Yozlaşmış bir hayatı paylaşıyorum ruhumla. Sessizce, yavaş ve derinden eridiğimi hissetsem de gözyaşlarıma saklıyorum içimdekileri. Bazen kaçıp gitsem diyorum, sonra kendimden gidemedikçe ne anlamı var deyip devam ediyorum yaşamaya, hayatın orta yerinden.
Yabancı bir korkak oluyorum kendime karşı. Konuşmuyorum içimdeki çocukla. Üstelik onun da benimle konuşmasına izin vermiyorum. İnsan kendine küsünce hayata da küsüyor aynı zamanda… Kaybettiğim şeyleri hatırlayıp kazanacağım şeylere engel oluyorum. Aslında kendim için yaptığım tek şey nefes almak oluyor. Üşüyorum, sıcak yaz günlerinde bazen de sıcak oluyor soğuk buzdan odalar… Canımın yandığını hissediyorum. Çöle düşmüş Mecnun gibi, dağları delen Ferhat gibi çaresiz düşüyorum üstelik beni bekleyen ne Leyla’m var ne de Şirin’im… Yusuf gibi kuyulardayım sanki ama inancım yok yanıma yoldaş olan… Sessizlik istiyorum, kalabalıktan sıyrılmak boş bir hayali düşlemek istiyorum. Pazara çıkıp bir elma alıp koca tüm bir para vermek istiyorum pazarcıya. Mahallenin en huysuz teyzesinin ziline basıp kaçmadan ben çaldım, öylesine hem de, demek istiyorum. Trafiğin ortasında arabamı bırakıp kaçmak istiyorum, asansörü çağırıp merdivenleri kullanmak istiyorum, kendimle saklambaç oynayıp nereye saklandığımı unutmak istiyorum.
Yaşamak istiyorum aslında sadece biraz uzak biraz sessiz biraz da elma şekeri gibi; yumuşak gibi görünüp sert kabuklarım olsun istiyorum. Duvarlarım yıkılmasın, yaşama karşı duruşum bozulmasın. Aslında kendimi bulmak, içimdeki çocukla barışmak istiyorum hatta tek dostum o olsun bana hiç yalan söylemesin, beni yanlış yollara sevk etmesin ve bir de kapatırken gözlerimi nefes almaya cananım olsun elimi tutsun ve arkamdan el sallasın istiyorum…