Denir ki, Âdem ve Havva’nın beraberliklerinden sonra insan nesli üremeye başlamıştır. Yine derler ki, Tanrı dünyayı var etmeye başlarken, her zerreyi özene bezene yaratmış ama insanoğluna can verirken kendi nefesini üflediği için onları çok önemseyerek kıymetlendirmiştir. Buradan anlaşılıyor ki, Tanrı, “Şeytana uyup yasak elmayı yediniz” diye kızıp Âdem ile Havva’yı Cennet’inden atmış olsa da onlardan sonra gelen nesilleri koruması altına almak istemiş.
Bundan sonra yeryüzü, binyıllar boyu süren erkek ve dişinin birliktelikleriyle insan soyu artarak çoğalmıştır.
Ben de bu dünyaya üç çocuk getirerek, insan nesline katkıda bulunmaktan geri kalmadım.
Kadın erkek ayrımı yapmadan, arzu etmeyenler için çocuğun şart olmadığına inanırım. Buna rağmen, istedikleri sürece kendi çocuklarımın evlatları olsun isterim. Olsun, olsun ki onlar da anne baba için dünyanın en önemli varlığı olan çocuk sevgisini evlatlarını büyütürken tatsınlar. Güzel günlerin keyfini çıkartıp, zorlukların getirdikleriyle tecrübelere erişsinler.
En önemli tecrübe, çocuklar yetişirken bizlere sundukları zorluklardan ediniliyor diye düşünüyorum. Nazım Hikmet’in dediği gibi zorlandıkları zaman kendilerine (Güzel günler göreceğiz çocuklar) diyerek, sevgilerini ve umutlarını güçlendirmeli insanoğlu.
***
Kızım evleneli dört yılı geçmişti. Evliliği de sorunsuz gidiyordu. Çocuk istediklerini biliyordum, fakat bir türlü torun müjdesini alamamıştım.
“Torun evlattan daha çok seviliyor” sözlerini hep duyarım. Çok inandırıcı gelmese de bu sevgiyi merak etmeye başlamıştım. İlk yıllar sesim çıkmadı ama zaman içinde kızıma küçük uyarılarda bulunup, “Teknoloji ilerledi, benim de torunum olsun, bana da nene diyen birisini istiyorum. Şu kocaman, kalabalık dünyaya siz de bir katkıda bulunun” demeye başlamıştım.
Ee, ben de artık bu evlattan çok sevilen torunu, iyisinden merak etmeye başlamıştım. Çok geçmeden, kendiliğinden gelen istediğim müjdeyi aldım. Sevindim, heyecanlandım. O anda, tarifi zor bir mutluluk hissettim.
Evet, şu anda yine, evlat torundan daha çok sevilir diye düşünüyorum.
Kızımın, hamileliği çok zor geçtiğini öğrenince, hamileliğinin ikinci ayında Çorum’dan kalkıp İstanbul yoluna düştüm.
İstanbul’a gidince, şimdiki hamilelik döneminin benim zamanım gibi olmadığını da öğrendim.
Teknoloji ve tıp bilimi sen nelere kadirmişsin!
Annenin, her ay muayeneye gitmesi gerekiyor. 3. ay gelince, boyun çevresi ölçülüp bebeğin geleceği hakkında önemli bilgiler edinildiğini işittim. Bu aydan sonra ultrason görüntüleri çekilmeye başlanıyormuş.
Yeni üç ay dolmuştu ki, kızım doktordan elinde bebeğin ultrasonda çekilmiş üç fotoğrafıyla geldi. Anne karnındaki bebeğin cinsiyeti de üçüncü ayda büyük ihtimalle belli olurmuş. Duydum ki, anne babanın ve hepimizin istediği, insan yavrusu kız olarak dünyaya teşrife hazırlanıyormuş annenin karnındaki yuvasında.
Anne babaya doktor şöyle bilgi vermiş. “Bebeğin boyu 6 cm, eli kolu ayakları belirgin, kalp atışları işitiliyor”. Yani şimdilik sorun yok.
Evin içindekileri bir merak aldı.
Kızım, benim hiçbir şey anlamadığım elindeki karalanmış gibi baş el kol görüntülerini seçmiş ki, “Aa, kızımın yüzü bana benziyor, yanakları benim ki gibi” demeye başladı. Yanımızda olan büyük kızım, “Ben teyzesiyim, inşallah bana benzer demez mi! Haydii, damat da durmadı, “Ama kızım benim gibi uzun boylu alacak, göz rengi de benim ki gibi renkli olsun “dedi. “Aman, susun çocuklar” desem de sana benziyor, bana benziyor konuşmaları sesler yükselerek devam etti.
Doktora göre sorun yok ama evdeki, heyecanın sorunları ilk önce beni güldürmeye, daha 6 cm lik torunum için konuşulanlar sonradan beni kızdırmaya başladı. Ve, “Susun artık, daha hiçbir yeri belli olmayan, karalamadan ibaret görüntüleri görüp, parmak kadar bebeğin hakkında konuşmayı kesin, neredeyse tartışma çıkartacaksınız” diye söylendim.
Rahmetli babam astronotların aya inişlerini radyodan büyük şaşkınlık ve zevkle takip edip inanarak dinlemişti.
Yaşadıkları zaman da ileri görüşlü olduklarını düşündüğüm rahmetli annem babam hayatta olsalardı, o zamanın getirdiği her türlü yenilikleri kabul etmiş olsalar da, bu yaşananlara “Her şey ayın oyun oldu. Anne karnı kapalı kutu. Bu kadar küçük bebeğin kız mı oğlan mı olduğunu nasıl bilsinler? Allah hayırlısını versin” derlerdi. Annem ise, “Biz doğuracak kadının, hamileyken karnı sivri olursa, maşallah bu gelin oğlan doğuracak, karnı yayvan olursa bu kadının kızı olacak derdik. Kız ya da oğlan olduğunu anlamak için de hamile kadını dışarı çıkartıp iki minderden birinin altına bıçak, ötekinin altına da makas korduk. Bıçak oğlan, makas ise kız demek olurdu. Karnı burnundaki, anne adayı içeri girip, bilmeden hangi minderin üzerine oturursa ona göre, kızı mı, oğlu mu olacağını anlardık. Bir de, yüzüne is gelen kadına, senin kızın, güzelleşen anneye de oğlun olacak der, ona göre akıl yürütüp konuşurduk” diyeceklerini tahmin ediyorum.
Aman ultrason, sen nelere kadirmişsin. Muayene giden kızım elinde yedi görüntüyle döndü. Dördüncü ayın görüntülerinde bebeğin kafası, yatışı, biraz belli olur gibiydi.
Ben, kızım biraz iyi olmaya başlayınca, işlerimden dolayı onu İstanbul’da bırakıp Çorum’a geldim. Geldim ama altıncı ayın görüntüleri bana hemen cep telefonundaki watsapa iletildi. Aman Allah’ım, anne karnında ki bebek iyice seçilmeye başlamış. Kilosu ise, 1.100 gr. Bebeğin gidişatı normaldi.
Anne karnındaki bebeği görmek tuhaf bir duygu.
Sıra 7. Ay bilgisine gelmişti. Bebek, 1.800 gr görüntüsü ise beni hayretlere düşürdü. Bebeğin bütün yüz hatları belli. Doğmamış torun, elini çenesinin altına koymuş sanki mışıl mışıl uyuyordu.
8. ayın kilosu2.400 gr, görüntüsü ise, insanı gerçekten şaşırtmaya yeterdi. Sanki, bulutlarla kundaklanmış bir bebek uyumaktaydı.
Ben, bebeğin, ultrason çıktısına bakarken, birden anne ve baba, her ikisi de bebeğin pozuna girip bebeği kendi fotoğraflarıyla birlikte göndermezler mi!
Arkasından da, cep telefonuma “Anne kızım nasıl sevimli değil mi sözcükleri yazıldı.
Neler oluyor! İşte torun. Anne baba sanki sırayla çocuklarının yanına yatıp uykuya dalmışlardı.
9. ay çıktısı ise 2.800 gr. Kocaman yüzlü, iri elleri olan bir yavru suratını asıp elini çenesinin altına koymuş, “Hele bir, vaktim saatim dolsun dünyaya geleyim, sizi sabahlara kadar uykusuz bırakıp gündüzleri mışıl mışıl uyumaz mıyım” der gibiydi.
Bu yaşadıklarıma gülmemek ne mümkün!
Haydi hayırlısı. Ben ilk defa bu kadar yakından bir annenin hamilelik olayını görüp yaşadığımdan dolayı şaşırtmadım desem yalan olur. Tabi ki, bu yazıyı yazarken, cinsiyetini öğrendiğim, çoğunlukla anneye, alın tarafı da babaya benzeyen tipi, epeyce tahmin edilen toruna nene olmak için bana da İstanbul yolu görünmeye başladı.
Hoş bir duygu. Dileğim, isteyen insanların da çocukları olsun. Ne kadar beklentimiz yok diye büyütsek de anne babaya saygılı olsunlar. Benim gibi, sonradan “Torun baldan tatlı” diyenlere inanıp torun isteyerek nene olmaya niyetlenenlerin de arzuları yerine gelsin.
Elbette ki, büyük patlamadan sonra dünyada var olan insan zekâsı olduğu yerde durmuyor.
Bazı bilim dergilerinde okuduğum, izlediğim videolarda, televizyonlarda dinlediğim bilim dünyası benim burada anlattıklarımdan çok çok daha ilerde. Uzay çağında, bilim üzerine insanların çalışmaları devam ettiği sürece her konuda ileri adımların atılacağını biliyorum. Umarım, ben de yaşadığım süre içinde, bana lazım olan bilimden nasibimi alırım.