Duyarsız kalmamıza hiçbir zaman izin vermeyecek yazılarınızı okuyup suskun kalmak ne mümkün. Müsemmalığımı bir kenara koyuyorum, dilim şişti yazmazsam uyuyamam, yazmazsam en derin uykulardayım demektir.

Her zamanki gibi bugün de güzel ülkemizde birileri Milliyetçiliği, birileri Laikliği, birileri Cumhuriyetçiliği, Halkçılığı, İnkılâpçılığı, Dinciliği sorguluyor. Kalıplar yıkılıyor, fistanlar dikiliyor, üç beden büyük çuvallar geçiriliyor sırtımıza. Sorulmuyor?

Düşünmek en ağır yük bezgin akıllarımızda, hamur gibi beyinlerimize hangi eller şekil veriyor. Neler unutturulmaya çalışılıyor, algı yok bak geç, fazlası gerekmez sana deniyor aleni söyleniyor, gizli olsa merak uyanır, açıkça uygulanıyor her şey, tuhafımıza gitmiyor bu yüzden!!

Benim anladığım “Milliyetçilik, Laiklik, Cumhuriyetçilik, Halkçılık, İnkılâpçılık, Dincilik” vs. zamanın getirilerine uygun, insan olmanın bilincine vardıracak kavramların hepsinin açılımı ÖZGÜRLÜKTÜR!! Yani başka bir ulusun sömürgesi, mandası, kuklası olmadan “Fikri hür, Vicdanı hür, İrfanı hür” yaşayabilmektir.

Vatanını, bayrağını, dinini paylaştığım insanlarla el ele, gönül gönüle, kendi menfaatlerimden önce ülkemin menfaatlerini ön planda tutarak ileriye; ama hep ileriye doğru yürümektir.

Lenf Kanserini engelleyebildiğini anlatan doktorumuza Amerikalılardan önce kucak açabilmek, Süreyya koşarken arkasından itekleyen rüzgâr olabilmek, Naim’in ellerinde göğe kalkan halteri gözlerinle havada tutabilmektir ÖZGÜRLÜK. En koyusundan bir Fenerbahçe taraftarı olan benim gibi, Galatasaray burnu büyük İngilizleri yendiğinde Kızılay Meydanında sesini yitirebilmektir.

İstiklal Marşı okunurken olduğu yerde çakılıp kalan, sabahları ezan sesiyle uyanıp ruhunu yıkayan, vatanının bir karış toprağını kimselere vermeyecek kadar bu topraklara âşık kalabilmek, ilime, bilgiye aç bir KEMALİST olabilmektir.

Özgürlük, farklı siyasi kimlik ve görüşten insanların dışlanması değildir. Unutmamak gerekir ki bu vatanın sınırları çizilirken, Aydın’ın Efesi ile Elazığ’ın Gakkoşu, Erzurum’un Dadaşı ile Trabzon’un Farozu aynı mermiyle vurulup kanlarını mürekkep yaptı.

Benim özgürlüğüm Atilla’nın çektiği yaydan fırlayan okla uçtu. Ergenekon’da dağları delen çekicin murcunun sesiyle yoğruldu. Alparslan ile Haçlıyı gördü. Allah’ın kılıcı eline verildiği gün Hz. Ali ne ise, İstanbul kapısında Fatih’ti benim özgürlüğüm. Bağdat kapısını açan Osman’dı bıyığı kandan, Hasan Tahsin’di bir mermi olup İzmir’de patlayan. Maraş Köprüsünde Şahin’di, Çanakkale’de Mehmet’ti alnından vurulmuş. Elifti kağnıya koşulmuş. Nene Hatundu. Bebeğini ölüme bırakıp, kundağına mermi saran Anadolu kadınlarıydı. Sonra Atatürk’tü güneş bakışlı. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyordu.

Evet, bugün güzel Türkiye’mizde birileri Milliyetçiliği, birileri Laikliği, birileri Cumhuriyetçiliği, Halkçılığı, İnkılâpçılığı, Dinciliği sorguluyor. Kalıplar yıkılıyor, fistanlar dikiliyor, üç beden büyük çuvallar geçiriliyor sırtımıza. Sorulmuyor?

Siz hiç beş taş oynadınız mı çocukken? Taşların hepsi aynı ağırlıkta olursa elinizin üstünden düşürmez, oyunu güzel oynarsınız. Beş taşımız vardı aldılar, versinler geri özgürce oynayalım, birbirimize kaya atmayalım. Gelsinler birlikte oynayalım. Oyunu bozmadan. Azmadan. Azıtmadan.

You have no rights to post comments