TÜRK DEMOKRASİSİNİN TEMELİ, ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE YOLUDUR!
Prof. Dr. Özer Ozankaya
ADD Kurucu Üyesi, 4. Gnl. Bşk.
Türk düşünce yaşamına yön verici konumda ve etkinlikte bulunanlar, tarihi doğru okuyup doğru yazmayı ilke edinmenin demokratik yönetim için yaşamsal zorunluluğunun bilincinde olamadılar: En çok ses çıkaran sol söylem-ve-eylemciler de CHP yönetici kadroları da Mustafa Kemal Atatürk’ün bilim ve demokrasi çağının gerektirdiği UYGARLIK PROJESİNE sahip olduğunu görmediler ve/ya da göz ardı ettiler. Türkiye’nin Atatürk’ten özellikle de 1946’dan sonraki siyasal-düşünsel kadroları bu kavrayıştan uzak durdular. Atatürk Cumhuriyetinin siyasal kültür birikimine dayalı olarak gerçekleştirilebilen 1960 devrimi ve anayasasının özgürlük ortamında yoğun anlatım olanağı bulan sol doktriner söylemci ve eylemciler de Atatürk’ün, bir daha belirteceğim- 20. Yüzyılla başlayan çağın gerektirdiği uygarlık tasarımı değerindeki temel ilkesini anlamamışlardı, anlamadılar.
Oysa ancak 20. yüzyıl başlarında kavranmaya başlanan, ama 19. yüzyıl sonu, 20. Yüzyıl başı ideolog ve siyasal devrimcilerinin, özellikle Bolşevik devrimi önderlerinin bilincinde olmadıkları temel bir kavrayış, bir yandan doktriner/ideolojik bağlılıkların gerçekliği anlamaya, anlatmaya ve onun gereğine göre eylem geliştirmeğe olanak vermediğini göz ardı etmişlerdi; bir yandan da özellikle Emile Durkheim’la birlikte toplum yaşamını tanımada ve yönetmede uygulanabilir olduğu saptanmaya başlanan ‘bilimsel yöntemin geçerlik ilkelerinin, demokrasi yönetiminin de meşruluk ölçütleri olduğu” gerçeğini kavrayıp eylemlerine temel yapmadılar. İşte Mustafa Kemal’in ‘Atatürk’ olabilmesini ve öyle kalabilmesini sağlayan, 20. Yüzyılın öteki “devrim önderleri”nden de farkını yapan, tam da kendi önderliğine ve eylemine temel yaptığı bu kavrayıştı: CUMHURİYET ÇINARI: MUSTAFA KEMAL’ I “ATATÜRK” YAPAN UYGARLIK TASARIMI adlı kitabımda genişçe çözümlemesini yaptığım bu kavrayışın kilit ilkelerini ATATÜRK’ün kendi anlatımıyla belirtelim:
1- “Değişimlerin değişmez kuralları olmaz. Bir topluma yarar sağlayabilen bir düşünce bir başkasının yıkımına neden olabilir. O nedenle biz, kendi gerçeğimizi kendi içimizden arayıp çıkarmalıyız. “Biz, benzememekle ve benzetmemekle öğünmeliyiz. Kendimiz olmalıyız.”
2- “Biz de isteseydik uygulanamayacak düşünceleri, kuramsal ayrıntıları yaldızlayıp bir doktrin yazabilirdik. Öyle yapmadık. Ulusumuzun maddi ve manevi gelişme gereksinimlerinin ışığında, işlem ve eylemlerimizle sözlerin ve kuramların önünde gitmeği yeğledik.”
3- “Bir toplumu, bir bölüm insanlarının düşüncelerine zorla tutsak etmek ve cılız bağımlılar olarak yaşatmak, doğal ve akla uygun bir yönetim biçimi değildir. Bolşeviklikte biz bunu görüyoruz.” Oysa “yaşamda en doğru yol-gösterici, bilimdir. Bilimin dışında yol-gösterici aramak, aymazlıktır, sapkınlıktır.”
4- Bunun yerine, “Egemenlik kısıtsız koşulsuz ulusundur.” “Ulusal egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında taçlar, tahtlar batar, yok olur. Ulusların tutsaklığı üzerine kurulu yapılar, her yerde yıkılmaya yazgılıdırlar.” “Her bireyin baskıcı yönetime karşı başkaldırma hakkı vardır.” çünkü ‘ulusal egemenliğe karşı atılacak herhangi bir adım, benim ulusumun yüreğine gönderilen zehirli bir hançerdir. O adımı atanlara başkaldırmak her bireyin temel hakkı ve ödevidir. Öyle bir adım atanlar karşısında herkes sussa ve tek başıma yalnız kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm… Ulus, bunca yıkımlardan sonra artık egemenlik hakkına kimseyi saldırtmayacaktır.”
İşte Türk demokrasisine, kendisine yapılacak saldırılar karşısında direnme ve ayağa kalkma gücü veren ve hep verecek olan Atatürk’ün bu uygarlık tasarımı değerindeki “bilimsel yöntemin geçerlik ilkelerine dayalı dünya, toplum ve insan’ anlayışıdır.
TOPLUMBİLİM AÇISINDAN SURİYELİ, AFGANLI “İTHAL NÜFUS” SORUNU VE TÜRK TOPLUMU OLARAK VARLIĞINI SÜRDÜRMENİN KOŞULLARI!
AKP yönetiminin özellikle “yabancı göçmen nüfus ithali” konusunda izlediği siyaset, çağdaş Türk toplumunun varlığını koruyup sürdürebilmesinin temel koşullarını zayıflatıcı ve yıkıcı niteliktedir.
Toplumbilimin temel bir saptamasıdır ki, bir toplumun var olabilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için etkin biçimde yerine getirilmesi zorunlu olan temel işlevler vardır. Suriye, Afganistan, vb. ülkelerden çoğu erkek milyonlarca yetişkin insanın ülkemize uzun süreler için gelip/getirilip yaşatılması durumunda, bu temel toplumsal işlevler yerine getirilemez olurlar. Böyle bir durum, toplumbilimde, “toplumsal çözülme” olarak nitelenmektedir.
Uyumlu bir bütünlük olması gereken toplumun var olabilmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için etkin biçimde yerine getirilmeleri gereken işlevler şunlardır:
1- KUŞAKLARIN SÜREKLİLİĞİNİN SAĞLANMASI: Toplumun varlığı, onu oluşturan nüfusun yenilenmesine bağlıdır. Bir toplumun nüfus gereksinmesi ise, asıl olarak başka toplumlardan yetişkin nüfus almak yoluyla karşılanamaz. Çünkü toplum yaşamının zorunlu öğesi olan uyum ve dayanışma, ancak bireylerde kimi ortaklaşa düşünce ve bağlılık duygularının oluşmasıyla sağlanabilir. Temel kültürel değerler de diyebileceğimiz bu düşünce ve bağlılık duyguları, asıl olarak, bir toplumun içinde doğup büyümüş olanlarda gereğince oluşabilir. Öyleyse bir toplum, üyelerinin pek büyük bölümünü doğumlar yoluyla sağlamak zorundadır. Çünkü doğumlar yalnızca «biyolojik» nitelikte bir olgu türü olmayıp, başta aile olmak üzere, devlet, eğitim, ekonomi ve “üstün değerler”den oluşan toplumsal yapı içinde yer alan bir toplumsal olgudur.
2- YENİ NÜFUSUN TOPLUMA HAZIRLANMASI:
Demek ki sorun yalnız yeni nüfus kazanmak sorunu değildir. Toplumun kural ve değerlerinin çevresinde örgütlendiği «dünya, toplum, insan anlayışı» başta olmak üzere toplumda «normal» sayılan binlerce davranış kalıplarını öğretmek ve benimsetmek de gerekir: bu ise bir toplumun kültürü içinde gerçekleşir. Bu toplumsallaşma sürecinin gerçekleştiği yerlerin başında “eğitim kurumları” yer alır.
3- YAŞAMANIN ANLAMI VE AMACI:
Bir toplumun gücü ve etkin işleyişi, orada yaygın olan yaşama biçiminin iyi ve yaşanmaya değer olduğu inancını oluşturup sürdürmesine de bağlıdır. Bunu sağlayan, toplumun ahlakı, toplumsal davranışları düzenleyen kurallarıdır. Bunları genel bir deyişle «inançlar, bağlılıklar, üyelikler» diye adlandırabiliriz. Bilimsel, ideolojik, dinsel örgüt ve kurumlar bunların başlıcalarıdır. Kuralsızlık durumları, insanların neyin doğru neyin yanlış olduğunu, toplumsal beklentilerin ne olduğunu bilememelerine ve “amaç düşüncesi”ni yitirmelerine yol açar. Toplumbilimleri, böyle bir kuralsızlık durumunun ve bunun sonucu ortaya çıkan «toplumsal çözülme”nin bireyleri intihara varan bunalımlara düşürdüğünü ortaya koymuştur.
Görüldüğü gibi Türk toplumuna bütün bu süreçleri kendi içinde geçirmemiş olan milyonlarca insanı sokup onlara burada kalıcı olarak yaşama yolunu açmak, “toplum” doğasına aykırı, çünkü her tür ve dereceden davranış bozukluklarına, giderek toplumsal çözülmeye yol açan bir suikast kurmak anlamı taşır.
Bknz. Özer Ozankaya, Toplumbilim, CEM Yay., “Toplumsal Yapı” bölümü.
“SÖYLEV”DEN DERS ALMAYANLARA ANIMSATALIM!
“Mister Milne’nin Osmanlı Harbiye Nazırına emir vermesi, Ulusal Kurtuluş Örgütüyle (Anadolu-Rumeli Ulusal Hakları Savunma Örgütü’yle, Ö.O.) ilişkilerde durmadan onur sorunları çıkaran Harbiye Nazırının ve devletin bağımsızlığını sağlamak sorumluluğunu üstlenmiş olan hükümetin onuruna dokunmuyor. Bu davranışı protesto bile edemiyorlar. Hiç olmazsa bağımsızlığımıza yapılan bu saldırıya araç olmayız, diye seslerini yükseltemiyorlar.
“Efendiler, çünkü korkuyorlar. Korkmamak için insanlık değerinin ve ulusal onurun saldırıya uğrayamayacağı bir ortamda bulunmak gerekir. Buna önem vermeyenlerin, kutsal değerler konusunda çoktan ilgisiz ve duygusuz oldukları söylenebilir.
“Adalet dilenmekle, başkalarını kendine acındırmakla ulus işleri, devlet işleri görülemez; ulusun ve devletin onuru, bağımsızlığı sağlanamaz.
“Türk ulusu, Türkiye’nin yarınki çocukları, bunu bir an akıllarından çıkarmamalıdırlar.”
SÖYLEV’den (NUTUK) günümüz diliyle alıntı için, Bknz.: Ö. Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı- Atatürk’ün Uygarlık Tasarımı, Cem Yay.)
KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN EĞİTİMCİ KURUCUSU İSMAİL HAKKI TONGUÇ’U ANARKEN…
Uygar insanlığa örnek Atatürk Cumhuriyeti’nin “Eğitim yoluyla kalkınma” atılımı Köy Enstitüleri’nin düşünce babalarından ve uygulayıcılarından İsmail Hakkı Tonguç’u, yaydığı ışıktan Dicle Köy Enstitüsü’nde okuyan ablalarımın ders kitaplarından pay alan bir kişi olarak saygıyla, sevgiyle anıyorum.
Benim ortaokul ders kitaplarımdan çok daha güzel ve zengin hazırlanmış olan ve elimden bırakmak istemediğim Okuma Parçaları kitabında, ben de hem Türkçemizi bir eğitim, bilim ve sanat dili olarak işlenmiş okuma parçaları buluyor, hem de özgürlük, insan hakları kültürü ögeleriyle donanıyordum.
Dertli’nin şiirini 75 yıldan beri dilimden düşürmüş değilim:
“Telli sazdır bunun adı
Ne âyet dinler, ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde!
İçinde mi, dışında mı
Burgusunun başında mı
Göğsünün nakışında mı,
Şeytan bunun neresinde!
Edirne’den gelir teli
Ardıç ağacından kolu
A Allah’ın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde!
Dut ağacından teknesi
Kirişten bağlı perdesi
Behey insanın teresi
Şeytan bunun neresinde!
Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde!
Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok, kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde?”
Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, bugün demokrasi, yani cumhuriyet düzeni, temel meşruluk ölçütleri ve yetki simgeleriyle tüm ulusumuzun kültür değerleri içinde sarsılmaz yerini almış; örneğin “yalancılığın” hem demokratik düzende en büyüğünden en küçüğüne tüm konumlardaki siyasetçilerin meşruluklarını yitirecekleri, hem de dinsel kültürde “bağışlaması sınırsız Tanrı’nın bağışlamadığı tek günahın yalancılık olduğu’ tüm ulusumuz bireylerinin ortak kültürü olacaktı. Köy Enstitülerini kapatanların ve bugün de karalayanların gerçek nitelikleri, bu gözlem karşısında çok daha iyi anlaşılıyor.
Atatürk’ümüzü en derin gönül borcu duygularıyla anıyor, büyük eğitimci için de “Anlayanın, öğrenenin çok olsun TONGUÇ BABA! diyorum.
DEMOKRASİ (CUMHURİYET = ULUSAL EGEMENLİK), KURUMSAL GÜVENCELERİ BULUNMASI GEREKLİ DÜZENDİR!
Demokrasi düzeninin, örneğin “Ulusal egemenlik ne demek! Hâşâ! Allah’ın (ya da filanca toplum kesiminin) egemenliği!..” deyip bağımsız yargıyı da yok edebilecek, seçimlerde hile bile yapmaya girişebilecek siyasal örgütlere karşı CAYDIRICI GÜVENCEYE gereksinimi yok mudur? Bu CAYDIRICI güvence anayasal düzende hangi kurum(lar) olabilir?
Bu soru, demokrasiler için hep günceldir! Ulusal kamuoyu, böyle olasılıklara karşı demokratik düzenin hep düzgün işlemesini sağlayabilecek bağımsız ve tarafsız kurumların varlığına güven duyabilmelidir. Etkin işleyen demokrasilerde bu kurumsal güvenceler vardır ve tüm ulusça adları ve sanlarıyla bilinir, gözbebeği gibi de korunurlar.