Türkiye’de Meslekî ve Teknik Eğitim: Bir Model Önerisi

Sayı 27- Eğitimde Değerler (Ağustos 2010)

Giriş

Bu çalışmada, Türkiye’de mesleki ve teknik eğitimin nereden nereye geldiğine bakacak değiliz. Ancak, şöyle bir husus vardır ki; içerisinde bulunulan zaman diliminde ülkemizdeki teknik ve mesleki eğitim ne kendisinden beklenen “nitelikli” eğitimi verebilmekte, ne de mesleki ve teknik eğitimde ihtiyaç duyulan “nicelik” açısından öğrenci sayısını artırarak yetiştirmekte ve bu öğrencileri endüstriye istihdam edebilmektedir.

Ülkemizde mesleki ve teknik eğitim kurumlarına devam eden öğrencilerin genel öğrenci tablosundaki oranı % 35 gibi bir orandır. Yani yalnızca % 35 gibi küçük bir yüzdelik dilimdeki öğrenci merkezi ve teknik eğitim kurumlarına devam ederken, % 65 gibi büyük bir kitle “genel liselere” ya da bir diğer ifade ile “akademik liselere” devam etmektedir. Elbette, görünen bu tablo, Avrupa Birliği üyesi ülkeleri ya da gelişmiş ülkeler (ABD, Japonya, Rusya, Kanada, vb.) düşünüldüğünde çok farklı bir durum arz etmektedir. Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile gelişmiş ülkelerde, bizim ülkemizdeki durumun tam tersi bir durum söz konusudur. Bizde, akademik liselere devam eden öğrenci sayısından oldukça yüksek bir rakam arz eder niteliktedir. Hâlbuki bu durum gelişmiş ülkelerde “ tam tersi bir durum” ifade eder niteliktedir. O bakımdan, öncelikle ülkemizdeki bu sayısal tablonun tersine çevrilmesi gerekmektedir; yani mesleki ve teknik eğitime devam eden öğrencileri % 65–70 gibi oranlara çekip, akademik (ya da genel) liselere devam eden öğrencileri ise % 35–40 oranlarında tutmamız gerekmektedir. –Ki zaten Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile gelişmiş ülkelerdeki durumda aynen bu şekilde bir tabloyu gözlerimiz önüne sermektedir.

Son yıllarda ülkemizde üniversite kapılarında bekleyen öğrenci sayısı yaklaşık olarak iki milyon ulaşmıştır. Elbette ki, bu rakamın çok daha aşağılarda olması gerekmekteydi. Ülkemizde bu kadar büyük bir kitlenin üniversite kapılarında beklemesinin önünde gelen en önemli sorunların başında sağlıklı ve nitelikli bir “yöneltme sistemi”nin olmaması gelmektedir. Onun için öncelikli olarak eğitim sistemimiz içerisinde bu – kâğıt üzerindeki yöneltmeyi- işler hale getirmek gerekmekte ve önce ifade edilen öğrenci sayısal tablosunun tam tersine çevirmenin sağlanması gerekmektedir. Bunlar için de, öncelikle, “yöneltme”nin doğru bir biçimde tanımlanıp, kâğıt üzerinde değil,  pratikte uygulanmaya geçirilmesi çok büyük bir önem arz etmektedir.

Türkiye de öncelikle “zorunlu sekiz yıllık eğitim” ve “katsayı” uygulamalarının mesleki ve teknik eğitim kurumlarından kaçışı tetiklediği genel olarak bilinmektedir. Bu gün, mesleki ve teknik eğitim kurumlarının sahip olduğu öğrenci sayısının öncesi ile sonrası karşılaştırıldığında fark rahatlıkla görülebilecektir. Zaten, eskiye nazaran bu gün üniversite kapılarında bekleyen öğrencilerin çok fazla olması yöneltmenin eksik, niteliksiz ve yanlış olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifade ile mesleki ve teknik eğitim görmeyen lisede akademik eğitimi takiben mezun olmuş ve “zorunlu” olarak ÖSS ye girmiştir; çünkü önünde herhangi bir alternatifi olmayan akademik (genel) lise öğrencisinin bu seçenekten başka zaten yapacağı herhangi bir şey yoktur, olamazdı da. Görünen; mesleki ve teknik eğitim kurulmalarının içinin birden boşaldığı ve bu boşalma ile öğrencilerin akademik liseleri seçmeleri, bunu takiben de üniversite kapılarında iki milyona varan dev bir kuyruk, bu kuyruktaki öğrencilerin ise yalnızca 350 bin civarı üniversiteli olabilme hayaline kavuşabilmektedir. Bunun yanın da 1,5 milyon civarı bir kitle ise sistem dışı kalmaktadır, buna zorlanmaktadır. Bu da her sene iki milyon stresli, kaygılı ve problemli öğrenci demektir. Günümüzde bu sayı iki milyon civarı bir rakamdadır, ancak mesleki ve teknik eğitimin içinde bulunduğu sorunlar öncelikle halledilmezse, üniversite kapılarında bekleyen öğrenci sayısının çokta uzun olmayan bir sürede 2.5- 3 milyonu bulması beklenmektedir. Bu, asla bir abartı değildir.

Önce Nereden Başlanmalıdır?

Önce nerden başlanmalı? Öncelikle bu sorunun doğru bir biçimde cevaplanması gerekmektedir. Önceliğimiz her zaman sağlıklı bir “yöneltme” olması gerekmektedir. Zaten sağlıksız bir yöneltme, şu anki durumu ortaya koymuştur. Diğer bir ifade ile şu anki mevcut durum “sağlıksız yöneltme”nin bir ürünüdür. O halde, önceliğin sağlıklı yöneltmenin sağlanmasına verilmesi gerekmektedir. Bu sağlıklı yöneltme zaten meslekli ve teknik eğitim kurumlarının (okulların) lehine sonuç verecek ve üniversite kapılarındaki yığılmada olmayacak ya da bu sayı istenilen düzeye gerileyecektir. Ancak, burada çok önemli bir husus var, o da; asla keskin çizgilere dayalı bir yöneltmenin yapılmamasıdır. Keskin çizgilerle önlendirilen öğrencinin (ya da bireyin) geri dönme ve bir şeyleri değiştirme yetkisi ve gücü olmayacaktır. O yüzden, yöneltmenin esnek olması bir yana; yöneltmeden sonra bireye esnek olarak karşılıklı geçişlere (okullar ve bölümler) arası izin verilmesi ve bu imkânını sağlanması gerekmektedir. Diğer bir ifade ile ilköğretimdeki potansiyelini artırması neticesine hukuk tıp, öğretmenlik, vb. alanlara da öğrenim görmesine imkân sağlanmalı, bu husus ya da esnek bir tavır içerisinde tesis edilmelidir. Bu bağlamda, mesleki ve teknik eğitim kurumlarını seçen öğrencilerin önündeki “katsayı adaletsizliği” kaldırılmalı; hatta mesleki ve teknik eğitimi daha cazip yapabilmek için bu kurumlarda öğrenim gören bireylere “pozitif ayrımcılık” bile yapılabilmelidir. Bunun, diğer lise öğrencilerine bir adaletsizlik olabileceği düşünülebilir, ancak, bu husus uzun vadede düşünüldüğünde, içi büyük oranda boşalmış olan mesleki ve teknik eğitim kurumlarının bu şekilde eski düzeyine ulaşacağı ve daha nitelikli ve önünü gören bir eğitim vereceği de asla gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. O yüzden, mesleki ve teknik eğitim kurumlarının önündeki “katsayı adaletsizliği”nin kaldırılması, hatta bu kurumlarda öğrenim gören öğrencilere belli oranlarda “pozitif ayrımcılık” yapılması ile işe koyulmak çok daha isabetli bir karar olacaktır. İşte, ancak bu yolla itibarı nazaran daha kötü bir durumda olan mesleki ve teknik kurumlarına öğrenciler çekilebilecektir.

Nasıl Bir Öğrenme-Öğretme Süreci Olmalı?

Mesleki ve teknik eğitim kurumları da, akademik liseler gibi üniversite kapısında her düzey ve boyutta “eşit” olmalıdır. Bunun için öncelikle katsayı adaletsizliğinin ortadan kaldırılıp, hatta bu okullardaki öğrencilere “pozitif ayrımcılık” bile yapılabileceğini önceden ifade etmiştik. Dört yıla çıkarılan tüm liselerde olduğu gibi tüm öğrenciler ilk yılında, bugün de olduğu gibi, ortak dersler görmesi gerekmektedir. Mesleki ve teknik eğitim kurumları öğrencileri 10. ve 11. sınıflarda kendi meslek dalları ile ilgili öğrenim görürken, akademik liselerde bölüm düzeyinde uygun göstermektedir.

Her iki ayrı kurumda da (mesleki ve teknik eğitim veren liseler ile akademik liseler) 10. sınıf sonunda öğrencilere karşılıklı olarak “geçiş” imkânı sağlanmalı; hatta bu, yalnızca eğitim kurumu temelinde (okul bazında) değil, okullardaki bölümler bazında da olabilmeli, mümkün kılabilmelidir. Bu bağlamda, öğrenciler ortak derslerle geçen 1 yılın sonunda öğrenciler kendi mesleklerini (veya alanlarını) belirleyebilecek bölümlere giderek, burada öğrenim görürüler, eğer, bölümlerini / alanlarını veya eğitim kurumlarından memnun kalmazlarsa (veya bu okul ve bölümlerde kendilerini çeken bir şeyler bulamazlarsa) ya da idealleri bazı sebeplerden dolayı değişirse, öğrenciler okullar arası ve(ya) bölümler / alanlar arası geçiş imkân ve fırsatına ve fırsatına sahip olabilmelidir. Çünkü burada, her halükarda eşit imkan ve fırsatlarla üniversiteye girebilecek olan öğrenciler, kendi eğitim kurumlarını (okullarını) daha sağlıklı ve çok boyutlu bir biçimde değerlendirip, kendilerine daha net ve açık hedefler belirleyebilecektir. Aynı şey, örneğin, mesleki ve teknik eğitim okulu bünyesinde bulunan  “motor bölümü”nden (veya herhangi bir bölümden) umduğunu bulamayan bir öğrencinin ‘elektrik bölümü’ne geçebilmesinde ya da “Sosyal Bilimler” bölümünde umduğunu bulamayanın ”Türkçe-Matematik” bölümüne geçmesinde de uygulanacaktır. Hatta denilen bu bölümler arsı geçişler mesleki ve teknik eğitim kurumlar ile akademik liseler ve onların bölümleri arasında da olabilecektir. Yine, aynı şey, her halükarda eşit bir statüde üniversiteye giriş sürecine sahip olan öğrencilerin, 10. sınıfta olmakla birlikte 12. sınıfta da geçişine uygun bir biçimde yapılandırılıp, düzenlenebilir. Yani, okullar arası ve bölümler arası geçişteki karşılıklı esnek geçiş süreci burada da sağlanıp, öğrencilere son sınıf olan 12. sınıfta da “geçiş” imkânı ve fırsatı sağlanabilir; ayrıca, bunun sağlanması gerekmektedir. Diğer taraftan ortak derslerin görüldüğü gibi 9. sınıftan itibaren karşılıklı “okul” ve(ya) “bölüm”lerden dersler alabilmesine izin verilmeli, bunun yolu açılmalıdır.  Bu şekilde öğrenciler kendi okulunu ve bölümünü daha yakından tanıyabilecek ve sağlıklı bir seçim meydana gelebilecektir. Burada, hem öğrenciler “hedef “ okulu daha yakından tanıyabilecek, hem de bu okuldaki öğrenci ve öğretmenler aralarında diyalog oluşturup sağlıklı ve yapısal bir etkileşim süreci tesis edebilecektir. Bu husus, yalnızca karşı okul/okullar içinde olmayacak, aynı okul kurumunun içindeki farklı bölümlerden ders ya da dersler olabilmesine de imkân sağlanmalıdır. Bu kapsamda, seçmeli/seçimlik derslerin sayısı ve çeşidi artırılırken; öğrenci, kendini daha stressiz ve sıkıntısız bir ortamda bulacağından, öğrenmeye karşı daha istekli olacak ve vereceği kararlarda daha sağlıklı ve rasyonel bir biçimde düşünme fırsatına sahip olabilecektir. Diğer bir ifade ile bu şekilde, öğrenciler “öğrenme”ye karşı olumlu bir tavır geliştirerek, kendi öğrenmelerinden bizzat kendileri sorumlu olacaklardır; yani “öğrenci merkezli eğitim”  bir nevi şekilde gerçekleştirilmiş olacaktır.

Okulların Fiziksel ve Teknolojik Altyapıları

Su anki durum itibari ile mesleki ve teknik eğitim veren okulların fiziksel ve teknolojik alt yapısının çağın gerektirdiği nitelik ve nicelikte olduğu söylenemez. Bir de yukarıda sayılan hususlar sağlandığı takdirde, mesleki ve teknik eğitim kurumlarına çok miktarda öğrenci transferinin de gerçekleşeceği gerçeğini de göz önünde bulundurulursa, bu kurumların sayılarının (niceliğinin) artırılması önemli bir husus ve adım olacaktır. Çünkü yukarıda sayılanlar gerçekleştirildiğinde, görüleceği üzere, meslek ve teknik eğitim veren okulların “niceliği” asla yetmeyecektir. O yüzden, mesleki ve teknik eğitim veren okulların şu an “nicelik” sorunları bulunmaktadır; öncelikle bu sorunun çözülmesi gerekmektedir. Bu nicelik artımına paralel olarak çağın gerektirdiği “nitelikli” eğitim için ise bu okullardaki her türlü alt ve üst yapı (teknolojik alt yapı dâhil olmak üzere) iyileştirilmeli; öğrencilere çağın gerektirdiği bilgileri vermede (ve bilgiyi beceriyi dönüştürmede, yeni bilgi üretmede) “niteliğin” asla gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Buradaki öğrenciler, kendilerinin de Avrupalı (ya da gelişmiş ülkelerdeki) akranları ile bire bir ve aynı nitelikteki eğitim aldığını bilmelidir; buna paralel olarak iş imkânlarının çokluğundan haberdar edilmelidir. Ayrıca, ülkemizdeki yatırımcılarla koordineli çalışma sonrası nitelikli kalifiye elemanların (ara elemanların) istihdam sorunu da ortadan kalkacaktır. Zaten, yatırımcının ve endüstri iş kuruluşlarının şikâyeti “nitelikli ara eleman bulunamayışı” artık olmayacaktır, en azından bu en asgari düzeye çekilecektir.

Mesleki ve Teknik Eğitim Kurumlarının AB ile Bütünleşme Süreci

Mesleki ve teknik eğitim kurumlarında öğrenim gören her öğrenci bir kere “iş garantisi” ne sahip olmalıdır. Bu ise mesleki ve teknik eğitim kurumlarına paralel olarak uygun Endüstri iş kolları ile yetinmeyecek, Avrupa’da da ( Avrupa Birliği üyesi ülkelerde) kendilerine açık iş sahalarından haberdar olacaktır. Bunun için ise, mesleki ve teknik eğitim veren okullarımızın niteliğinin AB standartlarında olması; yani ülkemizdeki eğitim ile AB içindeki mesleki ve teknik eğitimi “eş değerde” olmalıdır. Diğer bire ifade ile eğitim sonunda verilen diploma bütünlük taşımalı; öğrencilerin alacakları diploma AB’ce tanınan ve AB’nin her yerinde geçerli ve iş yapabilir nitelikte olmalıdır. Nitekim,  Altınok’a (2002) göre, üye ülkelerin ilgili bakanlıkları, bir yandan üye ülkelerin geleneklerine önem vermek zorunda olduklarını, bunların dışında milli eğitim yapıları ile öğretim yöntemlerinin standartlaştırılması girişiminin başlatılması gerektiği üzerinde durmuşlar, öte yandan da bazı alanlarda Avrupa düzeyinde “iş birliği”nin yaralı olacağını vurgulamışlardır. Bu bakımdan, ülkemizde mesleki ve teknik eğitim veren okullarının müfredatının AB çizgisine taşınması bir “öncelik” olma özelliği göstermektedir.

Diğer taraftan, az öncede ifade edildiği üzere, bir başka ülkede alınan diplomaların, orada geçirilen öğrenim sürelerinin karşılıklı olarak tanınması, böylece öğretmen öğrenci ve araştırmacılara daha özgür bir çalışma ortamı sağlaması 1976 yılında Avrupa Konseyi’nin aldığı önemli kararlardandır (Altınok, 2002: 366). Bu kapsamda ülkemizdeki genel ve mesleki ve teknik eğitimde Avrupa Konseyi’nin öngörmüş olduğu bu çizgiye yükseltilmesi çok büyük önem arz etmektedir. Burada, ayrıca, gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus da “yabancı dil öğrenimi”dir. Öğrenciler, okullarında alacakları sağlam ve her yönden iyi yapılandırılmış yabancı dil bilgi, becerisi ve AB standardında diploma ile iş garantisine; daha sı, birçok ülkede iş yapabilme imkân ve fırsatına kavuşacaktır. Bu bakımdan, mesleki ve teknik eğitim veren okullara akreditasyonu bir aciliyet ve önem taşımaktadır.  Bunda YÖK ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın eşgüdümü ve koordineli çalışması büyük bir önem arz etmektedir.

Eğitim sistemimizin yetiştirdiği insanların iş kurumlarının ihtiyaç ve beklentilerine tam olarak cevap veremediği ortadadır. Burada AB üyesi ülkelerin gerisinde kaldığımızı kabul etmek durumundayız. Bu konuda yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, is verenler, ekonomik çevreyi tanıma, iş yapma ve iş bitirme anlayışı ve kar etme kavramını eğitim alan gençlerde kazanılmadığını belirtmişlerdir.  Ayrıca iletişim, ekip çalışması problem çözme, öğrenmeyi öğrenme ve yabancı dil konularında gençlerin eğitilmesinin gerektiğini ortaya koymuşlardır (Evrenosoğlu, 1995: 67). Bu kapsamda AB standartlarına ulaşmak ve AB ile rekabet edebilmek için, öncelikle yukarıda sayılan (aranan) eleman özellikleri sağlaması gerekmektedir. Çünkü çağımızda, bir “bilgi çağı”dır. Onun için, öğrencilerimizin/ insanımızın gelişmiş ülke öğrenci ve insanıyla her alanda rekabet edebilmesi, her yönde “iyi yapılandırılmış nitelikli” eğitimden geçmektedir. O yüzden bu “niteliğin” yakalanabilmesinin için ise, öncelikle, AB eğitim standardının yakalanması büyük bir önem arz eder niteliktedir.

İstihdamda Mesleki ve Teknik Eğitim Kurumu Öğrencilerinin Önceliği Durumu

Yukarıda sayılan niteliklerde yetişmiş bireylerin, elbette, istihdamı öneli bir sorun teşkil edecektir, hiç kuşkusuz. Bununda aşılmasında hükümetin, MEB’in, YÖK’ün ve endüstri (sanayi)  kuruluşlarının eşgüdüm halinde çalışması önem arz edecektir. Her fırsatta “kalifiye eleman azlığından” dert yanan sanayi, ara eleman açığı olduğunu sürekli ifade etmektedir. Demek ki sorun, ara elemanların  “niteliğinde”. O halde, şöyle bir durum önerilebilir: gerek milli eğitim bakanlığı gerekse de sanayi, mesleki ve teknik eğitim veren okullarda öğrenim gören öğrencilere “burs imkânı” sağlayabilir. Böylece öğrenci daha okurken para kazanmaya başlayacak ve eğitime ve çalışma hayatına karşı güdülenecektir bu yolla. Zaten, sanayicinin aradığı “nitelikli” elemanlar yetiştiği için, sanayi de istihdam da herhangi bir sorun yaşamayacak; aradığı “nitelikli” elemanı daha öğrenim gördüğü yıllardan itibaren denetim altında bulundurabilecek ve öğrencinin öğrenimini bitmesi ile asil elamanına kavuşmuş olacaktır. Hatta, sanayi, burs versin ya da vermesin; öğrenciler yaz aylarında staj yaptırırken, onlara ücrette sağlayabilir. Böylece, öğrenci hem ortamı tanıyacak, hem de daha öğrenim görürken para kazanmaya başlayacaktır. Bunun psikolojik ve sosyolojik etkisi birey açısından elbette çok “olumlu” düzeyde olacaktır hiç kuşkusuz.

Sanayi kuruluşları istihdamda önceliği mesleki ve teknik eğitim veren okulların mezunlarına verme zorunluluğunda olmalıdır. Çünkü bireyin birisi bu işin “mutfağından” gelmekteyken, yani diğer bir ifade ile “alaylı” iken; diğer bir başka birey herhangi bir genel liseden gelmekte ve işi bilmemektedir; yani, bu işin eğitimini almadan gelmektedir. Bu husus ise sanayi kuruluşlarında aranan ve istendik “niteliği” düşürmektedir. Aynı şekilde işi bilmeyen bireylerin istihdamında bu işin mutfağını bilen bireylerin kapı önüne konması ya da hedef sanayi kuruluşuna alınmayışı kabul edilebilir bir durum asla değildir. O yüzden, sayılan eğitim süreçlerinden geçerek gelen, yabancı dil bilen, girişimci, üretici, iletişim becerisine[3]sahip, vb. ve sahip olduğu diploma Avrupa Birliği’nce tanınan nitelikteki bir bireyin/ elemanın istihdamı gerek ülke ekonomisine nicelik olarak (istihdam artırımı) katkıda bulunurken, istendik nitelikte toptan kendiliğinden yükselecektir. Çünkü bu potansiyel hatırı sayılır bir genç nüfusa sahip olan ülkemizde fazlasıyla vardır. Önemli olan; bu potansiyel nüfusu doğru eğitip, doğru planlayıp, doğru organize edip/örgütleyip,  doğru yönetmektir. Eğitilmiş nüfusu doğru yere kanalize etmemiz gerekir. İşte, bu potansiyelin, bu sistematik içerisinde kendisinden bekleneni yapacağından kimsenin kuşku duymaması gerekmektedir.

Sonuç

Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın Ağustos 2005 tarihli “Mesleki ve Teknik Eğitimin Bugünkü Durumu” (YÖK, 2005) başlıklı raporuna göre, Türkiye’de mesleki ve teknik eğitimin gerek nicelik ve gerekse nitelik olarak yeterli bir düzeyde olmadığımız bilinen bir gerçektir artık. Bunun yanında, ülkemizin “nitelikli” ara insan gücüne olan ihtiyacı hat safhadadır. Küreselleşen dünyada ve gelişen ekonomimizin ise uluslar arası pazarlarda rekabet gücünün yükseltilmesi ancak gelişmiş mesleki ve teknik eğitim veren okullarla ve bu okulların yetiştirdiği nitelikli elemanlarla mümkün olabilecektir. Ancak, bu rekabet ve nitelik için, öncelikle % 22.2’lik mesleki ve teknik eğitim öğrencisi ile %64’ lük akademik (genel) lise (MEB, 2002) öğrencilerin yüzde oranlarının karşılıklı olarak tersine çevrilmesi gerekmektedir yani, büyük oranlarının karşılıklı olarak tersine çevrilmesi gerekmektedir,  yani, büyük orana mesleki ve teknik eğitim kurumlarının, küçük orana ise akademik liselerin sahip olması gerekmektedir.

Ülkemizin eğitimin içerisinde bulunduğu çıkmazın ve sorunların başında mesleki ve teknik eğitimi veren okullar bulunmaktadır. Bu okulların yetiştirdiği öğrencilerin sayılarında özellikle sekiz yıllık zorunlu eğitim sonrasında inanılmaz bir düşüş meydana gelmiştir. Bu düşüş, öğrencileri akademik liselere çekerken / yöneltirken, bu kez yine başka taraftan kanayan bir yara olan ÖSS ve üniversite önlerinde bekleyen öğrenci sayılarında (yani niceliğinde) büyük yükselmeler olmuştur (yaklaşık olarak; 1.800.000 civarı öğrenci ÖSS’ye girmektedir); bu durum bir taraftan sanayinin ihtiyacı olan “nitelikli ara eleman” açığı artırırken, bir taraftan da öğrencilerin önündeki tek hedef olan ÖSS ve üniversite kapılarında yığılmalara sebep olmuştur. Bu gün, içerisinde bulunan konjonktürde ne ÖSS’ye giren öğrenci sayısı azaltılabilmiş, ne de mesleki ve teknik eğitim kurumlarından istenen “nitelikli” ara eleman yetiştirip, sanayide istihdam edebilmiştir. Bunun önündeki sebeplerin başında meslekli ve teknik eğitim kurumlarından istenen “nitelikli” ara eleman yetiştirilip, sanayide istihdam edilebilmiştir. Bunun önündeki sebeplerin başında mesleki ve teknik eğitim kurumlarının öğrencileri önündeki “katsayı adaletsizliği” ile bu kurumlarının öğrencilerin akademik liselerden mezunlarla eşit şartlarda bir yarış içerisinde olmamaları yatmaktadır. İşte, sayılan tüm bu sebepler, ülkemizin eğitim sisteminde bir “çıkmaz” ya da “açmaz” ortaya çıkmaktadır.

Ülkemizdeki mesleki ve teknik eğitim veren okul mezunlarının yüzdesi %35 gibi bir oranda iken, bunun diğer kısmı olan %65’ini akademik (genel) lise öğrencileri oluşturmaktadır; bu oran Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve gelişmiş ülkeler (ABD, Japonya, Rusya, Kanada, İtalya, vb) ile karşılaştırıldığında karşımıza tam tersine bir durum ortaya çıkmaktadır. Diğer bir ifade ile AB ülkeleri ile gelişmiş ülkelerdeki mesleki ve teknik eğitim, oranları % 65 – 70, beklide daha da yüksekken, bizde bu oran tam tersi bir oran olan % 35 civarında seyretmektedir. Öncelikle, bu oranın tersine çevrimli önem arz etmektedir. Nitekim MEB’in “2002 Yılı Başında Eğitim” başlıklı raporunda da orta öğretim hedefleri arasında “öğrencilerin % 65’i mesleki ve teknik eğitim, %35’ininde diğer ortaöğretim kurumlarında okullaşmalarının sağlanması“ (MEB, 2002) vardır. O yüzden, öncelikle bu istendik niceliklerin ve buna paralel olarak ta kurumsal teknolojik alt yapının iyileştirilmesi veya çağın gerektirdiği düzeye çekilmesi şu an için çok önemli bir husustur. Yukarıda ifade edilen yüzdelerin (şu anki yüzdelik okullaşma oranının) tersine çevrilmesi gerekmektedir. Bu tersine çevrilebilirlik için ise öncelikli olarak sağlıklı bir “yöneltme” uygulamaya geçilmeli, ancak, bu yöntemin gayet esnek olması ve ileriki yıllarda öğrencinin karşılıklı geçişine imkân ve fırsat sağlanmalıdır.

Ayrıca, MEB’in 2002 tarihli raporunda “ortaöğretim programları arasında, tamamlama eğitimi ile yatay ve dikey geçiş olanaklarının artırılması” ortaöğretim bazında özel stratejiler yer almaktadır (MEB, 2002).

Mesleki ve teknik eğitim veren okullarda yabancı dil derslerinin niteliği artırılarak (ders saatinin, eğitim ortamının, eğitim programının, vb.), Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile aynı müfredat program takip edilip, uygulanıp; öğrencilerin mezuniyetini takiben eşit diplomalara sahip olmaları sağlanmalıdır. Diğer bir ifade ile AB mesleki ve teknik eğitim programları ile eşgüdümlü olarak bir eğitimin sağlanması; yani, Türkiye’deki bir mesleki ve teknik eğitim kurumundan mezun olanın eşdeğer olması gerekmektedir. Bunun için, hükümet ile AB arasında bir mutabakat imzalanarak, yürürlüğe sokulmalıdır. Bu iş imza ile kalmamalı, gerekli niceliksel ve niteliksel iyileştirmeler de sağlanmalıdır. Ayrıca, ülkemizde tüm bu standartlarda eğitim almış mesleki ve teknik eğitim kurumu mezunlarının istihdamda bu kurum mezunları lehine ayrıcalık ve öncelik tanınmalı; öğrencilere, okullarında iken burs, kredi, vb. imkânlar sağlanıp, bu öğrencilerin farklı okul ve bölümlerden dersler alarak, gerek diğer öğrenci ve okullar gerekse de öğretmen ve yöneticilerle etkileşim arıttırılmalıdır.

Mesleki ve teknik eğitim veren okullardan mezun öğrencilere üniversiteye girişte “pozitif ayrımcılık” yapılarak, ülkemizdeki gençlerin mesleki ve teknik eğitim kurumlarına çekimi sağlanmalı; yani; ülkemizde yukarıda sayılan rakamsal oranlar tersine çevrilmeli; bu oranlar AB standartları çizgisine çekilmelidir. Bu durum, kısa vadede akademik lise öğrencilerinin aleyhine gibi görünse de uzun vadede düşünüldüğünde bu durum eğitim sistemimiz içerisindeki bir çıkmaz açacağı kuşkusuzdur.  Burada, bir artı parantez açarak belirtmek gerekirse, ülkemizdeki mesleki yüksek okulu uygulamalara devam edilmesi; ancak, bu okulların da gerek nicelik, gerekse de nitelik açısından iyileştirilmesi gerekmektedir. Yine bu yüksek okullardan mezun öğrencilerin dikey geçiş ile alanlarındaki öğrenimlerine lisans ile devam etmesi ülkemiz ekonomisi ve eğitimi için büyük bir artı değer kazandıracaktır. Unutulmamalıdır ki; her alanda rekabet edebilen ülkeler, bu rekabetlerini nicelik ve nitelik yönünde çağın şartlarına uyan mesleki ve teknik eğitim kurumlarına (gerek lise düzeyinde, gerekse de yüksekokul düzeyinde) borçludur.

Kaynaklar

Altınok, V. (2002). Avrupa Birliği ve Eğitim. Sünbül, A. M. (Ed.) Eğitime Yeni Bakışlar-I. Ankara: Mikro Yayınları.

Evrenasoğlu, N. M. (1995). Kaliteli Eğitim. IV. Ulusal Kalite Kongresi. İstanbul, ss. 67- 71.

MEB (2002). 2002 Yılı Başında Milli Eğitim. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

YÖK (2005). Mesleki ve Teknik Eğitimin Bugünkü Durumu. Ankara:  Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı.


[1] Uzm., Milli Eğitim Bakanlığı İngilizce Öğretmeni, Niğde gokhan51bas@gmail.com

[2] Milli Eğitim Bakanlığı İngilizce Öğretmeni, Niğde orhankuzucu@gmail.com

[3] Burada ifade edilen burs imkânı sanayi tarafından öğrencilere verilmekte olup; bu bursun sayısının az olduğu   (ya da burs veren kuruluşların az olduğu) ifade edilebilir. Bu kuruluşların sunduğu imkânların bursla kalmaması; bu imkan farklı alanlarda artırılması gerekmektedir.


[i] Bu makalede geçen ÖSS ifadesi, değiştirilen sınav sistemindeki YGS ve LGS sınavları için kullanılmaktadır.

  •  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir