Küreselleşme ve Bilgi Toplumu

Sayı 24- Bilimde Mizah (Ekim 2009)

Giriş

İçinde yaşadığımız dünyanın son zamanlardaki en önemli olgusu küreselleşme olgusudur. İnsan ve toplumların yeryüzünde olup bitenlerden giderek daha çok haberdar olmaları, birbirlerinin eylem ve deneyimlerinden etkilenmeleri, bunları paylaşmaları ve yaymaları ile ortaya çıkan süreci her defasında yeniden irdelemek gerekir. Zira küreselleşme kavramı yeni bir kavram olmasına ve bugüne kadar hakkında çok şey yazılmasına karşın halen devam eden bir süreçtir (Balay, 2004).

Toplum yapısında meydana gelen gelişmeler; nüfusun farklılaşması, ekonomik dönüşüm, aile biçimleri ve yaşam tarzlarının değişmesi küreselleşmenin yol açtığı önemli değişim konularından sadece bazılarıdır. Bütün bunlar bilginin küresel düzeyde paylaşımı ve yayılması ile yakından ilişkili görünmektedir (Balay, 2004). Bu çalışma, küreselleşme ile ortaya çıkan eğitim ve okul süreçlerinde meydana gelen bir takım değişme ve gelişmeleri betimlemek ve tartışmaktır. Bu çalışmada, “bilgi toplumu” kavramı, küreselleşme ile birlikte anıldığından ve onun bir parçasını teşkil etmesinden dolayı, bu çalışmada küreselleşme kavramı ile birlikte irdelenmiştir.

Küreselleşme

Bilgi çağı organizasyonlarının aynı sektördeki rakip organizasyonların önünde olma kriterleri, sahip oldukları yararlı bilgi ve onu kullanma derecesi ile ilişkilendirilmektedir. Bilgi teknolojileri aracılığıyla bilgi yaygın be herkesin sahip olabileceği bir nitelik kazanmıştır. Organizasyonların biçimlendirdiği ekonomik yaşamda, bu niteliksel değişim küreselleşme olarak algılanmaktadır (Öğüt, 2001: 31).

“Globalleşme” ya da bir diğer ifade ile “küreselleşme” konusu son zamanlarda çokça tartışılan bir konu olma özelliği göstermektedir (Stegger, 2004; Sönmez, 2004; Çınar, 2009). Kimileri, bu tanımlamaya şiddetle muhalefet ederken, kimileri ise olumlu bir tavır geliştirmektedir. Kimileri, “küreselleşme” denen kavramdan çok fazla korkmakta, kimileri ise bu kavrama büyük bir sevgi ve umut ile yaklaşmaktadır. Esasında, küreselleşme kavramı konusunda toplumumuzda tam net ve açık bir anlayış halen mevcut değildir. Yılmaz & Horzum’a (2005) göre, küreselleşme, karşı çıkanlar olduğu kadar onu destekleyenleri de olan bir olgu olarak hayatımızda yer almaktadır. Küreselleşme denildiği zaman akla gelen kavramlar; dünyanın ekonomik olarak büyük bir pazar haline gelmesi, teknolojik gelişmelerin insan hayatına etkisi, kültürel değişimler, popüler kültür ve benzeri kavramlardır.  Küreselleşme, en geniş anlamıyla, dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen sosyal, siyasal veya ekonomik olayın yakın ya da uzaktaki başka yerlerinde de kendisini hissettirmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Oktay, 2001: 20). Kaçmazoğlu’na (2002) göre ise küreselleşme, dünya ölçeğinde ekonomik, siyasal ve kültürel bütünleşme, fikirlerin, görüşlerin, pratiklerin, teknolojilerin küresel düzeyde kullanılması, sermaye dolaşımının evrenselleşmesi, ulus-devlet sınırlarını aşan yeni ilişki ve etkileşim biçimlerinin ortaya çıkması, mekanların yakınlaşması, dünyanın küçülmesi, sınırsız rekabet, serbest dolaşım, pazarın dünya ölçeğinde büyümesi ve ulusal sınırların dışına çıkması, kısaca dünyanın tek pazar haline gelmesidir.

Kürselleşmeye yönelik, olumlu ve olumsuz tutumlar söz konusudur (Balay, 2004; Stegger, 2004). Tural (2004), küreselleşmeyi farklı boyutlarda olumlayan ve olumsuzlayan görüşlerin olduğu gerçeğini aktarmaktadır. Olumlu söylemlerden ilkine göre toplumlardaki eşitsizliklerin kaynağı yapısal değil, bireyseldir. Bireyin işsizliğinden ekonomik süreçler değil, değişime uyum sağlayamayan birey sorumludur. İkinci olumlu söylem, dikkati adalet kavramına yöneltmektedir. Buna göre küreselleşen dünyaya uyum sağlayamayan bireylerin gerçekte hak etmedikleri “refah hakları” savunulduğu sürece, ekonomik girişimcilik engellenir. Bu durum sorunlu adalet kavramının sürekli biçimde beslenmesine neden olur. Üçüncü olumlu söylem, dikkati daha çok devletin toplumsal ve ekonomik yaşamı düzenleme işlevine yöneltmektedir. Bu söyleme göre devlet, toplumsal ve ekonomik yaşamı düzenleme işlevini ne ölçüde aza indirip, bunu büyük ölçüde bireysel fırsat eşitliğine dayalı ahlak ilkesi çerçevesinde değerlendirirse o ölçüde demokratik olabilir. Böylece demokratik devlet, daha çok “bireycilik” ve özgürlük anlayışı ile daha az devlet müdahalesinin gerektirdiği özelliklere sahip olarak, bireyler için daha fazla yararlar sağlayabilir.

Diğer yandan küreselleşmeyi olumsuzlayan söylemler de vardır. Küreselleşmeyi olumsuzlayan birinci söylem, onu “ideolojik bir kurgu” olarak değerlendirmektedir. Bu söyleme göre küreselleşme, küresel sermeyenin ve serbest pazarın dünya üzerindeki egemenliğini pekiştirmeye yarayan ideolojik bir araçtır. Bu haliyle küreselleşme karşı konulması gereken bir süreç olarak öne çıkmaktadır. İkinci olumsuz söylem, küreselleşmenin kültürel boyutuna vurgu yapmaktadır. Buna göre küreselleşme, Batı değer ve yaşam biçimlerinin hakim olduğu tek bir dünya yaratarak, dünya ölçeğinde kültürel birörnekliği niteleyen bir süreç olması nedeniyle olumsuz olarak değerlendirilmektedir. Küreselleşmeye ilişkin üçüncü olumsuz söylem ise, onun, kendine özgü işleyiş yasaları olan, bağımsız ekonomik bir süreç olduğu görüşüne dayanmaktadır. Bu söyleme göre küreselleşmeyi “kaçınılmaz ve karşı konulmaz bir süreç” olarak görmek demek, küresel sermaye hareketlerine direnmemeyi ve minimal devlet anlayışının yanında yer almayı ifade eder (Balay, 2004: 64).

Küreselleşmeye ilişkin olumlu ve olumsuz söylemler, söz konusu sürecin yarattığı olumlu ve olumsuz etkiler bağlamında daha yakından ele alınabilir. Zira her değişim ve dönüşümün olumlu etkileri olduğu gibi olumsuz etkileri de olabilir.

Bilgi Toplumu

Günümüz toplumu, bugüne kadar bilim ve teknoloji alanında ulaşılan gelişmelere paralel olarak; ilkel toplum, tarım toplumu ve sanayi toplumu aşamalarından geçerek, sanayi ötesi yeni bir toplumun sancılarını yaşamaktadır (Gürsel, 2003: 345). İçinde yaşadığımız, küresel değerlerin ön plana çıktığı ve hızlı bir değişimin yaşandığı dönem; bilgi toplumu, bilgi çağı olarak adlandırılmaktadır. Bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, toplumsal yapıların değişmesine ve yeniden şekillenmesine neden olmaktadır. Yaşanan bu hızlı değişim süreci, beraberinde yeni kavramlar ve olgular getirmiştir (Çalık & Sezgin, 2005). Çağdaş uygarlığın ulaştığı bilgi düzeyini tanımlamada tam bir görüş birliğine henüz varılmış değilse de, son 20 yıl içerisinde bilim ve teknolojideki baş döndürücü gelişmelerin meydana getirdiği bilgi patlaması ve bilgi teknolojilerinin toplumsal ve ekonomik gelişmeye sundukları olanaklar dikkate alındığında, Toffler’in “üçüncü dalga” olarak betimlediği aşamanın “bilgi çağı”, bu dönemin öngördüğü toplumun da “bilgi toplumu” olarak adlandırılması uygun görülmektedir (Özden, 2005). Bilgi toplumu, bilginin temel üretim faktörü olarak değerlendirildiği, bilgi sektöründe etkinlik gösterenlerin çalışanların çoğunluğunu oluşturduğu ve yaşam boyu öğrenmenin kaçınılmaz hale geldiği, bilgi ve teknoloji tabanlı bir toplumsal ve ekonomik aşamadır (Öğüt, 2001).

Bilgi Toplumu ve Eğitim

“Bilgi toplumu” bilginin temel güç ve ona sermaye olduğu, ancak amaç değil araç olduğu ve toplumsal yaşamın her aşamasını aydınlatan, yönlendiren başlıca güç olduğu bir hayat biçimi, bir düşünce biçimidir. Bilgi toplumunun oluşabilmesi temelde “bilgi insan” ve organizasyonlarını bu ise “öğrenen birey” ve “öğrenen organizasyonları” gerektirir. Böylece, bilgi toplumunun temel karakteristiği de “öğrenen toplum olarak şekillenmektedir (Fındıkçı, 1998).

Bilgi toplumuna geçişte önemli rol oynayan unsurlardan biri, tek doğrulu ve mutlak mantığa dayalı pozitivist bakış açısından, pozitivizm sonrası bir döneme geçilmiş olmasıdır. Pozitivizm sonrası oluşan anlayışta, eğitimde ezberciliğin içi boşalmış, ezbercilik anlamsız ve faydasız bir uğraş haline gelmiştir. Bilimsel bilgi, mutlak gerçekliği yansıtmıyorsa, ezberletilmesinin bir anlamı yoktur (Özden, 2005; Erdoğan, 2005). Böyle bir dönemde, geçerli bilginin üretilmesi ve kullanılması önemlidir. Bilgi toplumunda bilgi üretim yerleri, üniversiteler ve akademik araştırma merkezleridir. Bilgi toplumunun bir özelliği, öğrenebilen insandır. Bilgi toplumunda birey, bilim dünyasının verilerini anlamak, yorumlamak, kullanmak, yenilerini ortaya koymak, problem çözme yeteneği kazanmak durumundadır (Çalık & Sezgin, 2005).

Bilgi toplumunda, bireylerin yaratıcı, sorgulayıcı, düşünen ve üretebilen insanlar olmaları gerekir. Eğitim örgütlerinin bilgi toplumundaki rolü değişmektedir. Bilgi çağının eğitimi, yaratıcı ve yenilikçi insanlar yetiştirmeyi temel amaç edinmektedir. Bugün, artık bilginin doğrudan bireye aktarılması değil, bireyin gerek duyduğu bilgilere nasıl ve hangi yollara ulaşacağının öğretilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu nedenle, üzerinde konuşulan önemli bir kavram da öğrenmeyi öğrenmedir. Birey, nasıl öğreneceğini bilirse, kendisi için gerekli bilgilere en uygun yollardan ulaşabilir (Çalık & Sezgin, 2005).

Bilgi toplumunun yeni üretim dinamikleri, toplumsal yaşamın geleneksel anlayışlarını, yerleşik kurumların yapı ve içeriklerini değiştirdiği gibi eğitim anlayışında da değişikleri gerektirmiştir.

Tablo 1

Sanayi Toplumu Eğitim Paradigması ile Bilgi Toplumu Eğitim Paradigmasının Karşılaştırılması

Sanayi Toplumu Eğitim Paradigması

Bilgi Toplumu Eğitim Paradigması

Sınıflarda yapılan ders

Bireysel araştırma

Pasif özümseme

Çıraklık

Yalnız çalışma

Ekiple öğrenme

Her şeyi bilen öğretmen

Rehber olan öğretmen

Değişmeyen İçerik

Hızla değişen esnek içerik

Homojenlik

Çeşitlilik

(Hesapçıoğlu, 2001)

Küreselleşme ve Eğitim

İnsanlığın yaşamını eğitim yoluyla geliştirdiği kabul edilen evrensel bir gerçekliktir. Eğitim insanın bireysel, çevresel ve sosyal yönlerden başarıya ulaşmasında; barış, özgürlük, sosyal adalet ve evrensel bütünlük ideallerine erişmesinde temel araçtır. Ayrıca eğitim; toplumsal ve ekonomik kalkınmanın da itici bir gücü olarak tüm sektörleri etkilemektedir. Eğitim, insanın bireysel hedeflerine, yaşamsal sorumluluğuna, tüm yetenek ve yaratıcılık potansiyellerinin oluşmasına olanak sağlamaktadır. Bu nedenle eğitimde küresel boyutlarda sürekli bir gelişim ve değişim sağlamak gereklidir (Arslan & Eraslan, 2003).

Eğitimin küreselleşmesi denince genellikle eğitim yöntem, süreç ve yönetiminde gelişmiş ülkelerle entegrasyon olarak anlaşılmaktadır. Ancak eğitimde bu entegrasyon süreci, küreselleşmenin getirdiği sorunların çözümü için yeterli değildir. Eğitim, sadece küreselleşmeye uyum yada entegre sorunu için değil, aynı zamanda küreselleşmenin yarattığı sorunları aşmak için bir araçtır. Toplumların ve bireylerin, küreselleşmenin doğuracağı muhtemel sonuçlara karşılık önlem alabilecek ve değişimlerden yarar sağlayabilecek yetilere sahip olmaları gerekmektedir (Akçay, 2003: 4). O bakımdan, “eğitimin küreselleşmesi” demek, dünyadaki var olan son gelişmelerin izlenmesi ve bunlardan azami ölçüde yararlanılması anlamına gelecektir. Bir başka ifadeyle, küreselleşen eğitim ile yerel düşünen, ancak, küresel hareket eden bireylerin yetiştirilmesi anlamı çıkmaktadır. Elbette ki, eğitimde ifade edilen “küreselleşme” kavramı, yalnızca bireylerin “küresel” bazdaki değerleri alması, onları uygulaması veya onları kendilerine adapte etmesi anlamına gelmemektedir.

Küreselleşen eğitim ile birlikte verilen eğitimin içeriğinde, okulda, öğretmen ve öğrencinin rollerinde de bir takım değişmelerin olması gerekmektedir.  topluma yön ve şekil vermek zorundadır. Küreselleşen dünyanın gereklerini karşılayabilmede başarılı olabilmek için eğitim açısından göz önünde tutulması gereken bazı önemli unsurlar vardır (Çalık & Sezgin, 2005):

1. Eğitim yaşam boyu süren bir etkinlik olmalıdır. Hızlı gelişen teknoloji ve artan bilgi birikimi karşısında, eğitimin yaşam boyu devamı sağlanmalıdır. Bununla birlikte, eğitim süreci içerisinde sadece belirli bilgiler aktarılmamalı, bireyin öğrenme kapasitesi de güçlendirilip geliştirilmelidir.

2. Eğitim, her zaman, her yerde ve yaşamın her alanında olmalıdır. Evde ve işyerinde eğitim imkanları sağlanmalı, sınıflarda olduğu kadar internet ve televizyonda da eğitim etkili şekilde verilmelidir. Bireylerin sürekli öğrenme kapasitelerini geliştirmek için eğitim kurumları ile işletme sektörleri ve toplumun diğer kurumları işbirliği içinde çalışmalıdır.

3. Eğitim, eleştirel düşünmeye, iletişime ve problem çözme becerilerine odaklanmalıdır. Eğitim süreci, yeni sorun ve fırsatlar ortaya çıktığında, bireyleri açık ve eleştirel düşünmeye hazır hale getirmelidir.

4. Öğrenme, toplumun gelişmesinde önemli bir etken olduğu için, eğitim toplumsal gelişmeye yatırım niteliğinde olmalıdır. Bu nedenle toplumlar, sadece maddi sermayeye ve ekonomik alanlara yatırım yapmamalı, aynı zamanda eğitime gereken yatırımı yapmalıdır. Toplumsal bir yatırım özelliği taşıyan eğitim, toplumun gerçeklerinden soyutlanamaz.

5. Eğitim sistemi, öğrencilere küresel bir vatandaşlık anlayışı kazandırmalıdır. Küreselleşen dünyada, bireylerin sadece kendi tarihlerini, kültürlerini ve dillerini öğrenmeleri yeterli olmayacaktır. Global pazar ekonomisinde başarıyla çalışmak, farklı insanların ve kültürlerin özelliklerini bilmeyi gerektirir. Kendi yaşadığı coğrafyanın dışına çıkamayan bireylerin, küreselleşen bir dünyada başarılı olmaları çok zor olacaktır.

6. Eğitim, bireyler ve örgütler arasında ortaklıklar kurma becerisini sağlamalıdır. Eğitim kurumları arasında olduğu kadar, işletme, endüstri ve kamu kuruluşları arasında da, ulusal ve uluslararası düzeyde ortaklıkların kurulması sağlanmalıdır. Bu anlamda, bir eğitim örgütü sadece kendi uzmanlık alanında tek başına kalamaz, toplumun ve dünyanın değişen ihtiyaçlarına cevap vermek zorundadır.

Küreselleşen dünyada, kişisel güvence ünitesi sanayi toplumunda olduğu gibi, zaman zaman bireyin kimliğinin önüne geçirilen meslekler ve ticaret değil, eğitimdir. Yani doğru yapılan bir eğitim, küreselleşen dünyada kişisel güvencenin teminatı olacaktır. Doğru eğitimden kasıt, çağa ve değişimin genel talep ve standartlarına uygun olan eğitimdir. Bu bağlamda eğitim sistemimizin, “gelecekte nasıl bir insan istiyoruz?”, “küreselleşen dünyada insanlarımızı rekabet edebilir düzeye getirmek için onlara hangi becerileri kazandırmamız gerekir?” sorularının sorularak yeniden yapılandırılması zorunlu hale gelmiştir (Çalık & Sezgin, 2005: 58).

Küreselleşme Sürecinde Eğitimdeki Değişim

Küreselleşme hayat ile ilgili her alanı ve kurumu etkilemektedir. Bu kurumlardan birisi de eğitim ve buna bağlı olarak da okullardır, dolayısıyla da “eğitim”dir (Tezcan, 2002).

Çağımız bilgi, bilgisayar, uzay teknoloji gibi isimlerle anılmaktadır. İyi bir eğitim olmaksızın çağa uyum sağlamak mümkün değildir. Eğitimin önemi bu çağda daha da ön plana çıkmıştır. Bu nedenledir ki, çağımız eğitim çağıdır denilebilir. Gelişmekte olan ülkelerin kalkınması için, gelişmiş ülkelerin durumlarını koruma ve daha iyiye gitmeleri için eğitim temel gereksinim olmaktadır. Bir ülkenin kalkınmışlığının temelinde eğitim yatmaktadır. Bu bağlamda, eğitim kurumlan, eğitim programları, vb. nitelikli eğitimin oluşumunda vazgeçilmez unsurlardır (Yıldırım, 2002: 331).

20. Yüzyılın ortalarında başlayan, özellikle son çeyreğinde yoğunlaşan değişmeler, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da değişmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda son yıllarda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çoğu, eğitim sistemlerini geliştirmek amacıyla birçok yenilikler yapmıştır. Bu yenilikler, sistem düzeyinde reformları, modern kurumlar oluşturma çabalarını, modern öğretim araç ve gereçlerin sağlanmasını, öğretmenlerin mesleki bilgi ve beceri düzeylerinin yükseltilmesini ve okul yönetiminde yenilikler yoluyla öğretme-öğrenme sürecini geliştirmeye yönelik değişik politika ve uygulamaları kapsamaktadır (Karip, 1996: 245).

Küreselleşme sürecinde toplumunun dinamik ve halen devam eden oluşumlar olduğu dikkate alındığında eğitim, eğitimli insan, öğrenme, okul, okul yöneticisi, öğretmen ve öğrenci gibi kavramların yeniden tartışılması gerekmektedir (Balay, 2004). Küresel çağda eğitim sürecindeki değişimde aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulacaktır (Özden, 2005):

• Bilgiyi temel alan eğitim programları izlenecektir.

• Çocuklara daha fazla düşünme, tartışma ve araştırma ortamı hazırlanacak; böylece, serbest düşünen, tartışan, araştıran ve bulduklarını değerlendirebilen bir toplum yapısı oluşturulacaktır.

• Yetişkinler eğitim süreci dışında bırakılmayacak; eğitim ve teknolojiye uyumları konusunda sürekli eğitilmeleri gerekecektir.

• Dersler ansiklopedik bilgileri yüklemek yerine, konuları ve olayları derinliğine anlamayı ve eleştirel düşünmeyi esas alacaktır.

• Okullar, öğrencileri gelecek için gerekli bilgiyle yüklemek yerine, okulda verilen bilgilerin yaşam boyu yetmeyeceği görüşünden hareketle öğrenmeyi öğrenmeye geçilecektir.

• Eğitimde sadece sözel ve sayısal zekayı geliştirmek yerine, görsel,

kinestetik, ritmik ve benlik gelişimini de içine alan çok yönlü zihin gelişimi hedeflenecektir.

Bilim yapma geleneğindeki paradigmatik değişme ve buna bağlı olarak bilginin doğası hakkında oluşan yeni değerler, öğrenme-öğretme sürecinde de değişmeler meydana getirmiştir. Bu alandaki başlıca değişme, öğrenme ve öğretme sürecindeki ilgi odağının “öğrenme”den yana kaymasıdır. Öğrenme-öğretme hakkındaki yeni bilgiler, öğrenmenin “parmak izi kadar kişisel” olduğunu; uygun öğrenme olanağı sağlandığında herkesin bildiğinin daha fazlasını öğrenebileceğini ortaya koymaktadır (Özden, 2005: 16). Eğitimde ilgi odağının öğrenmeden yana kaymasında toplumsal yapıda meydana gelen değişmeler de etkili olmuştur. Demokratikleşme ve insan hakları alanlarındaki gelişmeler öğrenmenin de demokratikleşmesine, kişinin ilgi, yetenek ve tercihlerinde odaklanmasına, alternatif eğitim programları ve okul çeşitliliğinin artmasına ve öğrenmenin bireyselleşmesine yol açmıştır (Genç & Eryaman, 2007: 91)

Yeni dönemde eğitimde beceri düzeyinin yükselmesi, bireyin kendini yetiştirmesi, geliştirmesi ve bireysel yeteneklerini sonuna kadar kullanması ön plana çıkacaktır. Bireyin bilgiye odaklı bir yaşamı öğrenme, analitik düşünme, sentez yapabilme, sorunları çözme ve etkili iletişim kurma gibi becerilere sahip olması beklenmektedir. Hızla çoğalan bilgi karşısında, her şeyi bilmek yerine, hangi bilgiyi nereden ve nasıl sağlayacağını bilen, seçici davranan, yani öğrenmeyi öğrenen insana gereksinim duyulacaktır (Numanoğlu, 1999: 333).

Alvin Toffler’ın “Geleceğin cahili, okuyamayan değil; nasıl öğreneceğini bilmeyen kişi olacaktır” sözü, öğrenme yol ve yöntemlerini bilmenin yeni dönemdeki önemini açıkça ortaya koymaktadır (Boydak, 2001). Bütün bunlar, gelecekte birey ve toplumların şekillenmesinde en belirleyici etkenin bilgi olacağını göstermektedir. Yine Toffler’ın (1992), “ilk çağlarda güçlü olan, endüstri çağında zengin olan kazanırdı; bilgi çağında ise bilgili olan kazanacaktır” sözü, önümüzdeki dönemde bireyin, kurumun veya toplumun başarısının bilgiyi üretme ve kullanmadaki etkinliğine bağlı olacağını göstermektedir (Yıldırım, 2001). Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte eğitimde yaşanan değişmelere ilişkin özet bilgiler Tablo 2’de verilmektedir.

Tablo 2

Değişen Eğitim Modeli

Ölçütler

Sanayi Toplumu Eğitim Modeli

Bilgi Toplumu Eğitim Modeli

Öğretmenin Rolü

Her şeyi bilen öğretmen, bilgi aktarıcı, alanında uzman

Yönlendirici, yol gösterici öğretmen

Öğrencinin Rolü

Dinleyici, edilgen, bireysel çalışma

Aktif, işbirliğine dayalı takım çalışması

Yöneticinin Rolü

Yönetim lideri

Öğretim-yönetim lideri

Öğrenme Yöntemi

Sınıfta öğrenme

Kişisel araştırma

Öğrenme Şekli

Bireysel çalışmayla öğrenme

Takım çalışmasıyla öğrenme

Eğitim Programları

Standart eğitim programları

Değişken eğitim programları

Çalışan Geliştirme

Hizmet-içi eğitim

Örgütsel öğrenme

Başarı Ölçütü

Ezberlenmiş bilgi aktarımının esas alınması

Kavramları çok boyutlu olarak tanımlayabilme

(Aytaç, 1999: 75)

Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte eğitim modelleri önemli değişiklikler göstermektedir. Buna göre bilgi toplumuna geçişte, yol gösterici öğretmen, takım çalışmasıyla öğrenen öğrenci, öğretim-yönetim liderliğine dayalı yöneticilik, kişisel araştırmaya dayalı öğrenme yöntemi, değişken eğitim programları, örgütsel öğrenme ve çok boyutlu kavramsal öğrenme ölçütü önemli hale gelmektedir (Balay, 2004).

Bir diğer taraftan, bilgisayar, enformasyon ve internet teknolojisinin gelişmesi ile birlikte, artık bireyler yalnızca sınıfta ve öğretmenden öğrenmemektedirler. Yani, öğrenciler öğrenme kaynaklarında da bir değişim kaydedilmektedir. Öğrenciler, ifade edilen teknoloji sayesinde daha farklı bir sosyal çevre içerisine gitmekte; artık, dünyanın her ucundan bireylerle sosyal etkileşim ve iletişime girebilmektedirler. Hatta, öğrencilerin bir çoğu artık, “ortak dil” haline gelen İngilizceyi sınıfların, kursların dışında bilgisayar ve internet teknolojisinin örüntüleri olan MSNFacebookYoutube, vb. gibi site ve programlarla öğrenebilmektedirler (Blattner & Fiori, 2009; Erdoğan, 2005). İfade edilen bu değişimle, eğitimin artık daha çok “asenkron” bir boyut kazanmakta olduğu; öğrenmenin mekânının ve zamanın yalnızca okul ve sınıfta belli sürelerde değil; öğrenmenin çok farklı yerlerde ve zamanlarda gerçekleşmekte olduğu ifade edilebilir. Yani, bir diğer ifade ile bireye yaşantı ve bilgi kazandıran tek ve yegâne yer artık okul değildir.

Küreselleşme ile birlikte eğitim sisteminde kitle eğitiminden kişiselleşmiş öğretime, tek öğretimden çoğulcu öğretime, katı programlardan esnek programlara, öğretmenin program başlatma ve yönetmesinden, öğrencinin başlatmasına ve gurup planlamasına, bağımlı içerikten bağımsız içeriğe geçiş sağlanmalıdır. Bilgi toplumunda eğitim yöntemlerine bireysellik ön plana çıkmalı, bireyin kendi yetenek ve potansiyelini keşfetmesini ve ilgi duyduğu alanlara yönelmesini sağlayan esnek programlar geliştirilmeli ve gurup çalışmaları ve bireysel çalışmalarla geleceğin kalıcı olmayan organizasyonlarına hazırlamalıdır (Genç & Eryaman, 2007).

Küreselleşme Sürecinde Okuldaki Değişim

Her dönemde eğitim sistemi, okul yoluyla toplumun kültür mirasının aktarılması, çocuğun toplumsallaşması, topluma birlik ve dayanışma ruhu verme, yenilikçi ve değişmeyi sağlayıcı eleman yetiştirme gibi işlevleri yerine getirmiştir. Bunu başarabilmek için eğitimin kendisini yeniliğe taşıması, okulun da bu süreçte düzenleyici ve uyumlayıcı bir kurum olması gerekmiştir (Tezcan, 1992). Elbette, okulun tek işlevi bunlar değildir. Çevrede meydana gelen değişikliklere duyarlı, gerekli kararları hızlı ve doğru biçimde alabilen, değişimin gereklerini en kısa zamanda programlara yansıtabilen bir okul kimliği geliştirmek temel ihtiyaç haline gelmiştir (Doğan, 2002). İşe girmede aranan koşulların gittikçe daha özel ve uzmanlık gerektirecek bilgi ve becerilere dayanması, okulun görevlerinin çeşitlenerek artmasını, okuldaki eğitimin gelişen ve değişen teknolojiye ayak uyduracak biçimde daha sistemli, açık ve kesintisiz yapılmasını zorunlu hale getirmiştir (Tan & diğerleri, 2002).

Bugün bilgi toplumunun gelişen eğilimlerine cevap vermenin çok uzağında olan okulun yeni bir yüze ve kimliğe ihtiyacı vardır. Bilgi toplumunun en büyük sermayesi olan eğitimli insana şekil verecek kurum olarak okulun işlevi, içeriği ve amaçları yeniden düşünülmelidir. Ekonominin bilgiye dayandığı bu yeni toplumda okulların performanslarından ve sorumluluklarından da beklentiler farklılaşmaktadır (Genç & Eryaman, 2007). Her ne kadar bunun için geçerli tek bir standart çözüm yoksa da Drucker (1993) bu konuda şu hususları ifade etmektedir:

  • Bilgi toplumunun ihtiyacı olan okul, yüksek düzeyde evrensel okuryazarlık sağlamak zorundadır.
  • Her düzeyde ve her yaştaki öğrencilere öğrenme motivasyonunu ve öğrenmeye devam etme disiplinini aşılamalıdır.
  • Hem yüksek düzeyde eğitim almış insanlara hem de herhangi bir nedenle erken yaşlarında ileri eğitime ulaşamamış insanlara açık olmalıdır.
  • Bilgiyi hem içerik hem de süreç olarak aktaran okullara ihtiyaç vardır.
  • Kapitalist ötesi toplumda eğitimin tüm topluma nüfuz etmesi, her türlü kuruluştan yararlanması gerekir.

Küreselleşme ile birlikte okula duyulan gereksinim göreceli olarak azalmış, öğrenme okul sınırlarının dışına taşmış, daha hızlı ve keyifli hale gelmiş olmakla birlikte bu durum, okulun bilgi üretmedeki önemini azaltmamış; tam tersine okulun bu konudaki önemi daha da artmıştır. Çünkü bilgi toplumunda bilgi hem daha yoğun, hem de nitelik olarak daha karmaşık hale gelmiştir. Bilginin yoğun ve karmaşık olması onu alıp kullanacak bireylere sınırlılık yaratmaktadır. Okul bu süreçte bireyleri daha bilinçli ve seçici olmaya yönelterek, öğrenmenin yol ve yöntemlerini keşfetmelerini sağlayarak ve bilgiye ulaşma yollarını daha sistemli hale getirerek onlara daha geniş bir hareket alanı yaratabilir (Balay, 2004).

Sonuçta, bilgi artık her yerdedir. Onu sınırları belli kurumlara hapsetmek mümkün değildir. Bu nedenle okulların artık bilgi aktaran kurumlar olmaktan çıkarılıp bilgi üretebilen ve bireylere anlama, analiz etme ve problem çözme gibi becerileri kazandırır hale getirilmesi gerekmektedir (Şimşek, 1997). Bilgi toplumunda yeni kimliğini kazanmaya hazırlanan okulun önemle üzerinde durması gereken bir diğer konu ise ait olduğu toplumun kültürünün özünü koruması ve devamlılığını sağlaması gereğidir. Toplumun değer yargıları eğitim yoluyla yeni nesillere aktarılarak sürdürülmelidir. Her şeyin hızla değiştiği ve herkesin zamanın yetersizliğini vurguladığı bu dönemde, her şey aynı hızla tükenmekte ve en büyük motivasyon unsuru başarma ve üstün olma duygusu yeterince yaşanamamaktadır Gittikçe hızını artırarak ve büyüyerek dönen bilgi çarkının içinde insanlar kaygan zeminlere tutunmaya çalışmaktadır. Bu noktada tutunacak dal toplumsal kültür ve inançlar olsa gerek (Genç & Eryaman, 2007).

Okullarda Merkezileşme ve Yerelleşme

Kürselleşme süreci içerisinde rekabet koşulları giderek zorlaşmaktadır (Ensari, 2002) ve çağımızda yaşanan hızlı değişim, toplumları ve kurumları da, aynı hızla bir değişime zorlamaktadır (Yıldırım, 2002). Bu rekabet ve değişme koşulları içerisinde, örgütlerin çok farklı bir şekilde organize olmaları ve değişime yönelik olarak yeni davranışlar geliştirmeleri gerekmektedir. O halde, mademki örgütler bu küreselleşme süreci ile birlikte farklı bir pozisyon almak durumundadırlar, böylesi bir davranış geliştirme ve değiştirme sürecinden eğitim örgütlerinin, yani okulların da nasibini almaması asla düşünülemezdi.

Türk kamu yönetiminin merkezileşme ve bürokratikleşme sürecinden eğitim kesimi ve bu arada okullar da büyük ölçüde etkilenmiştir. Bugün için okul örgütü tüm girdilerin ve kuralların merkezden kendisine aktarıldığı bir örgüt görünümündedir. Türk eğitim sisteminde, okulların merkeze bağımlılığı ve yetkilerinin yetersizliği, okulların kendine özgü bir kurumsal kimlik sahibi olmasını ve geliştirmesini engellemektedir. Okulların temel amacı olması gereken öğrenci başarısını yükseltmeye yönelik iç ve dış esnekliğe sahip olmaması, bu yönde merkezi yönetimin ve okulun müşterisi olan velilerin ilgi, istek ve çabalarının yetersizliği durağan, genel eğitim anlayışının sürmesine yol açmaktadır (Aytaç, 2000, 2003).

Türk eğitim sisteminin kendini yenileyememesinin temelinde yatan aşırı merkeziyetçilik ve katılım yetersizliği, artan sorunların bir kısır döngü içerisinde gitgide kronikleşmesine neden olmaktadır. Okulların katılım ve özerkliğe dayalı öğrenci başarısını yükseltmeye yönelik yeni bir paradigmayla geliştirilmesi ve yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Günümüzde, bu yeni paradigma eğitim sistemlerinde merkeziyetçilikten çok yerinden yönetimi ve özerkliği vurgulamaktadır (Aytaç, 2000). Bu anlamda, son yıllarda eğitimin niteliğini geliştirme amacına yönelik olarak genel kamu sistemi içerisindeki okullara daha fazla özerklik verilmesi, yetki aktarımı yapılması, öğretmenlerin yetkilendirilmesi ve okulların yerinden yönetilmesine doğru uluslar arası bir eğilim ortaya çıkmıştır. Okulların başarısını yükseltmede araç olarak, bu yaklaşımlar daha fazla destek görmektedir. Bu reformların en başında Okul Merkezli Yönetim (School-Based Management)  gelmektedir (Aytaç, 2000; Caldwell, 1990; Erdoğan, 1996).

Okul Merkezli Yönetim, kısaca, eğitim-öğretimi geliştirmek amacıyla okul düzeyindeki yetki ve sorumlulukların artırılmasına, özerklik ve katılımlı karar almaya dayalı okulları temel karar alma birimi olarak kabul eden eğitimin yerinden yönetim biçimidir (Aytaç, 2000; Caldwell, 1990; Erdoğan, 1996). Bu anlamda, Okul Merkezli Yönetim aşağıdaki şekilde formüle edilebilir (Aytaç, 2000: 17):

Okul Merkezli Yönetim = Özerklik + Katılımlı Karar Alma

Okul Merkezli Yönetim, son yıllarda eğitimin geliştirilmesi için önerilen en önemli bir kaç yenilikten biridir. Karar verme yetkisinin okullara verilmesi 1980’lerden sonraki en önemli eğitim stratejisidir. Günümüzde, okul çevresinin güçlendirilmesi, yönetim etkinliğinin artırılması ve merkezî otoritesinin azaltılması hedeflenmektedir. Okula dayalı yönetim, eğitimde yenileşme, personelin yenileştirilmesi, sürekli personel gelişimi, okul faaliyetlerinin iyileştirilmesi konuları üzerinde odaklanmaktadır (Güçlü, 2000).

Okul merkezli yönetim, bir ülkenin eğitim sisteminin planlama ve karar alma süreçlerini yeniden yapılandırmada tek yoldur. Okul merkezli yönetim, günümüzün geçerli eğitim reformlarının merkezi olmaya başlamıştır. Özellikle, bu yaklaşım okulda karar verme sürecinde okul içi ve dışı öğelerin katılımının sağlanması; bütçe, eğitim programı, personel ve öğretim boyutlarında okulların özerk bir yapıya kavuşturulması; öğretmenin okulda daha etkin rol oynaması; öğretimin zenginleştirilmesi; okul ortamı kullanıcılarının rollerinin yeniden belirlenmesi; okulun amaçlarının (vizyon, misyon, ve temel değerler açısından) belirlenmesinde yönetici, öğretmen, uzman, öğrenci, veli ve toplum katılımının sağlanması ve benimsenmesi konuları üzerinde yoğunlaşmıştır. Okul merkezli yönetim; eğitimde öğrenci merkezli olmada, demokratikleşmede, yetki aktarımında; okulun amaçlarının ve işlevlerinin gerçekleştirilmesinde; kültürünün yeniden yapılandırılmasında güçlü bir eğitim reformu haline gelmektedir. Okul merkezli yönetim bütçe, personel ve program alanlarında okul toplumu üyelerine (yönetici, öğretmen, uzman, veli, öğrenci) yetki ve sorumluluk vererek, eğitim sürecini daha fazla kontrol etme fırsatı sağlar. Okul merkezli yönetimin en büyük yararı, öğrenciyi merkeze alarak öğrencinin ve çevrenin ihtiyaçlarına uygun bir okul örgütlenmesine ortam sağlamasıdır. Bu yaklaşım; eğitime ailelerin dâhil edilmesine, toplumla bağlar oluşturulmasına ve iş çevresi ile aktif bağlantılar kurulmasına katkı sağlayacaktır. Bu da, “bizim okulumuz”anlayışını egemen kılacaktır. Okul merkezli yönetimde, okul düzeyinde rol alanlar kendi ihtiyaçlarını belirler ve bunların nasıl karşılanacağı yönünde karar verirler. Okul merkezli yönetim öğretmenin moralini, okula velinin ve toplumun katılımını yükseltmektedir (Aytaç, 2000; Güçlü, 2000).

Okul merkezli yönetimin en önemli başarılarından birisinin, öğrencinin eğitim ve öğretim çevresinin geliştirilmesi ve bunun öğrenci performansındaki olumlu etkisi olduğu belirtilmektedir. Okula dayalı yönetimde kararların ortak alınması önemlidir. Öğretmenler, müdürler, bölge eğitim yöneticileri, veliler, öğrenci ve toplumun diğer üyelerinden oluşan grup kararlarının daha yüksek nitelikte kararlar olacağı şüphesizdir. Yeni araştırmalar ise, okula dayalı yönetim, eğitimde öğrenci merkezli olmada, demokratikleşmede, yetki aktarımında, okulun amaçlarının ve işlevlerinin gerçekleştirilmesinde, kültürün yeniden yapılanmasında güçlü bir eğitim reformu hâline gelmelidir. Çünkü, yetkiyi paylaşma ancak eğitim sürecini daha fazla kontrol etme ile işe yarar hâle gelecektir (Güçlü, 2000).

Sonuç olarak, bugün artık çok sayıda okulun yeni reformların gerektirdiği öğrenme türünü üretemediği ileri sürülmektedir (Balay, 2004). Okulların aşırı kurallı olmaları, öğretim sürecinde bu aşırı kurallılığa uymak zorunda kalmaları, yöneticilerin işbirliğiyle çalışmaya alışkın olmaması, açık ve birleştirici bir vizyondan yoksunluk ve okul etkinliklerinin birbirinden kopuk biçimde yürütülmesi (Senge, 2002) okulların kendine özgü kimliklerinin olmasını engellemektedir. O bakımdan, okulların farklı bir anlayışla yeniden ele alınarak, okulların “kurumsal bir kimliğe” sahip olmaları yönünde yeniden yapılandırılmaları sağlanmalıdır. Bu da, okullara daha fazla yetki aktarılması, onlara eğitim ve yönetim konusunda daha fazla inisiyatif verilmesi ile sağlanabilir. Böylesi bir düzenleme ise, merkezi karar alma biriminin okullar olmasını gerektirmektedir.

Eğitim sisteminde yenilik, sistemin en stratejik parçası olan okuldan başlamalıdır (Bursalıoğlu, 1994: 153). Okul örgütü, eğitimin ötesinde sosyal, politik ve ekonomik değişimin merkezi olmalıdır. Eğitim sistemini yenileştirmede ve geliştirmede “Okul Merkezli Yönetim” anlayışının uygulanması, sistemin temel üretim birimi olan okulların yeniden yapılandırılmasında farklı bir yaklaşım ortaya koyacaktır. Zira, Okul Merkezli Yönetim, Türk Eğitim Sistemi okullarının yeniden yapılandırılmasında ve etkili okul özelliklerini kazanmasında, okul toplumu üyeleri (yöneticiler, öğretmenler, öğrenciler, uzmanlar, veliler, iş ve okul çevresi grupları, liderler) arasında etkili bir demokratik iletişim ve karar alma sürecinin gerçekleştirilmesinde, katılım ve özerkliğe dayalı yeni bir paradigmanın ortaya konulmasında temel bir yaklaşım olarak ortaya çıkmaktadır (Aytaç, 2000).

Sonuç

Eğitimin, her toplumda özel bir önemi haline gelmiştir. Eğitim bir yandan geçmişe bakmayı, ama ona takılmamayı, diğer yandan geleceğe bakarak, insanın yaratıcılığını keyifli bir arayış ve gezintiye çıkarır. Bu anlamda eğitim, insan ve toplum için bir yeniden inşa aracıdır. Dünya döndükçe insandaki merak ve öğrenme isteği bitmeyeceğine göre, insan ve toplumun kendini yeniden üretmesinde eğitime çok iş düşecektir. İnsanlık hızla yürüdüğü kaygan zeminde düşmeden yürümeyi, bunu başarabilmek için de sürekli değişen yol haritasını güncellemeyi öğrenmelidir (Balay, 2004: 78).

Hızlı gelişen teknoloji ve bilginin yoğun biçimde artması, küreselleşme sürecine ivme kazandırmıştır. Günümüzde, küreselleşme ile birlikte, geçerli bilginin üretimi ve yeni alanlara uygulanması, ulusal ve uluslararası rekabeti ve üstünlüğü belirleyen temel güç haline gelmiştir. Bilgi, toplumların başlıca zenginlik kaynağı olmuştur. Geçerli ve zenginlik kaynağı oluşturacak bilginin üretimi ve kullanımı ise, eğitim sistemlerine ve dolayısıyla okullara yeni sorumluluklar yüklemiştir. Bugün, okulların en önemli sorumluluklarından biri, mevcut kültürel değerleri yeni kuşaklara aktarırken, küresel dünyanın gerektirdiği bilgi, beceri, değer ve tutumlara sahip bireyler yetiştirebilmektir. Bu anlamda, Okulların küresel dünyada karşı karşıya olduğu sorumluluklar, mevcut eğitim sistemlerinin ve yapılarının yeniden sorgulanması gündeme getirmiştir. Sanayi devriminin koşulları altında yapılanan okullarımızın, bilgi çağının gereklerini karşılaması oldukça güç görünmektedir. Eğitim sistemimizin küresel değerler dikkate alınarak yeniden yapılandırılması zorunlu hale gelmiştir. Çünkü, günümüzde eğitimli insanın anlamı değişmiş, öğrenmeyi öğrenmiş bireyler başarılı olur hale gelmiştir (Çalık & Sezgin, 2005). 21. yüzyılda karmaşık bilgiler içinden gerekeni seçebilen parçaları bir araya getirebilen, sezgi, empati ve anlayış geliştirmiş, sosyal, kültürel ve siyasal kimlik geliştirmiş bireylere gereksinim vardır. Bilgi toplumunun hızlı gelişimi toplumun genelinde bilgi seviyesinde artışı hem talep etmekte, hem kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla, eğitimin sürekliliği ve gereğine inanan bireylere ihtiyaç vardır (Genç & Eryaman, 2007). Bu durum, bireylerin öğrenmeyi öğrenme alışkanlığı kazanmalarını zorunlu kılmaktadır. Yani, Küresel dünyanın gerektirdiği bilgi, beceri, değer, tutum ve davranışlara sahip bireyler yetiştirmek de, okulların yeni bir vizyon geliştirmesini gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, bireye önem veren, öğreneni merkeze alan, insani ve evrensel değerlere dayalı, küresel dünyanın gerektirdiği bilgi, beceri ve davranışları kazandıran bir eğitim önem kazanmaktadır (Çalık & Sezgin, 2005). Ayrıca, bununla birlikte, küreselleşmenin bireyselleşmeye verdiği önem, okulların da “merkezileşmesi”ni sağlamakta; okulların yerinden yönetimi ve karar almada yegâne birim haline gelmesi önem kazanmaktadır.

Kaynaklar

Akçay, R. C. (2003). Küreselleşme, Eğitimsel Yoksunluk ve Yetişkin Eğitimi. Milli Eğitim Dergisi. Sayı: 159.

Arslan, M. M. & Eraslan, L. (2003). Yeni Eğitim Paradigması ve Türk Eğitim Sisteminde Dönüşüm Gerekliliği. Milli Eğitim Dergisi. Sayı: 160.

Aytaç, T. (1999). Öğrenen Örgüt: Okul. Milli Eğitim Dergisi. Sayı: 141.

Aytaç, T. (2000). Eğitim Yönetiminde Yeni Paradigmalar: Okul Merkezli Yönetim. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

Aytaç, T. (2003). Okul Vizyonu Nedir, Nasıl Geliştirilir? (Elma, C. ve Demir, K. (Eds.).Yönetimde Çağdaş Yaklaşımlar: Uygulamalar ve Sorunlar. (2. Baskı). Ankara: Anı Yayıncılık.

Balay, R. (2004). Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 37(2), 61-82.

Blattner, G. & Fiori, M. (2009). Facebook in the Language Classroom: Promises and Possibilities. International Journal of Instructional Technology & Distance Learning. 6(1), 17 – 26.

Boydak, A. (2001). Öğrenme Stilleri. İstanbul: Beyaz Yayınları.

Bursalıoğlu, Z. (1994). Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış. (Dokuzuncu Baskı). Ankara: Pegem A Yayıncılık.

Çalık, T. & Sezgin, F. (2005). Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim. Kastamonu Eğitim Dergisi. 13(1), 55-66.

Caldwell, B. J. (1990) School-based Decision-making and Management: International Developments. School-Based Decision-Making and ManagemenChapman, J. (Ed.) London: The Falmer Press.

Çınar, İ. (2009). Küreselleşme, Eğitim ve Gelecek. Kuramsal Eğitimbilim. 2(1), 14-30.

Drucker, P. F. (1993). Kapitalist Ötesi Toplum. (Çev.: .Belkıs Çorakçı). İstanbul: İnkılâp Yayınları.

Doğan, E. (2002). Eğitimde Küreselleşme. Eğitim Araştırmaları 6: 87- 98.

Ensari, H. (2002). 21. Yüzyıl Okulları İçin Toplam Kalite Yönetimi. (3. Baskı). İstanbul: Sistem Yayıncılık.

Hesapçıoğlu, M. (2001), Postmodern/Küresel Toplumda Eğitim, Okul ve İnsan Hakları. 21. Yüzyılda Eğitim ve Türk Eğitim Sistemi.  İstanbul: Sedar Yayıncılık.

Fındıkçı, İ. (1998). Enformasyon Bilgi Toplumu Dosyası: Bilgi Toplumunda Eğitim ve Öğretmen. Bilgi ve Toplum Dergisi. Cilt: 1.

Erdoğan, İ. (1996). Okul Merkezli Yönetim. Yaşadıkça Eğitim. Sayı: 49:26.

Erdoğan, İ. (2005). Yeni Bir Binyıla Doğru Türk Eğitim Sistemi: Sorunlar ve Çözümler. (4. Baskı). İstanbul: Sistem Yayıncılık.

Genç, S. Z. & Eryaman, M. Y. (2007). Değişen Değerler ve Yeni Eğitim Paradigması. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 9, 89-102.

Güçlü, N. (2000). Okula Dayalı Yönetim. Milli Eğitim Dergisi. Sayı: 148.

Gürsel, M. (2003). Postmodern Çağda Örgütsel Yapı ve Yönetim. Eğitime Yeni Bakışlar-2. Sünbül, A. M. (Ed.). Ankara: Mikro Basım-Yayım-Dağıtım.

Kaçmazoğlu, H. B. (2002). Doğu-Batı Çatışması Açısından Globalleşme. Eğitim Araştırmaları 6: 44-55.

Karip, E. (1996). Etkili Eğitim Sistemlerinin Geliştirilmesi. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi 2: 245-247.

Numanoğlu, G. (1999). Bilgi Toplumu-Eğitim-Yeni Kimlikler-II: Bilgi Toplumu ve Eğitimde Yeni Kimlikler. Ankara ÜniversitesiEğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 32 (1-2), 341-350.

Oktay, A. (2001). 21. Yüzyılda Yeni Eğilimler ve Eğitim. Oğuz, O., Oktay, A. & Ayhan, H. (Eds.). 21. Yüzyılda Eğitim ve Türk Eğitim Sistemi. İstanbul: Sedar Eğitim Araştırma Yayıncılık.

Öğüt, A. (2001). Bilgi Çağında Yönetim. Ankara: Nobel Yayınları.

Özden, Y. (2005). Eğitimde Yeni Değerler: Eğitimde Dönüşüm. (Geliştirilmiş Altıncı Baskı). Ankara: Pegem A Yayıncılık.

Senge, P. M. (2002). Beşinci Disiplin: Öğrenen Organizasyon Düşünüşü ve Uygulaması. (9. Baskı). (Çev.: İldeniz, A. & Doğukan, A.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Stagger, M. B. (2004). Küreselleşme. İstanbul: Dost Kitabevi Yayınları.

Sönmez, V. (2004). Küreselleşmenin Felsefi Temelleri. Felsefe ve Eğitim. Solak, A. (Ed.). Ankara: Hegem Yayınları.

Şimşek, H. (1997). Paradigmalar Savaşı ve Kaostaki Türkiye. İstanbul: Sistem Yayınları.

Tan, Ş., Kayabaşı, Y. & Erdoğan, A. (2002). Öğretimi Planlama ve Değerlendirme. (3. Baskı). Ankara: Anı Yayıncılık

Tezcan, M. (1992). Eğitim Sosyolojisi. (8. Baskı). Ankara: Zirve Ofset.

Tezcan, M. (2002). Küreselleşmenin Eğitim Boyutu. Eğitim Araştırmaları 6: 56-60.

Toffler, A. (1992). Yeni Güçler Yeni Şoklar. (Çev.: Belkıs Çorakçı). İstanbul: Altın Yayınları.

Tural, N. (2004). Küreselleşme ve ÜniversitelerAnkara: Kök Yayıncılık.

Yıldırım, A. (2002). M.E.B. Hizmetiçi Eğitim Dairesi Başkanlığı’nca Düzenlenen “Eğitim Yönetimi” Kurslarının Değerlendirilmesi. 21. Yüzyıl Eğitim Yöneticilerinin Yetiştirilmesi Sempozyumu Bildirileri. 16 – 17 Mayıs. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları. ss. 331 – 342

Yılmaz, K. & Horzum, M. B. (2005). Kürselleşme, Bilgi Teknolojileri ve Üniversite. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 6(10), 103-121.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir