Kimileyin, insanların inandıklarına, inandıklarına bağlılıklarına, bağlılığın yeniden çok güçlü inanç oluşturduğuna deyim yerindeyse, yeniden yeniden üretilebildiğine, tam, eksiksiz, güçlü gerekçeler bulmak zorlaşıyor.
Anlaşılmaz, anlam verilemez değil. Ancak, insana, günümüz insanına, milyonlarca yıllık geçmişin birikimlerinden böylesine uzak, böyle ilişkisiz, böyle kopuk olmalarına akıl sır erdiremiyorum. Nasıl becerebildikleri benim için ciddi bir soru?
Tüm dış etkilere, özel programlara, planlara, eğitimlere karşın, insanın sadece inanan olarak kalmaları olağanüstü bir insanlık durumudur.
Çünkü iki zıtlık kapışmaktadır, insan üzerinde tepişmektedir, bu doğrudur. Bunlar inanç ve bilmektir. Ancak, yağmur gibi, dolu, gibi, yıldırım gibi, sel gibi, deprem gibi bilgi akmasına karşın, zıtlıklardan inanç tarafının tüm dünyada diğerine göre etkin olması benim için kolay açıklanabilir değildir.
Belki bu nedenledir ki, insanlar dışarıdan bu durumların nedeniyle, tarihte belki, görülmedik ölçüde, ikiyüzlü davranmaktadır. Bu durum bireysel değil, neredeyse türsel bir durum olarak karşımızdadır.
Çünkü diğer canlılarda inan, inanma, inanç yoktur. Olsa olsa deneyimlenmiş, yinelenmiş öğrenilmişlikler vardır.
İnanan tür, insandır.
Şair, Nazım’ın dediği gibi
“tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zaruri neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, “Hey gidi kambur felek,
hey gidi kahbe devran hey,”
Bu durumu biraz açıklamak, derinleştirmek, kavramaya çalışmak için iki kavram bu yazının odağına alındı.
Allah ve Aşk
İnsanda aynı kaynaktan beslenen iki inanç durumu. İnsan bu ikilinin adının geçtiği, tanımlanıp, açımlandığı, sanatsal üretimlerde yeniden üretildiği, kültürel yaşamda kodlandığı, yaşandığı bir çevre-öğrenme durumuna dayalı inançlardır. Fark sadece, doğup büyüdüğü yere göre, adlarda farklılık göstermektedir. İsa, Musa, Muhammed; hoca, molla, haham, papaz; aşk, sevi, love vbg.
Birincisi toplumsal, ikincisi bireysel boyutu olan iki güçlü, çok benzer, inanç durumlarıdır.
Birincisi biraz göksel, diğeri yersel diyebiliriz.
Birincisinin somut gösterenleri için doğayı, güneş sistemini, saman yolunu, evreni; ikincisi için ise insanın biyokültürel, biyososyal, biyofiziksel özelliklerini ve tepkilerini öne sürebiliriz.
Öne sürerken, inananların öne sürmelerinden çıkarsayarak belirtiyorum.
İnsanlık toplumsal olanı bireysel olarak yaşar. Bireysel olanı toplumsallaştırabilir.
İkincisi, aşk, buna örnektir. Bireysel yaşanan ancak toplumsallaşan bir inanç bütünlüğüdür.
Tanrı ise toplumsal olan, bireysel yaşanan bir inancın en üst kavramıdır.
Gerçeğe göre, gerçekten yola çıktığınızda ikisinin de gerçekliği yoktur. Bu nedenle inanç dünyasındadır. Ancak, yazının başında değinildiği gibi bağlılık tarihsel olarak her iki inancı, inanmaya başlandığı yıllardan daha güçlü bir duruma getirmiştir.
“tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zaruri neticesi bu!
deme, bilirim! “
Bu iki adlandırmanın, inanç gösterenin, bu nedenlerle olsa gerek. Birer tanımı yoktur. Tanımlar, inanılana ait, ona ilişkin değildir. Ondan hareket etmez. Onun dışında ama gerçek olan şeylerden yola çıkılır. Bu nedenle tanımlar her bireye göre değişir, her döneme göre değişik, her topluma göre değişir.
Ve tanımlanmasında hep güçlük çekilir, netlik yoktur. Çok şey söylenir, ama çok dağınıktır, yeni yorumlarla bu zengin ama içeriksiz tanımlamalar zenginleşir.
Şiirlere, öykülere, masallara, filmlere konu olur. Ama hep bilinmez, tanınmaz kalır. Ancak inanılır. Güçlü biçimde. Onlarsız olunamayacağı belirtilir. Israr edilir, kabul edilmediğinde, büyük bir boşluktan korkanın tepkileri gibi ivedi, ağır, güçlü, aşağılayıcı, saldırgan tepkiler verir.
Aşk yok ha.. Aptal zavallı seni.
Tanrı’ya inanmıyor musun? Tanrı affetsin seni, sonun hayra alamet değil. Tövbe et..
Bu iki güçlü inanç kavramının kaynağı konusunda, bilgi yüklü açıklamalar, tanımlamalar, belirtmeler, örneklemeler, çıkarsamalar hiç bir işe yaramaz.
Tanrısız ve Aşksız bir yaşam, bir dünya, bir gün, bir an düşünülemez inananlar için.
Ancak onları hiç yaşamadıklarını, bilmediklerini, bilmelerinin ise olanaksız olduğunu bin dereden su getirerek açıklama yapıldığında, karşılığı asla bilgiyle olmaz.
Bir kaç kırıntı soru ile ama elinden çok sevdiği oyuncağı alınmış çocuk gibi ses,söz, davranış, mimik, jest her tepkiyi birleştirerek, şiddeti de ekleyerek verirler.
İnananlarda bu iki kavramın oldukça yoğun bir içeriği vardır. Yaşama anlam katan, yaşamı anlamlı kılan, zevk ve huzur veren, varlıklarını gerekçelendiren, ad ve anlam veremedikleri bireysel ve toplumsal değişim, istek, dürtü, durumlarına bir ad, bir içerik, bir değer yükleyen ama bunlar için, bilmek etkinliğine kolay kolay başvurmayanların, bu yorucu işe girişmeyenlerin, belki de insanın genel yönelimi budur, sadece söylenegelene inanmak ve bunu kendi içinde her gün güçlendirmek.
Yoğun inanç, yoğun bilgisizliği içerir. Tersi de doğrudur.
Çünkü bu iki inanç kavramı, birçok soru ve sorunun kolay yanıtı, çıkış yolu, umudunu verir. Kuşkusuz somut yanıt, gerçek çıkış, dayanaklı umut değildir. Ancak, böyle güçlü yanılsamalar işe yarıyor, yaşamı sürdürmek için. Yetmediği durumlarda, bu iki inanç insanı ölüme, öldürmeye itebilir.
Aşk için ölmek, öldürmek
Tanrı için ölmek, öldürmek gibi..
İnsan, en az çaba ile yaşamak isteyen bir varlıktır. Bu ilkeyi bozanlar ise sadece bilmek isteyen çok az sayıda farklı insandır. Onlar bilir, üretir, yayar. Diğer inanan çoğunluk onları arsızca kullanır, yararlanır. Biz bu bilen, bilmek için didinen, bildiğini yayan bireysel çabaları insan kavramının içine koyarak, tüm insanlık için bir nitelik biçimine dönüştürürüz. Gerçek böyle değildir. Tarih ve günümüz bunu göstermektedir.
Üreten ve yaşayan olarak insanı ikiye ayırmak gerek. Bu aynı zamanda bilen ve inanan olarak da bölümlenebilir.
Ölüm olgusu/kavramı, Tanrı ve Aşk’ta derinliğine yer alır.
Biri (ilah, tanrı) yaşayanın ölüm karşısındaki korkusu, çaresizliği, ölüm sonrasının inanan için bilinmezliği, diğeri (Aşk) ise yaşamın yeniden, yeni bir biçimde, güçlü bir iç istem, aynı ölçüde güçlü hazla yüklü üretimidir. İnsanlar bunlara karşı koyamıyor.
İkincisinde bir nedenle ardışık, temelli başarısız olanlar, Aşk’ı Allah’a yönlendirirler. Allah Aşk’ı üretirler. İkincisinde olduğu gibi, mutlak bir yanma, acı çekme, sonsuza ulaşma, ulaşamama kaosunun zorunluluğuna inanırlar.
Tanrı, büyük oranda ekonomipolitik, tarihsel, sosyopsikolojik;
Aşk ise biyokimyasal temellidir.
Bunlar ne demektir? Yanıtı bir makaleyi, bir kitabı aşar. Okur, öğrenmek istiyorsa, gerek duyuyorsa, biraz okuma uğraşına girmesi gerekir. Yani inançlarıyla yetinmeyip, öğrendikleriyle sınırlı kalmayıp gerçeğe daha yaklaşmak isterse, okuma yapması gerek. Ama tümüyle yanıtsız bırakmamak için, biraz ipucu amaçlı şunları aktaralım.
Alt/son sözler…
“Müslüman kıssalarına göre İbrahim, Nuh Peygamber neslindendi. Babil vilayetinde, şimdi Bağdat’ın bulunduğu bölgede, Nemrut’un saltanatı zamanında dünyaya geldi. Daha çocukken Tanrı cezbesine düşmüştü, bir zaman kendi kendisiyle ve madde alemiyle hesaplaştı. Putları tanımadı, ilah sanılan yıldızları, güneşi reddetti. Dolanıcı nesneyi sevmem, ona Rabbim diyemem, dedi. Nihayet kalbinde tevhit bitkisi filizlendi.
Peygamberlerin, büyük liderlerin, efsane kahramanların tecelli noktalarına dikkat edersek, hepsini sonsuzlaşmaya yüz tutmuş bir kültürün tehlike sınırında boy verir görürüz. Artık siyasi teşkilatı, sosyal nizamin ahlak düzeninin yeniden tertiplenmesi, insanlığın bir başka formaya girmesi zamanı gelmiştir. Zıt prensipler kıyasıya birbirine düşer. (1)
Aşk, diğer tüm bedensel olaylar gibi, tamamen biyokimyasal bir süreçten ibarettir ve hiçbir madde üstü ve mutlak olarak “soyut” olan bir anlam taşımamaktadır
Aşk, kesinlikle kalp ile ilgili bir duygu değildir ve diğer bütün duygular gibi, aşk da, sadece ve sadece beyinde meydana gelmektedir.
Tanrı, insan mantalitesinin korunması adına var edilen bir X-elemanı‘dır. Yani bu X, bireyin istediği her özelliğe sahip olabilir, her açıklamayı yapabilir. Tanrı fikri de, insanın içindeki ve dışındaki bu boşlukları doldurmak için var edilmiştir. (2)
Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Güzel Tanrı
Çok cahiller seni gökte arar yerde ister
Sen bizzat müminlerin gönlündesin
Daim duran cebbar Tanrı/Deli Dumrul
________________________________
1. Erol, Safiye (2013) Çölde Biten Rahmet Ağacı, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul
2. http://www.evrimagaci.org/makale/398