Theodor Zeldin, Hayatın Gizli Hazları adlı yapıtında, işlediği konunun genelliği açısından sosyal intihar başlığıyla bir bölüm açar. Ama ben, Türkiye ölçeğine göre yazacağım için intihar kavramını kültürel intihar olarak sınırlandırdım. Nedeni şu: Türkiye, denetim zaafiyeti yüzünden yıllardır yabancı kaçakların akınına uğruyor. Çoğunluğu Ortadoğu’dan gelen kaçaklar/sığınmacılar Arapça konuşuyor ve Arap kültürünü bütün olumsuzluklarıyla birlikte ülkemize dayatıyor. Çoğu Türkçe bilmiyor ve öğrenmek için herhangi bir gereksinim de duymuyor. Dahası, sahillerimizi, parklarımızı, meydanlarımızı, çarşı ve pazarlarımızı kapandan kurtulmuşçasına işgal ediyor, kaplıyor ve yayıldıkça yayılıyorlar. Cumhuriyet felsefesi terbiyesi almadıkları için fütursuzca, bazen hayasızca davranışlarda bulunuyorlar. Kanunsuz, kuralsız ve keyfi bir şekilde ülkeyi yağmaya müsait bir meta gibi görmeye başladılar. Yetkililer bütün bunları “Avrupa’nın emniyet ve huzuru için yaptıklarını” resmen açıklamaktan çekinmiyor. Yunanistan, “kaçakları Türkiye’nin daha sıkı tutup kendi ülkesine sızmalarına engel olmasını” özellikle salık veriyor. Avrupa milliyetçiliği sadece halkı ve yöneticileriyle sınırlı olmadığından, Papa Francis bile, “sığınmacıların denizde can vermesinin utanç verici olduğunu belirtmekte ve Türkiye’den öte geçme girişimlerine” tepki göstermekte; bir din adamının nasıl milliyetçi olduğunu, olması gerektiğini bu vurucu sözü ile öğretmektedir.
Satırlı, sopalı, nargileli şımarık tavır ve davranışlarıyla adeta bu ülkenin asıl yurttaşı hatta sahibi biziz mesajını sık sık vermeye başlayan sığınmacılar, Türkiye Cumhuriyeti devletini tehdit edecek sosyal ve kültürel sorun haline gelmiştir. Türksüzleştirilmeye çalışılan ülkemiz, sayıları gün be gün artan bu müstevlilerin çok yönlü tehdidi altına girmiştir. Demografik tehditten, emniyet ve asayişin zaafa uğratılması girişimlerine kadar bu ve benzeri sorunları sayabiliriz. Bu sorunlar kısa ve orta vadede ölçülebilir somutlukta olmakla birlikte, asıl ve köklü tehdit, Türk toplumunu kültürel intihara sürükleyebilecek boyuttaki kültür ve dil erozyonudur. Hepsine birden, sosyal intihar sorunu diyebiliriz.
Ben bu sorunun temelinde yatan kültürel yönüne dikkat çekeceğim.
Ülkemiz ve Türk toplumu, 13 milyonu aşan ve gittikçe sayıları çoğalan sığınmacı ve kaçaklar yüzünden Türksüzleştirilmektedir. Türksüzleştirilme, yalnız bir demografik sorundan ibaret değildir. Demografinin değişmesiyle, Türk nüfusunun sayısal olarak azalması ya da sığınmacı nüfusu karşısında erimesi de tehlikenin bütün boyunu anlatmış olmaz. Bundan daha fazlası ve daha tehlikeli olanı, Türk nüfusunun kültürel olarak intihara sürüklenmesidir. Düşünün, örneğin 80 hanelik bir sitede 8-10 aile dışındaki bütün oturanlar Rus, Arap, Ukraynalı veya başka milletten olabiliyor. Yabancılaşma, köylerimizden şehirlerimizdeki sitelere kadar giderek artmakta; demografi, yabancılar lehine değişirken, dahası Türk kültürü bu olumsuzluktan dil ve düşünce olarak derinden etkilenmektedir. Atatürk milliyetçiliği elbette Türkiye’de yaşayan herkesin ırk olarak Türk olmasını gerektirmiyor, aksine, Türkiye’yi kuran Türkiye halkının tümünü kapsıyor. Ne var ki bu sığınmacı ve kaçaklar, Türkiye halkı değildir. Çünkü Türkçe bilmiyor, Türk gibi düşünmüyor, Tür gibi inanmıyor, Türk gibi yaşamıyor ve en önemlisi Türk gibi hissetmiyor. Türkiye’nin kuruluşunda hiçbir pay ya da katkıları yok. Dilleri ve kültürlerini olduğu gibi Türk dili ve kültürüne baskın hale getirmeye çalışıyorlar. Türk ekonomisi zayıflarken, Türk parası gün be gün değerini yitirirken ve etnikçi ve din cambazları Türk’ten ve Türk yurttaşından başka herkese güvercin, Türk yurttaşına şahin kesilirken bu yabancılar neden Türk’ün diline, kültürüne ve düşüncesine ilgi duysun?
Bir yanda etnikçilik yapan kifayetsizler, diğer yanda tarikat-cemaat-medrese şeytan üçgeninin mafyatik örgütselliği Türk ulusçuluğunu ve Türk milletini hedef tahtasına oturmakta ortak hareket ediyor. Etnikçi ezikler, “Türk’ten başka herkese hümanizm” yalanı ile, dinci cambazlar da “Müslüman kardeşlerimiz” safsatasıyla Türk halkının aklını çelmeye çalışıyor. Oysa iki taraf da aynı emperyalist efendiye hizmet etmektedir.
Bu hazin tabloya baktığımızda, dönüşü çok zor olacak kültürel bir intiharla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Etnikçi azgınlar Fransız, İngiliz ya da Alman gibi hissedip Türkçe konuşurlar. Örneğin, Fransız Edebiyatı, Alman Dili, İngiliz kültürü vb. derler ama Türk felsefesi, Türk dili veya Türk edebiyatı demezler. Onun yerine Türkçe Edebiyat, yerli kültür, Türkçe felsefe kavramlarını bilerek kullanırlar ki Türk’e ve Türk ulusuna ait herhangi bir başarı ya da değerin olmadığı izlenimini yaratmak isterler. İşte bu yüzden etnikçi ezikler kültürel olarak intihar etmiştir.
Din cambazları cümlesinden olan cemaat-tarikat-medrese şeytan üçgeni, siyasal otoritenin de desteğiyle, Arap gibi hisseder Türkçe konuşur. Hisleri yabancıdır, dilleri Türkçedir. Diyeceksiniz ki, “ne güzel Türkçe konuşuyorlar ne var bunda?” Hayır, öyle değil. Dil, düşünceden doğar. Düşünceniz ve duyarlılığınız yabancı ise, konuştuğunuz dilin anlam ağırlığı kalmaz. İçeriği boşalır. Siz yalnız sözcükleri bir araya getirir; dili, ruhunuzdaki hissiyatın tercümanı gibi kullanırsınız. “Arap dili cennet dilidir; öyleyse Arap kültürü de dili kadar kutsaldır” diye düşünüp buna böylece inanıyorsanız, bu cümleyi Türkçe söyleseniz de hiçbir şey değişmez. “Dervişin fikri neyse zikri de odur.” “Biz Müslümanız, Türk değiliz” cümlesini değil Türkçe, istediğiniz dilde söyleseniz de anlamı aynıdır. Türkçe söylediğinizde Türk diline ve kültürüne yakınlık duyduğunuz anlamına gelmez. Bunun yanında, “Avrupalılar Türklerden üstündür; Türkiye ne ki, bir Hollanda düzeyine bile çıkamaz”, ya da “Türkler soykırımcıdır” emperyalist yalanını Türkçe söyleseniz, Türkçeye ve Türk kültürüne ait olabilir misiniz? Demek ki Türk gibi düşünmedikçe Türk dili, kültürü ve ulusuna ait olmak olanaksızdır.
İkinci intiharcılar da softalardır. Softalar, etnikçi ezik örgütlerle aynı hissiyat ve saldırganlıkta buluşurlar. İkisi de kültürel intiharın hem aktörü hem de kurbanıdır. Ama asıl kurbanları, Türk halkıdır.
Gelelim büyük çoğunluğu oluşturan Türk halkının kültürel intiharına…
Türk halkının demografik yapısı sığınmacı tehdidi altındadır ve bu tehdit sürekli büyümektedir. Ötesi, dilsel ve kültürel bozulma olacaktır. Sığınmacı ve kaçakların sayıları çoğaldıkça, Türk yurttaşı için demografik tehlikenin ardından yaşam alanlarının daralması, sıkışması ve nihayetinde yok olma tehlikesi eli kulağındadır. Bu daralma ulusal çapta kültürel intihara yol açabilecek olasılıklara gebedir.
Merleau Ponty, “insan, bir ilişkiler düğümünden ibarettir, onun için yalnız ilişkiler önemlidir” derken, bu ilişkiler örüntüsünün ulusal türdeşliğin yoğunluğuna bağlı olduğunu anımsamamızı sağlar. Başka türlü söyleyeyim: Bir ulus, aşağı yukarı dilsel, tarihsel ve kültürel olarak “büyük bir aile” gibi türdeş bir topluluktur. Bu benzeşme ne denli yoğun ve sağlıklı olursa, o toplumdaki insan ilişkileri de öylece yoğun ve sağlıklı olabilir. Dilini ve kültürünü yitiren bir ulustan söz etmek boşunadır. Çünkü ulusal birlik, bu parametrelerin sağladığı yakınlığa dayalı olarak güçlenir. Bu yakınlığı sağlayan şey ise kültürdür.
Türk toplumu ekonomi, sağlık, güvenlik, tarım ve günlük yaşamın idaresi gibi alanlarda artan hayat pahalılığı ile birlikte zor günler geçirmektedir. Bu zorluğun temelinde bence düşünce, kültür ve dil ile ilgili büyük sorunlar saklıdır. Bunlara sahip çıkmakta yeterince erken davranamayan bir millet, sayılan alanlarda çıkış yolu bulamaz. Almanya, İngiltere, Fransa veya ABD’ye bakın. Önce düşünce, dil, kültür ve sonra da ekonomi gelir. Düşüncesi ve kültürü zayıflayan toplumlar, kendi ekonomik, bilimsel, felsefi, siyasi ve ahlaksal sistemlerini tam olarak kuramaz. Bu başarısızlık, toplum bireyleri arasındaki kültürel bilinci zayıflatır. Kültürel bilinç zayıfladığında, sosyal ilişkiler azalır. Var olan ilişkiler ise, günü birliktir; ahlaksal ve hukuksal sınırlar önemini yitirir. Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku egemen olur. Buna adaletsizlik diyoruz.
Ahlaksal ve hukuksal sınırlar her aşıldığında sosyal ilişkiler, kültürel dayanağını kaybettiği için, şizofreniye dönüşür. Akrabalık, dostluk, komşuluk, yurttaşlık, meslektaşlık ve benzeri kültürel bağlar ortadan kalkar; birey yalnızlaşır, bireyin yalnızlığı, onu, üyesi olduğu topluma yabancılaştırır. Toplum da tıpkı üyesi birey gibi, yalnızlaşır. Kalabalık yalnızlığa mahkûm olur. Dünya Sağlık Örgütü bu yalnızlığı olumsuz olarak niteler ve “sosyal hastalık” adını verir.
Theodor Zeldin’e göre, sosyal hastalığın sonu, sosyal intihardır. Kültürel intihar, sosyal intiharın ilk ve en önemli aşamasıdır.
Zeldin şöyle der:
“Günümüzde intihar, hayatın işkencesine karşı geçmiştekinden çok daha sık verilen yanıt niteliğindedir. Her kırk saniyede biri daha bu dünyadan ayrılmayı seçiyor. Bunu yapmayı ciddi ciddi düşünen veya başarısız girişimlerde bulunanların sayısı ise çok daha fazla. Ancak bundan daha da çok sayıda insan, kendini gerçekten öldürmeden kısmen hayatta tutacak şekilde ruhunun bazı parçalarını törpülüyor, İnsanın başka insanlara, mekanlara veya fikirlere duyduğu ilgiyi kesip atması sonucu, dünyasının her küçülüşünde bir intihar gerçekleşmiş olur. Hayatını, “buna yaşamak mı denir?” dedirten işlerde çalışarak kazanan her insanda yavaş, uzun soluklu bir intihar gerçekleşir. Bazı insanlar gönüllü olarak kendi kendilerini kötürüm bıraktıkları izlenimi verseler de onları buna iten, genellikle ait oldukları kurumlardır.”
Türk toplumu içine kapanıyor; bireyler birbiriyle ilişkileri en düşük düzeye indirerek toplumsal yaşamdan kopuyor. Örneğin, konut ve kira pahalılığı, Türk nüfusu kırsal bölgelere itiyor. Türk yurttaşlarından boşalan büyük kentlere yabancılar yerleşiyor. Bu da yetmiyor, yabancılar tezip geldikleri ülkelerinden getirdikleri Dolar ve Euro ile artık kırsal bölgelerde binlerce dönüm toprak satın alarak Türk toplumunu şehir dışında da kuşatıyor.
Türk milletinin duyarlılığı, dili, kültürü ve sosyal yaşamı giderek zayıflamaktadır. Kültürel kimlik erozyonu ile karşı karşıyadır. İnsanları birbirine bağlayan kültürel değerler etnikçi ve dinci sahteciliğin hedefi haline gelmiştir. Her iki intiharcının iş birliği ile Türk halkının büyük çoğunluğu önce kültürel sonra da sosyal intiharın eşiğine gelmiştir. Duyarsız siyasi irade ve uluslararası baskı, sosyal intihara çözüm bulmak yerine, bu sorunu, yabancılara pozitif ayrımcılık yaparak büyütmektedir. Büyüyen tehlikeyi önleyecek olan yine siyasi iradedir. Ama siyasi irade ilk önce kendisini kültürel ve sosyal intihar uçurumundan uzak tutmalıdır. Her şey Türkiye ve Türk milleti için demelidir.
Kültürel ve sosyal intihara karşı sağaltıcı en temel çare, Türk düşüncesi, dili ve kültürüne, her şeyden daha öncelikli olarak sahip çıkmak ve onları yüceltmektir. Unutmamalıdır ki kültürel intihar, gerçek intihardan çok daha fazladır. Gerçek intihar tek tek bireyleri; kültürel intihar ise koskoca milleti yok eder.
Bu yazı daha önce şu adreste yayınlanmış olup, yazarın izniyle alınmıştır: https://www.veryansintv.com/yazar/sahin-filiz/kose-yazisi/siginmacilar-ve-kulturel-intihar/