
Dadal Oğlu Velinin at türküleri
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Bir atı severim bir de güzeli
Degip on beşime kendim bileli
Bir atı severim bir de güzeli
At kuşu tutmalı çıktığı zaman
Yalı kirpi gibi yıktığı zaman
At dört, kız on beşe yettiği zaman
Bir atı severim bir de güzeli
Atın büyük sağrısı kalkan döşlüsü
Kalem kulaklısı çekik başlısı
Güzelin boylu samur saçlısı
Bir atı severim bir de güzeli
At kulağın diker gözlerin süzer
Akça ceren gibi çöllerde gezer
Azıcık dokunman yel gibi tozar
Atın kaba eşkini dizden bol gerek
Ablak sığın gibi ardını atar
Boğa geyik gibi önünü yiter
Kaçarsa kurtulur koğunca yeter
Uygun yoldaş ile uzun yol gerek
Tımarın elinle eyle ar sanma
Yemini bolca ver azı kâr sanma
Bir söz söyleyeyim sana zor sanma
Yiğide yar at mamur el gerek
Ana türkçe ile osmanlıcayı karşılaştırma için Nefinin atıyla Dadal Oğlu Velinin atını karşılaştırmak yetişir sanırım. Dadal Oğlu Veli, Nefiden çok sonra yaşamıştır. Dadal Oğlunun yaşadığı çağlarda, aşağı yukarı hemşerisi, yerdeşi sayılabilecek Sümbül Oğlu Vehbi Efendi yaşamakta idi; size Vehbinin (Sühen) kasidesinden de birkaç beyit okuyacağım.
Sühen oldur ki ola ayeti kübrayı sühan.
Yazıla sefhayı icazdan âlâyı Sühan
Şair oldur ki anın kalbine hassan gibi
Nef hayı ruhu emin eyleye ilkayı Sühan
Husrevü mülkü sühan ana denürkü kalem
Çeke menşuri hayâlâtına turayı sühan
Talibi nazmı gazel ilme çalışsun evvel
(Leyte şirî) deyu eylerse temennai sühan
Farisi ve arabiden iki şehbal ister
Taki pervazı bülend eyleye ankayı sühan
İktifa eylediler mesleki Aşık Ömere
Coşku şevk ile nice kafiye cuyayı sühan
Gevheri güftesine döndü bu günlerde medet
Gevheri Nadireyi lölüü lalayı sühan
Kimi mani kimisi vadei türkmanide
Kara oğlan kaya başısı yalâllâyı sühan
İşte arapça farsça bilmeden değiş yazılmayacağını söyliyen Vehbi Efendinin son beytinde kara oğlan kayabaşısı diye karadığı, karaladığı, yerdiği parçalardan da okuyorum.
Ala gözlü benli dilber
Satın al da kul et beni
Saçına bir dokunayım
Esen deli yel et beni
Sakla beni bucağında
Can vereyim kucağında
Od olayım ocağında
Alevlendir kül et beni
Bire ağlar bire beyler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Dolmadan bir dem sürelim
Aman kahpe felek aman
Ne aman bilir ne zaman
Üstümüzü çayır çimen
Almadan bir dem sürelim
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Daha ne gelecek başıma benim
Eğer o sevgili benim olmazsa
Bakın gözlerimin yaşına benim
Yar bana söz verdi onu güderim
Eğer yalan ise ya ben niderim
Başım alır ilim ilim giderim
Sevgili düşerse peşime benim
Cüda bülbül gibi ötemez oldum
Türlü kumaşlarım tutamaz oldum
Kınaman ağalar yatamaz oldum
Giriyor sevgilim düşüme benim
Karacaoğlan yarı gördüm uzaktan
Gözlerim bozardı kan ağlamaktan
Ziyade korkarım zalim felekten
Bir yar ağı katar aşıma benim
Hey ağalar böylemi olur
Hali yardan ayrılanın
Akar ummana koyulur
Seli yardan ayrılanın
Kurur damarı çekilir
Başına otlar dökülür
On beş yaşında bükülür
Beli yardan ayrılanın
Gül dikensiz bitmez imiş
Bülbül gülsüz ötmez imiş
İşe güce yetmez imiş
Eli yardan ayrılanın
Karacaoğlan geçmez dilek
Tutuştu da yandı yürek
Sağ yanında hazır gerek
Salı yardan ayrılanın
Bülbül ne yatarsın bahar irişti
Ulu sular göl olduğu çağlardır
Kat kat açup gül yaprağa karıştı
Güle bülbül kul olduğu çağlardı
Yine bahar oldu açıldı güller
Figana başladı yine bülbüller
Yârimin saçına benzer sünbüller
Aşıkların deli olduğu çağlardır
Yine bülbül bilir gülün halinden
Deli oldum bu ayrılık elinden
Aşıp aşıp gelip yayla belinden
Yar kokusu gül olduğu çağlardır
Burcu burcu kokar bahçeler bağlar
Bülbül figan edüp kamuyu dağlar
Türlü çiçeklerle bezenmiş dağlar
Karlı dağlar yol olduğu çağlardır
Karacaoğlan eder geçti çağların
Migal vermez oldu gönül bağlarım
Aklıma düştükçe durmaz ağlarım
Gözüm yaşı sel olduğu çağlardır
Vehbinin kayabaşı dediği bu parçaların bir tekine on dane, yüz dane (sühan kasidesi) yetişebilir mi?
Sayın Ülküdaşlar;
Osmanlı türkçesi Osmanlı türkiyesi gibi idi. Osmanlı Türkiyesinde nasıl yabancılar iş başına geçerek Türkleri geriletmişlerse Osmanlı Türkçesinde de yabancı sözler, yabancı konular, yabancı ülgütler ana Türkçeyi geride bırakmıştır. Bugün Osmanlı edebiyatının yığın yığın gazellerinden, kasidelerinden hangisi halka yayılarak mal olabilmiştir? Bir dane olsun örnek gösterilebilir mi? Türk halkının nesine gerek, kendi malı olmıyan, kendine söylemiyen, kendini düşündürüp dalgalandırmıyan herhangi bir parçayı ne yapsın? Doğrudan halk varlığına dayanan Türk Cumhuriyeti kendi yüceliğine yaraşır arı, sili bir türkçe ve bu Türkçe ile yaratılan bir edebiyat ister. Osmanlı edebiyatı gibi çürük, yabancı bir edebiyat değil, Türk halkının seveceği, benimseyeceği bir edebiyat.
Biz halkcıyız diyoruz, halkçılık sevmekle olur. Halkı sevmek halkı bilmeğe, tanımaya bağlıdır. Adam bilmediğini, tanımadığını sevebilir mi. Gerek sevmek, gerek beğenmek sevilecek beğenilecek şeyler üzerinde birtakım görüşler, düşünüşler, kanışlar ister. Halkı bilmeden, halkı tanımadan halkçıyım demek, körlerin renkler üzerinde konuşmalarına benzer. Halkı bilmek için onun içinden gelmek, yahut onun içine girmek gerekir. Halkın iç benliğinden doğan şeyleri, ve iç benliğini işlediği için benimseyip sevdiği şeyleri bilmek gerekir. Halkın göreneklerini, törelerini, inanlarını, topluca söyliyeyim: iç ve dış varlığını inceliyerek, irdeliyerek kavramak gerektir.
Türk ulusu en eski soysallıkları yapan, yaratan, kuran ve yayan bir ulustur. O soysallıklar, evren soysallıklarının bir çoğuna kaynak olmuştur. İşte o soysallıkların derin izlerini iç ve dış varlıklarında saklıyan, yaşatan ulusumuzun tek bir sözü, tek bir ülküsü, tek bir ezgisi üzerinde kıskanarak, özenerek, titriyerek çalışmak ve onları bugünün tekniği ile işlemek Halkevleri gençliğinin borcudur.
Sayın Ülküdaşlarım;
Şimdi size arı Türkçe ile yazılmış bir değişimi okuyarak sözlerimi bitireceğim.
Atatürk Türkçesi
Arı, sili bir Türkçe, Türkçenin kendisi bu
Bu işte de önümüz evrene saldı yanku
Su gibi duru bir dil, böyle anla, böyle bil
Senin öz anadilin karışık türkçe değil
İşte bu dil demektir Atatürkün Türkçesi
Duyguda düşüncede budur Türklüğün sesi
Bu dil kuşların dili, bu dil suların dili
Türk dili kurtuluyor bayram etsin Türk eli
Atatürkün türkçesi yüz milyonun dilidir
Yüz milyon Türk bu dili sever, konuşur, bilir
Bosnadan, Balkanlardan tutta ta Çine kadar
Mısırdan Sibiryaya dolaş Türk dili var
Ah Türk dili, ne derin, ne ince bir dilsin sen
İçimde ne dilekler çalkanır bunu bilsen
Her sözün bir tanışıktır, derinlerden de derin
Anlatışın, kavramın denizler kadar engin
Dillerin kaynağısın gerçekten ana dilisin
Senin bu tansıklığın karşısında eğilsin
Bütün dil bilginleri, bütün düşünen başlar
En geniş anlam sende, ne aransa sende var
Senin sesinde uçar baharlar kelebekler
Yıldırımlar sendedir, senden çıkar şimşekler
Yeller gibi esersin, seller gibi taşarsın
En çetin engelleri çiğneyerek aşarsın
Sende doğar güneşler, yıldızlar sende güler
Korkunç geceler sende, fırtınaların yer yer
Kükreşip haykırırken bir yanda ay aydın
Gölgelerim mineler, andırarak altını
En güzel renkler sende, güzel sesler sendedir
Bu güzel seslerinden ne ezgiler yükselir
Okadar yücesin ki Himalya alçalır
Okadar derinsin ki deniz gölgede kalır
Karşında dize gelir boyun büker baş eğer
Senin biricik sözün yüz bin pırlanta eder
Türk dili kurtuluyor, dil bayramıdır bugün
Türk dilini buluyor, dil bayramıdır bugün
Ne mutludur bizlere, soyumuza ne mutlu
Ey Türk soyu kutlu olsun, dil bayramınız kutlu.