Savruk Düşünceler-22

Sayı 66- Nisan 2020

Yurttaşın stratejik becerileri

Mart 2020’de dünyada olduğu gibi Türkiye’mizde de korona virüs (Covid-19) salgını yaşandı. Bireyler olduğu kadar devlet ve toplum da önlemler aldı. Önlemlerden biri bazı büyük şehirlerde sokağa çıkma yasağıydı. Alışveriş çılgınlığı ve kargaşa yaşanmasın diye yasak son anda kamuoyuna haber verildi. Buna rağmen büyük bir kitle sokağa fırladı ve beklenen faydanın belki de ters bir etkisi oldu.

Bu olayda kriz yönetimi tekniklerinin başarısı üzerine çok konuşulacaktır, geçiyorum. Kültürümüzün ana damarlarından biri suçlayıcı değil, öz-eleştiriciliği öne çıkarır. Otada bir kabahat varsa “Önce kendinde ara ilkesi”ne uyulur…

Bir köylü dışarıdan bir şey satın almadan bir yıl geçimini sağlayabilir ve bu zaman içinde gelecek yılın hazırlığını da fazlasıyla yapabilir. Her köylünün böyle bir stratejik hesabı vardır.

Şehirde yaşayanlardan bunu bekleyemeyiz ama günübirlik de yaşanmaz ki… İnsan her ihtimale karşı dışarıdan bir şey satın almadan en az bir ay boyunca hayatiyetini sürdürebilmeyi hesaplamış ve tedariğini görmüş olmalıdır. Yazın sebze ve meyvelerin bol ve ucuz olduğu zamanlarda konserve yapma, turşu kurma, kurut, pastırma, meyve kurutma gibi saklama teknikleriyle kışa yiyecek tedariği yapılmıyor mu artık?

Sokağa çıkma yasağı öncesindeki marketlere hücum etme manzara yurttaşlarımızın bir kısmının stratejik düşünemediğini, ihtiyatlı olmadığını ve hafif bir çıtırtının bile onu paniğe yönelttiğini gösterdi. Köy Enstitülü öğretmenler geldi aklıma… Köylerde kışa yiyecek hazırlamayı, konserve tekniklerini öğretmişlerdi. Şimdiki öğretmenlere topluma sahip çıkmayı öğretmiyoruz! Sınıfa gir, çocuklara öğretilecekler listesini uygula, çık ve nereye gidersen git, diyoruz! Yurttaşlarımız da bir alem tabii. Akıl etmek diye bir deyimimiz var!

Filozofların yakasına yapışalım: Yurttaşlık ahlakı, sadakati ve sorumluluğu metinleri yazsınlar bize.

 

Maske kıtlığı

Bir dağ köyünde görev yapan öğretmenle denetim sonrasında konuşurken hayatını nasıl sürdürdüğünü de anlamaya çalıştık. Her şeyin yolunda olduğunu söylese de “nasıl bir yolundalık” olduğunu anlamaya yönelik sorular karşısında pek de öyle olmadığı anlaşıldı.

Şehre sık sık inemiyor, gıda alışverişi yapamıyordu; sıkıntılı bir durumdaydı. Köylülerin kendisine ekmek, süt, yumurta gibi gıdaları satmadığını söylemek zorunda kaldı. Bunu söylerken köylülerle iyi geçindiğini söyleme gereği de duydu.

Köyün muhtarı ziyaretimize geldiğinde usulünce durumu anlattık.

Durum şuydu: Köylüler öğretmen parayla yiyecek satmayı ayıp sayıyor, parasız vermeye de kıyamıyorlardı. Olan bizim öğretmene olmuş; bir deri bir kemik kalmıştı.

“Korona maskesi meselesi”nde durum buna benziyor. Çarşı pazarda parayla cerrahî maske satılması yasak, parasız da verilmiyor! Tekstil ülkeyiz, kısa zamanda çözeriz diye umuyorum.

 

Eski imamlarımız

Çocuktum ufacıktım. Etrafımdaki insanlar çok dindardı. Dindarlık, genellikle iyi insan olmak anlamına geliyordu. Sonra devlet eliyle aydın din adamı olarak yetiştirilen imam hatip mektebi mezunu yabancı “memur” imamlar geldi. Bazılarının bazı takıntıları vardı. Tuhaf ve biçimci bir rasyonaliteye sahiptiler. Dindarlığa yeni kurallar eklediler. Mesela, kolonyada alkol varmış, kullanılması memnudur; gülsuyu koklanılsın, buyurdular! Uyan da oldu, uymayan da.

Bugün koronavirüs mikrobuna karşı iyi mikrop kırıcıymış diye duyan bizim imamı da kolonya alma kuyruğunda görmüşler.

Dedikodudur inanmam!.. Kolonyada alkol var, o eline bile sürmez…

Eski imamlarımızı çok aradım. Köyümüzün babadan yetişme imamı, ilkokul mezunu Molla Sıddık dedeyi özlemle, rahmetle anıyorum.

 

Putin

Nisan 2020 başlarında “Dostumuz Putin” Korona virüsüne karşı millî birlik bilincini güçlendirmek için yurttaşlarına mesajını verirken bir söz söyledi. Yaklaşık olarak dedi ki, “Peçenek (Gagauzların ataları) ve Polovetslerden (Kumanlar/Kıpçaklar) bile kurtulduk, bunu nasıl olsa alt ederiz.”

Benzer sözleri arada bir söylüyor.

Satır arası okuyanlar ya da Putin’in zihin arka planının nasıl çalıştığını yorumlayanlar bunu geçiştirmemelidirler. Bu sözden yapılabilecek ilk çıkarsama Putin’in ve elbette Rus milletinin kendi milletliğini Türk düşmanlığı üzerinden oluşturduğudur. İkincisi Putin, diplomatik nezaketsizliğe bile aldırmadan halkını etkilemek için bunu söylüyor çünkü halkın algısı da bu yöndedir: Özgüvenli bir Rus olmak Türkleri nasıl imha ettikleri üzerinden anlatılıyor! Üçüncüsü ise ülkede hala yaşayan milyonlarca Kıpçak Tatar/Türk’ünün dikkate bile alınmaması, ne derler diye düşünülmemesi! (Psikolojik sindirme amaçlı olarak da söylemiş olabilir.) Zihninin alt yapısındaki kök düşünce şudur: Burası Rusların kurduğu, Rusların sahip olduğu bir Rus ülkesidir!

Bu ırkçı bir yaklaşım mıdır, kimin umurunda!

Peki Peçenek ve Kıpçaklar Ruslara ne yapmış? Rusya tarihine bakarsanız kimin zalim kimin mazlum olduğunu görebilirsiniz. Bugünkü Rusya Hun, Göktürk, Altınorda devletlerinin, Tatar ve Kıpçakların coğrafyasıdır. Peki onlar nerede? Büyük bir kısmı imha edilmiş ya da göç etmek zorunda kalmış! Kim saldırgan, kim zalim?

500 yıldan beri bilimsizleşerek mankurtlaştırılan Türkleri Rusya gök ekini biçer gibi biçmektedir. Rus tarihi Türk düşmanlığı tarihi olarak öğretilir.

Tarihin vicdanı yoktur! Ağlayıp mızmızlanana da acımaz.

Bir şey daha eklemeliyim: Putin Sovyetler Birliği’nde yetişti. Marksist-Leninist bir eğitimden geçti! Onun mesaj verdiği yurttaşları da öyle. Demek ki neymiş?

Milliyetçilerine sözüm: Sosyalist/Komünist olmak millet düşmanı olmak anlamına gelmiyormuş!

Mankurt solculara sözüm: Bir sosyalist gayri millî olmak zorunda değildir. Gayri millî solcu emperyalizme hizmet eder ve solcu olamaz. Kendi ırkçılığını saklamak için Türk toplumunu ırkçılıkla itham etmek gibi derdi olan sol görünümlüler artık sırıtıyor zaten.

Teokratlara sözüm: “Biz İbrahim milletindeyiz, Burada Türkler değil Gürcüsü (…) milletleri yaşıyor.” Deyince inandırıcı olmuyorsunuz. Dışarıdan bakınca sizin kim olduğunuz biliniyor, siz bu milletin Türklüğünü inkâr etseniz bile!

Bunları Rusya düşmanlığı yapmak için yazmadım. Avrasyacılık bağlamında da şu veya bu yönde anlam çıkarılmasını istemem. Devletlerin dostu, düşmanı değil; jeopolitik hesapları olur.

Her şey neyse de Putin 11. yüzyıla gönderme yaptığı olayı nereden biliyor? Meselesi nedir?

Bir destan: Kinyas İgor Destanı!

Aklıma Olcas Süleymanov geliyor. O destanın aslında Ruslaştırılmış bir Kıpçak destanı olduğunu yazıp çizdi. Türkologlarımızı ayıplıyorum. Hala o destanın çevirisini yapamadılar ki, inceleyelim.

 

Aydın yalnızlığı

Bir dava için mücadele ederken düşmanları onu çok iyi tanırken dostları ondan bihaberdir. Düşman ona her yol ve yöntemle saldırırken, iyilikleri uğruna savaştığı dostları aydınının yanında yoktur. Yapyalağuzdur!

 

Köroğlu

Köroğlu nerelidir bilmem. Bildiğim bizim orda yaşamış gibi olduğudur. Adını öğrendiğim ilk kahramandır. Bizim abimiz, amcamız kadar yakındı. Herkes onun maceralarını bilirdi, herkes hayrandı. Bazı meclis adamları uygun bir anda bağlamını kurar, elini kulağına atar ve Köroğlu’ndan bir deyiş derdi. Hayran hayran dinlerdik. Şimdiki kuşak bilmiyor! Nato müfredatı, Anti-Türk kolonizatörler ve ulusallaşmakta güçlük çeken televizyon kanalları geleneksel Türk kültürünü unutturdu.

Köroğlu’nun heykelini Bolu’ya yapmışlar. Keşke Anti-Türk kolonizatörler karşımıza çıkmasalar da Ardahan veya Posof’ta bir Köroğlu heykeli diksek. Hiç değilse çocuklar “Bu kimmiş?” der.

“Ben de Köroğluyum dağda gezerim,

Esen yellerden hile sezerim.”

 

Self-Colonizing

Gönüllü sömürgeleşme…

Mankurtlaşma kendiliğinden olmaz; öteki berikini mankurtlaştırır. Gönüllü sömürgeleşme ise “Bizden/Türk’ten adam olmaz.” diyerek gönüllü olarak “Türk’ün” başkalaşarak başka kültüre taşınmasıdır! Osmanlı dönemindeki Batıcıların niyeti iyi bir örnektir. Neyse ki istenilenin Batılılaşma değil çağdaşlaşma (muasır medeniyet) olduğu ve modernleşme ile bunun sağlanabileceği noktasına ulaşılmış ve Batılılaşmaktan vazgeçip modernleşme ile üstelik millileşerek istenen elde edilmişti.

Günümüzde de “Türk kültürü bizi mahvedecek, bu kültür medeni değildir, İslami değildir. Zaten Osmanlı bile bu kültürden uzaklaştıkça Osmanlı olabilmiştir. Yeniden Osmanlı olmalıyız.” diyenler aslında yeni bir şey söylemiyorlar. Kastedilenin ne olduğu ortaya çıktıkça görülüyor ki istenen Self-Kolonizasyondur.

Türk kültürü yerine Ortadoğu kültür/lerini ikame etmek! Türk kültürü olmasın da ne olursa olsun!

İyi de bu nasıl olacak? Türk demek Türk kültürü demektir! Ayrılmazlar. Birisini canlı tutarak ötekini nasıl öldüreceksiniz? Sizi duyamadım?

Öte yandan şu anki hale bile bakınca, her şeye rağmen, Türkiye’nin Ortadoğu’nun her yerinden ve her boyutunda daha ileride olduğu gün gibi ortadadır. Başarısız bir örneği model almak nasıl bir niyettir? Osmanlı Batıcıları bile hiç değilse başarılı olduğunu düşündükleri Batı’yı model alıyordu!

O halde self-kolonizatörlerimizin asıl derdi ne? Şöyle bir başlık düşünmüştüm:

“Anti-Türk Self Kolonizatör Bir İdeoloji Olarak … ve … Bu Kolonizasyondaki Cansiperane Mücahitliği”

“Neden ve Nasıl Mankurtlaştırılıyoruz” kitabımda değinip geçmiştim. Kitap olarak yazmak niyetindeydim ama hiç iştah bırakmadınız. Yazmayacağım. Ne haliniz varsa görün.

 

Deli Halit Paşamız

Bir Posoflu, bir Atatürk’ü sever bir de Deli Halit Paşa’yı. Ben çocukken büyüklerimiz “Atatürk Türkiye’yi, Halit Paşa da Posofluları düşmandan kurtardı” derlerdi. “Düşman” kelimesinin anlamını bilirlerdi. Düşmanlığa maruz kalmışlardı. Rusları bilirlerdi ama Gürcülerden çektikleri zulüm Rusları unutturmuştu. Asker gibi değil çapulcu sürüsü gibiymişler. İşgal bir buçuk sene sürmüş. Sonra Deli Halit Paşa gekmiş. Posoflu Altun Hoca da destek olmuş. Milisler kurmuş, kovmuşlar Gürcü kafiri.

Böyle anlatırlardı.

Deli Halit Paşa’nın deliliği gözü karalığından, gözü pekliğinden, korkusuzluğundan geliyordu. Gerçekten de yaşam öyküsünü okuyunca bir kahramanlık anıtı görüyoruz.
Muhteşem bir vatansever. Onu okuyunca ülkeye sahip çıkamadığımızı görüp utanç içinde kalıyoruz.

Yüzlerce kahramana sahibiz. Ne anıtları ne de heykelleri var! Çocuklarımıza kahramanlarımızı sergileyemiyoruz, unutturuyorlar. 1950’den sonra Türk’ün kahramanlarını öne çıkarmasına izin verilmez!

Deli Halit Paşa’nın soyadı Karsıalan’dır. Kars’ı kendisi almıştır ama üst kumandan Kâzım Karabekir olduğu için Fatih olarak onun adı geçmektedir. Rahatsız olur ve “Karsıalan” soyadını aldığı söylenirdi.

Halit Paşa destanlaşmıştı. Ona kurşun işlemezmiş. Her akşam eve gelince elbiselerini silkeler, onu vurmak için atılan mermiler yere dökülürmüş! Öyle bir anlatılırdı ki, sabah tarlaya işe gider gibi savaşmaya gider, akşam eve döner, urbasındaki tozları silkelerdi.

Hayrandık. Şimdiki gençler pek bilmez. Eski kuşak toz kondurmaya kıyamazdı. Bir Atatürk’e bir Halit Paşa’ya!

Minnettarlıkla.

 

Gezergi

Bulaşıcı olduğu için yayılan hastalıklara Posof Cumhuriyetinde “gezergi” derler. Önce bu cumhuriyet meselesini açıklayayım: Posof bir ilçe değildir, öyle demek ayıp olur; TC’ye bağlı ayrı bir cumhuriyettir. Kars’ta öyle derler. Şaka değil, yüzlerce yıllık saklı başkenttir 🙂

Posof Türkçesi Sözlüğü henüz yazılmadı ama dillerdedir. TDK bir türlü keşfedemedi. Neyse. TDK bize bakmadan, sormadan “salgın” uydurmuş. Halbuki o salmaz, salınmaz; gezer, kişiden kişiye! TDK, “gezergi sözcüğümüzü ağız sözlüğüne bile almayı başaramamıştır. Atatürk’ün kişisel servetini ve mirasını tarihe ve millete hesap vermeden… Kusura bakmasınlar, bana kalırsa 40 yıldır bir kurbağayı ürkütecek taş bile atmamışlardır.

Bizim gezergiye İngilizceyi Anadolu imam hatipte öğrenenler “pandemüç” diyor.

O gezergidir. Gezer.

Posof Cumhuriyeti’nin yurttaşları facebook gibi ortamları meclis haline getirir ve kültürlerini yeni ortamlarda sürdürürler. Edebiyat köşesinde söz haftada bir Posoflu şairlere bırakılır. Konu o anda belirlenir ve şairler sanatını konuşturur. Bizde öyle serbest şiir filan olmaz. Ölçüsü, uyağı, ayağı, geleneği, göreneği olacak! Şiirler doğaçlama yazılacak, öyle ilham perisi gelmesi beklenmez. Feriştahına güvenen yazar…

Dün Posof Kültür grubunda şiir günüydü. Mart 2020’de yaşamaya başladığımız Korona belası insanları karantina amaçlı olarak evlere kapattı. Posoflu değerli şairimiz Rahmi Bayraktaroğlu, gezergi için derakap bakın neler yazmış:

SİNSİ GEZERGİ

Reva mı faniye bunca olanlar,
Görevini yapar sinsi gezergi,
Rıza mı gösterir benzi solanlar,
Çok zalim virüsmüş sinsi gezergi.

Ne lanet varlıksa tükrükte yaşar,
Burun ve ağızda engeller aşar,
Canlar almak için coşup da taşar,
İnsandan geçiyor sinsi gezergi.

Mahiretli eller almışlar karar,
Bu gibi mikroplar zavallıy arar,
Güçsüz düşürerek toprağa sarar,
Virüsle bulaşır sinsi gezergi.

Tedbirsiz olana sevgiyle bakar,
Solunum yoluyla ciğere akar,
Fırsatı bulunca tokatı çakar.
Hataları sever sinsi gezergi.

Yurdum tedbir aldı değmesin nazar,
Nice mikroplara mezarı kazar,
Şair iyiliği coşarak yazar,
Zalimce davranır sinsi gezergi.

Rahmi der geçmişten dersin alanlar,
Onca musibeti baştan salanlar,
Sığınır rabbine sağlam kalanlar,
Tedbirle yok olur sinsi gezergi.

Rahmi BAYRAKTAROĞLU

 

Nevruziye

Yabancı uyruklu öğrencilerle konuşmaların ayrı bir tadı vardır. Genellikle kaliteli olurlar. Geldikleri ülkeleri ve öğrencilerini tanımak da benim için meraklı bir zevktir.

İranlı bir öğrencim vardı, adı Kavva. Adı önceden dikkatimi çekmemişti ama nevruzlu bir gün bağlantı kurabildim. Kürtlerimizin bir efsanesinde geçen bir ad olduğunu söyledim. Dememle Kavva’nın patlaması bir oldu. “Sizin Kürtler, dilimiz dahil, bizim ne kadar kültürel malzememiz varsa onları sahiplenmiş, sizin gevşekliğiniz yüzünden neyşın buldink yapıyorlar.” dedi. “Kavva, Fars kültürünün binlerce yıllık efsanesidir. Benim adım o dağları delen demirci Kavva’dan yadigârdır. Kimse bizden alamaz. Nevruz da bizimdir.” dedi.

“Yahu Kavva”, dedim, “Dağları delme hatta demir dağları delme Türk mitolojisine ait motiftir. Binlerce yılın Ergenekon’u var… Kavva sizin olsun ama Ergenekon’u vermeyiz.” dedim şakayla…

***
Çocukluğumda nevruz sözcüğünü duyardım. Halk takvimine aitti. Cemrelerden sonra gelirdi. Eğlence, kutlama hatırlamıyorum. Sonra da bayramı eylem günü yapan mankurtlar yüzünden memleketi yöneten nato mankurtları tarafından yasaklandı.

Nevruz, Selçuklu coğrafyasında kutlanıyor. Nevruz sözcüğü Farsça veya Hint-Avrupa dillerinde “ilk gün” anlamına gelmek üzere “yeni gün” demek. Yılın ilk günü diye anlıyorum. Demek ki yılbaşı!.. Demek ki binlerce yıldır bu toplumlar (Araplar ve kolonizatörler hariç) yılbaşı kutluyormuş!

Selçuklu coğrafyası dedim ama nevruzun kökü Kengerlere (Sumerlere) gidiyor sanırım. İlk takvimi onlar yapmıştı ve yılbaşı için harika bir gün belirlemişler. Kışın ortasındaki hiçbir özelliği olmayan abuk bir günde yıl başlatmaktansa astronomi bilgilerine dayanarak 21 Mart’ta yılı başlatmak daha uygun.

Bugünü kimisi Ergenekon’dan çıkış, kimisi Kavva’nın dağı delmesi, kimi Hz. Ali’nin doğum günü… olarak kutlayacak. Bayram olarak kutlayın da niyetiniz neyse ne…

 

Doğu-Batı-Troya

Troya veya Truva savaşı sanıldığı gibi Çanakkaleliler ile Helenlerin (Yunanlıların) kız meselesi yüzünden çıkardıkları kavga değildir. Kavga Agamemnon ile Hektor’un kavgası da değil! Agamemnon Yunan idi ve Batılıların, Hektor ise Çanakkaleliydi, Doğuluların kumandanıydı.

Tarihin ilk Doğu-Batı Savaşıdır. Homeros destanını yazmış, İlyada ve Odesa…Troya savaşında Çanakkalelilerin yanında bütün Avrasya’dan gelenler vardır. Türkistanlı savaşçılar bile…

Asıl büyük savaşlar Doğu – Batı savaşlarıdır. İskender’in Asya Seferine Attila’nın İtalya Seferi ile karşılık verdik. Haçlı savaşları Batının Doğu’ya karşı yağma savaşlarıdır. Altta kalmışlardır. Birinci Dünya Savaşı Doğu gücü olan Osmanlı Türkiye’sini yok etme savaşıydı. Soğuk Savaş da Doğu-Batı savaşı haline bürünmüştür. Bugün Suriye’de de Doğu-Batı çekişmesi yaşanmaktadır.

***

Fatih, 1462 yılında Troya kalıntılarını gezer ve “Bu şehrin düşmanlarını yendik.” der.
Tarih bilinci.

***

Çanakkale savaşında İngiliz gemilerinden birinin adı Agamemnon idi! Bak hele! Sen İngilizsin, Yunan Agamemnon’una neden sahip çıktın?

Çanakkale’de karşımızda sadece İngiltere yoktu. İngiltere’nin bağlaşığı Batının bütün serserileri gelmişti.

Türk Doğusu da oradaydı. Sadece Balkanlardan, Anadolu’dan değil, Kırım’dan, Bakü’den, Tebriz’den, Taşkent’ten, Buhara’dan gelmişlerdi.

Batı’yı Çanakkale’ye gömdük. (Çivimi çakacağım 😉 bu orduyu Enver Paşa kurmuştu! Son iki yüzyılda ilk defa savaş kazandık!)

***

Ve ama…

Osmanlı savaştan çekilirken imzaladığı teslimiyet anlaşmasını Bursa-Mudanya limanında Agamemnon gemisinde imzaladı. Hangi gemide: Agamemnon! M.Ö. Helen. Karısını Çanakkaleli Paris’in kaçırdığı Agamemnon!

Tarihsel bilince bakar mısınız?

Ve nokta Atatürk ile konulur:

1922’de Başkumandanlık Meydan Muharebesini kazandıktan sonra yanındaki subaya dönerek:
– Hektor’un öcünü aldık! der. Gururla, sevinçle.

Tarihsel bilince bakar mısınız?

Zafer kutlu olsun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir