Le Monde Diplomatique’in Ekim-Kasım 2023 sayısında, “1923-2023 TÜRK YÜZYILI” başlığı altında, 98 sayfalık özel bir sayı yayımlandı. Görebildiğim kadarıyla, Türk basın yayın organlarında, bu çalışmaya yer verilmedi. Ben de, Le Monde gazetesini internet üzerinden okurken fark ettim ve Fransız arkadaşım Gérard Gautiher aracılığıyla bu sayıyı edinebildim.
Ön kapakta, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir fotoğrafı, hemen yanında Türk Bayrağı, alt tarafında sokakta top oynayan çocuklar, en altta ise “1923-2023 LE SIECLE TURC” yazısı yer alıyor.
İçerikte; Akram Belkaid’in, ss: 4-5 “Türkiye Bekleyecek” başlıklı makalede, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek için yaptığı başvurular, tarihsel süreç içinde ele alınmakta, bu gidişle, daha çok beklemesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Değişik bakış açılarının sergilendiği bölümdeki yazıların ve incelemelerin başlıkları ve kısa içerikleri ise öyle:
– “Avrupa ve Yakın Doğu Arasında Bir Köprü”, Cécile Marin, ss:.6-7: “Geniş bir harita üzerinde; Türkiye’nin belli başlı kentleri, komşuları, yeraltı ve yerüstü kaynakları, temel altyapıları, otoyolları, demiryolları, ticaret limanları, barajları, sınır güvenlikleri, Kürtlerin, Arapların, Azerilerin, Kafkas kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler gösterilmektedir” (…)
– “İmparatorluktan Yüzyıllık Cumhuriyete”, Olivier Pironet ve Youness Machichi Bouhlali, ss: 8-9: “Belli bir tarihsel süreç içinde; “Avrupa’nın Hasta Adamı”ndan, Bağımsızlık Savaşı’na, batılılaşma ve modernleşme dönemleri ele alınmakta; AKP hükümetleri döneminde yaşanan önemli olay ve olgulara yer verilmektedir” (…)
– “Aydınlanmacı Bir Diktatörlükten Tehdit Altında Bir Demokrasiye”, Ariane Bonzon, ss: 10-14: “2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilleri seçimleri, Türkiye’nin kendi kendisiyle barışık olmadığını gösterdi. Mustafa Kemal’in, Cumhuriyetin doğuşunda karşılaştığı sorunlar, tam olarak aşılmış değil. Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği saldırgan dış politikayla, bu sorunlar yeniden gün yüzüne çıkarırken hem toplumu kutuplaştırıyor hem de ülkesini geleceği belli olmayan bir yüzyılın içine sürüklüyor” (…)
– “Başdöndürücü Bir Modernleşme”, s. 15: “Reformcu, milliyetçi, batıcı, devrimleriyle Kemalizm; gözalıcı siyasal, ekonomik, kültürel dönüşüm izlencesiyle yıkık bir imparatorluğun kalıntıları üzerine Cumhuriyeti kurma çabasıydı. XX. yüzyılın en görkemli deneyimlerinden biri olan bu hareket, tam olarak başarıya ulaşamadı…”
– “Ve Mustafa Kemal Modern Türkiye’yi Yarattı”, Taner Timur, ss.16-19: “Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı İmparatorluğu’nun paramparça edilmiş durumda. Çanakkale Zaferi’nin yıldızı General Mustafa Kemal, Anadolu’nun bütünlüğünü kurtarmanın halen daha olanaklı olabileceğine inanan çok az kişiden biridir. Utkuyla yönettiği ulusal direnişin ardından, Lozan’da, Batılı devletler karşısında, istediği elde etmiş, 1923 tarihinde de, Cumhuriyet’i ilan etmiştir. (…) Reformculuk, ulusalcılık, batıcılık düşünceleri doğrultusunda; inanılmaz bir dönüşüm izlencesiyle siyasal, ekonomik, ekinsel ve yönetsel birçok alanda devrimler gerçekleştirmiştir” (…)
– “1980 Askeri Darbesi’nin Yarattığı Dalgalanmalar”, LUCIE DRECHLOVA ve JOSEPH RICHARD, ss.29-22: “20. Yüzyılda, Türk Ordusu, dört kez siyasal yaşama müdahale etti: 1960, 1971, 1980, 1997. Ancak, bunların içinde, en çok 1980 darbesi, toplumu ve kurumlarını derinden etkiledi. Acımasızca sürdürülen bir baskı ve şiddetle, bir yandan, her türlü muhalefeti, özellikle de sol muhalefeti yerle bir ederken, bir yandan da sınırsız bir ekonomik liberalizmin yollarını açtı” (…)
– “Nâzım Hikmet, şair ve militan”, Charlotte Kan, s.22: “Nâzım Hikmet, en büyük Türk şairi olarak nitelendirilir. Tutukevlerinde ve sürekli sürgünlerde geçen yaşamı, 20. yüzyıl Türkiye’sinin çalkantılı siyasal yaşamının da tanıklığıdır” (…)
– “‘Kültürel Devrimle’ Örülen Ulusal Birlik”, PERTEV NAİLİ BORATAV, ss. 23-25: “Mustafa Kemal Atatürk’ün, bin yıllık gelenekle bağını kopararak, gerçekleştirdiği reformların temel amacı, öncelikle Türkiye’yi modern Batı uygarlığıyla bütünleştirmekti. Arka arkaya gerçekleşen bu reformlar, sonuç olarak, değişik kökenlerden gelen Anadolu halklarını birbiriyle kaynaştıran “Kemalist ideolojinin” doğuşuna kaynaklık etti. (…)
“Kemalist devrimlerin” ilk sonuçları, geniş halk kitlelerinde, gelecek umutlarının kapılarını açmak olmuştur. (…)
Kadınların toplumsal yaşama katılmaları, bir yandan dinsel önyargıları kırarken, bir yandan da, ulusun ekonomik gizilgücünün artması sonucunu doğurmuştur.” (…)
– “Benzersiz Bir Deneyim: Köy Enstitüleri”, Angélique Mounier-Kuhn, s. 24: Yazar, Köy enstitülerine giden yolu, belli bir tarihsel süreç içinde, kısaca anlatmaktadır. (…)
– “Birbiriyle Uzlaşmaz İki Kamp”, Timour Muhiddin, ss. 26-27: “Mustafa Kemal Atatürk’ün uygulamaya koyduğu laiklik taraftarlarıyla karşıtları hep var oldu Türkiye’de. 20. yüzyılın sonunda iktidara gelen Siyasal İslam taraftarı partiler, çok sayıda tutucu yazar ve şairlerin yazıklarından beslenirlerken, bunların karşısındaki solcu aydınlar da kendi savunmalarını yapmaktadırlar.” (…)
– “İstanbul’da Kitleler Homurdanmaya Başlayınca”, Alain Gresh, ss. 28-29: “2013 baharında, İstanbul’un merkezinde, kentin ender yeşil alanlarından biri olan Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı çıkanlarca başlatılan muhalif eylemler; kısa zaman dilimi içinde, giderek daha da otoriter bir yapıya bürünen yönetime karşı, ülke geneline yayılan eylemleri ateşleyen kıvılcım olmuştur.” (…)
– “Uzun Zamandan Beri Var Olan Ayırımcı Kürt Karşıtlığı”, Jean Michel Morel, ss. 30-32: “28 Mayıs 2023 tarihinde, oy sayımı bile tam olarak sonuçlanmadan, Cumhurbaşkanı şu açıklamayı yapıyordu: ‘Bu seçimin gerçek kazananı, bütün çeşitliliği içinde, ulusumuz, bütün Türkiye’dir. En büyük kazananı ise, demokrasimizdir!” Ancak ne kaldı gerçekten geriye; ‘bu demokrasiden ve bu çeşitlikleri’ dikkate almaktan?” (…)
– “Panturanizm”: s.32 “Türk aydını Ziya Gökalp tarafından ortaya atılan bu doktrine göre; Türkçe konuşan bütün halkların, tek bir siyasal birlik oluşturmaları için çağrı yapılmaktadır. Bu birleşmenin adına ‘Turan” adı verilmektedir. Boğaziçi’nden Baykal Gölü’ne dek uzanan Panturanizm düşüncesi, genç Türkler arasında da yaygınlık kazanmakta, bugün de aşırı milliyetçi çevrelerin söylemlerinde sıklıkla yer almaktadır. Hatta bazılarına göre, bu sınırlar, Ermenistan’ın da içinde; Kerkük, Musul, Kıbrıs’ın tamamı, Girit, Selanik ve Suriye’nin kuzeyini de kapsamaktadır.
– “Aşırı Milliyetçilerle Birleşme”, Akram Belkaïd, ss. 33-35: “2014 yılında, ilk kez Türkiye’de, Cumhurbaşkanının genel oyla doğrudan seçilmesi sırasında, Recep Tayyip Erdoğan, kendi geleceğini güvence altına almak için, güçlendirilmiş cumhurbaşkanlığı rejimini ortaya atmış, geleneksel olarak dinsel partilere uzak duran aşırı milliyetçi sağı yanına alma konusunda, belli bir strateji geliştirmekten geri durmamıştır. Örneğin, nasıl oldu da Kürtlerle yakın işbirliğinden yana olan bir parti, birdenbire, onlara karşı, en şiddetli politikaların savunucusu oldu?” (…)
– “NATO ile İnişli Çıkışlı Bir İlişki”, Didier Billion, ss. 37-39: “1950’li yıllar bir yana, Ankara, Washington’la ayrıcalıklı ilişkilerini korumaya özen gösterirken, diğer ortaklarıyla da ilişkilerini çeşitlendirme istenci gösterdi hep. Örneğin, Türk Cumhurbaşkanı, 2017 yılında, Rusya’dan S-400’leri aldığında, bu ilişkiler çok gerildi. NATO’nun tek Müslüman üye ülkesi olan Türkiye, bu tutumuyla, daha az güvenilir konuma geriledi. (…) Özellikle Berlin Duvarı’nın yıkılması, Ankara’nın coğrafi konumundan kaynaklanan stratejik önemini yitirmesi sonucunu doğurdu” (…)
– “Tahran’la Zorunlu Ortaklık”, Mohammad-Reza Djalili ve Thierry Kellner, ss.40-42: “Tarih boyunca, Türkiye-İran arasındaki ikili ilişkileri, zaman zaman karşıtlıkları içinde barındırsa da günlük çıkarlara dayalı olarak devam etmektedir. 2002 yılında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yönetime gelmesiyle, belli bir yakınlaşma dönemi yaşansa da Arap ülkelerinde meydana gelen birtakım başkaldırılar, yeni birtakım anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına neden oldu.” (…)
– “Suriye’de Patlayan Bombalar”, Damien Lafauconnnier, ss.42: “ABD’nin başını çektiği Uluslararası Koalisyon ve Başar Al-Assad’ı destekleyen Moskova’nın yanı sıra; İran, Türkiye ve İsrail de düzenli bir biçimde Suriye ve Irak topraklarını bombaladılar.” (…)
– “Libya’da, Ruslar ve Türkler Karşı Karşıya”, Jean Michel Morel, ss.43-45: “1912 yılında, Osmanlı İmparatorluğu, İtalya’ya yenilerek, Libya üzerindeki egemenliğini yitirdi. Bir yüzyılı aşkın bir süre sonra, Muammer Kaddafi rejiminin yıkılmasının ardından, Libya’da ortaya çıkan iç savaşa Türkiye asker göndererek katıldı. Ancak, Türkiye, Akdeniz’de ve Afrika’da yayılmacılık politikasını sürdürürken, karşısında yer alan Rusya’nın varlığını dikkate almak zorunda.” (…)
– “İstanbul, Arap Sürgünlerin Başkenti”, Killian Cogan, ss. 47-51: “2011 yılından beri, çok sayıda Arap ülkesinden Türkiye’ye sığınmacı geldi. Bunların bazıları, kendi ülkelerindeki yönetimlere karşı çıkanlar, bazıları ise kendi ülkelerine oranla, burada göreceli bir özgürlük ortamı bulanlardan oluşuyor. Başkalarını buraya çeken nedenler arasında ticari ilişkiler ve daha konforlu bir yaşam düzeyinden yaralanma sayılabilir.” (…)
– “Amerika’ya karşı Yürütülen Bir Savaş”, Nazim Kurundeyr, s. 48: “Türkiye’nin, uzun zamandan beri, Amerika Birleşik Devletleri ile yakın işbirliği içinde olmasına karşın, Türk toplumunun genelde Amerika karşıtlığı, bazı siyasal partilere dek uzanmaktadır.” (…)
– “Avrupa’ya Direnen Bir Aday Ülke”, Didier Billon, ss. 54-57: “2019 Haziran’ında, Avrupa Birliği Konseyi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma görüşmelerinin son bulduğunu bildiriyordu. 2023 Temmuz’unda, yeni bir diyalog sürecinin başlatılma kararına karşın, böyle bir bütünleşmenin çok uzak olduğu görünmektedir. Bununla birlikte, 1950’li yılların sonundan beri, Ankara, Büyük Avrupa blokuna katılma isteğinin peşini hiç bırakmadı.” (…) “Birtakım ekonomik çevreler, gümrük tarifelerinin düşürülmesinin, ulusal sanayini çökerteceğinden kaygılanmaktadır.” (…)
– “Komşularla Sıfır Sorundan Çatışmalı İşbirliğine”, Akram Belkaïd, ss.58-62: “Duruma göre değişen Türk dış politikasının niteliğini belirlemek oldukça güç. Güçler dengesine göre, kendi çıkarlarını gözeterek, sürekli değişmekte; bu tutumuyla, İran ve Arap ülkeleri başta olmak üzere, yakın komşularını sinirlendirmektedir. Rusya’ya gelince, onunla da hem ortak hem karşıt rolü oynamaktadır.” (…) “Ahmet Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ düşleri, Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Yeni Osmanlıcılık’ düşleriyle pek bağdaşmamaktadır.” (…)
– “Susturulan Ordu”, Sümbül Kaya, ss. 64-67: “Tutucu-İslamcı yönetimin, askerlerin siyasal yaşama müdahale geleneğini ortadan kaldırma stratejisi, 2016 Temmuz’undaki askeri kalkışma girişimini engelleyemedi. Bu güç gösterisinden başarıyla çıkan Türk Cumhurbaşkanı, bu kurumu avucunun içine almak için yoğun çaba gösterirken, bu kalkışmaya karşı çıkan Kemalist subayları da saf dışı etmeyi fırsat bildi.” (…) “Kendisini, Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasçısı sayan askerlik kurumu, her zaman merkezi bir rol oynadı siyasal yaşamda” (…)
– “Avrupa, Gülenciler İçin Bir Sığınma Yeri”, Ariane Bonzon, s.66: Yazar, 2016’da, askeri kalkışma sonrasında; Avrupa’ya sığınan, şu an İngiltere’de yaşayan, Fethullah Gülen’le doğrudan görüşebilen, Hizmet cemaatinin ağabeyi konumunda olan Mustafa Yeşil’le görüşürken, onun ağzından şu değerlendirmeleri aktarıyor: Hareket’in, tüm dünyada, on milyon üyesi bulunduğunu, Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmesini desteklediklerini, özellikle yargı ve poliste güçlü olduklarını, birtakım gerekçeler ve Stalinist yöntemlerle Cumhuriyetçileri, ulusalcıları, seçkinleri ve komünistleri nasıl susturduklarını ya da ortadan kaldırdıklarını, ordunun siyasal yaşamdan uzak durması için ne tür davalar açtıklarını; 2016 darbe girişiminden sonra, yönetimle ilişkilerinin nasıl bozulduğunu, kendisinin 2010-2015 yılları arasında, devlet çarkı içinde ne tür roller üstlendiğini; başta Almanya olmak üzere, Belçika, Fransa, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde 55 bin Gülencinin siyasal sürgün yaşadığını, elliden çok okul, yüzlerce akşam kursu, çok sayıda kültür deneği, dinler arası platformları olduğunu, Hareket’in temel amacından geri adım atmadıklarını…” (…)
– “Ermenice, Önemsenmeyen Bir Dil”, Aziz Oğuz, ss.68-71: “1915-1916 soykırımından yüzyıl sonra, yalnızca altmış bin Ermeni yaşamakta Türkiye’de. Bu topluluğun, İstanbul’daki on altı okulunda, üç bin civarında öğrenci öğrenim görüyor. Bu kurumlar, kaybolmakta olan bir dili ve kültürü yaşatmaya çalışıyorlar.” (…)
– “Oliver Stone’nun Özürü”, Zeynep Tekkin, s. 69: “Bir film, tek başına bir ülkenin saygınlığının biçimlendirebilir mi? 1978 yılında, Platoon tarafından yapımı gerçekleştirilen Midnight Express (Geceyarısı Ekspresi) filmi, Türkiye’nin hukuksuzluk ve geri kalmış şiddet yanlısı halkının, Batı ülkelerindeki imgesinin güçlenmesine katkı sağladı.” (…) 2004 Aralık ayında, Alexandre filminin tanıtımı için İstanbul’a gelen Oliver Stone, Midnight Express filmindeki ‘yanlış anlamalar’ ve “kırdığı kalpler” için özür dilediğini bildirdi.” (…)
– “Yaşam Fışkıran Ölü kentler”, Jean Paul Roux, ss. 72-75: “Türkiye, binlerce yıldan beri, tarihin ürettiği çok önemli arkeolojik ve sanatsal değeri topraklarında barındırıyor. Hititlerden, Osmanlılara dek; Yunanlılar, Romalılar, İranlılar, Selçukluların yanı sıra, nerdeyse dünya uygarlığının en eski kaynaklarına uzanan kökleri orada bulmak olası.” (…) “Örneğin, Sadres’te yapılan kazılar, Lidyalıların en son kralının masalsı varsıllığını günyüzüne çıkarmaktadır.” (…)
– “Başkaldırıcı Bir Toplumun Varlığı”, Timour Muhidin, ss. 76-79: “2013 baharında, Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı çıkan halk hareketi, kısa süre içinde, Türk toplumunun çok değişik kesimlerinin gönüllü katılımıyla büyüdü. Kendilerine ‘apaş” adını yakıştıran özellikle kenar mahalle gençleri, yeni bir kuşağın yazınının ortaya çıkmasına kaynaklık ettiler.” (…) “2000-2010 yılları arasında, toplumsal ve siyasal değişimlerle altüst olan bir toplumda, bireyin yeri neresidir?” (…)
– “Suriyeli Sığınmacılar Artık İstenmez Oldular”, Ariane Bonzon, ss. 80-84: “2011 yılında, iç savaştan kaçıp gelen Suriyeli komşularına kucak açan Türkiye’de, giderek artan ekonomik sorunlar nedeniyle, bazı halk kesimleri karşı çıkmaya başladılar. Bu karşı çıkış karşısında sıkışan Recep Tayyip Erdoğan, gerginlikleri araçsallaştırmaktan da geri durmadı.” (…) “Suriyelilerin büyük bir bölümü, ‘geçici koruma” konumunda oldukları için, her türlü güvenceden yoksun durumundadır.” (…) Bu konuda, Ankara çelişkili bir stratejinin bedelini ödüyor. Bir yandan Suriyelileri kabul ve bütünleşme siyaseti, öte yandan düşmanlık söylemleri.” (…)
– “Tiyatro, Sanatçılar İçin Kurtuluş Sahnesi”, Pierre Puchot, ss.85-88. “Çok sayıda özel tiyatro var İstanbul’da. Bu işte yaşamını kazanmak zor olsa da televizyonlardaki sansür ve toplumsal tabuların ağırlığı düşünüldüğünde; tiyatro oyuncuları, senaryo yazarları ve sahne koyucuları bu yolla kendi, yaratıcılıklarını bir ölçüde ortaya koyabilmektedirler.” (…) Ancak bu durum, büyük kentlerden Anadolu’daki daha tutucu kentlere gidince, oyuncular açısından, birtakım güvenlik sorunları ortaya çıkmaktadır.” (…)
– “Nûdem Durak, Kadının, Yaşamın ve Özgürlüğün Sesi”, Marina Da Silva, ss.89-91. “Yazar Joseph Andras tarafından başlatılan uluslararası hareket sayesinde, on dokuz yıla mahkum edilen Kürt şarkıcının özgürlük savaşımı, Türkiye’deki tüm siyasal tutukluların savaşımının sembolü oldu.” (…) “Joseph Andras, dört yıl boyunca, şarkıcı ve orada yaşayan halkın tarihini öğrenmek için, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeyi birçok kez ziyaret etti.”
– “Olguların Anlattıkları”: ss.92-97: Son altı sayfada, birtakım, olay ve olgular kısa açıklamalarla okuyucuların bilgisine sunulmuş. Başlıklar Şöyle: Konstantinopl’un Kralları / Bab-ı Àli/ Anıtkabir / Fransızca Konuşuyor musunuz? / Türk kahvesi /1538 / 1544 / 1923 / 1960 / Altın Palmiye / Bizans, Konstantinopl, İstanbul / Türk diyasporası / Darağacı / Türk Lokumu / Hepimiz Kardeşiz (Aşık Veysel’in şiiri) / Andımız / Charles de Gaulle 25 Ekim 1968’de Ankara’yı ziyareti sırasında yaptığı konuşmadan alıntı: “İşte Avrupa ve Asya arasında Boğazların efendisi Türkiye. Anadolu platosu üstünde, üç anakarayla bağlantılı, birçok ülkeyle komşu bu topraklarda, savaş ve barış birlikte yaşandı. Sonuçta, çok büyük ve verimli olanaklara sahip bu ülke, aynı zamanda çok kötü olasılıkları da içinde barındırıyor.” / Arap imlerinden Latin Abecesine / Dünyanın merkezi / Megastar (Tarkan) / Anlatım özgürlüğü/ AKP egemenliği sürüyor / Türklerin korkuları / 800 000 ton kayısı / Macron’nun beyin sağlığı / 100 000 kişiden 355’i tutuklu / depremde 50 783 ölü / Futbol efsanesinden Uber sürücülüğüne (Hakan Şükür).