SOSYAL GELİŞMEDE GERİLEYİŞİN DAYATILMASI:
KAPİTALİZMİN KRİZLERİ, AÇMAZLARI, AMAÇLARI VE KİMLİK
“EMEĞİN ETNİK’LEŞMESİ, DİN’SELLEŞMESİ, ULUS’LAŞMASI”
Kimlik, yalancı bir memedir; oyalar, ama doyurmaz.
r. oymak
Birey, tarihin belli bir kesitinde ortaya çıkan, hiçbir yer ve hiçbir kişiye bağlı olmayan varlıktır.
Din ve ulus, insanın yalnızlığına ve korkularına çare sayılıyor.
y. küçük
Dünya kapitalizmi dinamik bir devingenlikle yapısal yeni krizini aşma, bunu için de, egemenlik krizini çözme gibi büyük sorunlarla boğuşmaktadır. Dünya kapitalizmi bu iki kriz nedeniyle istikrarsızık, buna bağlı olarak gericilik yaymaktadır. Bu zincirleme olaylar sürecinde ülkeler düzeyinde, bu iki krize engel olan, tarihsel devrimci, halkçı ekonomi politik ne varsa, bir gerici karşı devrimle kapitalizme sunularak(özelleştirilerek) yolunu açmaktadır. Ortadoğu, Türkiye, Yugoslavya, Orta Asya’da olan açık-örtük iç ve dış savaşlar bunun kanıtlarıdır. Yerel Pazar özelliği olan ulusdevletler bugün, daha gerici kimliklere bölünerek, büyük pazarda gerekli işlevi yüklenmek üzere yıkılmaktadır. Gericilik, tarihsel olarak geri, içeriksel olarak belirsiz kimliklere dönüşle sağlanmaktadır.
Kapitalizmde ekonomi- politik istikrarsızlığın, tutarsızlığın ürettiği gericiliği yeniden yükseltir; yoksa oluşturur, doğurur, uyandırır, yayar ve çatıştırır. Kapitalist dönüşüm ve değişime de zorlayan bu süreç küresel ölçekte ve yerel ölçekte yıkıcı, kırıcı, kanlı ve yalanlı olarak sürmektedir.
Emperyalistler arası çelişki ile alevlenen egemenlik ve yapısal kriz, kapitalist ülkelerin güçleri oranında katkılar koymaya, katkıları oranında sömürü, işgal, özelleştirme değerlerinden pay almaya, payı artırmaya zorlamaktadır. Güçlü emperyalist-kapitalist ülkeler, dünya pazarına, o pazarlardaki ortaklıklarına, ülkelerdeki işbirlikçilerle bu pay alışverişi oranında ilişki kurmakta, sorumluluk vermekte ve almaktadır. Bağımlılık karşılıklıdır. Pay eşitsizdir. Doğadaki aslanların avına ortak olan çakallar, leş yiyiciler, böcekler arasındaki pay gibi. Gücün oranında pay alırsın,ancak doğada işbölümü bilinçli olmadığı gibi, sorumluluğa dayalı değildir. Dünya kapitalizmi, sorumluluk oranında pay dağıtmaktadır. Doğadakinden daha vahşi, daha kanlı ve daha doğadışı, insanlık dışıdır.
Saldırılar, işbirlikçi pay alıcıların sorumlulukları sonucu, ülke içinde emeğe-insana, üreticiye ve kaynaklara dönüktür. Bu saldırı, küresel ve yerel sermayenin ortak projelerin, ülkelerin devletleri/hükümetleri tarafından yaşama geçirilmesi ile sürdürülür. Özelleştirme, esnek üretim, sendikasızlaştırma, düşük ücret, işsizlik, yoksulluk, sürekli üretilen yedek işgücü, sağlığın, eğitimin giderek büyüyen oranda sosyal hizmetler alanından çıkarılması, alınıp satılan eşya durumuna getirilmesi, bunun yaratığı bu haklardan yararlanmada giderek büyüyen eşitsizlik, sürekli ve artan oranda vergilendirme; bunlara koşut olarak dinselleştirme, cemaatleştirme, etnikleştirme, milletleştirme, mezhepleştirme yani gericileştirme politikaları ile karşı çıkışın bilinç ve eylemini önleme çabaları ile sürmektedir. Bunlar yetmediğinde, başarılamadığında,sonuç alınamadığında, açık savaş ve işgal eylemlerine girişilmektedir. Bu açık savaş ve işgalde de, savaş ve işgale katkı oranında pazardan elde edilenden pay alınmaktadır. Çok uluslu güç denilen savaş aygıtı işte bu pay alma yarışında askeri, politik, stratejik vb. katkılara göre belirlenmektedir.
Yukarıda açıklanan süreç Türkiye ölçeğinde, özellikle 1974/1981 askeri darbeleriyle başlayan, 24 ocak kararlı olarak adlandırılan, bağımlı piyasa ekonomisi tasarısını uygulamaya koyarak, hızlanan özelleştirmeler ile sürdürülen, kimlikleştirme politikaları ile temel karşı gücü ayrıştırma, tarihsel devrimci ilerici değer ve kurumları yıkma, dönüştürme, ele geçirme, yok etme bunların sonucu oluşan toplumsal yıkım ve travmaları din, cemaat ve bilim dışı alanlarla uyuşturma gibi karşı devrimci eylemlerle sürdürülmektedir.
Ekonomik gerekçeleri, ilişkileri, dayanakları açımlanmamış hiç toplumsal/bireysel olgu, anlaşılamaz. Eksik, gizli, örtük olarak kalır. Kavranması olanaksızdır. İstenen de tam olarak budur.
“Kimlik kavramı, empirik süreçlerin, pekin bir deney veya gözlem objesinin ifadesi değildir.
Uyma yoluyla kimlik kazanma, diyalektik sosyoloji ekolünün sorguladığı bir husustur. Bu çerçevede kimlik, bireyin sosyal oyun kurallarını anlamayı ve sosyal konumunu tanımayı öğrendiği bir sosyal uyum olgusu olarak görmektedir. Kimlik, sosyal öğrenmenin sonucu olarak, bireyin kendi kendisini bilmesiyle sonuçlanır;çünkü dıştan empoze edilmiştir. Kimlik bana, ne/kim olduğumu ve benden beklenen davranışları söyler. Kimlik, bu anlamda, sadece kimlik yokluğu olabilir. Bu sahte kimlikten farklı olarak, mücadeleyle kazanılan, sosyal mücadeleler içinde gerçekleşen bir gerçek kimlikten söz edilebilir; bu kimlik, her şeyden önce eski kimlik illüzyonlarından kurtulmaya bağlıdır.
Birey, sosyal ilişkileri analiz vasıtasıyla, içine gömüldüğü sosyal düzenin örtüsünden sıyrılır; kendini tarihin aktörü olarak tanımlar; üstlendiği/ortaya koyduğu karşı çıkma davranışları sayesinde özne olur.” (Bilgin,1994)
Doğa ve toplum (insan) zaman, uzay, madde ve hareketin ayrılmaz/ birliği içinde vardır. Çözülmez olan, insan bilincinde çözülürse, boşluk başlar. Boşluk, boşluğu doldurmak için yaratılır. Boşluğu olan insan, boşta olan insan, boş insan, kim’im sorunu olan insandır. Ona kim-lik gereklidir. Sorunu, boşluğu yaratan, çözümü, boşluğu dolduracağı şeyi de bulmuştur. Kim-lik. Ancak, geçmişte uydurduğunu, gelecekte kullanarak bu boşluğu doldurur. Bu nedenle, gericidir ve gericileştirmektedir
Yayılan, özel mülkiyete dayalı (kapitalist) sistemin (ki ömrünün yarısında yaptığı budur) bulabildiği bütün emek gücüne ihtiyacı vardır, çünkü daha çok sermayenin üretilmesini, paraya çevrilmesini ve biriktirilmesini sağlayan malları üreten bu emektir. Sistem dışına atmak anlamsızdır. Ancak, eğer, sermaye birikimini en üste çıkarmak isteniyorsa, aynı zamanda üretim maliyetlerini (bu yüzden de emek gücü maliyetlerini) en aza indirmek ve siyasal rahatsızlığın maliyetlerini en aza indirmek (bu yüzden emek gücünün protestolarını-saf dışı etmemek, çünkü bu yapılamaz-en aza indirmek) gereklidir. Irkçılık işte bu hedefleri bir araya getiren sihirli bir formüldür. (…) Irkçılık, işlemsel olarak işgücünün “etnikleşmesi” denebilecek bir biçim almıştır. Yani ırkçılık, bizim ırklar ya da etnik-ulusal-dinsel gruplaşmalar diye adlandırdığımız bu şeyleşmiş varlıkların kesin sınırlarını tanımlarken geçmişin sürekliliğini temel alan iddiaları, her zaman için bugüne uyarlanmış bir esneklikle birleştirmiştir. Geçmişin sınırlarıyla bir bağ iddia etmenin esnekliği, bugünkü sınırların sürekli olarak yeniden çizilmesi esnekliğiyle birleşince ırksal ve/veya etnik-ulusal-dinsel grupların ya da cemaatlerin yaratılması ve sürekli yeniden yaratılması biçimini almıştır. Bu gruplar her zaman aynı değildir, hareketli olabilir; bazı gruplar kaybolabilir ya da diğerleriyle birleşebilir;bazılarıysa parçalanır ve yenileri doğar. Ancak her zaman ZENCİ olan birileri vardır. Eğer ortada hiç siyah yoksa ya da bu rolü oynamak için sayıları yetersizse BEYAZ ZENCİLER icad edilebilir. Çünkü, ırksal, dinsel, etnik, ulusal gibi kipsel (niyete bağlı) kavramlar, kapitalist dünya ekonomisinin temel yapısal özelliklerinden birinin etrafında dönmektedir. Irk kavramı, dünya ekonomisindeki eksenel işbölümüyle, yani merkez-çevre zıtlığıyla ilgilidir. Uluskavramı bu tarihsel sistemin siyasal üstyapısıyla, yani devletlerarası sitemi biçimlendiren ve ondan türeyen egemen devletlerle ilgilidir. Etnik grup kategorisi, sermaye birikiminde ücretsiz emeğin büyük payının korunmasını sağlayan hane yapılarının yaratılmasıyla ilgilidir. Bu üç terimden hiçbiri sınıfla doğrudan ilgili değildir. Amaç emekgücünün davranışı, para egemen özel mülkiyete dayalı sömürü sisteminin meşruiyetini bozmadan değişmelidir: Irk kimliği ile, ulus kimliği ile, etnik grup kimliği ile, din kimliği ile, mezhep kimliği ile, azınlık kimliği ile vs…(Balibar ve Vallerstein, 1993)
demokrasi
Demokrasi, tekellerin-büyük ekonomik ve politik güce sahip küresel sermayenin- en üst düzeyde kazanç arayışı, sürekli krizlere giren kapitalizmde, tüm devlet aygıtının tüm işlevlerine çeşitli biçim ve dengelerde müdahele etmesindeki şiddet ve özgürlük çelişkisine ve yalanlarına denir. ) Emperyalist-kapitalist dünya sınıfsal, ulusal, ırksal,dinsel çelişkileri zaman zaman geliştirerek, zaman zaman gizleyerek, zaman zaman çatıştırarak ama çoğunlukla demokrasi oyunu içinde kazanç yönelimine göre biçimlemekte, kullanmaktadır.
En ileri kapitalist emperyalist ülkeler dünyada görülmedik ölçüde işsiz, yoksul, suç, refah düzeyinde uçurum kavramını aşan eşitsizlik ve çevre kirliliği üretmiş ve bunları çözme yeteneği olmadığı için, bu temel insani sorunlardan, insanları uzak tutmak ve bir tür uyutma, uyuşturma, dikkat dağıtma, toparlanamama, anlayamama yaratmak amacıyla diktatörlükten, askeri ve sivil faşizmden, görece demokratik yönetimler arasında gidip gelmektedir. Bu iki yöntemden hangisine başvuracağını belirleyen temel ekonomi-politik yasa ise şudur: Ülkedeki baskın sermaye grupları ne kadar güçsüz, diktatörlüğünün toplumsal temeli ne kadar dar olursa, doğrudan kuvvete ve gerici hükümet biçimlerine o kadar çok başvurur. Kazancının yüksek olduğu dönemlerde, üretici, işçi, beyaz yakalı örgütleri,sendikaları kimlik olgusu ile bölerek zayıflatır, bu örgütlerde bir yönetici aristokrasi grup oluşturur ve onları da yanına çeker. Direnenleri tehdit eder, tutuklar, hatta öldürür. Yani diktatörlük bir devlet iktidarının uygulanması olur. Demokrasi bu devlet iktidarının bir hükümet biçimlerinden biri, bu iktidarı kullanma yöntemlerinden biridir. Bu yalan ve yanılsama dolu sürece de demokrasi adını vermektedir. Demokrasiye ilişkin son olarak şu söylenebilir: Demokrasi, her zaman için sınıfsal bir kavramdır, çünkü demokrasi bir sınıfın elinde, sınıfsal karşıtlarını baskı altında tutma amacıyla yapıp ettiği her şeydir. Bu yapıp ettikleri karşıtlarına gücü oranında değişik yönetim biçimlerine evrilir. Karşıtları hiçbir zaman, yöneten egemen sınıfın gücü kadar bir gücü elinde bulundurmadığı için, çoğunlukla yine onun kazanç sınırlarında vereceği taviz kadar demokrasiye zorlanabilir. Zorlama ileri bir aşamaya gelirse, diktatörlük temel yönetim biçimi olur. Özünde, demokrasi daha az hissedilen bir diktatörlüktür.
Bir anda ortaçağın siyasal, dinsel baskısına başvurur, diğer yandan açık askeri polis yönetimlerine. Bölge, ülke durumuna göre, bunlardan uygun olanların birini, birkaçını uygulamada toplumsal taban olarak kullanır. Barış ve demokrasi gibi iki beğenilen içerikte kavramı kullanarak bunları gerçekleştirir. Savaş açtıklarında barış sözcüğünü, diktatörlüğe yöneldiklerinde ise demokrasi sözcüğünü olağanüstü sık kullanır, kullandırırlar. Tüm kitle haberleşme araçları, bu yalan içerikli demokrasi oyununda, halklara yalanı ve diktatörlüğü çekici göstermek için işe koşulur. Yayın yönetmenlerinden, köşe yazarlarına, yorumculardan, akademisyenlere kadar bir yığın kişiliksiz bireyi bu süreçte, kitle iletişim araçlarında kullanırlar. Sivil Toplum Örgütü adı altında araştırma, yönlendirme, aldatma, provoke etme amaçlı yapılar oluştururlar. Özetle ve genel olarak, kapitalist yani para egemen toplumlarda, küresel sermaye ve ondan beslenen yerel sermaye grupları sözde temsili organlar olan, parlamento, belediye meclisleri, diğer kurumları kazanç durumlarına göre denetler, yönlendirir, karar aldırırlar. Parlamentolar, meclisler sadece göz boyamak için vardır. Halkın bilinçli olarak seçmediği bir seçim ve bu seçimden oluşan bu organlar gerçeğin önündeki kalın duvarlar olmaktan başka bir işlevi yoktur. Gerçekte bu organlarda karar alınmaz, alınıyormuş gibi süreçler yaratılır. Kararları küresel sermaye ve bu sermayenin en güçlü olduğu ülkelerin düşünce ve ekonomi-politik yapıları alır ve uygulatırlar.
Demokrasi ve parlamentarizm bitmiştir ve insan kimliklerle sürüleştirilmektedir (Küçük, 2005).
Çünkü, gerçekte, yetişkin nüfusun çoğunluğunun seçim sürecine katılması, seçimde kazanan burjuva partisinin seçmenlerin çoğunluğundan bir hükümet kurma yetkisi aldığı izlenimini yaratır. Egemen sınıfın büyük propaganda mekanizması, basit halkın kafasına bu yanılgıyı ekmek ve sürdürmekle meşguldür. Demokrasiyi denetim altında tutarak, tekelci burjuvazi, halkı yavaş yavaş demokrasiden arta kalmış olandan yoksun bırakır. (Mishin, 1979). Bu nedenle, demokrat, bu yanılsama, yanılgıya araç olan, dengeye göre davranan çok yüzlü, çok kimlikli, kimliksiz insandır. Küresel tekeller, yanılsamaya dayalı çok kimlikli, kimliksiz toplumlar yaratmaya çalışıyor. Geçmiş, ulusal, dinsel, mezhepsel kimlik ve bunların geçmişidir. Tekeller yıkımı, bunlarla sağlamaya çalışıyorlar, yetmiyor, diktatörlük ile besliyorlar.
“Tekeller, geleceğin düşmanı oluyorlar. Geleceği hatırlamayı yasaklıyorlar. Yaşanmış bir dünyayı sezmeyi ortadan kaldırıyorlar. Tekelsi düzende yalnızca geçmiş hatırlanabiliyor. Çünkü tekeller, ortaçağ’a aşık devlerdir. (…) Tekelsi düzen, sınıfların sezme yeteneklerini kurutmak istiyor. (…)Tekelsi düzen, insanoğlunun en başarısız olduğu dönemdir. Tekelsi düzende var olan başarı, mülk sahipleri ile mülksüzler arasında en eşitsiz bir biçimde dağılıyor (Küçük, 2005). Sınıfların sezme yetenekleri ne ile kurutulmak isteniyor: üretilmiş kimlik ile…sınıf ise, bu kimliklere göre biçimlenip, aynı iş kolunda 4, 5, 6 ayrı örgütlere/sendikaya bölünüyor: Müslüman sendika, uzlaşmacı/sarı sendika, yeşil sendika, Türk sendika, Kürt sendika, milliyetçi sendika gibi.
Korkutan, en çok korkan oluyor. Korkusu arttıkça, korkutmayı deniyor.
Önce kimlikler yaratıyor, sonra bunarı birbirleri ile korkutuyorlar.
Mülklerini yitirmekten, yeni mülk edinme yollarının tıkanmasından korkuyorlar. Ve bu uğurda işledikleri suçlardan korkuyorlar. Bu nedenle korkutuyorlar.
Özel mülkiyet hırsızlıktır demişti bir bilgin.
korkaklar hareket eden her şeye ateş ederler
Küçük (2005) ’ün dediği gibi, Korkanlar ise hareket etmeyi akıl edemezler. Öylece kalırlar.
İstenen hareketsizliktir. Ama bu olanaksızdır. Olanaksızı istemekteler.
.
Kaynakça
Adalı, C.(1991) Kapitalizmin Düğümleri, Sorun Yayınları, İstanbul
Balibar ve Wallerstein (1993) Irk Ulus Sınıf, Metis Yayınları, İstanbul
Bilgin,N. (1994) Kimlik Sorunu, Eğe Yayıncılık, İzmir
Küçük, Y (2005) Türkiye Büyülü Hapishanem, Duvar Yayınları, İzmir
Mishin, A.(1976) Teoride ve Pratikte Burjuva Demokrasisi, Bilim Yayınları, İstanbul
Woods, A.ve Grant, T.(2004) Aklın İsyanı,Tarih Bilinci Yayınları, İstanbul