Tarih boyunca tüm buluşlar ve bilimin gelişmesi merakın ürünüdür. Merak, insan hayatına anlam katan en önemli duygulardan biridir. Bu duygumuz olmasaydı ‘kimiz, neredeyiz, nereye gidiyoruz?’ sorularına cevap bulamaz ve yaşama amacımızı idrak edemezdik. O zaman insanlar sadece fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayan birer tüketim canavarı haline gelirdi. Merak duygusunun tetiklediği önemli yetilerden biri de sorgulamadır. Kendimizi ve çevremizdeki yaşananları sorgulamasaydık düşünmeyi de unuturduk. O zaman da hayvanlardan bir farkımız kalmazdı. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği aklıdır. Düşüncelerimiz sayesinde hayatımız anlam kazanır.

İnsanın sorgulama yapabilmesi için onu harekete geçiren uyarıcıların farkında olması gerekir. Çünkü tehlike sezilemezse önlem de alınamaz. Olayı daha geniş açıdan ele aldığımızda sorgulayan bir toplum olmak için toplumun yapı taşlarını meydana getiren bireylerde farkındalık oluşturmak gerekir. Bunun için okuyan, eleştiren, yorumlayan ve bu doğrultuda düşünen birey profiline ihtiyaç vardır. İnsanla başlayan bu döngü toplum, ülke ve uluslararası politikaların da temelini oluşturur. Osmanlı devletini ele aldığımızda üç kıtaya hükmeden bir imparatorluktu. Yönetimi altındaki insanlara adalet ve hoşgörüyle davranırdı. Peki, bu kadar köklü bir devlet neden ayakta kalamadı? Ortaçağda Avrupa karanlığı yaşarken İslam dünyası bilimin zirvelerindeydi. Sorgulayan, araştıran, üreten bilginlere sahipti ve Avrupa’daki karanlığı aydınlatan da bu bilginler oldu. Avrupa, karanlık dehlizlerde kaybolmak üzere olduğunu çabuk fark ederek bilime sarıldı ve birkaç yüzyıl sonra bilim dünyasında fark atmaya başladı. Bizlerse bilimi terk edip uyuduk ve uykudan uyanamadık. Çünkü sorunun kaynağının aklını kullanmayan, kendi çıkarları uğruna tüm değerleri hiçe sayan birkaç köhnemiş zihin olduğunu göremedik. Bu köhnemiş zihinler bir şekilde toplumda sorgulayan diğer bireyleri de susturmaya çalıştı. Sonuç; Osmanlı yönetimindeyken akıl, bilim ve hoşgörüyle yönetilen topraklar, bugün kana bulanmış, bilimde ileri ama insanlık meziyetlerini hiçbir zaman öğrenememiş emperyalist ülkelerin elinde can çekişmektedir. Emperyalist ülkeler, Ortadoğu ülkelerine uyguladığı bu politikalarını ülkemiz üzerinde de uygulamaya çalışmaktadır.

Yazımda bir kitaptan söz edeceğim. Yüzyıllarca ülkemiz üzerinde oynanan entrikaları görebilmek, tehlikenin farkına varabilmek ve geçmişten ders alarak ayakta dimdik yolumuza devam edebilmek için okunması gereken bir kitap: Neden ve Nasıl Mankurtlaştırılıyoruz. Ancak tehlikeyi fark ettiğinizde gerçek yüzünü görebilirsiniz. Bunun için toplumu aydınlatmada önemli vizyon ve misyon üstlenen öğretmenlerimizin öncelikle kendileri uyanık olmalı, sonra da toplumu uyandırmalıdırlar. Bu kitapta ülkemizin Batı ile olan etkileşiminde genellikle Batı karşısında etkilenen, yönlendirilen olması ve bunun sonuçları gözler önüne serilmektedir. Yakın tarihimizde ülkemizde yaşanan olayları her yönüyle ele alan bu kitabı, geleceğin eğitimcileri olarak tüm öğretmen adayı arkadaşlarıma tavsiye ederim.

Kitabın Özeti

Mankurtlaştırmayı yazar şöyle tanımlıyor: Bir dış gücün içerideki egemen sınıfla işbirliği yaparak ülkenin eğitim ve kültür politikalarını milletin aleyhine değiştirerek, ulusal kimliğinden uzaklaştırma, kendi toplumuna ve yabancılaştırma, bilinçsizleştirme ve sömürüye açık hale getirme, sonra da yardım ediyormuş kanaati yaratarak toplumun zihnini yeniden kurgulayıp sömürgecilerin kendi zihinsel kölesi durumuna getirmek için millet kendi değerlerine düşman etmeyi anlatan sosyo-kültürel bir kavramdır. Bu kavram dilimizde mankut kavramıyla ifade edilir. Mankut, ‘kut’unu (kutsalını) yitirmiş bedbaht kişi anlamındadır.

Bir toplum nasıl mankurtlaştırılır?

Yazar, Batının emperyalist emellerini gerçekleştirmek için halkın bilinçsizleştirilmesinde kullanılan tüm entrikaları “ateş suyu” (Kızılderililerin içkiye verdikleri ad) kavramıyla açıklar. İlk ateş suyu, alkol ve uyuşturucu bağımlılığıdır. Bir fikri empoze etmek istiyorsanız alıştıra alıştıra onun düşünmesini engelleyerek her şeyi normal karşılar kıvama getirmeniz gerekir. Düşünmesini engelledikten sonra ikinci ateş suyunu vererek onu kültürsüzleştirirsiniz. Ona farkında olmadan kendi değerlerinizi aşılarsınız. Üçüncü ateş suyu olarak toplumu bir arada tutan unsurlardan olan dilin içeriğini yabancı sözcüklerle doldurursunuz. Böylece o güzelim mana yüklü sözcükler içeriği boşalmış kelimeler haline gelir. Ardından toplumu amacından saptırıp ve ideolojilere yön verirsiniz. Ülkenin aydın insanlarını amaçlarınız doğrultusunda yetiştirdikten sonra ülkeyi karıştıracak yapay bir gündem oluşturursunuz ve tarihini çarpıtarak anlatırsınız, ona kim olduğunu unutturursunuz. Böylece mankurtlaştırma tamamlanır ve karşınızda sizin düşüncelerinizi savunan, amaçlarınıza hizmet eden, kendi içinde bağları kopmuş, kargaşa içinde yaşayan ve savunduğu düşüncenin nedenini bile açıklayamayan robotlaşmış binlerce beyin emrinizdedir.

Ülkemizde Batıcılaşmanın etkisi, ne zaman başladı?

İkinci Dünya Savaşının bitiminde Türkiye’nin kuzeyinde ortaya çıkan ve çerçeve ülkeleri yutmaya çalışan Stalin dünyasıyla karşılaşması ve Batı’ya ılımlı bakması Rusya’nın Türkiye yüklenmesine neden oldu. Türkiye’nin yönetici sınıfı kurtuluşu kendini Batı’nın kollarına atmakta buldu ve Batılılaşma süreci başlamış oldu. Türkiye’nin batı ile müttefiklik ilişkisi Türkiye’nin rehin alınması biçiminde sürdürülmektedir. 1960’larda ivme kazanarak devam etti. Sonuçta Atatürkçü düşünce sistemi, Batıya yaranmaya dayalı bir şekle büründürüldü. Ulusun egemenliği, milliyetçilik, devletçilik anlayışları değiştirildi. Muasırlaşma, Batılılaşma olarak sunuldu. Kapitalizm ve emperyalizmin şekillendirdiği Batının karşısında olan Atatürk bile batıcılaştırmacı bir lider olarak anlatılmaya başlandı.

Avrupa Birliği: Nereye gidiyoruz?

Batı ile ilişkileri yeniden düşünmek… Batı ile Doğu’nun hâkimiyet mücadelesi geçmişten günümüze devam etmiş ve etmektedir. Altında yatan nedense Batı’nın küçük ülkeleri yutmak istemesi, Doğu ülkelerinin ise hayatta kalmak için mücadele etmesidir. İnsanlık olgusundan nasibini almayan Batı, bugün halen İslam ülkeleri ve Orta Doğu’da terör estirmeye ve karıştırmaya devam etmektedir.

Türkiye, yüzlerce yıl savaştığı Batı için Doğu ile ilişkileri soğutup eski düşman Batı’nın kalkanı olmuştur. Ekonomide, tarımda, ilimde kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan, dışa bağımlı olan bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Yıllarca “Yaşasın Bağımsız Türkiye” ile “Yaşasın Milliyetçi Türkiye” sloganlarıyla aynı ülküde olan insanları birbirine kırdırmıştır. Bunun için Türkiye’nin geçmişten ders alıp yoluna kendi değerleriyle devam etmesi gerekir. Çünkü Türkiye kendine özgü Doğulu bir toplumdur ve yüzünü ait olduğu tarafa çevirmelidir.

Küreselleşme ve Eğitime Yüklediği Görevler

Küreselleşme: Bilişim teknolojisinin desteğini alan büyük sermaye ve Batı kültürünün ulusal ve yerel sınırlarını aşarak kendini dünyaya dayatması, genel geçer hale gelmesi, kendi egemenliğini kurmasıdır. Kısaca yazar, küreselleşme=tarihsel kapitalim=emperyalizm olarak anlatmakta ve açıklamaktadır.

Nasıl Bir Eğitim?

Küresel güç, eğitim aracılığıyla kendisine düşman olmayacak hatta işini kolaylaştıracak insanların yetiştirilmesine gayret eder. Bu amaçla eğitime ve zihin inşasına etki eden tüm unsurları etkilemeye çalışır. Bunun karşısında durabilmek için bilişim teknolojisine ve bilimsel bilgi üretiminde yatırımların arttırılması gerekir. Bunun temeli de eğitimdir. Eğitim ulusal bakış açısıyla ele alınmalı ’Ne için, kim için, nasıl bir eğitim’ sorularının yanıtı ‘ulusumuz ve insanlık için eğitim’ olmalıdır.

Küreselleşmenin Çocuk Eğitimi Üzerindeki Etkileri Nelerdir?

Yazılı kültüre geçmeden önce, kültürel değerler ve bilgi sözlü kültür ile aktarılıyordu. Masallar, kıssalar yoluyla kişi bilgi sahibi olabiliyordu. Sanayi Devrimi ile kentleşme sürecinin başlamasıyla zorunlu ve kitlesel okul eğitimi başladı. Böylece yazılı kültüre geçildi. Sözlü kültürün bir kısmı yazıya geçirilirken bir kısmı da unutuldu. Kentleşme sürecinde, anne babanın çalışmaya başlamasıyla çocuklara ve çocuk eğitimine ayrılan süre azaldı. Çocuklar, bilgisayar oyunları ve çizgi filmlerle baş başa bırakıldı. ‘Anne baba işe çocuk okula ‘ sloganımız oldu. Toplum yazılı kültürü benimseyemeden görüntü kültürüne geçildi. Görüntü kültürümüz dışa bağımlı olduğu için küresel gücün amaçları çocuklarımıza aşılanmaktadır. Televizyon, internet ve sinema, şiddet unsuru içeren bilgisayar oyunları, pornografik yayınlar vb. ile çocukta yaşına uygun olmayan davranışlar artmıştır.

Küreselleşmeye Karşı Eğitime Düşen Görevler Nelerdir?

Küreselleşmeyi sağlayan araçları başta internet ve bilgisayar olmak üzere iyi kullanmak gerekir. AB ve başka ülkelerin eğitim politikasına müdahalesi önlenmelidir. Okullarda iyi bir demokrasi eğitimi verilmelidir. Eleştirel düşüncenin öğrenciye kazandırılmasına önem verilmelidir. Medyaya eğitim konusunda önemli görevler verilmelidir.

Öğretmenin toplumda uyandırma görevi; bir çocuk için anne hangi işlevi görüyorsa bir millet için de öğretmenler aynı işlevi görürler. “Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir” sözüyle Atatürk’ün anlatmak istediği de budur. Öğretmenin “uyandırma görevini” yapabilmesi için öncelikle kendinin uyanması ve uyanık kalması gerekir.

Kitabın Düşündürdükleri

Eğitim sistemi gereği, on yedi-on sekiz sürelik bir eğitim sürecinden geçtik. Niteliğimiz, yarış atları olarak hazırlandığımız sınavlardaki sıralamalarımızla ölçüldü. Sonuçta “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla hareket eden bencil bireyler olduk. Etrafımızdaki yardım bekleyen kardeşlerimizin yüzlerine kapıları ardına kadar kapattık. Ninelerimizden ocak başlarında heyecanla dinlediğimiz masallarımızı unuttuk. Yılların tecrübelerini, bir cümleye sığdırmış atasözlerimize geri kalmış, deyip geçtik. Çünkü bir yönümüz hep eksik kaldı; toplumsal değerlerimizi ve ahlâk anlayışımızı görmezden geldik. Batılıların bizi kültürümüzden soğutan tüm gereksiz ayrıntılarını önemle uyguladık. Bizleri içten yıkmaları için onlara her türlü fırsatı verdik. İbn-i Sina, Farabi gibi Doğu’nun nice bilim güneşlerini görmezden gelmenin sonucunu şimdi geri kalmışlıkla ödüyoruz. Bilimin çıkış noktası Doğu olduğu halde, Batı’nın kendi kültürümüzü süsleyip amaçları doğrultusunda tekrar bize sattıklarını taklit ediyoruz. Neden ve Nasıl Mankurtlaştırılıyoruz? Kitabı, okumadan bu soruya verdiğiniz cevaplar o kadar yüzeysel ki. Okuduktan sonra sizi harekete geçiren bir enerji hissediyorsunuz. Bizleri, kültürümüzden soğutmak için uygulanan hain planlar tek tek yüzünüze çarpıyor ve sorgulamaya başlıyorsunuz. Neden ve niçin bunları göremiyoruz diyorsunuz, biraz pişmanlık biraz da kültürümüzün o sıcaklığı sarmalıyor sizi. Neden ve Nasıl Mankurtlaştırılıyoruz? İnsanları kendini sorgulayarak özgün olmaya, kalabalık insan yığınları içinde ‘ben de varım’ diyerek ‘biricik’ olmaya teşvik etmektedir.

You have no rights to post comments