Öz Terapinin Böylesi-2
(Bir Okurundan Binnur Yeşilyaprak’a Açık Mektup)
Rasim BAKIRCIOĞLU
Değerli Yeşilyaprak!
İnsanın türlü hallerini kendi derinliklerinizde saklı sorunlardan yola çıkarak görmemizi sağlayan Öz Terapi adlı yapıtınız üstüne duygu ve düşüncelerimi bu kez, size seslenerek yazmak istiyorum.
Kitabınızı ikinci kez okuduğumda, yeni birtakım insan gerçekliklerini daha algılama olanağını buldum. Yapıtınız aracılığıyla akıl almaz çaresizliklerin yanı sıra, eşsiz insanlık örneklerinden birkaçını daha ayırt etmemi sağlayınca beynimin karanlık noktalarından bir o kadarına daha bilinçlenmenin ışığını düşürmüş oldum.
Öz Terapinin Böylesi-1 başlıklı önceki yazımda da değindiğim gibi bu kitap, Türkçede benzeri olmayan ayrıntılı ve gerçek bir öz sağaltım uygulaması örneği. Kitabınız, psikolojik danışmanlık alanındaki yol göstericiliğinin yanı sıra genel kurgusuna, biçemine ve anlatımına sindirdiğiniz yazınsal niteliği ile de ruh sağlığının gelişimi ve korunumu, ruhsal sıkıntıların giderilmesi konulu bir öyküler toplamı ya da bir roman izlenimi yaratıyor insanda. Bu yeteneğinizi de yazın dünyasının ünlü yazarlarını okuyarak ve yazmayı önemseyerek güçlendirdiğiniz anlaşılıyor.
Kendi içinize yolculuk yapacaksınız! Hem de “Profesyonelce” olacak bu yolculuğunuz! Amacınız, kendinize dokunmak, “kendi doğanıza düşürülen karanlıkları aydınlığa çıkarmak, içsel özgürlüğünüzü genişletmek. Psikoterapist Hanna Nita’nın benzetmesiyle, bir piyanonun klavyesindeki gibi kendinizde doğuştan var olan 88 tuştan, henüz keşfedip kullanmadığınız tuşlarınızı da kullanmak istiyorsunuz. Uzun yıllar, “Ben”i yaşamıştınız. Yunus, “Bir ben vardır bende, benden içeri” diyordu ya, işte içinizdeki o “ben”e (bilinçaltınıza) ulaşmak istiyorsunuz.
Gerçekte bu düşünceyi ilk kez Hanna düşürmedi aklınıza. Psikolojik Danışma ve Rehberlik (PDR) alanının bir akademisyeni olarak herkese önerdiğiniz, kendi deyiminizle, “havalı söyleşilerde ahkâm kestiğiniz bir durum” olagelmişti zaten sizin için bu konu. Ancak, sıra uygulamaya gelince, “içine girersek çıkabilir miyiz?” diye duraksamanız nedeniyle erteleyip duruyordunuz.
Çok sevdiğiniz üniversite hocalığından erken emekli olduğunuza göre, içinizi araştırmanın, “yeni denizlere yelken açmanın” tam zamanıydı. Ne ki bir süre iş, uğraş önerilerinden başınızı alamadınız. Sonunda Covid 19 imdadınıza yetişti de sizi “ikame tatminlerin” elinden alabildi. Yoksa, yine sizin deyişinizle, sizde o çekici iş ve uğraşları bir kenara iterek kendi istenciniz ve kararlılığınızla onlardan elinizi eteğinizi çekecek yürek, cesaret ne gezerdi!..
Kolay olmadı gene de kendinize gelmek. Bu karar için harcadığınız üç aylık bir sürecin sonunda sizi bu “konunun içine iteklemeyi” gene de Hanna başardı diyebiliriz. İki hafta boyunca Hanna’nın “Gestalt bakış açısından ‘ilişkiler’ ile ilgili videolarını dikkatle izleyip uzun uzun notlar aldınız, yorumlar yaptınız. Düşünme ve kendinizi özümsemeyi birlikte sürdürüyordunuz. Geçmişle bugün arasında gidip geliyordunuz. Açıklamalarınızı içeren defterinizi kişisel örneklerle doldurdunuz. Aynı videoyu yeniden izler, yeniden düşünürken Hanna, özetle şunları anımsatıyordu size:
Hepimiz 88 tuşla doğuyoruz; ancak ailemiz, yetiştiğimiz çevre, bunlardan belli sayıdaki tuşları öğrenmemizi sağlıyor. Bize öğretilen inanışlar, değer yargıları, hangi tuşlara basmamıza izin veriyorsa, piyanoyu yalnızca onlara uygun olarak çalıyoruz. Toplumsal yazılım belirliyor, “hangi aralıkta ve hangi tuşlara bastığımızı ya da hangi tuşlardan çıkarmamız gereken doğru sesler yerine, yalan yanlış sesler çıkardığımızı.” Üstüne üstlük, çocuk yaşlarımızda bize verilen duygu ve düşünce kalıplarını sorgulayarak, yargılayarak kullanma gücümüz olmadığı için onları iyisi, kötüsü ile olduğu gibi içselleştiriyoruz.
Siz, bunları zaten biliyordunuz. Sıkıntı duyarak uyguladığınız yazılımların, kendinize uymadığını bilişsel (zihinsel) olarak yıllardır kabul etmekte ve mantıklı açıklamalarını yapmaktaydınız. “O yazılımları kimlerin yüklediğini de çoktan anlamış ve onları bağışlamıştınız bile. Ne ki bu yetmiyordu; kimi şeyler eksik kalıyordu. Çünkü bilişsel açıklamalar, sorgulamalar ve onları mantıklı duruma getirmeler, yeterince rahatlatıcı olmuyordu. Bağlar, bir ölçüde gevşese de düğümler tam olarak çözülemiyordu. Ancak, bütün bunları şimdi bir de “danışan” olarak bir başka uzmandan dinlemek, etkili oluyordu. Bu ise, bilinçten bilinçaltına giden yolda ilerlemeyi gerektirmekteydi; ama nasıl?..
O yolun taşları düzenli değildi. O nedenle bu yolculuğun, kolay bir yolculuk olmayacağı kesindi. Ayağı incitecek “sivri, köşeli taşlara basa basa, ayaklar yerine yüreğinizi kanata kanata” yürüyebilecek kararlı yürekliliği göstermeyi gerektiriyordu bu yolculuk. İşte siz, bu yolculuğa o övünülesi yürekliliğiniz ve kararlılığınızla çıkıyorsunuz. İlk adımı da Kara Kaplı Defter ile atıyorsunuz.
Kara Kaplı Defter
Bu defter, annenizin o çok güçlü toplumsal yazılımını içeren defteriydi. Anneniz, bu yazılımını sorgulamasa da artık “ileri yetişkin” olan çocukları olarak bu sorgulamayı siz akıl ediyordunuz. Üç kardeş, annenizin Kara Kaplı Defteri’nde yazılı olan kurallara göre sizi yetiştirdiğini; o kurallar artık geçerli olmasa da sizden ısrarla onlara uymanızı istediğini; sizin de boyun eğme ile karşı çıkma arasında sürekli bir çatışma yaşadığınızı biliyordunuz. Kara Kaplı Defteri’ni kaldırıp atamaması nedeniyle anneniz için üzülüyordunuz; ama kendiniz için daha çok üzülüyordunuz. Annenizin sağlıksız tutum ve davranışlarını kendinize yansıtarak yaşamaktaydınız
Annenizin derdi, sizin mutlu yaşamanızdı, kuşkusuz. Anneniz, o herkesi denetlemeye yönelik değerleriyle çok sevilip sayıldığı, beğenildiği için, bu tutumunu ısrarla sürdürüyordu. Size, ablanıza ve erkek kardeşinize yaptığı baskı ile yaşamınızı nasıl kısıtladığının ayrımında değildi, ne yazık ki! Kara Kaplı Defter’deki toplumsal yazılımlar, üçünüze de yüklenmiş olduğundan, onları değiştiremiyor ve bu nedenle debelenip duruyordunuz.
Kurtuluş Yolları
Siz, Binnur olarak bir kurtuluş yolu diye yatılı okumayı seçip evden uzaklaşıyor ve sınıf öğretmeni oluyorsunuz. Kendinize ve yaşama ilişkin bilincinizi güçlendirdikçe de Psikolojik Danışmanlığa yöneliyorsunuz. Bu yönelişinizin nedenini Adler’in yaklaşımı ile açıklıyorsunuz: “Kendi psikopatolojilerimle çalışmak ve belki başkalarına da yardımcı olmak.”
Anneniz aracılığı ile babaannesine ilişkin edindiğiniz bilgilerin ışığında, ablanızı arıyor ve ona “Bizim sosyal yazılımımız, annemin babaannesinin ürünü.” haberini iletiyorsunuz ve ekliyorsunuz: “Annem 88 yaşında, babaannesi hangi asırda yaşadı? O da kendi sosyal yazılımını üst kuşaklardan aldığına göre…” İyi de nasıl güncelleneceksiniz?
Bir yerlerden başlamak istiyorsunuz. Yaşamınızı geriye sarıp yeniden bugüne ulaşarak kendi toplumsal yazılımınızı güncelleştirmeyi denemek istiyorsunuz. Kendinize dokunarak, içinize dalarak dibi köşeyi araştırmak, bellek belgeliğinizde (hafıza arşivinizde) “arkalara bir yerlere sıkıştırılmış, unutulmaya çalışılmış yaşantılara” erişmeyi, şimdiye dek el sürmediğiniz “çekmeceleri açıp onlara bakmayı”, “tavan arasına attıklarınızda nelerin bulunduğunu görmeyi” aklınızdan geçiriyorsunuz. Ama bir yandan da oralara girersem oralardan çıkabilir miyim, yoksa onların içinde yitip gider miyim, diye kaygı duyuyorsunuz. Sonunda, “bu temizliğin yapılması” gerektiğine inanıyorsunuz.
Evet, kendinizi duyumsamak, “duyumsadığınızı duyumsamak” istiyorsunuz! İyi de duyumsayacaklarınız, ne kadar kendinize aittir acaba? Kendinizin sağaltıcısı olarak içsel varlığınızı algılayabilir misiniz?.. İçsel duyuşlarınızı yazıya dökmesini sağlayacak bir dil var mı?..
Bu düşüncelerin ardından, yine Adler’den yararlanarak çocukluk yaşantılarınıza doğru bir yolculuğa çıkmaya ve o yaşantılarınızı anımsamaya karar veriyorsunuz. Anımsayacağınız yaşantılar içinde bugüne yansıyanların bulunduğunu, aşılmamış duygularınızın bedeninizin bir yerlerindeki belgeliklerde durduğunu, anılarınızla birlikte o belgeliklere ulaşabilmeyi, o yaşantıları yeniden yaşayarak, görmek istemediğiniz engelleri aşmak için onları yeniden düzenlemeyi düşünüyorsunuz. Sizi bugüne getiren yoldaki her taşı olduğu gibi görüp onlara dikkatli bir merakla bakmak, onları kabul edip, okşayıp yerlerine yerleştirmek istiyorsunuz.
Süre dolmuştur; geçmişteki gibi bir yerlere takılıp kalmadan, geçici doyumlarla oyalanmadan yola koyulma zamanı gelmiştir sizin, ablanız ve kardeşiniz için. Bu amaçla ablanız, kişisel gelişim kitaplarından yararlanarak kendini anlamaya çalışmaktan yorulduğu için hipnoz yoluyla kendi bilinçaltını temizleyecek bir uzman aramaktadır. Ne yazık ki kardeşiniz, alkol ve sigaraya sığınma aşamasını geride bırakıp panik ataklarla boğuşma noktasına gelmiştir. Siz ise kariyerinizin en üst çizgisine eriştiğinize göre, özünüz ile ilişki kurmak ve gerçek kendinize ulaşmak istiyorsunuz
Yıllardır okuyup öğrendiğiniz, öğrettiğiniz; ama gerçekleştirmediğiniz konuya ilişkin bu yolculukta yukarılara uzanmak da yerlerde sürünmek de vardır. Bir dağcının ilk kez tırmandığı sarp kayalıklar benzeri dağlara tırmanmak da karanlık mağaralara girmek de geçeneklerde yitip her yanı kuşatılmış olarak kalmak da ucu bucağı görünmeyen koyaklarda gezinmek de…
Tam Bir Kararlılıkla Atılan Adım
Bir kez niyet ettiğinize göre; dönüşü yok, çıkacaksınız bu yolculuğa. Artık “kendinizi bulmak, anlamak, kavramak, eksiklerinizi benimsemek, yanlışlarınızı görüp bağışlamak, kendinizi inciten, kızdıran şeylerin küllerini eşeleyip kalan ateş parçalarını söndürmek” istiyorsunuz. Sartre’ın “Geçmişim varoluşumdur.” dediği geçmişinizi masaya yatırmakta kararlısınız, bu kez. Bugüne doğru uzayıp gelen yola iyi niyetle de olsa, adım atıp ilerlemeniz için başkalarınca döşenmiş olan; bu nedenle sizi rahatsız eden o taşlara; gerekiyorsa korkarak, ağlayarak, gülerek, merakla, şaşkınlıkla, sevecenlikle; ama dikkatle bakacak, görecek ve ayrımsayacaksınız artık o taşları.
“Hep ileriye, gelişmeye koşullanmış” olan yaşamınızda yapmanız, bitirmeniz gereken bir çalışmanız olmadığına göre, “yaşamın sürüp gitmesini sağlayan tuzaklarından kaçarak öz varlığınızı arayabileceğiniz zamanı” bulmuşsunuzdur. Hem danışan hem de psikolojik danışman olarak şimdiki zamanda kalıp geçmişinizde ilk anımsadığınız çocukluk yaşantılarınızı şimdiye taşıyarak yeniden duyumsayacaksınız. Bu yolla Gestalt’ta dile getirildiği gibi, kullanmadığınız tuşları görüp tüm parçalarını kendilerine uygun yere yerleştirerek kendinizle bütünleşeceksiniz. Görülen yaldızlar söküldüğünde beliren “gerçek ben”, “şimdiki ben”i düş kırıklığına da uğratabilir. Ancak, gerçeklerden kaçılamaz ki!
Hanna Nita, “Gerçeklerden kaçmak için harcadığımız enerji, onlarla yüzleşmek için harcadığımız enerjiden fazladır.” diyor. O nedenle siz, bu noktada “‘Artık ben biliyorum ne olduğumu.’ diyebilmenin erincine, bilgeliğine ulaşmak” istiyorsunuz. Kendinizle buluşma isteğiniz, engelleyemeyeceğiniz kadar güç kazanmıştır. “İçindeki çekirdeği görmeden büyüyen bir ağaç gibi” meyve verseniz de bu meyveler çok sevilip yense de sizi var eden o gerçek çekirdeği görme ve tanıma isteğidir bu. Yaşamınızın nedeni, varlığınızın öyküsü, bu çekirdektir çünkü. Bu düşünceyle işe koyuluyorsunuz.
O, çok düşündürücü, özlediğiniz gibi yaşamanızın önünü kesen, sizi bunaltan, yaşamı sizin için çekilmez kılan, size derin ruhsal ve bedensel acılar, umutsuzluklar yaşatan yaşanmışlıklarınıza karşı nasıl bir savaşım verdiğinizi çoğu kez hıçkıra hıçkıra ağlayarak; pek çok görkemli üstün başarılara nasıl imza attığınızı da büyük bir mutlulukla yeniden yaşayarak, onları şu başlıklarla yazıya döküyorsunuz:
Çocukluk Anıları
Üç buçuk yaşındaki Binnur’un ve ailesinin yaşadığı deprem faciasının öyküsü.
Reşide Teyzenin Evi
Depremden sonra taşındığınız Belediye reisinin ve eşi Reşide Teyze’nin evinde geçen beş yıllık yaşantılarınızdan anımsadıklarınız.
İlkokul Yılları
Köy enstitüsü mezunu anne babanın çocuğu olarak beş buçuk yaşında kayıtsız başladığınız, her sabah dışarıda sıra olduğunuzda başlayan saç, tırnak, el temizliği muayenesinden sonra sürdürülen dersler. Aynı zamanda okulun müdürü olan, herkesin korktuğu, tahtaya kaldırdığı bir öğrenci bir soruyu doğru yanıtlayamadığında onu yerine gönderdikten sonra hepinizi sıra dayağına çeken babanızın sınıfında kendinizi “güvende ve rahat” duyumsamaksızın geçirdiğiniz üç yıl. Sonra İstanbul’dan gelen, bir film yıldızı gibi gördüğünüz Tezel Öğretmenin sınıfında geçen dördüncü ve beşinci sınıfa ilişkin güzel günleriniz.
Önünde Çam Ağaçları Olan Ev
Artık, babanızın bin bir sıkıntıyla yaptırdığı; salonu, mutfağı ve üç odası olan kendi evinizdesiniz. Anne babanızın etkisiyle okuma alışkanlığı edindiniz. Tezel Öğretmenin sınıfında mutlu ve başarılı bir öğrenciydiniz.
“Gelemem Diyorum (Öf Öf!)”
Kendinizi “terapiye” başlamanızın üçüncü günündesiniz. Duraksamalı, gel-gitli düşünceler, önünüzü kesiyor. Psikolog olan “Özden’in güdüleyici geri bildirimlerine karşın” yine takılıp kalıyorsunuz. “Birdenbire sesini duyurmak isteyen yüzlerce, belki binlerce yaşantı ve onlarda çöreklenip kalmış olumsuz duygular… “Arkadaşım” diye andığınız erkek arkadaşınızdan gelen mesaj, öfke benzeri bir duygu yaratıyor sizde. Yaşamınızın yarıdan çoğunda yer alan bir ilişki sürdürdünüz Arkadaşınızla. “Çözümlenmesi gereken bir ‘bağlanma-bağlanamama’ ilişkisidir bu… Cem Adrian’ın “Sen Gel Diyorsun (Öf Öf)” parçasını dinliyorsunuz Olten Flarmoni Orkestrası’yla canlı performans kaydından. Bir kez, bir kez daha dinliyorsunuz. Ağlıyorsunuz. Toplumsal yazılımın düzmece yaşamları üzerinde düşünüyorsunuz… Ölçüye sığmayacak mevki ve başarı sahibisiniz. Bunlar, sizin seçiminiz miydi, yoksa toplumun koşullandırdığı beklentiler mi?..
Doğum Sırası
Adler’in kuramı penceresinden bakarak ortanca çocuk olan Binnur’un psikolojisini irdeliyorsunuz, çocuk Binnur’u karşınızdaki danışan sandalyesine oturtarak.
Ortaokul Yılları
Sizin, ablanızın ve erkek kardeşinizin ortaokul yıllarına ilişkin anılarını, kendini asan gencin olayını yansıtıyorsunuz.
Babamın İhaneti
On iki yaşındasınız. Kumsalda güneşlenirken eskiden beri tanıdığınız ilkokul öğretmeni Sedat Amcanızın eşi Pervin Ablanızın yanında uzanmış yatan babanızın, ellerini Pervin Ablanızın eteğinin altına uzatmış olduğunu görüyorsunuz. Gözlerinize inanamıyorsunuz! “Annem duyarsa bunu çok üzülür!” diyorsunuz içinizden. Boğazınızda bir yumru oluşuyor. Kimseler görecek, diye ödünüz kopuyor!.. Anımsadığınız bu olay, şiddetli bir kriz yaşamanıza neden oluyor. Bağıra bağıra ağlıyorsunuz. Ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Bunu şu ana dek içinizde saklamış olmanın çaresiz öfkesini yaşıyorsunuz. Özden’e mesaj çekiyorsunuz. Konuya ilişkin yazdıklarınızı ona gönderiyorsunuz, okuması için.
Babam ile Hesaplaşma
Babanız, başkalarıyla da sürdürüyor ihanetini. Onunla hesaplaşıyorsunuz. Anneniz ise sineye çekmektedir, babanızın bu yaptıklarını. Babanızla hesaplaşmayı bu seansta bitiremiyorsunuz.
Hikmet Bey’in Çocukluğu
Babanız Hikmet Bey’in gözünün dışarıda oluşunun kaynağına inebilmek için onun çocukluğunu nasıl geçirdiğini araştırıyorsunuz. İçi derslerle dolu bir öykü koyuyorsunuz önümüze.
Çocukluktan Ergenliğe Geçiş
Ah şu toplumsal yazılımlar!.. Onlarla insanın eli kolu bağlanmasa da insan, doğal yazılımları doğrultusunda bedensel ve toplumsal-ruhsal gereksinimlerini dengeli bir biçimde ve doyurucu düzeyde gidererek kendini gerçekleştirmeyi sürdürebilse!.. Burada yazdıklarınız, baştan başa bu özlemi anımsatıyor. Evin sıkıcı havasından kurtulmak için yatılı Kız İlköğretmen Okuluna gidişinizin öyküsü de burada yer alıyor.
Yolculuğun İlk Ayı
Terapinin bu aşamasında, yolculuğunuzun bir aylık sıkıntılı günlerindeki yaşantılarınızı anlatıyorsunuz. Duraksamalı günler yaşıyorsunuz. Dirençlerinizi görmek, acılarınızı duyumsamak, alışkanlıklarınızın dışına çıkmak istiyorsunuz. Savunmaya geçmeden kendinizi dinlemeye, içinizdeki sesi duymaya, dürtülerinizi ayrımsamaya çalışmaktasınız.
Geriye Kalan
Babanızın çocukluğunda yaşadıklarıyla yetişkinlikteki tutum ve davranışları arasında bağ kurmaya çalışıyorsunuz, ablanızla telefonlaşarak: Önemli biri olmaya çalışmasını; törenlerde, toplantılarda hep önde olmak istemesini, “adam” olduğunu gösterme çabası olarak yorumluyorsunuz. Köyden gelen akrabalarından rahatsız oluşunu onları aşağı görmesine, onlardan utanmasına bağlıyorsunuz. Bu yorumlarınız, karşı duyduğunuz nefreti, sevecenliğe dönüştürüyor.
Konfor Alanımın Dışında
Bütünlüğünüzü yeniden oluşturmak üzere her bir parçanıza dokunarak kendinizi yeniden tanımaya çalışıyorsunuz. Eğer savunmalarınızdan vazgeçebilir, davranışlarınıza bir ömür dıştan verilen pekiştireçlerin koşullanmalarından kurtulabilirseniz, bu süreci daha gerçekçi biçimde yürütebileceksiniz.
Ergenlik Dönemi
Bu başlık altında, çok önemli kazanımların edinildiği bu dönemde yaşadıklarınızın canlı öyküsünü okuyoruz.
Mektup Arkadaşlığı
Burada, mektup arkadaşınızla süregelen yazışmalarınızdan, güzel, duygu yüklü anılarınızdan söz ediyorsunuz.
Mezuniyet ve Mesleğe Adım Atış
Yıllarca sürdürdüğünüz özgüven eksikliği ve cesaretsizlik duygusunun yarattığı acıların öyküsü, burada anlattıklarınız.
İlk Aşk
Tam bir travma anlatısı!.. Bunalımlı, ikircikli, bilgisizlik ve bilinçsizliğin; cinselliğe yönelik ayıp, yasak, günah gibi ağır toplumsal yazılımın, istemekle istememek arasında bir sarkaç gibi gidip gelmelere yol açan çetin yaşantıları…
Çocukluk Arkadaşım Nuriye ile “Bitirilmemiş iş”
Nuriye’nin, iki isteyeninden birisini seçmesi konusundaki önerinize uyması ve daha sonra eşinin ölümü üzerine çektiğiniz vicdan azabından kurtulma çabanızı anlatıyorsunuz.
Ankara’da Öğrencilik Yılları
Fark derslerini vererek Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi oluyorsunuz. Mutlu ve üstün başarılarla dolu bir öğrenciliğiniz var. Öğretmenlerle, arkadaşlarınızla iyi ilişkiler içinde büyük ölçüde mutlu geçiyor öğrencilik yıllarınız. Çok başarılı kariyer yolculuğunuz, en güçlü kurtarıcınız olacak. Yetişmekte olan kuşaklar için aranan bir rol modelsiniz.
Geleceğe Yönelik Hedefler
Hocanız, okumakta olduğunuz İnsan Yetiştirme Düzenimiz adlı kitabın yazarı Yahya Kemal Kaya’yı sınıfınıza çağırıp sizinle konuşmasını sağlıyor. Hedefinizi o etkiyle de bilinçli bir karara yaslandırarak belirliyorsunuz. 1974-1978 arası, sizin de kendinizi “toplumsal sorumluluk adına” sorguladığınız olaylı yıllardır. Devrimci kesimden genç kız ve erkeklerin özverili çabalarından etkilenseniz de siz daha çok okuldaki ve okul dışındaki toplumsal ve kültürel etkinliklerle, kitap okumalarla ilgileniyorsunuz. Konuşma ve yazma yeteneğinizi üst düzeylere taşıyorsunuz. Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilişinin 43. yıldönümü dolayısıyla Ankara’da düzenlenen önemli bir toplantıda, öğrenciler adına siz konuşuyorsunuz. Konuşmanız çok beğeniliyor. Birçok önemli gazetede yer veriliyor, o konuşmanıza. Birlikte programlara katıldığınız Prof. Dr. Emel Doğramacı, “Seni ileride Mecliste görmek isteriz.” diyor size. Okulunuz sizinle gurur duyuyor. Daha sonra akademik yaşamınız içinde karşılaştığınızda Doğramacı, öngörüsünde yanılmadığını söylüyor. Bu yıllarda, yakınlık kurulamayan bir de üç yıllık bir arkadaşlık serüveniniz var.
Kariyer Yolları
Bütün acılarınızı yok etmese de acıyı kesen merhem etkisinde aydınlık bir yol seçiyorsunuz kendinize. Öyle bir yol ki bu, kalbiniz ağlasa da sizi ulaştırdığı konum, yüzünüzü güldürüyor. Seçkin ve üstün bir toplumsal statü sağlıyor size, eriştiğiniz yer. Pek çok insana dokunmanıza olanak veren, insana dertlerini unutturacak kadar üstün değerler kazandıran, gerçekten saygın bir yer!
Prangalar
O kararlı, dirençli kariyer başarınızı sürdürseniz de beklentilerinden bıktığınız iki pranganızı oluşturan anneniz ve Arkadaşınız ellerini yakanızdan bir türlü düşürmüyor. Sonunda ikisine de başkaldırıyor ve “Beklentilerinizi karşılamak zorunda değilim!” diye haykırıyorsunuz, terapi sandalyenizden.
Yola Devam
Yolcu yolunda gerek.
Anne Olmak
Anneniz, sıklıkla evlenmeniz konusunu dile getiriyor. Yalnızlıktan kurtulmanızı, anne olmanızı istiyor. Kariyeriniz, profesör olmanız değil, yalnızca evlenmeniz mutlu edebilecektir onu.
Bedel Ödeme
Anne babasının kendilerine verdiği bakım, sevgi, koruyuculuk gibi temel gereksinimlerini karşılayan hizmetleri için hemen bütün çocuklar, bedel ödemek zorunda bırakılıyorlar
Annemi Anlamak,
Acılar yaşamış, hâlâ yaşamakta olan anneniz, kasıtlı olmasa bile acılarını size de yansıtıyor. Bunun için annenize kızıyorsunuz. Ama onu anlamaya çalıştıkça öfkeniz, yerini sevecen duygulara bırakıyor.
Babam ile Temas
Babanızla ilgili anılarınız, sağlıklı bir baba-kız ilişkisini yansıtmıyor. Sevgi gereksinimine ilişkin olumsuz yaşantılar yüzünden ona duyduğunuz “korku, kızgınlık, öfke ve nefret duyguları arasında gel-gitler yaşayan bir çocuk olarak bu çatışmanın yükünü” yıllarca taşıdınız. Halk Eğitim Merkezi Müdürü olduğunda da sekreteri Nazan Hanımla ilişkileri, herkesin dilindedir. Anneniz ise “Benim kocam kimseyi zorlamıyor ya, vermek isteyenden alıyor, erkek sonunda.” diyordu. Babanız, ilçenin ileri gelenlerinin yanında oldukça kibar; evde ise kaba, rahatsız edici tutumlar sergiliyor.
Kalp Krizi ve Sonrası
Babanız, kırk yedi yaşında geçirdiği ilk kalp krizinden sonra on beş yıl yaşıyor. “Kalbi iç ve dış çatışmalarla süren stresli yaşamına daha fazla dayanamayarak altmış iki yaşında iken ve henüz yaşamaya ve Nazan Abla’ya doyamadan” 1993’te ölüyor.
Arkadaşımla temas
Arkadaşınızla acı, çaresizlik, umutsuzluk, karamsarlık, düş kırıklıkları, öfke, kızgınlık, kendinizi ve onu suçlamalar, vicdan azabı, gözyaşı, ağlama krizleri, ara sıra güzel yaşantılar içinde geçen otuz dokuz yılı irdeliyorsunuz.
Tanışma
Arkadaşınızla nasıl tanıştığınızın öyküsü,
Terapi Şimdi Burada
Hıçkıra hıçkıra ağlamalarınız eşliğinde, kafanızla bedeninizin çatışmalarına tanık olarak arkadaşınızla ilişkinizin çözümlemesine girişiyorsunuz.
Arkadaşımın Yaşamöyküsü
Arkadaşınızın yaşamöyküsünü anlatıyorsunuz
80’li Yıllar
Arkadaşınızla yaşadığınız çok yoğun, çok acı, çok uzun süren iç ilişki inlemelerinizi yeniden duyumsadıkça, şimdiye dek aşamadığınız, şu anda da nasıl aşacağınızı bilemediğiniz bir dağ yükseliyor önünüzde.
Yaşam Birlikteliği Önerisi ve Sonrası
Arkadaşınız, saplantı düzeyinde bir toplumcu olması dolayısıyla, önemli bir tarihte, 1 Mayıs 1983’te evlilik önerisini iletiyor size. Ancak, “duygularına izin vermeyen, onları mantığı ile yönetmeye çalışan, duygusal zekâsı yüksek olan” siz, kendinize “özgürce sevmek, âşık olmak izni” vermiyorsunuz. Çünkü aklınız, “sürekli olarak frene basan bir sürücü” işlevi görüyor. Kaygılı bağlanma yaşayanlar, kendini özgür duyumsamıyor. İçindeki sesi susturanlar, yüreğinin götürmek istediği yere gidemiyorlar.
Psikolojik Destek
Psikolog da desteğe gereksinim duyar mı, duyar. Bölümünüzdeki bir hocadan iki yıl süren bir destek alıyorsunuz; ancak sorununuzu yine de çözemiyorsunuz.
Yaşam Sürüyor
Askeri darbe döneminde yaşanan karışıklıkların acılı, ağrılı, haksız hukuksuz öyküsünü okuyoruz.
Hiçbir Şeyde Gözüm Yok
Şarkının sözleri kafanızda dönüp duruyor. Evet! Onun (Arkadaşınızın) yanında olmanız yetiyor. Ona vermeniz gerekenleri vermeye de zorlanmıyorsunuz, nasıl olsa.
Akışta Kalmak
Kendinizi iç akışa bırakıyorsunuz.
Seçilmiş Çocuk
Annenizle sorununuzu bitiremiyorsunuz. Annenizin, kendi yaşamını yaşamasına izin verilmemiş bir seçilmiş çocuk olduğunu anlıyorsunuz bu süreçte. Annesi öldüğünde daha bebek olan kardeşinin ve çocuk felci geçirmiş olan ablasının bakımını üstlenmesi beklenmiştir ondan. Anneniz de çocuk aklıyla Tanrı’nın kendisini sınadığına inanmıştır ve yakınmadan, kendisine yüklenen bu sorumlulukları, onlar yaşadığı sürece yerine getirmiştir.
Arkadaşımın Beklentileri
Bu süreçte, arkadaşınızla ilişki parçalarınızın anne-baba-çocuk üçgeni içinde anlam kazandığı yargısına varıyorsunuz. Anneniz ve babanızdan, kaygılı bağlanma örüntüsü içinde kopamadığınız gibi ondanda kopamadığınızı düşünüyorsunuz.
Amerika Öncesi
1991’de Amerika’ya gitmeden önce 1988’de savunduğunuz doktora tezinizi hazırlama aşamasında size destek olan ve katkı sağlayan Arkadaşınıza önsözde teşekkür etmiştiniz. Arkadaşınız, ondan başka size sürekli psikolojik ve akademik desteğini sunmayı severek, isteyerek sürdürmüştü. Bunun, başarı odaklı olan sizin mutlu olmanızdaki işlevinin de ayrımında olmalıydı.
Amerika’da Bir Yıl
Bir proje kapsamında, 1991’de Amerika’ya gidiyorsunuz. Orda başarılı çalışmalar yapıyor, önemli deneyimler kazanıyorsunuz. Sizi yolcu ederken arkadaşınızın orada arkadaşlığınıza zarar verecek davranışlardan kaçınmanız konusunda bir şeyler söylediğini anımsıyorsunuz terapi seansında. Oysa siz, arkadaşınıza hiçbir zaman kesin bir söz vermemiş; ancak ipleri de koparmamıştınız.
An’da Kaybolmak
Çok öğretici bir akademik deneyim öyküsü!..
David ile Tanışma
Amerika’da, Profesör David ile tanışıyorsunuz. David size âşık oluyor. Ama siz, o bilinen psikoloji içindesiniz, ona karşı da. David’le güzel günler geçiriyorsunuz; kendisiyle evlenmenizi istiyor. Ama siz, düşünmeniz gerektiğini belirterek yine uzatmalara oynuyorsunuz.
Türkiye’ye Dönüş
Dönüşünüzde, gönderildiğiniz proje kapsamında kimsenin size bir şey sormaması, sizde şaşkınlık yaratıyor.
Arkadaşım ile Yaşanan Kriz
Arkadaşınız, David’den gelen kartları masanızın üzerinde görünce buna çok bozuluyor. Ona Amerika’da kendinizi yalnız duyumsadığınız için bu ilişkiye girdiğinizi ve bundan pişman da olmadığınızı söylediğinizi anımsıyorsunuz, terapi sandalyesinde. Arkadaşınız çok acı çekiyor. “Ben sana bakmaya kıyamazdım.” diyor ve yutkunuyor. “Düşündüğün gibi değil; aramızda seks olmadı.” diyorsunuz onu rahatlatmak için. Gerçekten de olmamıştır. “Benim sevgi anlayışım böyle bir şeyi kabul etmemi engelliyor. Yapamayacağım.” diyor Arkadaşınız. “Tamam; nasıl istersen.” diyorsunuz. Sonra David’in sizi mutlu edecek birisi olmadığı konusunda sizi uyarıyor. Siz de onunla evlenmeyi düşünmediğinizi söylüyorsunuz.
Rüyalarım
Rüyalarınızı çözümlüyorsunuz, kendi yaklaşımınıza göre.
David Türkiye’de
Bir önceki gece gördüğünüz rüyanızı yorumluyorsunuz. Bir dizi sorular geliyor aklınıza, ona ilişkin. Haziranda Türkiye’ye gelen David’le İzmir’de buluşuyorsunuz. Efes’te araştırmalar yapacak David. Bir hafta onunla Selçuk’ta kalıyorsunuz. Ona evliliğe sıcak bakmadığınızı söylüyorsunuz. Artık sevgili olmadığınıza göre bedensel yaklaşmanızın da doğru olmayacağını ve istemediğinizi belirterek ayrı odalarda kalıyorsunuz. Birlikte Ankara’ya döndüğünüzde siz sınav görevi nedeniyle şehir dışına çıkacağınız için evinizi David’e bırakıyorsunuz. Ankara’daki gezisi bitince onu hava limanına götürmesi için taksi durağına bilgi veriyorsunuz. Dönüşünüzde, David’in size veda kartı bırakarak Amerika’ya döndüğünü öğreniyorsunuz.
Tek Başınalık
Arkadaşınızın sizi terk edişinden, David’in de gidişinden sonra kendinizi bir süre özgür duyumsuyorsunuz. Ne üzgünsünüz ne de hiçbir şey için pişman. Daha sonra David, size yazmayı ve telefon etmeyi sürdürüyor, Türkiye’ye geldiğinde sizi arıyor. Siz, evlilikten vaz geçtiğinizi bildirdikten birkaç yıl sonra size telefon edip yeni bir ilişkisinin olduğunu açıklıyor.
Arkadaşım Geri Geliyor
Arkadaşınız, sizi terk ettikten birkaç ay sonra telefon ederek sizinle görüşmek istediğini söylüyor. Sizi merak ettiği ve nasıl olduğunuzu görmek için buluşmak istiyor. Yavaş yavaş yeniden yakınlaşıyor arkadaşınız size. Ancak bu ilişki, hiçbir zaman ikiniz için de sağlıklı ve doyurucu bir ilişki olmuyor. Az ve geçici mutluluklar yaşıyorsunuz. O yıllarda siz, yine akademik çalışmalara odaklanmış durumdasınız. Yurt içi ve yurt dışı kongrelere katılıyor, dergi ve gazetelerde makaleler yayımlıyorsunuz. Doçent olma yolunda sorunlar yaşıyorsunuz.
Belma’nın Ölümü
Çok güzel bir arkadaşlığın acı sonunun buruk öyküsü!.. Vedalaşmadan gerçekleşen bir ayrılığın yükü!..
2000’li Yıllar
Bu yıllarda, okulunuzda birlikte kitap yazdığınız iki yakın arkadaşınızın, sizi yıkma amaçlı saldırısı nedeniyle yaşadığınız acıları anlatıyorsunuz. Sonuçta onların bunu başarmalarının önünü kesiyorsunuz.
Ankara Üniversitesine Geçiş
Yirmi yedi yıllık anılarınızın bulunduğu kurumunuzda artık bulunmak istemediğiniz için Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesine geçmeye karar veriyorsunuz ve oraya kabul ediliyorsunuz. Verimliliğinizin doruğunda olmanızdan ve yetkin kişiliğinizden kaynaklı toplumsal-ruhsal iletişim yeteneğinizle yeni kurumunuza alınışınızda size karşı oy veren iki akademisyenin bile gönlünü kazanmayı başarıyorsunuz. Orada da çok değerli yapıtlar üretiyor ve takdir ediliyorsunuz. Doğruluğu ilke edinmiş bir akademisyen, benzeri az olan bir psikolojik danışmanlık ve rehberlik uzmanı olarak hak ettiğiniz saygı ve sevgiyi görüyorsunuz.
Yasak Mağara
Nereden başlayıp nasıl ele alacağınızı bilemediğiniz “bir temas” parçanız daha var. “Söz etmesi bile yasaklanmış, tabu haline getirilmiş”, bedeninizin özel bir yeri ile ilgili, karşı cinsle yaşadığınız ilişkileri sınırlayan, doğal dürtülerinizi engelleyen bir sorunuz daha var: vajinismus! Bunun nedenlerini araştırıyorsunuz. Annenizin cinselliğe olumsuz bakışını, bu konudaki baskıcı tutumunu değerlendiriyorsunuz. Bu konuda psikolog dostunuz Sule ile görüşüyorsunuz. Arkadaşınızla denemelere girişiyorsunuz, olmuyor, olmuyor!.. Tedavi olmanız gerektiğini söylüyorsunuz. Arkadaşınız “Merak etme, biz çözeriz.” diyorsa da hiçbir olumlu sonuca varamıyorsunuz. Kadın doktorunuz olan profesöre sorunu iletiyorsunuz ve kızlık zarınızın operasyonla delinmesini istiyorsunuz. Doktorunuz bunun ona bağlı olmadığını söylese de siz en azından, kızlık zarınızın yırtılmasına dayalı korkularınızdan kurtulmak istiyorsunuz. İsteğiniz gerçekleştiriliyor.
Psikiyatrik Tedavi
2006’da vajiismus sorununuzu çözüme kavuşturmak amacıyla tabelasında “terapi, psikolojik danışma, psikiyatrik tedavi” yazılı olan ve bir üniversitede profesör olarak çalışan kıdemli bir erkek hocanın özel muayenesine gidiyorsunuz. Görüşme sırasında “Belki de partnerinizi bilinçaltınızda babanızla eşleştiriyor ve onun için ilişkiye girmekten kaçınıyor olabilirsiniz.” deyişine “Olabilir.” demenizin ardından. “Bir başka kişiyle deneseniz.” sözünden huylanıyor ve kendisinin buna hazır olduğu düşüncesi geçiyor içinizden ve aceleyle “Sanmıyorum.” demeniz üzerine toparlanıyor Hoca ve “Evet, anlıyorum.” diyor. Ödevler veriyor, ilaç yazıyor.
İlgili resimlere bakarken vücudunuzun bu kısmana yabancı olduğunuzu, onu yok saydığınızı ayrımsıyorsunuz. Şule ile konuyu konuştuğunuzda onun size Londra’daki kadın hocasının anlattıkları, sizde şaşkınlık yaratıyor. Görüşmeleri ve egzersizleri sürdürüyorsunuz ve gelişme gösteriyorsunuz. Terapist, çok denetimli ve yetkinlikçi olan yapınızı esnetmeniz gerektiğini söylüyor ve siz de bu sözü yabana atmıyorsunuz. Arkadaşlarınızla denemelere girişiyorsunuz; ama denemelerinizden beklediğiniz sonucu alamıyorsunuz.
İki yıl sonra bir başka doktora gidiyorsunuz. Oradan da beklediğiniz ölçüde sonuç alamıyorsunuz. Yılbaşı için Arkadaşınızla birlikte Kemer’e gittiğinizde, yeni yılın ikinci günü oradaki denemenizde ilk kez penisin vajinanıza girişi gerçekleşiyor. O güne ilişkin güncenize “Arkadaşıma ‘Bu sana yeni yıl armağanı’ diye bağırıyordum. Aslında bu kendime armağandı.” diye yazdığınızı görüyorsunuz. Bu yanlış yaklaşım üzerinde düşünüyorsunuz: “Bedenini bir erkeğe armağan olarak sunmak!..”
Arkadaşınız, performans kaygısı yüzünden başarısızlık yaşamaya başlayınca hevesiniz azalıyor. Deneyiminizin görkemli olması için çok geç kaldığınızı düşünmeye başlıyorsunuz. Arkadaşınız, sorununu çözmek için gittiği İstanbul’dan, sorununa çare aramaktan vaz geçerek dönüyor.
İçimdeki Ses
Otuz dokuz yıldır ilişkide olduğunuz, size Angel (Meleğim) diye seslenen, sizin de kendisinden “Arkadaşım” diye söz ettiğiniz Ata ile ilgili olarak 2004’te yazdığınız günce ile giriş yapıyorsunuz bu bölüme. Yaşayageldiğiniz sorunlarınızın bilinçaltınızda gizli nedenleriyle yüzleşip onları bir ölçüde çözümleseniz de Arkadaşınızla ilgili sorununuzu tam bir netliğe kavuşturamıyorsunuz.
Arkadaşınız, uzun yıllar Amerika’da kalmıştır. Sizin bilimsel çalışmalarınız için metinler çevirecek düzeyde İngilizce bilmektedir. Saplantı derecesinde bir toplumcu ideoloji tutkunudur. O ideolojiye uygun biçimde yaşamaya özen göstermektedir. Giyimi kuşamı sizi rahatsız edecek denli özensizdir. Buna karşılık size en pahalısından giysiler, armağanlar almakta bir an bile duraksamamaktadır. Herkesi kıyasıya eleştirdiği halde, kesinkes karşı olduğu konularda bile size tek eleştiri yönelt(e)memektedir. Bir tutkusu daha vardır Arkadaşınızın. Size, yakınlarının çocuklarına ve kendisine kitap almaya sıra geldiğinde, sınır tanımamaktadır. Ortak harcamalarınızda mutlak eşitlikçidir.
Danışan sandalyesine geçmişteki kendinizi yaşarken soruyorsunuz:
“Kendisini sevmediğimi biliyor, bu ilişkiyi neden sürdürmek istiyor?”
Ardından, asıl can alıcı soruyu soruyorsunuz:
“Peki ama ya ben, onu sevmediğim halde neden sürdürüyorum bu ilişkiyi?”
Evet, o bana âşık, bu nedenle yanımda olmak istiyor, benim kendisini seveceğimi umut ediyor ve bu beklenti ile ilişkiyi sürdürüyor. Peki ya ben?”
Evet, ya siz?
Onu sevmediğiniz halde neden otuz dokuz yıldır bu ilişkiyi sürdürüyorsunuz? Yaşamınıza giren ve sizde sıkıntı yaratan onca olayla yüzleşmek için aylarca geçmişteki sizi danışan sandalyesine oturtup geçmişte yaşadığınız travmatik olayları yeniden yaşarken hıçkıra hıçkıra ağlamayı, gecelerce uykusuz kalmayı, bedeninizde oluşan katlanılması zor acıları, ağrıları göğüslemeyi göze aldığınız halde, bu sorununuzun üzerine neden doğru dürüst gitmiyor ya da gidemiyorsunuz?
Pek çok olasılıktan yola çıkarak pek çok sorununuzla yüzleşmeyi denediğiniz halde ne Arkadaşınızın ne de kendinizin cinsel gelişim evrelerini, örneğin Oedipus karmaşasını nasıl yaşadığınızı, o evreyle ilgili takıntınızın olup olmadığını niçin ele almıyorsunuz? Babanızın ihanetindeki etkenlerden biri de annenizin, cinselliğe sıkıntılı bir iş, kadının katlanmak zorunda olduğu bir görev gibi bakması olabilir mi?
Çeşme’deki tatil dönüşüne ilişkin güncenizde iç sesiniz, şunları anımsatıyor size:
Bir yere yetişeceğiniz zaman, Arkadaşınızın planladığı sürede sürekli yetişememesi sizi strese sokuyor. Kendine ilişkin öngörülerinde her zaman yanılıyor arkadaşınız. Planladığı şeyleri öngördüğü sürede bitiremiyor. Amerika’da başladığı doktora tezini ancak emekliliğinde bitirebiliyor. Sizin gibi disiplinli birinin bunu kabullenmesinin güç olduğunu kendisine anlatmaya çalışsanız da Arkadaşınızın durumunda bir değişim olmuyor
İkiniz de kendinize kalkan yapıyorsunuz bu ilişkiyi. Bu ilişkinin varlığı, âşık olacağınız, bağlanacağınız birini aramamanızı sağlıyor yalnızca. Bedensel görünüşü, yaşı, statüsü ve bunlara benzer özellikleri ile çevrenizin beklediği ve sizin beklediğiniz özelliklere sahip olmadığını düşünüyorsunuz sürekli. Bu sağlıksız ilişkide arkadaşınız, ilk yaşlarınızda özellikle annenizin karşılayamadığı koşulsuz sevilme ve güvenlik gereksiniminizi karşılıyor; içinizdeki o boşluğu dolduruyor.
Bu ilişkide bir de çocukluğunuzda güvenli bağlanma yaşayamadığınız için başkasına bağlanmaktan kaçındığınızı, terkedilme korkusuyla kendinizi denetlediğinizi, duygularınızı özgür bırakamadığınızı ve bu nedenle kendi bağlanma kaygınızı görüyorsunuz. Buraya dek gerçekleştirdiğiniz terapi sürecinden sonra annenizin ve arkadaşınızın beklentilerinden etkilenmiyorsunuz. Özgürleştiğinizi duyumsuyorsunuz.
Siz, AŞK karşısında kendinizi korumak amacıyla zırhlanırken Arkadaşınız, “çırılçıplak, bedeni ve ruhu yaralanmalara açık bir şekilde teslim oluyor.” Sizi bu ilişkiye belki de hiçbir zaman yaşayamadığınız, “bu cesurca kendini bırakış” çekiyor. Öte yandan ise onun her şeye katlanarak umut etmeyi sürdürmesi, size acıma, öfke, nefret, hayranlık ve takdir, çaresizlik ve engellenme, güven ve huzur, sevinç ve mutluluk, baskı ve çatışma, suçluluk, umut ve umutsuzluk, vicdan azabı gibi karşıt duyguları yaşatıyor. Bu duyguları bastırdıkça da duyarsızlaşıyor ve kendinize yabancılaşıyorsunuz.
Arkadaşınızla aranızdaki bağı sürdürmenizin bir başka nedenini, onun benimsemiş olduğu yaşam biçimine duyduğunuz hayranlık ile sorumluluk duygusu oluşturuyor. ODTÜ’de göreve başladığında, işçi evlerinden birinde oturmaya başlamıştır. Mağazadan aldığı tek eşya, sizin, onun evinde daha çok kalmanızı sağlamak için iki kişilik karyoladır. Az sayıdaki öbür eşyalarının tümü ikinci el ucuz eşyalardır. ODTÜ’de ilk kez “Türkiye İşçi Sınıfının Tarihi” adıyla seçmeli bir ders açmış, Einstein’in “Neden Sosyalizm?” adlı makalesini çoğaltarak herkese dağıtmış, ODTÜ’de “Marksist Toplumsal Araştırmalar Merkezi” açılması için yoğun bir çaba göstermiştir.
Başarı ve sonuç odaklı tutumunuzun nedeni, size göre, başarıyı ömür boyu kendinizi koruyabilecek güvenli bir sığınak olarak görmenizdir. Ne ki onca başarınız, temel (doğal) gereksinimlerinizi gidermeye yetmemiştir. Sağladığınız doyumlar, gerçek gereksinimlerinizi gidererek sağlayacağınız doyumların yerini dolduramamıştı!
Öz terapi süreciyle ulaştığınız sonuç, size şunu da göstermiş bulunuyor:
“Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında en üst aşamalara yükselmiş, başarılı bir akademisyen olarak, otuz dokuz yılı tamamlayan bu ilişkide” Arkadaşınıza yardım edemediğiniz gibi onun ertelemecilik sorununu belki ya daha da pekiştirdiniz ya da bu sorununun başlamasına siz neden oldunuz! Ancak böyle de olsa, bu ilişkideki rahatsızlıklarınızla en azından yüzleşmiş oldunuz. Kendinizi şimdi daha rahat duyumsuyorsunuz. Bu konudaki kalıplaşmış düşüncelerinizin prangalarını çözüp bir ölçüde özgürleştiniz. İçinizdeki “sinir bozucu sesler” sustu.
Bunun ardından Amerika’da Bir Yıl Daha, Dinsel Bir Yolculuk, Teyzem: “Anne Işıkları Aç…”, Anneannemin Öyküsü, Empati Üzerine, Toplumsal Darbe Girişimi, Kişisel Darbe Girişimi ve Kardeşim ile Temas başlığı altında açıkladığınız çözümlemelerinizden sonra aşağıdaki iki değerlendirmeyi gerçekleştiriyorsunuz.
Uyanış: Ayrışmak ve Yeniden Bütünleşmek
Şu saptama çok önemli: İçinize yaptığınız bu yolculuğun sonu yok!ii Çünkü S. Freud’un sonsuz, karanlık bir mağaraya benzettiği bilinçdışımız; biyolojik varlığımız, erişmek isteyip de engellendiğimiz ve oraya gömdüğümüz nice doyurulmamış isteklerimizin, gereksinimlerimizin sınırı bilinmeyen, derinlere inildikçe karanlığı koyulaşan deposu. Bence sizin ulaştığınız yer, o deponun bilince çok yakın yerlerine bastırdığınız isteklerinizdir yalnızca.
Yolculuğunuzun “oldukça zorlayıcı; ama iyileştirici olduğu” bir gerçek. İYİ Kİ iç sesinizi dinleyerek onun “yeniden bütünleşmek için ayrışmak gerektiği ve bunu yapabileceğiniz” konusundaki uyarısının gereğini yapmışsınız! Bunu yapmasaydınız, “sizi var eden parçaları tek tek ele alıp görmenin ve kabul etmenin kaçınılmaz olduğunu” anlamasaydınız, geçmişteki yaşantı ve duygularınızın saklı olduğu belgeliğinizin bir bölümünü deneyimlemeseydiniz, “onun yol göstericiliğine” inanmasaydınız ve ardından da bu serüveninizin hem bilimsel hem de yazınsal “romanını” yazmasaydınız, okurlarınızı böylesi bir yapıttan yoksun bırakmış olacaktınız.
İYİ Kİ gerçek kendiliğinizi keşfetmenin bir gereksinim olduğunu duyumsamış ve ergenlik çağınızdan bu yana hep “özgür olmak” istemişsiniz! Kendi kararlarınızı kendiniz alarak yönetmişsiniz kendinizi. “Beklentilerin yarattığı prangalardan kurtulma” savaşımınızı bugünlere dek sürdürüp gelmişsiniz.
“İYİ Kİ CORONA yaşanmış!” diyesi geliyor insanın. Çünkü sizin “başkalarının beklentilerinin değil; kendi gereksinimlerinizin sizi yönetmesine fırsat vermek için kendinizle baş başa kalıp gerçek kendinizi keşfetme” işine başlamanızı bu afet yakınlaştırmış.
İYİ Kİ “kendi kıtanızda bilinmeyen yerleri araştırıp derinlere doğru bir kazı çalışması” yaptınız ve onları kayıtlara geçirip bize ulaştırdınız da biz okurlarınıza yepyeni bir ufuk açtınız! “Kendi isteğinizle ve kendiniz için” yaşadığınız bu süreçle elde ettiğiniz sonuçlar, gösterdiğiniz çabalara ve döktüğünüz gözyaşlarına doğrusu, fazlasıyla değmiş.
İYİ Kİ bu yapıtınızla “toplumsal yazılımların bizi doğal yazılımlarımızdan nasıl da uzaklaştırmış olduğunu deneyimlemenin gerçekten sarsıcılığını; benliğimizin, zihnimizle bilinçsizce özdeşleşme sonucunda yaratılan ‘sahte benlik’ olduğunu” açık bir biçimde ortaya koydunuz! “Akıllı ve mantıklı olmak, tutarlı olmak, duygusal zekâya sahip olmak” gibi özelliklerin üstünlüklerinin yanı sıra, kazançsızlıklarınızı da bize göstermiş oldunuz. Yaşamımızı zihnimizin oluşturduğu benlik yönettiğinde, rahat ve erinç içinde olamıyoruz. Çünkü yaşamımızı zihinsel benlik yönettiğinde, biz olmamıza, var olmamıza dişe dokunur bir katkı sağlamayan mala mülke, işe, mesleğe, unvana, toplumsal statüye; kişisel, ailesel, ulusal geçmişe sahip olmak gibi dışsal özdeşleşmelere daha fazla gereksinim duyuyoruz. Oysa bizim güçlü benliğimiz, gerçek varoluşumuz, özümüz, doğal duygularımız, bunları aradan çıkardığımızda geriye kalan benliğimizdir. İçsel yolculuğumuzun, bize sağladığı kazanım, güçlü benliğimizdir. İçsel yolculuğunuzla okurun, bu gerçeği kavramasını sağladınız!
Şimdide Varlık Sevinci
Bu son bölümde de son uyarılarınızı okuyoruz: “Ah keşke!..”ler yaşamanın, pişmanlıklar duymanın hiçbir yararı yok! Onların “yaşanması gerekiyordu, yaşandı (onlar).” Artık söz konusu, “Şimdide varlık sevinci”dir.
Bedelleri, “yaşanan iç çatışmalar, baskılar, engellenmelerin yarattığı olumsuz tepkiler, uykusuz geceler, huzursuz günler olsa da” geldiğiniz yer, gurur verici üstün başarılarla dolu. Kitaplar yazarak, araştırmalar yaparak, projeler yürüterek, dersler, konferanslar, seminerler vererek “bitmek bilmeyen görev ve sorumluluklar” yüklenerek geçirdiniz, geride kalan yıllarınızı. Ülkenizi, üniversitenizi, meslek alanınızı, ailenizi, kendinizi başarı ile temsil” ettiniz. “Alkışlar, övgüler, çiçekler, plaketler, teşekkürler, takdirler” aldınız.
Bütün bu başarılar, size çok güzel, övünülesi duygular yaşattı. Ama buna karşın şu soruyu sormadan edemiyorsunuz:
“Yaşamın anlamını arayarak geçirdiğimiz ömürlerimiz, sonunda bizi nereye ulaştırıyor?”
Sonra bu soruya yanıt bulmak için giriştiğiniz o zorlu süreçte, kendinizi özgür bırakarak, geçmişte yaşadıklarınızı yeniden yaşayarak “bilgiye dayalı bir sezgiyle” kendi gerçekliğinizi ve yaşamı araştırırken sıklıkla şu sorularla da yüzleşme gereğini duyuyorsunuz:
“Nedir yaşamın gerçekliği? Kendi gerçekliğim nasıldır? Ben kimim? Gerçekten kim olduğumu kim bilebilir? Ben? Sen? Öteki? Annem? Babam? Arkadaşım?”
Ardından da bu sorulara verilecek yanıtın “tek” olduğunu vurguluyor ve “Hiç kimse!” diyorsunuz.
Sonra yine sorular, sorular… Sorular bitmiyor… Aylar süren sürecin sizi getirdiği yer, varmak istediğiniz yer miydi? Nereye varacağınızı bilmiyordunuz ki bu soruya olumlu ya da olumsuz bir yanıt verebilesiniz? “Önemli olan böyle bir yolculuğu göze almak ve gerçekleştirmek! Siz de bunu yapıyorsunuz. Önemli olan, neler yaşamış olduğunuz, deneyimlerinizin size kazandırdıklarıdır. Bu süreç, size sizi tanıtmakla kalmıyor, aile ortamınızı ve etkileşimde bulunduğunuz bireylerle ilgili pek çok şeyi de öğrenmenizi, insana, yaşama ilişkin birçok şeyi yeni bir bakış açısı ile kavramanızı da sağlıyor.
Biz okurlarınız da yazdıklarınızın ışığında, kendimize farklı bir pencereden bakarak kendimizi gözden geçirmeye kapı aralıyoruz. Özümüze yabancılaşmamıza yol açan toplumsal yazılımımızın prangalarından kurtularak doğal yazılımımızı tanıyor ve gerçek benliğimizi yaşamak amacıyla “huzursuzluğun içinden geçerek huzura ulaşma” umudumuzu yeşertiyoruz.
Bu son bölümde çok önemli bir soruna daha parmak basıyorsunuz. Diyorsunuz ki: “Eğer yasaklamalar olmazsa, kullanmadığımız tuşları keşfetme ve deneme cesareti bulabiliriz kanımca. Bunun için dıştan baskı ve zorlamalar değil, içten gelen istek önemli. Kendimizi özgür hissetmek ve özgürce yönelişlere açık olmak!”
Bu bölümde, içinizdeki parçalarla uzlaştığınızı ve artık onlarla barış içinde yaşayabileceğinizi kabul ettiğinizi; kendinizi bütünleyen bu parçaların, kendinizin varoluşuna hizmet eden işlevlerini gördüğünüzü ve onlarla birlikte var olmayı, ayrışıp yeniden sağlıklı bir biçimde bütünleşmeyi başarabildiğinizi ve başka birçok şeyi daha anlatıyorsunuz.
Bu bildirimleriniz, okurlarınız için üstü örtülü birer “mesaj” özelliği de taşıyor bence: “Birileri bir şeyi başarabiliyorsa, siz de başarabilirsiniz!” Ancak yapıtınızı, “BİTMEDİ” sözcüğü ile noktaladığınızı da göz ardı edemeyiz.
Sayın Hocam, ben de yazınızı ilgi ve dikkatle iki kez okudum. Sizin gibi, hayatının olgunluk dönemindeki bilge bir eğitimci yazarın gözünden kitapta anlatılan öz terapi sürecimi baştan sona yeniden gözden geçirmemi sağladı açık mektubunuz.. Kitabı yazan kişi olarak bana (kendimi ‘yazar’ diye nitelemek istemiyorum) gelebilecek en güzel armağan/ödül; kuşkusuz ki sizin gibi titiz ve özenli bir yaşam ustasının övgü dolu değerlendirmeleridir. Yürekten teşekkürler..
Analitik bir özet verip yer yer sorular yönelterek son kısmında değerlendirmeler yaptığınız yazınız kuşkusuz doğru ve yerinde saptamalar içeriyor.. Yazınızı okurken, zaman zaman yeni okuyucular için kitaptaki ‘sürprizler’in açıklandığı hissine kapılmadım desem dürüstlük olmaz. Yine de eminim, bu uzun emek ve uğraş verdiğiniz yazınız, kitaba yeni okuyucular kazandıracaktır. Üstelik okuyucuların kitapta analatılan ‘hikaye’yi okumaktan öte okuyucu olarak kendilerine yönelik sorgulama ve yüzleşme sürecine gireceklerine dikkat çekerek kitaba hakkını fazlasıyla veriyorsunuz sayın hocam. Sağolun, varolun.. Saygılarımı ve şükranlarımı sunuyorum.
Sevgili Yeşilyaprak!
Değerli yapıtınızı bir kez daha okuma olanağı bulabilsem, yazdıklarınız arasında başka nice yeni şeyleri daha keşfedeceğimden eminim. Böylesi içtenliğe, katıksızlığa özen gösterilerek yazılmış olan bir yapıtın dikkatsiz, özensiz okunması, benim yaşımdaki bir okurunuza yakışmazdı zaten. Ama dediğim gibi, yapıtınız, ikinci okuyuşum da da önceki okumalarımda göremediğim, ayrımına varamadığım birçok gerçeklikleri daha içerdiği kuşkusuzdur; bunun bilincindeyim. Yapıtınızın değerini gücüm ölçüsünde dile getirmeye çaba gösterdiğimi açık yüreklilikle söyleyebilirim. Ancak şunu da belirtmeliyim ki Öz Terapi’niz konusunda yazıya dökmek istediklerimden bir kısmı içimde kaldı. Örneğin, her başlık altında dile getirdikleriniz ile ilgili notlarımın hiçbirini yansıtamadım, yazım bir dergi yazısının sınırlarını çok aştı, diye. “Şimdide Varlık Sevinci” başlıklı bölümle ilgili olarak demek istediklerimi de kuşa çevirdim, aynı kaygıyla ne yazık ki! Değerli okurlarımızın, uzunluğuna bakmaksızın bu denli ilgi göstereceklerini bilseydim bu yazıya, en azından, çok önemsediğim kimi düşüncelerimi daha paylaşmak isterdim, onlarla. Olsun! Bu dünyada kalan zamanım yeterse, kitabınızı üçüncü bir kez daha okuma sevincini yaşatmak isterim kendime ve ardından da bir yazı daha yazmak!. Bakarsınız, buna da el verir kalan zamanım; belli mi olur? Son söz olarak, kendim ve yazım hakkında yazdıklarınızın, ömrüm oldukça güç kaynağım olacağını bilmenizi istiyorum. Sizin paylaşımınızın da etkisiyle olmalı, yazımın okur sayısı, artışını sürdürüyor. Umarım, bu ivme, ÖZ TERAPİ’nin okur sayısına da yansır ve kendini keşfetme yolculuğuna çıkanlar çoğalır. Size çok sevgilerimi söylüyor, gönlünüzce güzel günler yaşamanızı diliyorum..
hocam yazınızı çok beğendim çok aydınlatıcı bir özetle bende kendimi sorguladım bizlerinde benzer sorunlara nasıl sorular ve cevapları verebileceğimizi sorgulattı banada çok yararlı bir yazı olmuş size ve Binnur hanıma sonsuz teşekkür ve saygılarımı sunuyorum bütün yazılarınızı okumayı çok isterim iyi günler