Cumhuriyetin onuncu yıldönümü önemli bir tarihti. Acaba basın ve akademik kuruluşlar Cumhuriyetin 10. yılını kutlamaya nasıl hazırlanmış ya da bu on yılı nasıl değerlendirmişlerdir? Kamu kuruluşları resmî program uygulamıştır. Örneğin Halkevleri ve Türk Dil Kurumu daha yeni kurulmuş olmalarına karşın heyecanlı toplantılar düzenleyip, yayınlar yaptığını biliyoruz. Özel ya da özerk kuruluşların bu yıldönümü için ne gibi çalışmaları olmuştur? Birçok yanıt ve örnek verilebilir. Bu yazıda konu edinilecek olan metin özel bir yayın olan Azerbaycan Yurt Bilgisi (AYB) adlı aylık dergiden seçilen onuncu yılı işleyen bir metindir.
AYB dergisi 1932-34 yılları arasında aylık olarak yayınlanan, kendi döneminin ciddi sayılabilecek yarı akademik bir dergisidir. Yayın yaşamına Ocak 1932’de başlamış ve 36 sayı yayınlanmıştır. Yayın kurulu listesi niteliğinde belirtilen kişiler o zamanın da önemli referans kişileridir. Fuat Köprülü, A. Zeki Velidi (Togan), Mehmet Ağaoğlu, Abdülkadir İnan gibi adlar. Dergi müdürlüğünü ise İstanbul Darülfünununun Edebiyat Fakültesi müderris muavini dilbilimci Dr. Ahmet Caferoğlu yapmıştır. Zeki Velidi ve A. İnan Başkırdistan’dan, Caferoğlu ise Azerbaycan’dan gelen Ceditçilerdendir. Akademi dışında Türkoloji yayını yapmak amacıyla bu derginin yayınlandığı anlaşılıyor. Nitekim makalelere bakınca sadece Azerbaycan değil, olabildiğince Türk Dünyasını kucaklamaya çalıştığı görülüyor (Küçük, 1998).
Bu yazıya konu olan metnin yazarı “Kazanlı Aptullah Battal” ise soyadı yasasından sonra Taymas soyadını alan, Abdullah Battal Taymas’tır. 1883-1969 yılları arasında yaşamıştır. Tataristan’ın Samara bölgesinde dünyaya gelmiş, İstanbul’da yaşama veda etmiştir. Türk dili, tarihi ve edebiyatı ile ilgili kitap ve yazılar yazmıştır (Akpınar, 2021).
Makalenin yazıldığı yıllarda Türkiye’de başta dil, tarih ve kültür olmak üzere birçok alanda Türk kültüründe öze dönüş çalışmaları yapılmaktadır. Zira, başta Selçuklu ve Osmanlı devletleri olmak üzere Türkçe yüzlerce yıl boyunca ihmal edilmiş, eğitim ve bilim dili hatta devlet dili olması bile engellenmiştir. Bunların sonucunda Osmanlıca adlı bir tür Esperanto dili ortaya çıkmıştır. Türkçe, varlığını halkın dilinde, halk edebiyatı ve folklor üzerinden sürdürebilmiştir. Sonuçta devletin, bilimin ve sanatın dili ile milletin dili farklılaşmıştır. Millet, o gün de bugünkü gibi Türkçe konuşuyordu.
Türkçenin ihmal edilmesinin sorumluluğunda Arap alfabesinin rolünü de not etmek gerekir. Türkçede bulunan bazı sesleri karşılayan harfler olmayınca imlası bozuk Türkçe sözcükleri yazmak yerine Arapça ya da Farsça sözcükleri doğru olarak yazmak yeğlenmiştir. Türkçe “öldü” sözcüğü doğru biçimde yazılamayınca, Arapça “vefat” etti, diye yazmak zorunda kalmak gibi!
Kalpaklıların kurduğu millî devletin, Osmanlı’nın son zamanlarında da müzakeresi yapılıp karara bağlanan dil sorununu çözmesi gerekmiştir. Harf değişikliği ve dilde sadeleşme, Türkçe üzerindeki engelin kaldırılıp egemenliğinin ilan edilmesi Cumhuriyetin büyük başarılarındandır. Devlet, eğitim ve sanat dili ile milletin dili Türkçe üzerinden birleştirilmiştir. Dil devrimi budur.
Dil devrimi ve sadeleştirme çalışmaları abece değişikliğinin yanı sıra birtakım kampanyalarla da yerleştirilmeye çalışılmıştır. Dilde özleşme çalışmalarıyla Doğu’dan gelen Arapça ve Farsçanın etkisinden, Batı’dan özellikle Fransızcanın etkisinden kurtulmaya gayret edilmiştir. Başta Atatürk olmak üzere politikacılar ve bürokratlar, edebiyat ve yayın dünyası olabildiğince öztürkçe sözcükler kullanmaya gayret edilmiştir. Öztürkçe sözcükler genellikle Kırım ve Kazan Tatarcasından, Kazakça hatta Yakutçadan ve Anadolu’da köylerden yapılan derlemelerden sağlanmıştır. Böylece bürokrasi ve edebiyatı işgal eden Arapça ve Farsça istilası giderilmeye gayret edilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve halen yeni bilimsel ve teknolojik kavramlara da Türkçenin kurallarına uygun olarak sözcük üretilmektedir. Bu arayış ve çabalar tartışmalı durumlar da ortaya çıkarmış, bunlar zaman içinde yoluna girmiştir.
Bilim, sanat ve devlet dilini Türkçeleştirme çabaları Atatürk’ün heyecanla desteklediği Güneş-Dil Kuramı ile popüler bir akım haline gelmiştir. Bugünkü Türkçe ile 1910’ların devlet bürokrasisi ve basına egemen olan Türkçe karşılaştırılırsa, aradaki farkı bu öze dönüş çalışmalarının başarısı olarak kaydetmek gerekecektir.
AYB dergisine dönersek, AYB dergisindeki yazılar incelendiğinde öztürkçe yazmak gibi bir gayretin pek olmadığı görülür. Yazılarda 1930’ların genelgeçer bir dil ve anlatım biçimi kullanılmıştır. Ancak 10. yılda Abdullah Battal (Taymas), “Türk Denkbeyliğinin 10 uncu Yılı” başlıklı, “Bir öz türkçe denemesi” yan başlığıyla bir deneme yazısı yazmıştır. Türkiye Denkbeyliği derken “denkbeylik”in cumhuriyet anlamında olduğu yazının ekindeki sözlükçeden anlaşılıyor. İşte bu yazıda 1933 tarihli AYB dergisindeki ilgili yazı internet okuyucuları dikkate alınarak “olduğu gibi” ilgililere sunulmuştur.
Yazı, yan başlıkta da belirtildiği gibi bir denemedir. Bu denemede ilk kez kullanılan sözcükler görülmektedir. Bu sözcüklerin üreticisi yazarın kendisi midir? Tersi belirtilmemiş. Bazı sözcükler belki de bundan sonra hiç kullanılmayarak dilin dolaşımına girememiş, bazıları ise farklı anlamlar kazanarak günümüz Türkçesinde olağan sözcükler olarak varlığını sürdürüyor.
Sözü edilen yazı şudur:
Türkiye Denkbeyliğinin Onuncu Yılı
(Bir öz türkçe denemesi)
Kazanlı Aptullah Battal
Bundan tükel 10 yıl önce Türkiyede denkbeyliğin temeli atılmıştı. Ancak bu çok büyük düşüm kolaylıkla varlığa gelmiş değildi. İlk önce, tokuş sonu karışıklık ve şaşkınlığından assılanarak, yurdun bir bölüğüne sokulan ve yurttaşlara, illikişilere karşı eşi görülmemiş, duyulmamış güçemcilik ve zorbalıklar yaparak ilerilemek isteyen kır yağıları yenerek, tepeliyerek, geldikleri yerlerine döndürmek ve eski başkende girip oturan yatları oradan çıkarmak, uzaklaştırmak gerekti.
Bu işe girişebilmek için acun tokuşundan onuşsuzlukla, argın-yorgun ve bitkin çıkan eli, yurdu yeniden ayağa kaldırmak, onun darmadağınık güçlerini toplamak, birleştirmek, ona umut, inan verebilmek isterdi. Bu büyük işi başarmağı büyük Türk başbuğu Mustafa Kemal Pş. üstüne almış ve yurdun bir parçasını tutmak şetinde bulunan yabancılara karşı yılmaz bir savaş bayrağı açmıştı.
Anadolu Türklerinin bu dirim-ölüm kavgasını, acun tokuşundan sonra birçok sarsıntılar geçiren, sakışsız emgek ve ermeçler gören başka Türk elleri de büyük bir özditreme, üzüntü ve umutla izerliyorlar, ve ötedenberi özbeyliğini korumasını bilen bura Türklerinin bu kavgadan yeniş, onuş ve kazançla çıkmasını yürekten diliyorlardı. Türk alpagutu, yurdun idikutu ulu Mustafa Kemalin yedemi altındaki inanlı Türk eli, yürekli Türk ordusu yat yağılara üstün geldi ve öz toprakları onlardan arıldı. Büyük el yurt eri İsmet Paşanın yedemi altında olan Türk imremi Lozanda bütün Türk acunnun yüzünü güldürecek bir bıçgas düğümledi. Bu bıçgasın yemişi olarak, Türkiye toprakları yalnız kurallı yabancı güçlerden değil, 600 yıldan beri elin, yurdun kanını, iliğini emen “Burungu bıçgaslar” ahtapotundan da kurtuldu…
Ancak denkbeyliğin kurulması için yalnız bunlar yetişmiyordu. Yüzlerce yıldan beri yurdu çürütmekte olan çürük benbeylik enyenini, onun dayangacı olan başka bir çok eski kuramları yıkmak, ortadan kaldırmak gerekti. Büyük başbuğun yedemi altındaki T. B. M. M. i kendini könü ve kutlu bitrimleriyle bunları da birerbirer kökünden sökmüş ve kaldırmış, ve işin ucunda 1923 yılı 29 “Teşrinievvelde” denkbeylik enyenini carlamıştı. Bu, bütün acunda bugün yaşıyan ilk ve tek Türk denkbeyliğidir. Bu denkbeylik kendisinin iç elbisi, dışardaki onuru, ünü ve kuru ile büyük tokuştan sonra kurulan elyurtların en sağlamlarından en yücelerinden biridir.
Türk acunu, Özbeylik tokuşu günlerinde Türk ordularının savaş yazısındaki vuruşmalarını nedenkli bir özditreme ve umutla izerlediyse, bugün Türkiye denkbeyliğinin konum ve ekim alanlarındaki uğraşma ve güreşmesini de o denkli bir umut ve sevinçle izerlemektedir. Kutlu ve mutlu Türkiye denkbeyliği içinde varlığa getirilen evrinti ve onaltımların öteki Türk ülkelerinde de yankular doğurduğu, oralardaki Türk elseverleri ve ışıklılarını da kıvandırdığı işkilsizdir. Niçin derseniz: Türk budunu ekimce, dilce, dilekçe ve ülküce tektir. Türk yurdunun bir bucağında başgösteren kımıldanma ve kalkınmalar öteki bucaklarında da sezilmeden, duyulmadan kalmaz.
Hele ulu Gazinin Türk savbiliğini aydınlatma, doğrulma ve genişletme alanındaki, Türk yazı dilini özleştirme, zenginleştirme ve güzelleştirme yolundaki girişmeleri, bütün Türk acunu için geniş umut kapları açan, türklük ülküsüne doğru yürüyenlerin yoluna ışık kütleleri saçan çok assılı büyük işlerdir.
Kutlu ve ışıklı denkbeylik enyeninin bizim önümüze çektiği derkileri ben burada sayıp bitiremem. 10 uncu Yıl ulu bayramı dolayisiyle, yazgıçlari yürük, dilleri yoruk bir çok kimseler bu derkileri benden daha iyi ve daha dalu anlatacaklardır. Ben ancak şu kısa, çok sönük yazımı “Azerbaycan Yurt Bilgisi” Mecmuası için bir kazanlı Türk olmak üzere yazdım. İşte, doğumca engin Türk yurdunun kuzay bucağına düşen Kazan ülkesinin bir çocuğu olmaklığım yönünden de işbu ulu Bayram gününde sevinç ve kıvançlarımı dışarır, yüce denkbeylik enyenini kuran ulu Gaziye, onun bu çetin yoldaki emektaş ve koldaşlarına derin saygılarımı, alkışlarımı sunmayı, ve bu büyük elyurt erlerini yürekten kutulamayı kendim için türklük, yurttaşlık borcu ve bir onur ve övünç sayarım.
Yaşasın oğan Türk denkbeyliği!
Yaşasın Türk ülkü birliği!
SÖZLÜK
Denkbeylik: Cümhuriyet, Düşüm: Hadise, Enyen: İdare, rejim (Raflof, I, 737), Başkent: Payitaht. (Kent=Şehir; Divan, I, 288)., Tokuş: Harp (Divan, II, 69), Acun: Dünya (Divan, I, 73). Özditreme: Heyecan, Alpagut: Kahraman; (Divan, I, 127). Arılamk: Temizlemek. Başlık: Riyaset, İmrem: Heyet; cemaat (Divan, I, 98), Düğümlemek: Akletmek, Benbeylik: Saltanat, istibdat idaresi., İşin ucunda: Nihayet., Emgek: Mihnet (Divan, I, 100). Ermeç: Meşakkat, (Radlof, I, 882), Elyurt: Devlet, Şet: Cür’et (Divan, I, 269), Bıçgas: Muahede; (Divan, I, 382), Kurallı: Müsellah., Könü: İsabetli (Divan, III, 112), Bitrim: Karar., Carlamak: İlân etmek, Kur: rütbe, mertebe, (Divan, I, 277), Özbeylik: İstiklal, Türk acunu: Türk dünyası, Konum: Medeniyet; (Divan, I, 140; Bunu divandaki manası biraz başkaca ise de, ben bu sözün “medeniyet” yerine alınmasını yerinde buluyorum). Ekim: Hars, Külte: Hüzme (Nur hüzmesi), Kuzay: Şimal (Anadolu: Gölge yer), Tükel: Tam, (Divan, I, 58). Kır yağı: Amansız düşman; (Divan, I, 277), Yürekli: Cesur (Divan, III, 14). Yedem: Rehberlik, Kuram: Müessese (Divan, I, 346), Yazı: Meydan (Divan, III, 18), Alan: Sahe. Burungu bıçgaslar: “Uhudu atika” (kapitülâsyonlar), İzerlemek: Takip etmek. Evrinti: İnkılâp. Onarım: Islahat. Yanku: Akis, aksi seda, Işıklılar: Münevverler, Savbilik: Tarih ilmi, Dışarmak: İzhar eylemek. Eğe: Sahip, Yazgıç: Kalem, Elbi: Müessir ve nafiz kuvvet (Raflof, I, 831). Güçemcilik: Zulüm; (Divanda “zalim” manasına olmak üzere “güçemeci” sözü vardır: III, 86). Kıvandarmak: Mes’ut ve bahtiyar eylemek, sevindirmek. İşkilsiz: Şüphesiz (Anadolu). Budun: Millet; (Divan, I, 47 ve başkalar). Derki: Sofra, nimet. Yoruk: Fasih. (Divan. “yaruk til”. Fasih dil, II, I, 12). İllik kişi: Silahsız, rahat oturan adam.
Kaynaklar
Akpınar, Yavuz. (2021). Abdullah Battal Taymas. İslam Ansiklopedisi. Türkiye Diyanet Vakfı. Cilt 40, s. 194-196.
Kazanlı Aptullah Battal. (1933). Türkiye denkbeyliğinin 10 uncu yılı. Azerbaycan Yurt Bilgisi. Yıl 2, Sayı, 21-22, s. 333-335.
Küçük, Murat. (1998). Azerbaycan Yurt Bilgisi (1932-1934). Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, (6). Erişim: https://dergipark.org.tr/tr/pub/tdded/issue/12716/154823