20 yüzyılın önde gelen fizikçilerinden Özel Görelik Kuramcısı Albert Einstein’a göre “atomu parçalamak insanın ön yargılarını yıkmaktan daha kolaydır”. Bilindiği gibi atom maddenin parçalanamayan en küçük yapı taşı olarak kabul edilmekteydi. Gelişen bilimle birlikte atom parçalandı ve kendi içinde değişik parçalara ayrıldı. Oysa insan denen gizemli yaratık tüm dönemlerde olduğu gibi günümüzde de hala tüm gizemliliğini korumaya devam ediyor.

İnsan denen gizemli yaratık çözülmesi zor bazen ise imkânsız olan bir “çok bilinmeyenli denklem “gibidir. Onu anlamak, çözümleyebilmek ve formüle etmek gerçekten zor bir iştir. Bu gizemli yaratığın hal ve hareketlerini, fizikini ve zihnini çözmeye çalışmak her ne kadar kafa bunaltıcı olsa da bir o kadar da keyif vericidir. Onun gizemli dünyasında yürümek hoş bir gezinti olsa gerek…

İnsan adlı gizemli yaratığın her parçasında ayrı bir sır gizlidir. Bazen tanrılar yaratır, sonsuz ve kusursuzca tapınır. Bazen de sayısız ruhlar icat eder ve onları lanetler. Bu gizemli yaratık Ortaçağ Avrupa’sında 7 milyon tane kötü ruh icat etmiştir. Ayrıca birçok insan için de kötü ruh taşıyor diye lanetlenmiş, toplumdan dışlanmış ve bazen de işkencelerle öldürülmüştür. Doğu insanı da farklı değildir insanları diri mezara koymuşlardır. Bunları anlamak ve kabul etmek günümüz dünya anlayışında mümkün değildir. İnanılması ve kabullenilmesi zor başka bir olay da Ortaçağ Avrupa’sında  “ayak kavurma” adlı işkence yöntemidir. Bu yöntemle şövalyelerin cesareti ölçülür. Hangi şövalye bu işkenceye daha çok dayanırsa o şövalye en cesur şövalye olarak ilan edilir. Adına insan denen yaratığın yukarıdaki davranışlarını anlamak gerçekten güçtür. Fakat bu ve benzeri davranışları günümüzde de görmek mümkündür. Gelecekte de olmasını kestirmek şimdiden mümkündür.

İnsan denen bu gizemli yaratığın kabul edilmeyen, kınanan ve de terk etmesi istenilen birçok davranışı veya alışkanlığı vardır. Bunlardan bazıları; hırsızlık, cinayet, tecavüz vb. davranışlardır. Bunlara nazaran biraz daha hafif olan ama bunlar gibi olumsuz sonuçlara yol açan birtakım davranışlar daha vardır; yalan söylemek, dedikodu, önyargı vb. davranışlardır. İnsan kılıklı gizemli yaratığın ön yargı davranışı hayal kırıklığına çoğu zaman da olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Ön yargı herhangi bir olay ve durum karşısında önden karar verme veyahut bir şey hakkında peşinen hükümde bulunmadır. Başka bir deyişle ön yargı, gerekli bilgi ve donanıma sahip olmadan, çoğu zaman doğal gözlem yoluyla, birtakım şeyler hakkın da önceden kara vermektir. Bu karar olumlu veya olumsuz olabilir. Fakat ön yargılar genellikle hayal kırıklıklarıyla son bulur. Çoğumuz bu sonu yaşamışızdır.  İş yerinde olsun okulda olsun otobüs durağında olsun birçok ortam çeşitli ön yargılarda bulunur ve birçok hayal kırıklığına uğrarız. Ön yargılarımız çok basit gibi görünür oysa çok önemlidirler. En iyi dostlarımızı ön yargıyla kaybedebiliriz tıpkı ”Hintli Anne” gibi…

“Bir zamanlar Hindistan’ın bir köyünde yaşayan bir çift dağda gezintiye çıktıklarında yavru bir gelincikle karşılaşırlar. Onu orada korumasız ve sahipsiz bırakmak içlerine sinmez ve gelinciği de alarak evlerine dönerler. Gelincik evin bir ferdiymiş gibi onlarla yaşamaya başlar. Bu yabani atık evcil bir hayvan olmuştur. İlerleyen zamanlarda aileye yeni bir fert daha katılır. Hintli çiftin çocukları olmuştur. Ve bir gün Hintli anne tarlaya gider ve çocuğu ile gelinciği evde bırakır. Evde kimsenin olmayışı soğuk ve ürkütücü bir kobranın içeri girmesi için uygun bir zamandır. Sürünerek içeri giren kobra sinsice çocuğa yaklaşmak ister bunu gören gelincik kobranın üzerine atlar ve canın pahasına onla boğuşur onun çocuğa zarar vermesini önler ve onu öldürür. Hintli anne eve döndüğünde ağzı kanlı bir şekilde kapının önünde bekleyen gelinciği görür ve büyük bir çığlık ve suratla gelinciğe saldırır ve onu hunharca oracıkta öldürür. Kadını bu karanlığı yırtan soğuk haykırışlarını içeride, odadaki çocuğun sıcak dokunuşlu ağlayışı böler ve kadın hızla içeri atılarak odaya girer. Odadaki manzara, yerde yatan ölü bir kobra ve yatağında yavrusu… Yavrusunu kucağına alan anne “ben sanmıştım ki…” der ve çocuğuna sarılarak ağlar.”

Bizim de etrafımız da o kadar çok gelincik ve gelincik olmayan varlıklar vardır ki, biz bunları tıpkı Hintli anne gibi bir ön yargı sonucu kaybediyoruz. Onları kendimizden uzaklaştırmayı başarabiliyoruz. Bu utanç verici başarımızın baş aktörü de ön yargılarımızdır. Eğer biz gizemli yaratıklar gökyüzü şemsiyesi altında barış ve huzur dolu bir yaşam istiyorsak ön yargılarımızı kırmalıyız. Ulusal gazetelerimizin birinin bir köşesinde şöyle bir soru geçer  “biz ne zaman adam oluruz? “. Her hafta farklı bir cevap verilir. Evet biz ne zaman adam oluruz? Ne zamanki biz hoşgörü ve saygıyı, karşılıklı anlamayı ve birbirimize ön yargısız davranırsak işte o zaman adam olduk demektir. Gelincikler ölmesin diyorsak ön yargılarımızı kırıp bunu hiç zor olmadığını bir rüzgâr ile Einstein’ın mezarına üflemeliyiz.

You have no rights to post comments