Nisan 2014
Canım, AltancIk… Sona yaklaştığımız görünüyor gibiydi… Hemen her gün konuşuyorduk… Nedir ki, sesi, gitgide ve “üssel” olarak, mecalsizleşiyor, “alarm” veriyordu…
O halde idiyken dahi, sürdüregittigimiz şakalaşmalar, yeni yeni pusmus, yerine, konuşmasında zorluk, pelteklik, gelmişti…
Doktoru, Okuldaşımız Doç. Sevgili Kaya Sarıbeyoğlu, O’na, “olumsuz bir son” kondurmamak bir yana, üstün bir hazakatle, elinden geleni alabildiğine omuzladığından mâdâ, bizlere biteviye iyimserlik aşılamaya, gayret ediyordu…
Sevgili Altan, cin gibi… Görmez mi?
Üstümüze üstümüze gelen, heyulanın farkında ve tam da O’na yaraşır bir vekarla ve bıçkın bir yüreklilikle, “pat” diye:
– Olacaksa, o da olur, deyiverdi, geçende bir gün…
Son aradığımda, telefona çıkamayacak kadar ağırlasmis olmalıydı…
Eşi Sevgili Selva, bir mesaj çekmis, durumu bildiriyor…
Elim böğrümde, telefona sarıldım, aradım…
Selva:
– Tolgacığım, kendinde değil, Altan’ı korkarım, kaybediyoruz, deyiverdi…
Ertesi sabah, erken; Sınıf Arkadaşım olduğundan öte, Kader Arkadaşım sayılacak, Sevgili Cengiz Nayır aradı… Son zamanlarda, o da ben de, ne zaman telefon ekranlarımızda isimlerimizi görsek, “Eyvah” diye basıyorduk, “Aç” tuşuna…
O sabah yine öyle oldu… Yutkunarak açtım telefonu…
Sevgili Cengiz:
– Altan’ı kaybettik!, deyiverdi…
**
“Geldik, yaşadık, gidiyoruz!”, dercesine, şaşkın bir “bellek patlamasi” alevlerine, kapılıveriyor insan…
**
Sevgili Altan’la altmis kusur yıl, aynı sınıfta, ebedî yuvamız, aynı okul çatısı altında, aynı hayat boğuşmasında, sevincinde, tasasında, ama hep gülerek, şakalaşarak, omuz omuza olmuşuz…
61-63’de, Lise 11 Fen’de ve 12 Fen’de, yediğimiz içtiğimiz, hele o evrede artık, hiç ayrı gitmez olmuş…
Evlerimiz bir, ebeveynlerimiz bir, olmus…
Altan’la, yan yana gelince, üstelik ardı arası olmaksızın, şakalalaşmamak mümkün mu?
En olumsuz bir kertede, olsun, O’nunla konuşunca, “iyimserlik” meltemleriyle serinlememek mümkün mu?
Gercekçi ama “hırs”sız, şakacı ama tavırlı, hassas ama fırtına kopsun, tınmayacak kadar zırhlıydı, Altan!..
Söz aramızda, “sağlıklı bir erkekte olmasi gerekenler”, el hak, O’nda “kusursuz”, mevcuttu…
Bunu demesem ve şimdi yani başımda olsa, her halde:
– Tolgacım, bırak şimdi onu, bunu, “önemli bir özelliğimi” unutmuş değil misin , deyiverirdi, …
Unutmadım, işte Altancım!..
**
Haziran’daki Pilav’a gelemedi.
Aralık’ta zorlandı, muhakkak ama, geldi, yine de…
Arkadaşlar’ı temsilen yaptığım konuşmalarda, betahsis O’na, hepimizin sıcacık sevgisini ilettim, kürsüden…
Bir “veda tebessümü” belirdi, sanki, yüzünde…
**
Gitmekle, kalmak bu kadar aynı olabilir, ancak!..
**
Nur icinde yat, Altancım!..
**
Çocuklar, Çocuklarımızı, çok yaşasınlar, iyi yaşasınlar, huzurlu bir dünyada yaşasınlar!..
1963 Mezunları’nın, Lise’den Mezuniyetleri’nin Ellinci Yıl Dönümü Dolayısıyla, 2 Haziran 2013 Günü, “Pilav” Öncesi, Arkadaşları’nı Temsilen,
Prof. Tolga Yarman’ın,
Lise’de, Tevfik Fikret Salonu’nda, Yaptığı Konuşma’nın, Metni
Değerli Vakıf Bşk,
Değerli Dernek Bşk,
Değerli Müdire, Sevgili Meral,
Değerli Büyüklerim,
Sevgili Küçüklerim,
Biricik Sınıf Arkadaşlarım,
Sevgili Konuklar… Hanımefendiler… Sevgili Çocuklar…
Mezuniyetimizin ilk yıllarında, şimdi benim konuştuğum gibi, burada konuşanlar, bizden, astronomik mesafeler kadar uzaktalardı… Hocalarımız da, öyleydi…
Oysa şimdi, resimlere bakınca, hocalarımız, belirgin biçimde, bizim bugün olduğumuz yaştan, çok daha genç görünuyorlar…
Aslını ararsanız, benim mezuniyetimin, 30. Yılı… Abiler, rica ettiler, onlar zahmet etmesinler diye, Onlar’ın adına, ben konuşuyorum
Şaka bir yana, hesap ortada 1963 – 2013: tam, elli yıl olmuş!
Bu, geçen akşamki buluşmamızda, Sevgili Cengiz Nayır’ın, Sevgili Ümit Aşçı’nın, Sevgili Necmi Dayday’ın, Sevgili Alpaslan Karagülle’nin, Sevgili Mehmet Küçüğün ayaküstü vurguladıkları şekilde, bir şölen, bir ödül, bir ayrıcalık, bir bayram…
Bu çerçevede, Sevgili Okuldaşlarım, Biricik Galarasaraylılar, Sizin ve Aileleriniz’in, her yaştan, üyesiyle, bugün burada olan, olmayan, Büyük Galatasaray Camiamız’ın, bayramı kutlu olsun!..
Özellikle, Fransız Hocalarımız, malum, sınavlar öncesi
– Prenez une feuille de papier (Bir kağıt çıkartın)!
Derler, zil çalmasına yakın ise,
– Laissez vos craiyons (kalemlerinizi bırakın)!
Ünlemiyle, hepimizin kanını, dondururlardı!
Şimdi, bana, bizi kendilerinden, asrtoronomik mesafeler kadar uzakta gören kardeşlerimiz,
– Abi, şu elli yılı bir anlatsana, nasıl geçti?, deseler,
– Nasıııl geçti habersizzz, o güzelim yıllarımmm, demem …
– Prenez une feuille de papier velaissez vos craiyons!,
Dondurucu ünlemleri arasındaki, hepsi hepsi 45 dakikalık bir sınav lahzesi gibi, işte geçti, derim…
Ve arkasından şu öğüdü eklerim:
– Ne laissez jamaıs vos craiyons!.. (Kalemlerlinizi katiyen bırakmayın)!
Bu arada, maateessüf, yalnızca, birbirinden değerli hocalarımız’ın, hemen tümünü kaybetmedik… Can arkadaşlarımız’dan toprağa verdiklerimiz, epey oldu. Hepsini, rahmetle anıyoruz.
Fransızca Hocalarımız
Mme Calu, Mr Masa, Mme Georgette, Mlle Rıbeau, Mlle Agombard, Mr Kıappe, Mme Lilas, Mr Arditti, Mr Avier, Salih Özarık, Leyla İpekçi, Mme Laramée, Celal Hoca, Osman Güney, Mr Valette, Mme Valette, Mr Fiot, Mme Fiot, Mr Ducasse, Mlle Pons, Mr Failletaz, Mr Gertophere, Mr Vouzeleau, Mr Laroumée…
Felsefe Hocamız
Mr Dubois
Türkçe Hocalarımız
İbrahim Ataman, Seza Talaslıoğlu, Şeref Hoca, Necdet Hoca, Sıtkı Akalın, Muhittin Hoca, Hüsnü Gürdeniz, Mustafa Belir, Şakir Candoğan, Muvaffak Benderli, Sermet Sami Uysal, Zeki Ömer Defne, Rifat Necdet Evrimer, Ahmet Kutsi Tecer, Zahir Guvemli
Tercüme Hocamız
Rahmetli Macit Saner’den Sonraki, Müdürümüz, Ali Teoman
Matematik Hocalarımız
Hilal Pamir, Hermine Kalutsiyan, Mr Kerveıllant, Mr Balleret
Fizik Hocalarımız
Saffet Hoca, Mr Garti, Mr Boulet, Süreyya Yarasa
Biyoloji Hocalarımız
Mme Ducasse, Mme Gavard, Hikmet Gürtav
Tarih Hocalarımız
Mesut Talaslıoğlu, Hilmi Oran, Halit Sarıkaya, Faruk Kurtuluş, Muhittin Sandıkçı, Cemal Hoca
Coğrafya Hocalarımız
Selahattin Devres, Ferruhzat Turaç, Cihat Arcıl
Kimya Hocalarımız
Mr Gavard, Mr Goudman
İngilizce Hocalarımız
Agâh Balkır, Habib Şabo Ayral, Nebahat Hoca
Almanca Hocamız
Zahide Belir
Beden Eğitimi Hocalarımız
Ali Ortaç, Necati Aygen, Nizamettin Ergun, Mehmet Ali Gültekin
Resim Hocalarımız
Nihat Ataman, Şükrü (Balaban) Özaltan, Kemal Zeren
Müzik Hocalarımız
Enver Hoca, Ferruh Hoca
Başmuavin Rıdvan Korur,
Doktorumuz Ali Tanrıyar
Hastabakıcımız Ramo
Devam Bürosu Amiri Yaşar Hakgüder
Hepsine şükran borçluyuz.
Şükür yaşamakta olan, Mr Valette’e, Mme Valette’e, Mr Balleret’ye ve dilerim kimi ötekilere, Allah uzun ömürler ihsan etsin… Rahmetliler, nur içinde yatsınlar…
Ebeveynlerimize minnettarız…
Hayatta olanlara Allah uzun ömür nasip etsin.
Göçmüş Büyüklerimize, Allah rahmet eylesin!
Arkadaşlarımız’dan, Sevgili Akın Erişkon’u, Sevgili Kemal Suman’ı, Sevgili Aydın Kunt’u, Sevgili Mithat Kunt’u, Sevgili Orhan Kahyaoğlu’nu, Sevgili Alev Hanibu’yu, Sevgili Ahmet Şaman’ı, Sevgili Tolga Yağızatlı’yı, Sevgili Barış Perin’i, Sevgili Osman Zıllıoğlu’nu, Sevgili Osman Karaorman’ı, Sevgili Yıldırım Çavlı’yı, Sevgili Güray Tulun’u, Sevgili Osman Örneği, Sevgili Mehmet Yergüz’ü, Sevgili Muhan Arıkan’ı, Sevgili İlhan Öztuna’yı, Sevgili Barlas Alparman’ı, Sevgili Selahattin Mangaloğlu’nu, Sevgili Müfit Erdem’i, Sevgili Mehmet Ali Şener’i, Sevgili Halil Paşakay’ı, Sevgili Özcan Erman’ı, Sevgili İlhan Erim’i, Sevgili İlker Yaltrığı, maatessüf kaybettik. Nur içinde yatsınlar.
Son sınıf’ta, mitolojik felsefe hocamız Monsieur Dubois ile, bir keresinde “zamanı” tartışırken, birimiz “Le temps passe!” (Zaman geçiyor),deyince, şöyle karşılık vermişti, o:
Ce n’est pas le temps qui passe, maıs c’est nous, qui passons!.. (Zaman geçmiyor, biz geçiyoruz!..)
Böyle demişti…
Daha dün, şu dekor içinde, çocuktuk ve işte dekor aynı dekor ve biz içinden, geçip gidiyoruz.
Nur içinde yatsın, Monsieur Dubois, tesbiti, ustura gibiymiş, meğer!..
Şu ki, bu dekor içinde, yıllarını vermiş bir hocamız olduğu için, “resmi”, ayrıca ve muhakkak yaşayarak görmüş olmalı, diye düşünüyor insan!..
Biz son sınıfta iken, burası tamire alınmıştı. Tamir, iki yılı buldu.
Biz de el hak, çok haytaydık, şu ki, anlaşılan bizden hemen sonra gelenler, meğer daha da çok haytalarmış.
Bizden sonraki, son sınıf edebiyat… Türkçe edebiyat dersinden önce, şuradaki Fikret Resmi’ni çalmışlar, pardon emaneten buradan alıp, sınıflarına götürmüşler… Koltuğunun altını, üsturuplu bir şekilde delip, o günkü Cumhuriyet Gazetesi’ni oracığa iliştirmişer. Resmin dudak kısmına, minik bir delik açmışlar, oraya ise bir sigara koymuşlar. Sigarayı önden birisi yakmış, arkadan birisi, tüttürmeye başlamış… Resim kürsüye karşı, sınıfın arka tarafında, öylece yer alıyor… Sevgili edebiyat öğretmenimiz, duygulu, Fikret tutkunu, Şair Hocamız, sınıfa gelmiş, rap rap rap kürsüye, yürümüş… Çıkmış… Sandalyesine oturmuş…
Vaziyeti görünce, koyu yeşil renkli gözlüklerini ağlamaklı bir şekilde çıkartmış ve şöyle yakarmış:
– Tevfik!.. Seni, bu halde de mi, görecektim?..
Bu noktada şunu söyleyeyim, diliyorum:
Geçen Çarşamba, yuvarlak iki yıldır her çarşamba olduğu gibi, halen Siliviri’de misafir, Havelsan’ın Efsane Genel Müdürü, Türk Savunma Sanayii’nin bir numarası, Biricik Kardeşim, Faruk Yarman’ı ziyaret ettim… Sevgili Faruk ve arkadaşları, bu yıl, Sultanî’den mezuniyetlerinin 40. Yılı’nı kutluyorlar. Bu çerçevede, Faruğa bize, bir mesajı olup olmadığını sordum.
– “Var abi”, dedi… “Memleketimi seviyorum, Galatasaray’dan başlayarak, okullarında okudum, mapushanelerlinde yattım… “Var mı ötesi, seviyorum, memleketimi”!.. Ve ekledi: “Burada “tutuklu” olan ben değilim, Galatasaray’da bize aşılanan “Vatan ve insan sevgisi”… Ama, bin defa daha böyle bir akibete duçar olacağımı bilsem, bin kere daha, o yüce rahle-i tedristen, şerefle geçebilmeyi, seçerdim.
Böyle dedi, Farukçum… Hepinize selam söyledi!.. Sonra şunu ekledi:
– Ey vatan, göz yaşlaaarın… Dinsin… Yetiştik, çünkü biz!.
Bu bağlamda zikretmeyi, dilerim:
“Galatasaraylılık”, bu topraklarda ne pahasına oturduğumuzu tefekkür ederken, aynı zamanda Hubble Teleskopu’nun gözüyle evreni seyre dalmaktan, uzak durmama derinliğidir.
Şu ki, işte Hubble Teleskopu’nun gözüyle, evreni temaşaya dalmışken bile, bu topraklarda ne pahasına oturduğumuzu, Büyük Atatürk’ü, Cumhuriyet’i ve onun değerlerini bir dakika dahi akıldan çıkarmama, terbiyesidir.
Fikrimiz hür, irfanımız hür, vicdanımız hürdür.
Biz ezelden beridir, hür yaşadık, hür yaşarız.
Hangi “çılgın” bize zincir vuracakmış şaşarız!..
Birimiz hepimiz içindir… Hepimiz birimiz içinizdir.
Son bir şey:
Hemen hepimizin hayatında, şuradaki sandalyelerden, köşelerden, bu kürsüdeki başarıları gıpteyle izlerken, tökezlemelerimizle, içlendiğimiz, meyus olduğumuz, evreler olmuştur, değil mi?
Bilhassa gençler, için söylüyorum:
Böyle bir ruh haleti yaşadığınızda, kendinize lütfen güvenin, içinizdeki meşalenin gücüne inanın.
Sizler müstesna birikimlere sahip, güzide insanlarsınız…
Aşamayacağınız engel, yenemeyeceğiniz zorluk, yoktur. Bunu hatırlayın ve hedefinize kilitlenip, güven içinde yolunuza devam edin…
Çıktık açık alınla, on yılda, her savaştan…
On yılda on beş milyon genç, yarattık, her yaştan…
Bu duyguyu hatırlayın ve alnınız açık, sırtınız dimdik, yolunuzda, yürüyün.
Sınıf Arkadaşımız Biricik Altan Darnel, hafif rahatsız, O’na kuvvetli bir moral alkışı rica ediyorum…
Büyükelçi Biricik Arkadaşımız, Sevgili Oktay Özüye’yi dün aradım, maalesef, hayli rahatsız, O’na buradan, yuvasından, sevginizi yollamanızı rica ediyorum…
**
Dünya – tam anlamıyor olabiliriz, şu ki – ölümlü…
Bu açıdan, dua ediyorum:
Allah hepinize hayırlı ömürler, hayırlı ömürler nasip etsin…
Bu günlerimizi aratmasın!
Elden ayaktan düşürmesin!
Kimseye muhtaç etmesin!
Son dakikaya kadar yaşama sevinci, nasip etsin!..
Çocuklar, Çocuklarımız, çok yaşasınlar, iyi ve mutlu yaşasınlar…
Hintli Şair Tagore şöyle demiş:
Yükümüz ağır, ama yolumuz uzun sürmeyecek!..
Öyle yağma yok… Bizim yükümüz de ağır, yolumuz da uzun!..
**
Bir enerji hocası olduğumu biliyorsunuz:
Enerjinin olduğu yerde siyaset vardır… Hatta kirli siyaset vardır, hatta, hatta kanlı siyaset vardır… Saddam bir felaketti, ama O’nu yaratan Batılı Doktor Frankestaynlar yanında minyatür felaket kalıyordu.
Saddam’la olmadı… Haçlı orduları da yetmedi!.. Bölgede mezhep savaşı çıkartılmak suretiyle, keşke yanılsam, İran vurululmak isteniyor. Buna alet edilmek isteniyoruz. Söz konusu gelişmeye çanak tutan etnik yapılar için söylüyorum: Emperyalizmin kucağında milli kurtuluş savaşı olmaz!..
Şer gelişmeye alet olmaktan kaçamıyor gibi görünen yönetimler için söylüyorum: Emperyalizmin kucağında milli siyaset olmaz. Olsa olsa maşa olunur!.. Gelişmeye, dümen tutma kurnazlıklarıyla, tabaspus gösteren alt yönetimlere söylüyorum: Kendinizi küçültmeyin! Başında olduğunuz kurumları hiç küçültmeyin!..
Buralar, tekin değildir… İrak’a benzemez, hele Suriye’ye hiç benzemez…
Çünkü bizim karakterimiz, bağımsızlıktır… Sonuna kadar, bağımsızlık!..
Hepinizi şimdiden hasretle kucaklıyorum… Sevgiler, saygılar sunuyorum…
[*]1942 – 2014 / Galatasaray Lisesi 1963 Mezunu, Eczacı, Değerli Selva Darnel’in Sevgili Eşi, Biricik Orkun Darnel ve Biricik Kaan Darnel’in Sevgili Babaları