Mutluluğun Felsefesi

Sayı 21- Kıssalar ve Eğitim (Ocak 2009)

Hiç birimizin inkâr edemeyeceği bir gerçek vardır: Hepimiz mutlu olmak isteriz.  Neredeyse tüm hayatımız boyunca mutluluk peşinde koşarız.  Arayışlarımız süreklidir.  Çaba, “Acaba” kaygısı dönüşümlü olarak hayatlarımızı kuşatır.  Hedeflere varınca mutlu olacağımızı zannederiz.  Oysaki ulaştığımız her hedef, yepyeni uzantı ve arzuların habercisidir.

Nedir mutluluk? Nasıl elde edilir? Bir kazanım mı, ilahi bir hediye mi?  İnsan kendi kendine mutluluğa ulaşmayı başarabilir mi? Mutlu olmanın ne demek olduğunu biliyor muyuz? Yoksa sevinç ve mutluluk kavramlarını karıştırıyor muyuz? Peki, huzur nedir?  Mutluluk ve huzur aynı şeyler midir?  Her mutluyum diyen huzurlu mudur? Huzur olmadan mutluluk olur mu?

Mutluluk, “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, mut, olgunluk, kut, saadet, bahtiyarlık” olarak tanımlanabilir. Huzur ise, “Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç”tir.[1] Tanımlardan da anlaşılacağı gibi huzur ve mutluluk iç içe iki işlevdir.  Ama aynı zamanda birbirlerinden ayrı ve farklıdır.  Her ikisinde de istekler ve ulaşılabilirlikler söz konusudur. Ulaşabildiklerimizin ve hedeflediklerimizin oranıyla ilgilidir bu kavramlar.  İstekler ve ulaşılmışlar arasında denge sağlamış olmak gerekir mutlu olabilmek için.  İsteklerimiz, eriştiklerimizden az olmalıdır. Yani yapabildiklerimiz hedeflediklerimizin önüne geçebilmelidir.

Arzuların sonu yoktur!  İnsan sürekli değişim ve gelişim içerisindedir.  Amacımız hep ileriye ve daha iyiye ulaşmaktır doğal olarak.   Eldekiyle yetinmek faydalı olabilir mi?  Kanaatkâr olmak ya da?  Mutluluk gelip geçebilir, bugün hoşumuza giden bir durum, ilerde sıkılmamıza yol açabilir. Hasta için en büyük mutluluk sağlıktır, parası olmayan için zenginliktir.  Bütün bunlar zamanla değişebilir.  Huzur ise daimidir.  Sağlam inanç, hayata sıkı sıkıya tutunma, erdem, kaygılardan arınma, şükür, kutsala bağlanma (Kişi neye inanıyorsa onun için kutsal odur) huzura açılan kapıdır.

“Spiritüalist görüşe göre mutluluk amaç değildir, sonuçtur.  Ruhun dünyaya gelme amacı mutlu olmak değil, tekâmül etmektir.”[2] Tekâmülde ilerleme söz konusudur.  Yaradılış gereği insan daima gelişir ve değişir.  Gelişim, ilerleme ve insanın halden hale geçişi sonsuzdur.  Süreklilik ve hareket vardır. Tanrı sonsuzdur. Bizler ise “Ne kadar çok yaşarsak yaşayalım, baki olan yine ölümdür.”[3] Geri dönüşümüz ise söz konusu değildir.

Bana göre ise mutluluk hem amaç, hem yaşayabilmemiz için araç, hem de sonuçtur. Mutlu olmayan, mutlu edemez.  Madde geçicidir. Ama maddeye ulaşmadan da bir yere varılamaz.  Huzur ve mutluluk için hem madde hem de erdem gerekir.  Maddi ve manevi doyum beraberdir.  İnsanoğlu kendi mutluluğunun peşinden koşarken, başkaları için de çaba sarf etmelidir.  Huzur beraberinde sevgiyi getirir.  Huzur ve sevgi ayrılmaz iki parçadır.  Sevgi sihirli bir anahtardır.  Kendini sevmeyen başkalarını sevemez.  Paylaşmayan, emek vermeyen insan yalnızdır.  Doğası gereği insan yalnız yaşayamaz, başkalarına muhtaçtır. Ruhsal doyumun yolu sevgi, emek ve paylaşımdır.  Ruh sevgi, sevinç, inanç ve huzurla doyuma ulaşır.  Huzura ulaşan ruh kendini gerçekleştirir.

“İnanmak, ruhun şüphe ve tereddütlerden kurtulması demektir.  Manevi huzur ve sükûnet için bundan daha rahat bir sığınak yoktur.”[4] Demek ki huzur ve mutluluğa erme konusunda inanç son derece önemli bir yer tutmaktadır. Ancak inanca ulaşana dek, hiç kuşkusuz tereddüt ve şüphelerimiz de var olacaktır. Önemli ve gerekli olan her iki olguyu da yerli yerinde kullanabilmeyi bilmektir. Yani ne inancı ne de şüpheyi abartmak doğru değildir.  Acı ve kötülüğü istemeyiz.  Ancak acı ve kötü olmadıkça da rahat ve huzurun kıymetini bilmeyiz.  Yokluktan ve kıtlıktan korkarız, nimeti çok bulunca da bıkarız.

“Aristoteles’ e göre insanın bütün değerli faaliyetlerinin iki kaynağı vardır: Fazilet ve akıl.  Yani fazilete uygun davranışta bulunabilmek için aklın öncülük yapması şarttır.  Akıl sadece insana ait bir özellik olduğuna göre sonuç şudur: İnsan için yaşaması mümkün olan en mutlu hayat, düşünce ve idrak hayatıdır.  Yaşayan ve aklının gösterdiği doğrultuda hareket eden kimse insanların en düzenlisi ve Tanrının en sevgilisidir.  Aklını iyi kullanan ve kendini tamamen düşünce hayatına veren kimse filozoftur.  Demek ki en mükemmel mutluluğa filozoflar sahiptir.”[5]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir