“Nesip Yusufbeyli’den Şefika Gaspıralı’ya Mektuplar” Üzerine

Sayı 73- Ocak 2022

“Şefi! Bazı insanlar, acı çekmek için yaratılmıştır.
Muhtemelen senle ben de acı çekenlerdeniz.”

Nesip Yusufbeyli, sevgilisi Şefika Hanım’a, ailesinden uzak, maddi sıkıntı içinde olduğu, ailesine maddi olarak pek destek olamadığı, çok zor dönemlerden geçtiği günlerin birinde yazıyor, bu iki cümleyi.

Bu cümlelere, araştırmacı yazar, Doç. Dr. Aliyeva Çınar, yoğun bir göz nuru ve büyük bir emek ile okur karşısına çıkardığı “Nesip Yusufbeyli’den Şefika Gaspıralı’ya Mektuplar” adlı yapıtının ilk sayfasında yer veriyor.

Sunuş
Kitapta o sayfadan sonra, Bursa Türk Ocakları Başkanı Prof. Dr. Selçuk Kırlı’nın “Sunuş” yazısı ile karşılaşıyoruz. Sunuş’ta, söz konusu kitaba ilişkin, özetle şu ufuk açıcı değerlendirmeleri okuyoruz:

Önder kişiliklerin ürettiği düşünceler, gerektiğinde gösterdikleri cesaret ve özveri, toparlayıcı ve geliştirici özyapıları (karakterleri); bunlardan da önemlisi, gözlemlenebilen davranışları, ulusların oluşumlarını ve niteliklerini sürdürme süreçlerinde büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü gelecek kuşakların, çevresinde toplanarak birbirine kenetleneceklerini sağlayacak törelerin, örnek alacakları niteliklerin en az ortak noktalarını, bunlar oluşturmakta ve temsil etmektedir.

Bu kişilikler (şahsiyetler), kendi toplumlarının gelecek kuşaklarına yön verecek olan ülküleştirilmiş betileri (figürleri) oldukları için her toplum, geçmişinde yaşamış ya da şimdi yaşamakta olan önderlerini kitaplar, heykeller, resimler ve bunların benzeri birçok araç ile yüceltmektedir. Ne ki insanların böyle yüceltilmesi, ülküleştirilmesi, bir haksızlığı da birlikte getirmektedir. Bu haksızlık, bu kişilerin zamanla insan olduklarının, bir ölçüde de olsa unutulmasıdır. “Oysa herkesin sevabı olduğu kadar günahı, doğrusu olduğu kadar yanlışı da olabilir ve insan olmaktan kaynaklanan bu özelliklerimizi bir dengede tutarak yaşarız.” Doğrularımız, kimi zaman en yakınlarımızdan, severek ömrümüzü adadığımız toplumumuza dek katkıda bulunur. Kimi zaman ise toplumumuz için doğru olanlar, yakınlarımız için yanlış olur. Kimi zaman da bunun tam tersi olur.

Sürekli toplum önünde olmaları nedeniyle davranışları sert bir biçimde eleştirilere açık olan bu önder kişiliklerin yaşamlarında bu tür sorunlar, başka kişilere göre daha yoğun olarak yaşanır. Bu kişiler, bu yaşamı kendi istekleriyle seçmiş olsalar bile, bunların mutlu olup olmadıkları, tartışmalıdır.

Kırlı, yukarıdaki düşüncelerinin, bu kitapla ilgili olduğunu belirterek şöyle sürdürüyor yazısını: Bir kişiyi örnek göstermek amacıyla yazılan kitaplar ya da resmi tarih, çoğu kez o kişilerin yalnızca kahramanlıklarını, başarılarını dile getirir ve onlardan, yakınları, arkadaşları, düşmanları olmayan “tekil yaratıklar” gibi söz eder. Oysa, hiçbir insan öyle değildir. Herkesin eşi, dostu, çocukları, torunları, toplumsal ilişkileri vardır ve hiç kimse, yaşamın bu özel boyutunu da yaşamaktan uzak kalamaz. Dahası, kişiliğimizi bunların tümü oluşturur. Onun için bir insana ilişkin tutarlı bir karara varabilmek, ancak bunların da dikkate alınmasıyla olasıdır.

Bu yargısından sonra Kırlı, kitapta Nesip Yusufbeyli’nin tüm yaşantılarına ilişkin en iyi bilgileri, eşine yazdığı mektupların verebileceğini belirterek diyor ki: “Azerbaycan ve Türk dünyasının bu güzide şahsiyetinin, ulaşmakta zorlandığı sevgili eşi Şefika Hanım’a yazdığı mektupları okudukça onun sevapları ve günahlarıyla nasıl bir insan olduğunu, nasıl bir mücadele yaşadığını, bu mücadeleyi yaşarken kendisi, eşi ve çocuklarının ne tür bedeller ödediğini, bu bedellere nasıl katlandığını ve her şeye rağmen vatanı Azerbaycan hakkındaki duygularını, eşine yönelik en ince hislerinden nasıl ayırmadığını daha iyi anlayacağınızı umuyorum. Bütün bunların ötesinde mektuplarda söz edilen olayların, Azerbaycan ülkesi ve devletinin o dönemde yaşadığı birçok siyasi gelişmeye de ışık tutacağına inanıyorum.”

Kırlı, Sunuş’unun sonunda, teşekkürlerinin en büyüğünü “uzun süre emek vererek bu eseri önümüze getiren sayın Minara Aliyeva Çınar’a” iletiyor.

Okuduğumda çok etkilendiğim bu yapıta ilişkin duygu ve düşüncelerimi ben de Kırlı’nın yukarıda andığım görüşlerinden sonra Aliyeva Çınar’ın dile getirdiklerine ve Yusufbeyli’nin mektuplarına yaslanarak yazmayı deniyorum.

Önsöz
Aliyeva Çınar, “Önsöz”üne, “Bir resmin teferruatını anlayabilmek için birkaç adım geriye çekilip (resme) öyle bakmak gerekir. Bir kitabı anlayabilmek için de öyle… Bütünü görmek maksadıyla bugünden geriye gidip tarihe bakabilirsek bu kitapta anlatılanların o manzaranın bütünü içindeki yerini de kavrayabiliriz.” diyerek giriş yapıyor.

Önsöz’ün devamında ise şunları vurguluyor: Kitaptaki mektuplar, Azerbaycan’ın önemli devlet ve siyaset adamı ve bir Türk aydını olan Nesip Yusufbeyli’nin, eşi Şefika Gaspıralı’ya yazdığı mektuplardır. Yusufbeyli, yurdunun ve ulusunun gelişimi, özgür yaşaması için savaşım veren bir kişidir. Azerbaycan demokratik Cumhuriyeti’nin ikinci başbakanı olmuştur. Türklük bilincine önderlik etmiş, yenilikçi bir siyaset adamı olan İsmail Gaspıralı’nın kızı Şefika Hanım da 20. Yüzyıl’ın başlarında Rusya’da siyasal yaşama ilk adım atan Türk Müslüman kadınlardan biridir. Nesip Bey, üniversite öğrencisi arkadaşlarıyla birlikte İsmail Gaspıralı’yla tanışmak üzere Kırım’ın Bahçesaray kentine geldiklerinde Şefika Hanım’ı görüp kendisiyle tanıştıktan sonra, ona gönül bağlamış ve kendisine bu kitaptaki mektupları yazmaya başlamıştır. Bu mektuplar, genç bir aydının sevgi, saygı ve kaygılarının yanı sıra, dönemin halk hareketleriyle ilgili gözlemlerini ve toplumsal düşüncelerini de yansıtmaktadır.

Birbirini seven iki kişinin özel yaşamına yönelik bu mektupların kitaplaştırılmasına, yazarın, özel bir arşivde bulunan ve “Türk Dünyası’nın önemli kişilerine ait, Rusça yazılmış “kişiye özel” mektupları okumak için davet edilmesi” yol açmıştır. Türk Ocakları Bursa Şubesi, Uludağ Üniversitesi ile ortaklaşa düzenlemeyi planladıkları “İsmail Gaspıralı Bilgi Şöleni” için Rusça bilen yazardan, o iki mektubun Türkçeye çevrilmesi istenmiş, yazar da bunu “seve seve” kabul ederek çeviriyi yapmıştır. Bursa Türk Ocakları Şubesi Başkanı Kırlı, Türkçeleştirdiği o iki mektubun, katılımcı ve dinleyicilerin büyük ilgisini çektiğini, o nedenle kendisine mektupların tümünün çevirisini yaparak kitap haline getirmesini önermiştir. Bu kitap, yazarın işte bu öneriyi kabulünün sonucunda ortaya çıkmıştır.

Kitapta yalnızca mektuplarla karşılaşmıyoruz. Mektuplarda anlatılanların gereği gibi anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazar, dört bölümden oluşan kitabının ilk bölümünde, Nesip Yusufbeyli’nin; ikinci bölümde, Şefika Gaspıralı’nın yaşamı, eğitimi, toplumsal ve siyasal etkinliklerini; üçüncü bölümde, mektupların öyküsüne, içeriğine ve niteliklerine ilişkin irdelemelerini; dördüncü bölümde de Rusçadan Türkçeye çevirmiş olduğu mektupları okuyoruz. Bu bölümü izleyen sayfalarda da sırasıyla Kaynakça, Ekler (Ek 1 Nesip Yusufbeyli’nin Azerbaycan Gençliğine Seslenişi; Ek 2 Şefika Gaspıralı’nın Müslüman Kadınlara Seslenişi), Fotoğraflar (Gaspıralı ailesi ve Şefika Hanım) ve Dizin (Kişi Adları; Yer Adları; Kavim Adları, Din Kavramları; Siyasi Kavramlar, Kurum Adları, Gazete, Dergi, Makale Adları VD) bulunuyor.

Kitapta, bu altmış altı mektubun hangi yollarla sağlandığının öyküsü de yer alıyor. Bunun için yazarın yolu, ta Azerbaycan’a dek uzanıyor. Yazar, Bakü Devlet Arşivinde çalışmalar yapıyor. Mektupların gerçekte, ulaşılanlardan kat kat fazla olduğu anlaşılıyor. Ulaşılabilen bu mektuplar, tek yanlıdır. Şefika Gaspıralı’nın Nesip Yusufbeyli’ye yazdığı mektuplar, günümüze ulaşamamıştır. İkinci bir sorunu da mektupların çoğunda tarih olmaması yüzünden, olayların akışının net olarak ortaya konulamamasının yarattığı zorluk oluşturuyor. Yazar, bu nedenle mektupları, içeriklerinden ve dönemin tarihsel olaylarından yararlanarak sıralama yolunu seçiyor.

Ömrünü Halkının Bağımsızlığına Adayan Nesip Yusufbeyli Kimdir?
Nesip Yusufbeyli, aklıyla, çalışmalarıyla ömrünü Azerbaycan halkının bağımsızlığına ve geleceğine adamış olan kişidir. Kendine özgü yeteneği, onu Azerbaycan Türklerinin önderi yapmıştır. “Halkına hizmet ettikçe yeteneklerine, aklının ucundan bile geçmeyen başka yetenekler de katmıştır.”

Nesip Bey, eğitime önem veren yurtsever, aydın bir ailenin çocuğu olarak 5 Temmuz 1881’de Gence’de dünyaya geliyor. Yüksek öğrenim yapması için babası, büyük bir çaba gösteriyor ve büyük zahmetleri göğüslüyor. Önce Tıp Fakültesine giriyor, Nesip Bey. Ancak, ikinci yılında orayı bırakıp hukuk fakültesine geçiyor. Çünkü o, yükseköğrenimi şöyle değerlendirmektedir: “Yükseköğrenimin amacı, eninde sonunda insanı incelemektir. İnsan da hem eğitimin hem tabiatın hem de kendi doğal ruh haliyle tabiatın bir zıddı olarak da incelenebilir.” Yaşadığı dönemde Rusya’daki Müslüman Türkler için önemli olan, insana tıp gibi kişiye değil; topluma yardım edebilmek için bunları öğrenmektir. Asıl hedef, elbirliği ile halkın düzeyini yükseltmek olmalıdır. Nesip Bey, geliştirmiş olduğu bu düşünce ile hukuk öğrenmeye karar veriyor.

Daha Tıp Fakültesi’ndeyken arkadaşlarıyla birlikte Azerbaycan Hemşeriler Teşkilatı’nı kurarak bu yolda ilk adımını atıyor. Öğrencilik yıllarında ulusal özgürlük savaşımının öncülüğüne girişen Nesip Bey, Çarlık Rusyası’nca sürekli izlenmektedir. Bu nedenle 1906’da okuldan ayrılıp Kırım’ın Bahçesaray kentine gidiyor ve İsmail Gaspıralı’nın çıkardığı Tercüman gazetesinin çalışanı oluyor.

Yusufbeyli, orada Mehmet Emin Resulzade ile birlikte, Azerbaycan’da Türkçülük düşüncesinin doğması ve yayılması yolunda, önemli bir sorumluluk üstleniyor. Bu iki büyük ülkü insanı, yurtsever ve demokrat, ulusal ve bağımsız Azerbaycan düşüncesinin yenilikçi bir nitelik kazanmasında ve bir programa kavuşturulmasında etkili oluyorlar.

Yusufbeyli, öbür aydınlarla birlikte ulusal özgürlük savaşımına giriştiği yıllarda, daha çok sosyalistlerin görüşlerini benimsiyor ve bu savaşımda eğitim sorunlarına öncelik tanıyor. “Teslim” adlı ilk yazısında, Türk halkının aydınlanmasının, öbür uluslar gibi uygarlaşmasının gerekliliği üzerinde duruyor. Görevlerinin neler olduğunu sıraladıktan sonra, yazısını şöyle bitiriyor: “Şu medresede, şu mukaddes binada hizmet vermek için sadece öğretmen olmak yeterli değildir; fedakâr olmak gerekir. Hem de çok fedakâr…”

Bu yazıda, başka ulusların zengin bir dillerinin, yetkin alfabelerinin, başarılı eğitimlerinin olduğunu; geri kalmış olan Türk halkının da o düzeye çıkarılması için yapılacak çok iş olduğunu belirtiyor. Sonraki yıllarda, bu gözlem ve düşüncelerini Şefika Hanım’a yazdığı mektupların birinde şöyle dile getiriyor:

“Rus halkı ne kadar da gelişmiş Şefi! Birkaç bin kişilik mitingler, ne kadar da büyük bir ustalıkla gerçekleştirildi! Öğrencilerden, çalışanlardan, kadınlardan, ne kadar başarılı konuşmacılar vardı, bir bilsen! Bir süre onları dinliyorsun ve zaman zaman kelimelerin güzelliğine, konuşmanın içeriğine hayran kalıyorsun. (…) Birden aklına bizim sözde entelektüel kesimin konuşmalarını getiriyorsun ve için kan ağlıyor. Burada konuşan bir kişinin konuşmasıyla bizim halktan yüksek tahsil görmüş bir kişinin konuşmasını kıyaslayamazsın bile.”

Yusufbeyli, kendi ulusunu geri kalmışlıktan kurtarmayı, genel eğitim düzeyinin yükseltilmesinde görüyor. Bunun ise yurtsever eğitimcilerin bilimsel bilgi temelli bir ulusal eğitim vermesiyle gerçekleşebileceğine inanıyor.

Kadın haklarını savunanlar arasında, Yusufbeyli de vardır. Sosyal demokrat İsmail Gaspıralı’yla tanışmasından sonra ise Yusufbeyli’nin, ideolojik bakışını ulusçuluk yönünde değiştirdiği görülüyor.

Siyasetle ilgilenen aydınların, işgal altındaki Azerbaycan halkının bağımsızlığı için savaşım vermekte olduğu 20. yüzyılın başında Yusufbeyli, kendini Rusya’da başlayan siyasal çalkantıların içinde buluyor. Toplumsal hoşnutsuzlukların gittikçe artması sonucunda 1905 devrimi gerçekleşiyor. Bu durum, Azerbaycan’la birlikte bütün Türk dünyasını etkiliyor. İhtilal hareketlerinden etkilenen üniversiteli gençlerin kurduğu Azerbaycan Hemşeriler Teşkilatı’nın başkanlığını bir süre sonra Nesip Bey üstleniyor ve mitinglere katılıyor, Çarlık yönetimine karşı güçlenen siyasal savaşımın öncüsü oluyor. Halkın, Çar yönetiminin sonlandırılmasını istemeleri üzerine Çar II. Nikola, bir dizi haklar tanımak zorunda kalıyor.

Yenilikçilik (ceditçilik) hareketi, Rusya’daki tutsak toplumların tümünün bağımsızlık istemlerini artırmada önemli bir etken oluyor. 1905 Rus Devrimi, Rusya Türklerinin bir araya gelmesini sağlayamıyorsa da bu toplumun da harekete geçmesinde bir kıvılcım işlevi görüyor. Onlar da kongreler toplamaya, birçok gazete ve dergi yayımlamaya, eğitimi ilerletmeye başlıyorlar.

Çarlık Rusya Türkleri arasındaki uyanış, 1905 Devrimi’nden önce başlıyor. Avrupa’da çok önceleri yaşanan Rönesans ve Reform hareketlerinin güdülemesi, kültürel gelişmeler ve 18. Yüzyıl’da sanayi devrimine erişilmesi ile çağdaş toplum yapısı oluşuyor.

Dünyanın birçok ülkesi, Avrupa’daki bu baş döndürücü devrimi anlamaya ve birtakım ıslahatlara ve düzeltimlere (reformlara) girişiyor. Bunların arasında Osmanlı Devleti de vardır. Ancak bunlardan yalnızca Japon ve Rus çağdaşlaşması başarılı olabiliyor. Bu çağdaş gelişmeler, Türk dünyasının aydınlarını da imrendiriyor. Bunun sonucu olarak bu aydınlar da var olan durumu sorgulamaya, olması gerekenlerle ilgili düşünce üretmeye başlıyorlar. Rusya’daki Türkler arasında yenileşme hareketlerinin başlamasında, Rusya sömürgeciliğine karşı duyulan tepki ile Osmanlı Devleti’ndeki yenileşme hareketleriyle tanışma, etkili oluyor. Bu hareket, 1905’ten sonra da siyasal boyut kazanıyor. Söz konusu uyanış, öncelikle İdil-Ural, Kırım ve Azerbaycan’da; daha sonra da Türkistan’da yayılıyor. Rusya’daki Türkler üzerinde bu konuda en çok, İsmail Gaspıralı (1851-1914) ile onun çıkardığı Tercüman gazetesinin (1883-1918) etkili olduğu görülüyor.

Türk-İslam dünyasını Batıya göre geri kalmışlıktan kurtarmanın birincil çaresinin, “akla ve bilime uygun yeni yöntemlerle eğitim ve bilim yapmak” olduğu görüşü ağırlık kazanıyor. Türk dünyasını Avrupa’daki Rönesans, Reform ve Aydınlanma felsefesinin getirilerinin tümüyle buluşturmak amacıyla Yeni Yöntemler’in (Usul-ü Cedid’in) izlenmesine karar veriliyor. Bütün Türk dünyasının birlik içinde hareket etmesine yönelik bu düşünce ve eylemin sloganı olarak “Dilde, İşte ve Düşüncede Birlik” belirleniyor.

Yalnızca halkın bağımsızlık bilinci kazanmasında değil, Yusufbeyli’nin ulusal savaşımda halkla bütünleşmesinde de öbür ulusal savaşım yolcuları üzerinde de Türk dünyasının ulusal uyanış hareketindeki öncüsü, ünlü Türk düşünürü, eğitimci, yazar İsmail Gaspıralı, “en önemli yol gösterici” oluyor.

İsmail Gaspıralı, Tercüman gazetesinin 20. kuruluş yıldönümü dolayısıyla 1903’te Rusya Türklerinin önde gelen kişilerini bir araya getiriyor. O toplantıya Odesa Üniversitesi Müslüman Öğrencileri Derneği temsilcisi sanıyla katılan Nesip Yusufbeyli, orada, Rusça yazılmış teşekkür yazısını okuyor. Bu toplantı, Rusya’daki Türklerin ilk ulusal kongresi niteliğine bürünüyor. Rusya’nın ayrı bölgelerinden bir araya gelen Türk aydınları, Rusya Türklerinin ulusal sorunlarını, ulusal kültürlerini yaşatma çarelerini, bu konularda alınması gereken önlemleri ilk kez görüşmüş oluyorlar.

1905’te Ermeni Taşnak Cemiyeti eşkıyalarının Azerbaycan Türklerine yönelik soykırımı girişimlerine, 1906’da Ahmet Ağayev’in Kafkasya Türklerinin ilk ulusal örgütü olarak kurduğu ve Nesip Yusufbeyli’nin de etkin üyesi olduğu Difai Partisi’nin çabasıyla son veriliyor. 1907’de Yusufbeyli, aynı zamanda gençler için düşünce ve örgüt merkezi işlevini yürüten bir kitap dükkânı açıyor. Aynı yıl, Odesa Üniversitesi kapanınca Yusufbeyli, Bahçesaray’a taşınıyor ve Gaspıralı’nın Tercüman gazetesinde çalışmaya başlıyor. İki yıl içinde, sol görüşlülüğü, Gaspıralı’nın etkisiyle ulusalcı düşüncelere evriliyor ve Tercüman gazetesinde Çar hükümetinin Rusya’da yaşayan halklara zulmünü eleştiren toplumsal-siyasal yazılar yazıyor. Bunun yanı sıra Kırım Tatarlarının edebi-kültürel etkinliklerinde, Azerbaycan tiyatro yapıtlarının Bahçesaray’da sahneye konulmasında sanat danışmanlığı yapıyor. Kimi oyunlarda kendisi de rol alıyor.

Devrimci etkinlikleri nedeniyle Çar hükümetince izlenmekten yorulan Yusufbeyli, öğrenimini yarıda bırakarak Türkiye’ye geliyor. Bir süre yaşadığı İstanbul’da, Türk Derneğinin kurucularından ve etkin üyelerinden biri oluyor. Ne ki Sultan istibdadı yüzünden 1909’da Gence’ye dönmek zorunda kalıyor. Orada bir yandan kent belediyesinde çalışırken bir yandan da Medrese-i Ruhaniye’de ders veriyor ve medresenin ıslahı için çaba gösteriyor. Türkiye’den öğretmenlerin ve ders kitaplarının getirilmesini sağlıyor.

Gence’de ilk kütüphaneyi Yusufbeyli açıyor. Bu kütüphanede, Azerbaycan Türkçesiyle yazılmış kitaplar bulunuyor. Yusufbeyli, bundan başka birçok gazeteye yazı yazmayı, birçok dernekte gizli devrimci etkinlikler göstermeyi sürdürüyor. Sık sık Bakü’ye giderek siyasal ve toplumsal gelişmeleri öğrenmeye çalışıyor. Açık Söz gazetesinin baş redaktörüyle ve önde gelen kimi aydınlarla buluşuyor ve onların özgürlük savaşımı konusundaki önerilerini öğreniyor.

Nesip Yusufbeyli’nin 1910-1918 arasında Türk Adem-i Merkeziyet Partisini kurmak, yerel yöneticilik ve hayır işleriyle uğraşmak, siyasal konuşmalar yapmak, partisinin Müsavat Partisiyle birleşmesini kolaylaştırmak, Azerbaycan Milli Şurası’na, Kafkasya Seymi’ne katılmak gibi çok geniş ve büyük etkinlikleri, onu Güney Kafkasya bölgesinin etkisi büyük bir önderi durumuna getiriyor.

Azerbaycan’ın önde gelen öbür aydınları gibi Yusufbeyli de 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra, otoritenin zayıflaması sonucu, siyasal etkinliklerini açıktan sürdürmeye başlıyor. Gence’de Müslüman Milli Şurası’nın gizli sorunlarını ele almakta olan komisyona rehberlik ediyor. Nevruz Bayramı’nda, Azerbaycan’a özerkliğin tanınması amacı doğrultusunda çaba gösteren Türk Adem-i Merkeziyet Fırkasını kurduğunu duyuruyor. Yusufbey’in özerklik istemi, Bakü’de yapılan Kafkasya Müslümanları Kurultayı’na katılanların tümünün desteğini görüyor. 1917’de birleşen iki parti, Türk Adem-i Merkeziyet Fırkası Müsavat adını alıyor. Parti, Resulzade’nin önderliğinde, merkezi olan Bakü’de etkinlik gösteriyor. Yusufbeyli de Gence şubesinin başkanlığını yürütüyor.

Yusufbeyli, 1918 Nisan’ında Zakafkasya Seymi Hükümeti’nde Eğitim Bakanı oluyor. 26 Mayıs’ta, Seym sonlandırılarak Gürcistan Bağımsız Cumhuriyeti ilan ediliyor. Bunun üzerine 27 Mayıs’ta Fethali Han Hoyski’nin önderliğinde, Seym’in Müslüman Grubu’nun olağanüstü toplantısında Resulzade’nin başkanlık ettiği Geçici Ulusal Şura oluşturuluyor. Bu şuranın yönetim kurulu üyelerinden biri olarak da Yusufbeyli seçiliyor. Şura, 28 Mayıs tarihindeki toplantısında, Azerbaycan’ın bağımsızlığını doğrulayan Bağımsızlık Bildirisi’ni ilan ediyor. Kendisine Azerbaycan Halk Cumhuriyeti hükümetinin oluşturulması önerilen Fethali Han Hoyski de yeni hükümet listesini Geçici Ulusal Şura’ya sunuyor. Böylece 28 Mayıs 1918’de Tiflis’te kurulan ilk Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nde Yusufbeyli de Maliye ve Halk Eğitimi Bakanı olarak yer alıyor. Bir yıl kadar yürüttüğü bu görevi sırasında, eğitim sisteminin yeniden düzenlenmesi, ilköğretim okullarında derslerin anadilde verilmesi, ulusal alfabeyle ders verilmesi, yeni okulların açılması, eleman yetiştirme kurslarının düzenlenmesi, Bakü Devlet Üniversitesi’nin eğitim öğretime hazırlanması gibi pek çok uygarlaşma işinde emek harcıyor.

Başbakan Hoyski, sağlık nedeniyle 25 Şubat 1919’da hükümetin istifasını sunmasından sonra hükümeti kurma görevi, Yusufbeyli’ye veriliyor. Böylece Yusufbeyli, Azebaycan Halk Cumhuriyeti’nin İkinci Başbakanı oluyor. Yusufbeyli, görevi sırasında Azerbaycan’ın pek çok sorununu çözmeyi hedefliyor. Bunlar arasında, yayın özgürlüğü, toplumsal ve demokratik ilkelerin yaşama geçirilmesi de yer alıyor. Kısa sürede toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanda önemli gelişmelerin sağlanması, bağımsızlığın pekiştirilmesi amacıyla düzenli bir ordunun kurulmaya çalışılması, İngiliz yanlısı bir dış siyaset yürütülmesi, demokratik bir cumhuriyet kurmanın başarılması, onun görev süresi içinde gerçekleştiriliyor.

Ulusun bağrından yetişmiş, yaşamını Azerbaycan’ın bağımsızlığına adamış büyük devlet adamı Nesip Yusufbeyli, ne acıdır ki ulusal savaşımına kurban ediliyor. Kimin gerçekleştirdiği konusunda kesin bir bilgiye ulaşılamayan bir suikast sonucu, daha otuz dokuz yaşındayken “kanlı Rusya döneminin kurbanı” oluyor.

Türkiye’ye sığınmayı başaran Şefika Hanım, eşi Yusufbeyli’den bir haber alamıyor. Bilinen gerçek şudur: Yusufbeyli, bağımsız bir ulusal devlet inancını taşıyan, birçok eşitlikçi gibi siyasal olayların ve ihanetin sonucu işlenen bir suikasta kurban gitmiş; “bu büyük devlet adamı ve onun arkadaşları, umutlarını Azerbaycan’ın evlatlarına devretmişlerdir.”

Şefika Gaspıralı ve Öteki Kadın Kimdir?
Nesip Yusufbeyli’nin, söz konusu ettiğimiz mektupları kendisine yazdığı, “Türk dünyasında ün kazanmış Tercüman gazetesinin redaktörü, eğitimci, Türkçü düşünür İsmail Gaspıralı’nın kızı Şefika Gaspıralı, Tercüman’ın basılıp dağıtımında, babasının adeta sağ koludur. Şefika, babasının konumu nedeniyle aydın bir çevrede büyümüş, hep basın-yayının içinde olmuştur. Daha sonra da eli kalem tutan bir kadın hakları savunucusu, politikacı ve etkinlikçi (aktivist) olarak tanınmıştır.

1886’da doğan Şefika Gaspıralı’nın annesi Zühre Hanım, Kazan Türklerinin tanınan, zengin ve eğitime önem veren, ulussever aydın Akçura ailesinden olup Yusuf Akçura’nın halasının kızıdır. Döneminin “sıra dışı, üstün nitelikli, aydın bir Türk kadını olan Zühre Hanım, basın işleriyle uğraşmıştır.” Kızların eğitimi yolunda savaşım vermiş olan İsmail Gaspıralı’ınn Bahçesaray’da, Rusya’da 1884’te açtığı Yeni Yöntem Okulu’nda, İsmail Gaspıralı’nın kız kardeşi Selime Pembe Hanım, öğretmenlik yapmaktadır. Ailenin sekiz çocuğunun en büyüğü olan Şefika’nın yetenekli bir çocuk olduğunu gören İsmail Gaspıralı, ona okuma yazmayı, okula gitmeden, kendisi öğretiyor. Sonra Şefika, bir yıl, halasının Yeni Yöntem Okulu’na devam ettikten sonra, özel öğretmenlerce eğitiliyor ve çok iyi Rusça öğreniyor. Akçuralılar soyunda öncelik taşıyan Türkçülük düşüncesi, Şefika Gaspıralı’yı da derinden etkilediği için o da bu yolda şavaşıma katılıyor.

Şefika Hanım, öte yandan da babasının toplumu eğitme etkinliklerini içselleştirmiştir. Dönemin edebi çevresi, siyasal ve toplumsal olayları da Şefika Hanım’ın yaşama bakışının belirleyicilerinden biri olmuştur. Bütün bu etkilenmeler sonucu 1903’te, kadınlara karşı gösterilen olumsuz tutum ve davranışlar, onun, Türk dünyasının kadınlarının hak ve özgürlüklerini savunma amacıyla basın yayın işlerine başlamasına yol açıyor. 1906’da daha on altı yaşında bir öğrenci iken babasının desteği ile haftalık Âlem-i Nisvan (Kadınlar âlemi) dergisinin yayımını başlatıyor. Bu derginin özendirmesi sonucu, birçok yerde kız okulları açılıyor. On yedi yaşında, Tercüman gazetesinde ilk makalesi yayımlanıyor. Çıkardığı dergiyle ve başka girişimleriyle yalnızca Kırımlı kadınların değil; tüm Müslüman kadınların toplumsal statüsünün iyileştirilmesi, Müslüman kadınların eşit haklar kazanması, eğitimlerine ve çalışmalarına konulan geleneksel sınırların kaldırılması için çareler arıyor. Dergi, zamanla Rusya ve Orta Asya’da çok sayıda okura ulaşmayı başarıyor.

Âlem-i Nisyan, çocuklar için Âlem-i Sıbyan ve bilim, edebiyat, siyaset, tarih, dinsel bilgiler, ev düzeni, çocuk eğitimi, sağlık, dikiş nakış konularında Müslüman kadınları bilgilendirme amaçlı bir mizah dergisi olan Ha-ha-ha adlı iki ayrı yayının daha çıkmasının yolunu açıyor. Ne yazık ki tüm çabalara karşın dergi, 1911’de kapatılıyor.

Şefika Hanım’ın kadınlar konusunu birincil uğraşı durumuna getirdiğine Nesip Bey’in mektuplarında da tanık oluyoruz. Şefika Hanım, Nesip Bey’in, kadın sorunlarına ilişkin görüşlerini merak ettiği ve ona sık sık bu konuyla ilgili sorular sorduğu anlaşılıyor. Örneğin, Yusufbeyli, 9 Mayıs 1904 tarihli mektubunda bu konuyla ilgili, olarak kendisine şunları yazıyor:

“Siz benim kadınlar hakkındaki görüşlerimi öğrenmek (mi) istiyorsunuz? Hay hay…

Niçin kadınlar erkeklerin sahip olduğu haklara sahip değiller?.. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip oldukları zamanları görmeyi hayal etmek bile zordur. Bu, her açıdan kadınları daha zayıf varlıklar olarak yaratan doğanın suçudur. Elbette ki bu durum, erkekler kadınlara göre daha akıllı ve daha gelişmiştir anlamını vermiyor. Bazı kadınlar zekâ açısından binlerce erkeğe göre çok daha üstündür.

Halkımız, ilkellikten çok fazla ileri gidememiştir. Erkeklere göre daha zayıf olan kadınlarımız da daha kötü durumdadırlar. Acınacak durumda olan kadınlarımız, hayvanlara verilen hakları dahi kullanamıyorlar. Yüzü açık olarak bile dolaşamıyorlar.”

Tercüman gazetesinin çevresinde gelişen eğitim etkinlikleri, yenilik düşüncesi, Türkiye, Tataristan ve Azerbaycan Türklerinin birbirine yakınlaşmalarına ve Türkçülük akımının güçlenmesine yol açmaktadır Türk dünyasının uyanışı yoluna baş koyan gençler de iyi eğitim görmüş aydın, yenilikçi Türk, Tatar ve Başkurt kızları ile evlenmeye yönelmeye başlamışlardır. İşte o gençlerden biri de Nesip Yusufbeyli’dir. Şefika Hanım, Yusufbeyli ile Odesa Üniversitesi öğrencisi olarak Bahçesaray’a İsmail Gaspıralı’yı görmeye geldiğinde tanışıyor. O sırada Şefika Hanım on altı; Nesip Bey de yirmi bir yaşındadır. Nesip Bey, Şefika Hanım’ın becerikliliğine, üstün kavrayış gücüne ve alımlılığına hayran kalıyor. Şefika Hanım da Nesip Bey’e ilgisiz kalmıyor.

İlk aşamada dostluk biçiminde başlayan ilişkiler, daha sonra duygusal ilişkiye dönüşüyor. Nesip Bey, ilk mektubunu, annesini yitiren Şefika Hanım’ı teselli etme nedeniyle yazıyor. İkili arasında en yoğun mektuplaşma, 1904’te gerçekleşiyor. İlk mektuplar, daha çok dostluk, ulusal-siyasal konular üstünedir. Mektuplar, daha sonra duygusal içerik kazanmaya başlıyor. Önceleri, bu ikilinin siyasal görüşleri de farklıdır. Şefika Hanım, Türkçü; Nesip Bey ise Türkçü-sosyalisttir. Zaman içinde, Yusuf Bey de İsmail Gaspıralı’nın etkisiyle ulusalcılığı benimsiyor.

Nesip Bey, 1904’te Şefika Hanım’la nişanlandıktan sonra ona yazdığı mektupların daha önceki bir yıl boyunca “Saygıdeğer Şefika Hanım, Şefika Sultan” biçimindeki başlıklarını “Sevgili Şefim”e dönüştürüyor. Evliliğe atılan bu adımın mutluluğunu şu satırlarla iletiyor Şefika Hanım’a:

“Sevgili Şefim! Sanırım bundan böyle sana bu şekilde hitap edebilirim. Değil mi? Bir baksana bu iki kelime kulağa ne kadar hoş geliyor: Benim Şefim! Ne kadar hayat, güzellik, mutluluk dolu iki kelime. Artık benimle alay etme: Zira bu dünyada ömrün sonuna kadar senin adını “Benim Şefi!” olarak emin bir şekilde defalarca söyleyebilecek tek insanım. Niçin susuyorsun Şefika? Cevap ver! Durmadan tekrarla: “Seninim” … Canım, kıymetlim, meleğim, söyle! Söyle ki ben de buradan duyabileyim veya en azından hissedebileyim. Ben dinliyorum… Ancak bir şey duyamıyorum!!! Evet ya, unuttum! Şu an uyuyor olmalısın, tabii ki. Sizde şu an gecenin üç buçuğudur…”

Sevgililer, iki yıl nişanlı kaldıktan sonra evleniyorlar. Şefika Hanım, bir süre sonra, babasının yükünü azaltmak amacıyla eşini de yanına alarak Kırım’a gidiyor. Kardeşi Rıfat Bey ve eşi ile birlikte Tercüman gazetesinin yükünü üstleniyor. Nesip Bey, okulunu bitirinceye dek orada kalıyorlar. 1908’de Kızları Zühre; ertesi yıl da oğulları Niyazi dünyaya geliyor.

İhanetin Yol Açtığı Düş Kırıklığı
Nesip Bey, 1912’de görevi nedeniyle Gence’ye gitmek zorunda kalınca Şefika Hanım da iki çocuğuyla birlikte, temelli Gence^ye taşınıyor. Çağdaşlaşma ve Türk kadınlarının eğitimi ile ilgili çalışmalarını orada sürdürüyor. Burada aile yaşamı sorunsuz sürerken, Şefika Hanım, Nesip Bey’in ihanetini öğreniyor ve dünyası yıkılıyor. Yüreğinde Nesip Bey’in sevgisini taşıyan, Rusya’da yaşamakta olan Türk kadınlarının haklarının savunuculuğunu yapan, onların çağdaşlaşmaları savaşımına öncülük eden bu aydın Türk kadını, Nesip Bey’in, imam nikâhlı ikinci bir eşinin bulunduğunu; dahası o kadının, kendi arkadaşlarından, Aynülhayat Baişova olduğunu öğreniyor.

Kazan Tatarlarından Aynülhayat Hanım, Azerbaycan’ın ulusal savaşımında, Nesip Yusufbeyli ile birlikte ön saflarda bulunmuş, Yüksek Kız Okulu’nu bitirmiş olan hem öğretmenlik yapmış hem de eğitim kurumlarında üst düzey görevlerde bulunmuş bir bürokrat, matematikçi, ilk Müslüman Türk kadınıdır. Gence ve Bakü, onu Nesip Yusufbeyli’nin eşi olarak tanımaktadır.

Nesip Bey, Bahçesaray’da kalırken ara sıra gittiği Gence’de öğretmenlik yapan bu güzel ve aydın kadınla, Aynülhayat Hanım’la birlikte yaşıyor. Şefika Hanım, bu onurunu kıran, dünyasını karartan saygısızlık, ihanet ve bencillik ile ilgili duygularını, Nesip Bey’in kendisine yazdığı bir mektubun sonunda şöyle dile getiriyor:

“Ay riyakâr! Soktu beni senelerce pis safarabat evine, muhitine, ailesine… 2 odalı bir evcik, çocuklarla baş başa, bir güncük göstermedi! Ve… sonra Aynülhayat’a sığınacak “ev” gördü. Lânet.”

İsmail Gaspıralı’nın ailesinde büyüyen, feminist düşünceli bu kadına eşinin yaşattığı bu “bağışlanması olanaksız” ihanet, ailenin dağılmasına yol açıyor. Şefika Hanım, aldığı karar gereği, önce çocuklarını Bahçesaray’a gönderiyor. Ardından da kendisi gidiyor. Bir yandan aydın, soylu bir kadın kimliği nedeniyle; öte yandan da kötüye giden sağlık sorunları yaşayan babasını üzmemek için, yaşadığı bu ihaneti ona duyurmuyor; kayınvalidesiyle geçinemediği için Kırım’a dönme kararı aldığını söylüyor, babasına. Çevresindekilere de babasının rahatsızlığı yüzünden Tercüman’la fazla ilgilenemediği için kendisine gereksinim duyduğunu bildiriyor.

1920’de Nesip Bey öldürüldükten sonra, aile ocağı sönüyor. Şefika Hanım, iki çocuğuyla birlikte Türkiye’ye geçmeyi başarıyor. Bakü’de kalan Aynülhayat Hanım’ı ise polis aramaya çıkıyor. Korkuya yenilmeyen Aynülhayat Hanım, ertesi gün karakola gidiyor ve “Beni siz mi aradınız? Buyurun ben buradayım. Benim eşim öldürüldü. Kendim, eğitim kurumunda çalışmaya devam ediyorum. Bu halkın çocuklarına eğitim veriyorum. Benden daha ne istiyorsunuz? Buralardan kaçmak gibi bir düşüncem yoktur. Burada kalacağım ve çalışmaya devam edeceğim.” diyor.

Dediği gibi davranıyor. Bakü Azerbaycan Üniversitesi’ne bağlı Türk İşçi Üniversitesi’nin Müdürlüğünü ve Eğitim Derneği Başkan Yardımcılığını sürdürüyor. Bu arada, dünyaya getirmiş olduğu kızını yitirişi ise onu derinden sarsıyor.

Sürekli izlendiğini bilen Aynülhayat Hanım, yurdundan uzaklaşmak istemese de 1937’de Stalin’in yarattığı 1937 Kızıl Terör yılında, Taşkent’te yaşamakta olan kız kardeşinin yanına kaçıyor. Bir süre, orada İktisat Enstitüsü öğretim üyesi olarak çalışıyor. 1944’te bir yolunu bularak çok özlediği Bakü’ye dönüyor. Bir süre Azerbaycan Devlet Pedagoji Enstitüsü’nde ders veriyor. Ancak 1949’da açığa alınınca, bu kez Moskova’ya kaçıyor. Ardından Tataristan’a oradan da yeniden Taşkent’e geçerek Özbekistan hükümetine sığınma başvurusu yapıyor. 1952’de yeniden Bakü’ye döndükten üç yıl sonra da yaşamı sona eriyor.

Yusufbeyli’nin yaşamına giren ileri görüşlü, ulusal savaşımın ön saflarında yer alan, Türk toplumuna yararlı genç kuşaklar yetiştirmeye gönül veren ve bu alanda görev üstlenen bu iki yurtsever kadının da mutlu bir yuvası olamıyor. Ömürlerini toplumsal sorunların çözümüne adayan insanların, sıradan bir kadın gibi mutlu bir aile yuvası kurmaları, zaten beklenilir bir durum değildir.

Şefika Hanım da Türkiye’de yoksulluk içinde yaşamını sürdürüyor. Çocuk yetimhanelerinde, Kızılay’da çalışarak, çeviriler yaparak yaşama tutunmaya çaba gösteriyor. Kendisi gibi Türkiye’ye sığınan kardeşleriyle bağını koparmadan, onlara da destek olmaya çalışıyor. Kırım’da kalan tek kardeşi Rıfat’ın özlemiyle yaşamını sürdürüyor. Oğlu Niyazi’ye yükseköğrenim yaptırıp onun öğretmen olmasını sağlıyor. Kızı Zühre, Erenköy Kız Kolejinde okuttuktan sonra Edebiyat Fakültesi’nde eğitim görüyor.

Sıkıntılarına ve sağlık sorunlarına karşın, siyasal etkinliklerine Türkiye’de de ara vermiyor. 1930’de Kırım Kadınlar Derneği’ni kuruyor. Bu yolla birtakım ulusal değerlerin unutulmaması için Kırım kökenli kadınları bir araya getiriyor. Ayrıca bu dernek aracılığı ile Kırım Türklerine yapılan insanlık dışı tutum ve davranışları dünyaya duyurmaya çalışıyor. Şefika Hanım, u kez b1965’te, oğlunun ölümünün acısını yaşıyor. Kendisi de 1975’te, 89 yaşında bu dünyadan ayrılıyor.

Sonuç
İki yıl boyunca kılı kırk yararak gerçekleştirilen bilimsel temelli bir araştırmanın ürünü olan bir yapıtın ne anlam ve önemini ne de tadını tuzunu dile getirebilecek güçtedir, benim bu yazım. Konuya ilgi duyanlarda biraz olsun, kitabı okuma isteği uyandırabilirse, işlevini fazlasıyla yerine getirmiş olacaktır. Nesip Yusufbeyli’den Şefika Gaspıralı’ya Mektuplar’ın taşıdığı değeri anlamak, yakın tarihin belli bir döneminde Türk dünyasında olup bitenleri kavramak, bence, bu yapıtı okumakla olasıdır.

Onca ilginç yaşanmışlıkların ve bu mektuplarda ele alınan her konunun bir edebiyatçı kaleminde görülen yalın, anlaşılır ve akıcı bir dille yazılmış olması, benim bu yazdıklarımın, söz konusu yapıtı yeterince tanıtmasını zorlaştıran bir başka nedendir. Onun için diyorum ki bu yapıtta nelerin, nasıl bir yetkinlikle anlatıldığına tanık olmak isteyenlerin yapması gereken, yapıtı baştan sona, su içer gibi okumalarıdır, diye düşünüyorum.

Bir dönemin ve o dönemde bir Türk topluluğunun (ya da Türk toplumunun) baş kişilerinin yaşadığı ve yaşattığı mutluluklarla mutsuzluklar, eğrisiyle doğrusuyla bu denli yetkinlikte anlatılamazdı. Bu bağlamda “Eline, emeğine sağlık, yazarın!” diye bitirmek istiyorum yazımı.

_______________

Minara Aliyeva Çınar. Nesip Yusufbeyli’den Şefika Gaspıralıya Mektuplar. Ötüken Neşriyat. İstanbul, 2018.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir