Köy Enstitüleri, Türk eğitim tarihimizin en büyük eğitim devrimidir. Anadolu Rönesans’ı olarak bilinen ve Anadolu coğrafyasında aydınlanmayı başlatan Köy Enstitüleri’nden yetişen değerli eğitimciler, köylerin yeni umudu olmuş ve köylerimizi hem eğitim alanında, hem ekonomik alanda, hem de kültür alanında büyük atılımlar yapmasını sağlamışlardır. Ne yazık ki, böylesine önemli olan bu eğitim kurumları geçersiz sebeplerle kapatılarak, Türkiye’nin gelişimine büyük bir darbe vurulmuştur. Biz, Köy Enstitüleri’mizden doğuda Aydınlanma Okulu olarak bilinen Kars Cılavuz Köy Enstitüsü mezunu Posoflu Saniye Yılmaz (Erdem) ile Köy Enstitüleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşimizi sizlerle paylaşıyoruz.
– Sayın öğretmenim, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
1926 yılında Ardahan’ın Posof ilçesinde doğdum. İlkokulu 1936 yılında Posof Merkez İlkokulu’nda başlayıp, 1941 yılında bitirdim. Aynı yıl Kars Cılavuz Köy Enstitü’ne başladım. Bu değerli eğitim kurumundan 1946 yılında mezun oldum. İlk olarak Posof’un Doğrular köyünde öğretmenliğe başladım. 4 yıl orada öğretmenlik yaptıktan sonra, o köyden Cılavuz Köy Enstitüsü mezunu Vezir Ali Yılmaz ile evlendim. Sonrasında eşimle birlikte 5 yıl Söğütlükaya köyünden öğretmenlik yaptık. 1956 tarihinde Posof Merkez İlkokulu’nda görev aldım. 10 yıl burada görev yaptıktan sonra, Ankara’nın Bala ilçesi Emirler köyünde bir ders yılı çalıştım. 1967’de Keçiören Mecidiye İlkokulu’nda 5 yıl, Salih Alptekin İlkokulu’nda da 5 yıl çalıştıktan sonra, 30 yıl 3 ayı tamamlayarak 1977 yılında emekli oldum. Halen Ankara’da yaşamaktayım.
– Cılavuz’a gitmeden önce yetiştiğiniz dönemin Posof’unu anlatır mısınız?
Atatürk ilke ve inkılapları benimsenmişti. Posof halkı Atatürk’ü çok severdi. O zaman çok az sayıdaki evde radyo vardı. Daha çokta kahvelere giderek, radyo dinlerlerdi. Gazetenin pek geldiğini hatırlamıyorum. Memurlara belki geliyordu ama biz yerlilerin evine gazete geldiği yoktu. Atatürk’ün ölümü Posof halkını çok üzdü. Hiç unutmuyorum. Okuldan çıktığım zaman, hep gözüm insanların balkonlarındaydı. Ağladıklarını görünce merak ederdim. Neden ağlıyorlar diye. Daha sonra durumu anladım tabi ama günlerce Posof’ta bir yas havası vardı. Günlerce ağladıklarını gördüm. Posof ilçe merkezi, köylere göre daha farklıydı. Yapıları daha modern, insanların giyim-kuşamları daha iyiydi. Herkes evlerinde ekmeğini yapardı. Yalnız memurlar için tek bir fırın vardı.
– Cılavuz’a gitme fikri nasıl oluştu?
Posof’un Suskap köyünden daha önce Cılavuz’a giden Gülizar adındaki kız, bana ışık tuttu. O zamandan aklıma koymuştum, bende öğretmen olacağım diye. Kulağıma geliyor ki, “Köylerden o gitmiş, bu gitmiş…” diye. “Bende gidip, bende okuyacağım” diye karar verdim. “Suskap’tan gitmişte, ben niye gitmeyeyim” diye kendi kendime söyleniyordum. İlkokul 4. sınıfta Cılavuz’a gitmeyi aklıma koymuştum. Başöğretmen Haydar Bey’den güç alarak, imtihanlara girdim. Ama ben bu durumu Cılavuz’un ilk mezunlarından olan Rıcallar sülalesinden Hilmi Çağlayan ile evli rahmetli olan ablamla paylaşmıştım. Bu sırrımı sadece o biliyordu. En başta, “Olmaz” dedi. Ama ben itiraz ettim, “Hayır, muhakkak gideceğim” dedim. Gizli olarak imtihana girdim. İmtihanı kazandığımı söylediler. Hazırlıklarımı görmeye başladım. Adliye’de senet vermemiz gerekiyordu. Rastgele almıyordular. Olurda okuyamaz ve atılırsan, devletten yediğini, harcadığını velin olan kişi ödeyecek diye şartları vardı. Ben, senet vermek için adliyeye gittim. Oradaki görevli dedi ki, “Kızım baban nerede?” Onlara, “Babamın haberi yok” dedim. Küçük bir yer olduğu için, dediler ki, “Çağırında gelsin.” Babam gelince, ben oradaki insanların arkasına geçtim. Çünkü babamın hiçbir şeyden haberi yoktu. “Benim adliyede ne işim olur?” diyerek iki elini sağa-sola çevirdi. Dediler ki, “Ahmet hoca, bu kızın Cılavuz’a gidecek. Senet vermen gerekiyor.” Bana baktı ama o insanların içinde bir şey demedi. Kızıp, bağırmadı. Ellerini tekrar sağa-sola çevirdi. Ama senede imza attı. Ben, adliyeden babamla birlikte çıkmadım. Ondan sonra çıkıp, amcamlara giderek iki akşam orada kaldım. Korkudan eve gidemedim. Babam kızacak diye. Zannediyorum hocalarımda babamla konuştuğu için Cılavuz’a gitmeme olumlu baktı.
– Cılavuz ilk gidişinizi anlatır mısınız? Yolda neler yaşadınız?
Posof’ta tüm mukavelelerim yapıldıktan sonra, bir hafta sonra gitmem gerekti. Poşa mahallesinden rahmetli Asker Ağa vardı. Fakir biriydi. Bir atı vardı. Onunla yolcu ve yük taşıyarak geçinirdi. Beni, babam ona teslim etti. Onunla birlikte, sabah erkenden yola çıktık. Ata beni bindirdi. Allah rahmet etsin. Bana çok emeği var. Akşam olunca Damal’da Türkmen köylerinden birinde kaldık. Türkmen köyüne gittiğim zaman, etrafımdaki kıyafetleri ilk defa görüyordum. Boncuklu, işlemeli kıyafetleri giyen kadınlar etrafımı sarınca, ben korktum. Başladım korkudan ağlamaya. Benden 2-3 yaş büyük, Peri adında bir kız geldi. Elini boynuma doladı. “Ağlama! Ben buradayım. Beraber yatarız” dedi. O öyle deyince, ben rahatladım. Ağlamayı kesip, onunla ahbaplığı kurdum. O gece, onunla birlikte yattık. Daha güneş doğmadan, erkenden yola düştük. Asker amca yardım ederek beni ata bindirdi. Giderken, yolda atın üzerinde uyuya kalmışım. Bağırdı bana, “Düşüp öleceksin. Uyuma!” O gün ikindiye doğru okula vardık. Beni attan indirdikten sonra, atı orada bir yere bağladı. Evraklarım elimde okula girdim. “Evladım, okula mı geliyorsun?” dediler. Götürüp kaydımı yaptıktan sonra kızların kaldığı daireye teslim ettiler beni. Benden önce kaydolan 7 tane kız öğrenci vardı. Biride, Suskaplı Gülizar’dı. Gülizar, sahiplik etti bana. O zaman üşümemem için üzerime bir şeyler verdi. Zamanla derslerimiz başladı. Oradaki düzene, sınıfa, okula ve arkadaşlarıma alıştım. Çabuk intibah ettim.
– Enstitü Müdürünüzü ve öğretmenlerinizi anlatır mısınız?
Müdürümüz Halit Ağanoğlu, çok otoriter biriydi. Muazzam bir otoritesi vardı. Bizim eğitim gördüğümüz binalar dışında lojmanlar vardı. Kendisi orada kalırdı. Lojmanından çıktığı anda, herkes kendine çeki düzen verirdi. Çok iyi bir hanımıyla, bir kız ve birde oğlu vardı. Nasıl oldu onu bilmeyeceğim ama hanımı gençken vefat etti. Hanımı öldükten sonra, kendisi önceki otoriter halini koruyamadı. Bazı yanlışlar yaptığı da öğrencinin gözünden kaçmadı. Ama yine de her bakımdan mükemmel bir müdürdü. Müdür Muavinimiz Asım Bey vardı. Gazi Eğitim’den mezun, çok iyi bir insandı. Tarih Öğretmenimiz Zakir Güven, Şevket Buzcular ve birbirinden kıymetli çok öğretmenimiz vardı.
– 1943 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Cılavuz Köy Enstitüsü ziyaretini hatırlıyor musunuz?
Hatırlıyorum. Onu karşılamak için sıraya geçtik. Tesadüfen ilk benimle konuştu. Bana, “Nereden geldin?” dedi. O zaman ilçe merkezlerinden Köy Enstitüleri’ne öğrenci almak yasaktı. Bende bundan dolayı, “Posof’un Aşağı Cacun köyündenim” dedim. Resmi bir törenin ardından, enstitümüzü gezdi. Zannediyorsam o akşam kalmadı. Geldiği gün enstitüden ayrıldı.
– Cılavuz’daki elektrik santralinin yapımını anlatır mısınız?
Önce suyun membaı geliştirildi. İçerisindeki taşlar, çakıllar öğrenciler tarafından toplandı. O su bir araya toplanarak, santralin olduğu bölüme kadar akıtıldı. Biz kız öğrenciler dahi yapımında çalıştık. Projesini yabancı biri yapmıştı. Bizim çok ağrımıza giden bir lafı vardı. “Su akar, Türk bakar” derdi. Ona çok içerledik ama bir şey demekte yanlış olurdu. Onun planlamasıyla orayı hep birlikte çalışarak meydana getirdik. Elbette çalışan ustalar vardı ama en fazla öğrencinin emeğiyle elektrik üretir hale geldi.
– Köy Enstitüsü’nde öğretilen sanat dallarını anlatır mısınız?
Biz bir hafta ders yaparken, bir haftada sanat dallarında çalışırdık tüm öğrenciler. Herkesin ayrıldığı bir dal vardı. Kimin hangi sanata kabiliyeti varsa, kim hangi sanatı arzu ediyorsa, o sanata seçiliyordu. Mesela biz kız öğrencileri ekseriyetle biçki-nakışta çalıştık. Dikiş makinalarımız vardı. Hatta mezun olduktan sonra bir tanede dikiş makinası verdiler. Köylerde kullanımını öğretmek ve iş görmek için, herkesin kendi alanıyla ilgili malzeme verilirdi.
– İlçeniz Posof’tan orada okuyan başka kız öğrenciler var mıydı?
Posof’tan ilk gidenlerden Gülizar vardı. O sonradan enstitüden ayrılmak zorunda kaldı. Birde aynı sınıfta olduğum, Papola köyünden Zennure vardı. Size gösterdiğim fotoğraflarda da hep beraberiz zaten. Yanlış olmasın ama 3. sınıfta sanırım kaldı. Ondan dolayı, benden bir sene sonra mezun oldu. Onun abisi Behram Mutlu’da, orada okuyordu. Posof’tan toplamda 3 kız öğrenciydik. Başka yoktu.
– Köy Enstitüsü’nde öğrenmiş olduğunuz müzik enstrümanı neydi?
Birer müzik aleti aldık. Benim mandolinim vardı. İyi bir şekilde öğrendim desem yalan olur. Çünkü müzik tamamen kabiliyetle ilgilidir. Bazı şeyleri yapabildim ama çok güzel çalan arkadaşlarımız oldu. Mezun olduğumuzda herkesin birer mandolini mutlaka vardı. Eğitimi içinde ayrı bir müzik sınıfı vardı. Orada eğitimini görürdük.
– II. Dünya savaşının sürdüğü yıllarda Cılavuz’da öğrenciydiniz. Savaşın enstitüdeki yankıları nasıldı?
Yankısı özellikle şu oldu. Haftada bir kere 250 gr. ekmek yedik. Onun haricinde hep çorba içtik. Çünkü askeri birikim yapmak şarttı. Tedbirli olmak gerekliydi. Onun için yatılı okullara bolca gıdalar verilemedi. Ama evlerimizden takviye geldi. Onu da hepimiz birbirimizle paylaşırdık. Daha çokta bizim evden gelirdi. Yalnız 24 saat yetmezdi. 6 ay kadar açlık çektik ama ondan sonra her şey düzeldi.
– Köy Enstitüsü’ndeki zirai üretim çalışmalarını anlatır mısınız?
Diğer derslerimiz gibi ziraat derslerini görürdük. O derslerde, binaların etrafını çevreleyen geniş bir arazi vardı. Orada daimi çalışanlar vardı ama bizlerde çalışırdık. Çapa işlerinde, dikim işlerinde… çalıştık. Sebzeler yetiştirirdik. Sarımsak, soğan, patates gibi yörede yetişebilen ürünlerin hepsini yetiştirirdik. Çünkü bize onları orada öğrettiler ki, görevli gittiğimiz köylerde aynısını tatbik edelim. Okullarda öğretilenler, köylerde uygulanarak cahillikten halk kurtarılacak ve modern bir şekilde çalışma seviyesine getirilmesi hedefleniyordu.
– Posof’tan Cılavuz’a ulaşım nasıl sağlanırdı?
Daha çok kağnı arabalarıyla ulaşım sağlanırdı. Askeri cemseler vardı. Ona da son sınıfta Posof’tan Ardahan’a gitmekte zorlanmıştım. Cılavuz’da okuyorum diye memurlar tarafından tanınırdım. Babamda, Posof’taki subayları tanırdı. İşte o son sene, beni askeri cemseler Ardahan’a götürdü. Onun haricinde Cılavuz’a giderken hiç arabaya binmedim. Hep atın sırtında veya yürüyerek ulaşım sağlanırdı.
– Köy Enstitüleri’nde, milli bayramların kutlanışı nasıl yapılırdı?
Milli bayramlarımızda, bütün okul öğretmenleri ve öğrencileri olarak ciddi kutlamalar yapardık. Günler öncesinde hazırlıklar yapılır. Resmigeçitlere katılırdık. Her bayram büyük coşkuyla kutlanırdı. 19 Mayıs kutlamaları için ise Kars’a giderdik.
– Köy Enstitü’nden mezun olduktan sonra, köylerde uygulama yapabilmek için sizlere neler verildi?
Köy Enstitüsü’nden mezun olduğum zaman, görevli olduğum köyüme gidebilmek için bir at verdiler. Herkesin yetiştiği dala göre malzemeler veriliyordu. Mesela, demircilik ise sanatı, onunla ilgili malzemeler, marangozluk ise de onunla ilgili malzemeler verilirdi. Bize, biçki-nakış sanatı alanında olduğumuz için, dikiş makinası verdiler. Köylerde o makinaları koyarak, öğrendiklerimizi öğrencilerimize aktardık. Yalnız öğrencilere de değil, köylerde yetişmekte olan genç kızlara da ders verirdik. Nitekim yapmadık değil, büyük bir özveriyle yaptık. Etrafımı nasıl sararlardı, öğrenmek için nasıl can atarlardı. Bugünkü gibi aklımda hepsi.
– Mezun olduktan sonra ilk nerede görev yaptınız?
Mezun odluktan sonra, ilk olarak Posof’un Doğrular köyüne tayin oldum. Oraya gittiğimde bir eğitmen görev yapıyordu. Benim tayin olmam sebebiyle, yeniden 1. sınıfa öğrenci aldık. Küçük bir köy olduğu için, mevcut fazla değildi. 20-25 arasında öğrencim vardı. Sonradan eğitmen oradan ayrıldı. Eğitmenler 3. sınıfa kadar okuttukları için, o öğrencilerde 4. sınıfa geçti. Dolayısıyla 4 sınıfı bir arada okuttum. 1. ve 2. sınıfı öğleden önce, 3. ve 4. sınıfları da öğleden sonra okuttum. Bir yıl sonra 5. sınıf oldukları için, 4. ve 5. sınıfları öğleden önce, 1., 2. ve 3. sınıfları da öğleden sonra okuttum. Bundan 1 ay önce bir öğrencim aradı. “Öğretmenim, günaydın” diye bir ses geldi. “Günaydın oğlum” dedim. Hal hatır sorduktan sonra, tanıyamadığımı söyleyince, “Ben Cacun’dan sizin okuttuğunuz ilk öğrencilerden biriyim” dedi. “Bana tuttuğunuz ışıktan dolayı, bende okuyup öğretmen oldum ve bugün emekliyim” diye sözlerine devam etti. Sohbet ettik, tabi hatırlanmak beni çok mutlu etti.
– Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, bugün nasıl bir Türkiye olurdu?
Ben yüzde 99 diyebilirim ki, Türkiye bu durumda değil, her bakımdan çok ileri bir seviyede olurdu. İnanın ilerlemeler, gelişmeler, medeniyet daha çabuk yayılacaktı. Çünkü bütün öğretmenlerin görevleri köylerdeydi ve bu köylere göre aletlerimiz vardı. Köy Enstitüleri’nden almış olduğumuz bilgilerimizle ve araçlarımızla, köylülerimize bir şeyler verme zarureti doğuyordu. Bu eğitimi vermeyi, bizler her zaman ihtiyaç olarak hissettik. Eğer müsaade etselerdi, önümüzü kapatmasalardı, bugün Türkiye bulunduğu konumundan daha çok ileride olacaktı.
1 thought on “Köy Enstitüleri Üzerine Saniye Yılmaz İle Söyleşi”