İnsanlar, düşüncelerini, duygularını, isteklerini konuştuğu dilden yararlanarak paylaşır. Bu yönüyle dil, öz kültürün ve kimliğin oluşmasında önemli bir rol oynar. Kültürel ve sanatsal etkinlikler dille gerçekleşir ve kuşaktan kuşağa yine dille aktarılır. Hiçbir dil tarihi süreç içerisinde değişmeden kullanılamaz. Konuşulan dil zamana ve dilin konuşulduğu coğrafyaya bağlı kalarak değişikliklere uğrar.
Ahıskalıların kullandıkları dil, bir ağız veya lehçe olarak Ortak Türkçenin, daha sonra Osmanlı Türkçesinin etkisi altında gelişmiş bir dildir. Tarihî olaylar bu dilin şekillenmesine, farklı bölgelerde yaşamaya mecbur bırakılan Ahıskalıların kendi içinde dahi ağızlaşmalarına vesile olmuştur.
Bilindiği gibi Ahıska bölgesi tarihi süreç içinde Kars, Ardahan, Artvin ve Çoruh vadisi boyundaki yerleşim birimleri ile çoğu zaman siyasi ve kültürel bir birlik içinde olmuştur. Bu coğrafyada birkaç asır öncesinde Oğuz ve Kıpçak boyları birbiriyle kaynaşarak, bu bölgede Türkiye’nin kuzeydoğusunda yer alan Artvin’in Ardanuç, Artvin Merkez, Yusufeli, Şavşat ilçeleri, Ardahan’ın Posof yöresi ile büyük ölçüde paralellik gösteren bir Ahıska ağzı oluşmuştu. Benim ailem de bu bölgede konuşulan bir ağızla kendi düşüncelerini, kendi meramlarını anlatmaya devam etmektedir.
Ben, Ahıska bölgesinden 1944 yılında Ruslar tarafından sürülen bir ailenin torunuyum. Benim dedem ve onun büyükleri Ahıska bölgesindeki Hırtız kasabasında yaşamıştı. Ziya dedem, 1941-1945 Rus-Alman Harbi’nde asker iken, ailesi, diğer Ahıska aileleri gibi bu coğrafyadan Orta Asya’ya zorla sürülmüştü. Annem, babam ve tabi ki kardeşlerimle ben Kazakistan’ın Cambul iline bağlı Merke ilçesinde dünyaya geldik.
Ziya dedemi okula gitmeden önceki yaşlarımda kaybettiğim için dedemin bana Ahıska ile ilgili anlattıkları ne yazık ki aklımda pek fazla kalmadı. Aslında dedem oldukça mütevazı, sessiz, kaderine boyun eğmiş bir insandı. Kimseye zararı olmazdı. Yaşlı haliyle yetiştirdiği ayçiçeği, süpürge vb. şeyleri pazarda satarak az çok ailesine katkıda bulunmaya çalışırdı.
Rusça pek bilmediğinden bizimle hep Ahıska diliyle konuşurdu. Sovyetlerin uyguladığı dil politikasından dolayı genç kuşaklar artık hep Rusça konuşur olmuştu. Ne yazık ki Rus olmayan ailelerin fertleri gitgide kendi ana dillerini unutmaya başlamıştı. Benim de unuttuğum gibi. Dedemin konuşmaları her ne kadar okul yıllarına kadar zihnimizde bir yer edindiyse de okula başladıktan sonra bu ağzı gitgide unutmaya başladım. Ta ki eğitimime devam etmek için Türkiye’ye gelene kadar.
Kendi dilimi öğrenmek için 1992 yılında Türkiye’ye geldim. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. Türkiye Türkçesini öğrendikten sonra, kendi ağzımı anlamakta hiç zorluk çekmedim. Çekemezdim de. Çünkü bizim ağzımız Türkiye Türkçesinin bir ağzıdır.
Ahıska ağzını kullanmaya başladıktan sonra Ahıskalıların geçmişleriyle bağlı anlattıkları tarihi olaylar, sözlü edebiyat ürünleri hep dikkatimi çekmeye başladı. Dinlediğim her bir anıda, her bir edebi üründe halkımın yaşadığı acıları hissettim. Yaşamakta oldukları durumları gördüm. Gelecekle ilgili endişelerini hissettim. Buna bir örnek olarak annemin öz amcası, ve benim de kendisine “dedem” diye hitap ettiğim, Türkiye’de bana her daim destek vermiş, hep yanımda olmuş birkaç sene önce kaybettiğim rahmetli Enser Hamit dedemden dinlediğim bir masalı burada anlatmak istiyorum. Masalı dedemin ağzından, derlediğim şekliyle aktarıyorum:
Neyidux? Neoldux? Neolacaux?
Vaxtın zamānında birisi pādişa oliyėr. Dėy geliyėr ottuz yaşına. Bu adam evlenmiyėr. Evlenmiyėr, evlenmiyėr, axırda bir ķızi buliyėr. Aliyėr bu ķızıynan evleniyėr. Yaşıyėller. Bir yil, iki yil gėçiyėr. Axırda lala işi paxıllux (kıskançlık) ėdiyėr. Bu pādişaxın ķarısi axılli, gözel. Lalaninki birez bėle atmaca (çirkin), muştukun (burnun) ağzı aha bubocana. Lala paxıllux ėtduğundan pādişaxa zıngulluğu vėriyėr. Pādişa da ķarıyi ķaçurdiyėr (kovuyor).
Bir yıl gėçiyėr, beş yıl gėçiyėr. Bir güni pādişax lalaya diyėr ki: “Lala, haydisene gezmeye gėdax.” Diyėr ki “Gėdax.” “Yā Allah bir.” diyėller, binėller atlara.
Gel aha gel, gel aha gel. O boyca yol geliyėller ki ķaranlux çökiyėr. Diyėller: “Hay! Nėydax? Nėre gėdax?” Bahiyėller ki bir yėrden tütün çixiyėr. Geliyėr çıhiyėller bir dene çobanın yurdi. Çobana: “Salam.” Çoban: “Aleykümüssalam.” Çobana diyėller ki “Bir gėceluğa konaxlux olur mi?” Çoban diyėr ki “Ķonağa da ķurban, şere de. Buyurun.”
Hėç. Oturiyėller. Bir xėyli zamannan sora el suyi geliyėr. El suyi ki geliyėr, pādişax yaxiyėr elini. Lala da yaxiyėr elini. Hėç. Bir xeyli zamannan sora surfa gelėr. Ėle yėmekler geliyėr ki ben daa bilmem. Pādişax diyėr ki: “Ben pādişa olali bėle surfa düzeldemėrim, ėle lezzetli yapturamiyėrim.”
Yiyėller, bir gene el suyi gelėr. El yaxaner, ķurtuler. Eee?! Bir de baxiyėller ki oturduxlari yerde bir üç-dört yaşında bir çocux geliyėr. Sifte pādişaxa “Selamünaleyküm”, sora lalaya “Selamünaleyküm” diyėr. Pādişax baxiyėr, gendi gendine diyėr ki “Bu köppöğlu ne ahılli çocuxtur.” Çıxardiyėr buna bir altun veriyėr. Bu çocux gėdiyėr. Başxa çocux geliyėr iki-üç yaşında. O da gene bėle salam veriyėr. Pādişax ona da bir altun çıxardiyėr veriyėr. Bir çocux ta garşoktan (lazımlıktan) yėngi kaxmiş, o da geliyėr, salam vėriyėr. Pādişax buna ki altun vėriyėr, xançeri çıxardiyėr, çobanın göysüne tayadiyėr. Diyėr ki: “Çoban, ben bilmem. Sen benim vilayetimde misin, yoxsa degül misin? Hama ben pādişaxım. Bu da benim lalamdur. Eger sen bu sırrı açmassan, başıni kesecam. Diyėr ki: “İster pādişax ol, ister kim olursan ol, ben çobanım. Bax, dėyya koyuni görer misin? Hele tanış onun anasi kimdür, babası kimdür, dedesi kimdür? Ben bir tek oni bilerim. Ben bela ziyafėtten bir şey anlamam.” Pādişax: “Eee? Ya bu nedür?” Çoban diyėr ki: “Bu bizim ķarının merifatidür.” Pādişax diyėr ki: “Çağır ķarıyi, gelsin.”
Ķarıyi çağıranaçan bir ferde çekiliyėr. Ķari geliyėr gėçiyėr ferdenin ardına. Pādişax:
– Eee, hanım, buyur. İşte, ben filanım.
Ķadın:
– Pek gözel. Pādişaxım sağolsun. Buyur. Ķulağım sende.
Pādişax:
– Bu tertip terbiyeyi, bu ķatan (kadar) yemek büşürmeyi sen nėrde örgendin?
Ķadın:
– Pādişaxım sağolsun. Vaxtin zamānında biz de bir pādişax xanımıydux. Hamma pādişax axmax olduğunnan bizi tergetti. Biz de Diyarbėkir’e düştux. Gel aha gel, gel aha gel. Geldux abu çobana rastladux. Bu çobaniynan ėvlendux. Birinci oğlum oldi, adıni ķoydum ki “Neyidux”. Ben pādişax ķarısıydım. Hėç. İkincisi oldi. Düşündüm, bunun adıni ne ķoyem? Dedim “Neoldux”. Ben çoban karısiyim. Üçüncüsi oldi, ona da “Neolacayux” adıni ķoydum. Yani çoban bizi bıraxsa, ne olacax bu xalımız?
Ķadın bunnari diyende, pādişax her şeyi ağniyer. Ėle hançeri çıxardiyėr, lalanın göysüne sançiyėr.
Bu masalın adı benim için her zaman manidar olmuştu. Çünkü masalın sonuna geldiğinde Enser dedem aynen şöyle bir cümle kullanmıştı:“Ya Minaracan! Şindi de bizim şennige bah. Biz ne idux? Ne oldux? Ne olacayux?”
Bu açıklamayı duyduktan sonra benim halkımın, çilekeş Ahıska halkının tarihi serüveni bir çırpıda gözümün önünden geçti. Büyük bir üzüntü duydum. Bu halkın geleceği ne olacak diye o günden bu yana ben de endişe duymaktayım.
Allah Ahıskalılara aydınlık günler yaşatsın!
1 thought on “Neyidux, Neoldux, Neolacaux”