Korona-Virüsün Gölgesinde Yeniden Eğitime Açılan Üniversitelerin Taşınamayan Sorunları
Öğrenciler Üniversiteye Gelmekten Memnun. Virüsten Korunma Kaygısı Yaşanıyor
Kovid-19 salgınından bir buçuk yıl sonra yüz yüze eğitim birçok sorunla birlikte yeniden açıldı. Öğrencilerin üniversite ortamını, arkadaşlarını, derslerini ve hocalarını özlediğini coşkularından anlıyoruz. Ancak salgının yüksek şiddette seyretmesi, bazı arkadaşların aşısız olması, bazılarının aşı ve/ya virüs testi bilgilerini paylaşmaması hem öğrencileri hem de çalışanlar ve hocaları tedirgin ederken öğrencilerin barınma ve özelliklede ulaşımda yaşanan sorunu dile getirilmektedirler.
Kalabalık otobüs ve dolmuşlar, kalabalık sınıflar, yemekhanelerde aynı saatte yüzlerce öğrencinin yemek kuyruğuna girmesi salgının yayılmasına neden olmasına yönelik kaygıyı herkese yaşatmakta. Hepimizin sorumluluk bilinci ile hareket etmesini gerektiren bu süreç, farkındalık yaratılmasını ve öğrencilerin bilgilendirilmesini gerektiriyor.
Geçen hafta ilk derslerde, Kovid-19 salgınına neden olan virüs organizmasının büyüklüğünü, nasıl yaşadığını, neden hastalık etmeni olarak parazit olduğunu ekoloji bilgisi ile anlattım. Neden virüsünde yaşamak zorunda olduğunu ve biz insanlara bulaşmasının nedenlerini, salgınların tarihini bilim tarihi ekseninde işledim. Öğrencilerin dikkatle dersi dinlediğini ve kuralara çoğunlukla uyduklarını gözlemledim.
Üniversite Gelenekleri Yavaş Yavaş Kaybolmakta
Üniversiteler açılırken genelde açılışla birlikte verilen ilk açılış dersleri genelde akademik çevreler ve öğrenciler tarafında ciddiyetle dinlenir, yeni söylem ve görüşler yakalanmaya çalışılır. Uzun zamandır üniversitelerin bu tür geleneklerinin işlemediği görülmektedir. Üniversitelerde ilk derslerde dünyanın belli üniversitelerinden saygın bilim insanları, Nobel ödüllü bilim insanları ve/ya kendi alanında yetkin kişiler üniversiteye davet edilerek yeni öğrencilerin kendi yol haritasını oluşturmasına yardımcı olması sağlanır. Gerektiğinde üniversite kendini geliştirmek ve politikalarını yenilemek için aralıklarla kapsamlı ve sorgulayıcı etkinlikler düzenleyerek bu tür davetlileri çağırmalıdır. Ayrıca asistan yetiştirme ve doktora sonrası akademik yetkinlik için geleceğe yönelik bilimsel çalışmalar ekseninde tartışmalı arama konferansları/seminerleri düzenlenmelidir ki bu tip etkinliklerden geçmişte çokça yararlandık.
Çukurova Üniversitesi 2021-2022 Akademik yılı açılışını eski YÖK başkanı Sayın Prof. Dr. Yekta Saraç ve TÜBİTAK başkanı Sayın Prof. Dr. Hasan Mandal hocaları davet ederek gerçekleştirdiler. Sayın Saraç ve Sayın Mandal hocaların akademisyenler ile sohbeti önemliydi. Bir çok hocamız sorunlarını anlatabildiler. Yöneticilerinin üniversitelileri dinlemeleri, sorunları yerinde görmeleri ve uymaları çok yararlı olacaktır.
Üniversitelerin açılışı ve arkasında verilen kokteyllerde yeni gelenler ile tanışma, yetkililere sorunların aktarılması gibi gelenekler giderek daha az görülmektedir. Salgın süreci bu tür buluşmaların ve karşılıklı görüşmelerin ne denli önemli oluğunu bir kez daha anlaşılmış oldu.
Tıp fakültesinde halen önlük giyme töreni yapılmakta ancak çoğu birimde oryantasyon dersleri ve ortama uyum konuları çoktan unutuldu gitti. Üniversite öğrencilik ve geleceğe adım atmanın öneminin kavranması bakımından ilk ders ve ortama uyum etkinlikleri önemli. Ayrıca giderek zayıflayan, üniversitenin anlamı, işlevi ve öneminin ne olduğu, bilim, felsefe ve sanatın ilişkisinin ilk derslerde işlenmesi ayrıca üniversitelilik bilincinin ilk dönemlerde zihinlerde gelişmesi bakımından ayrıca önem oluşturmaktadır.
Üniversite Kendini Sürekli Sorgulayarak Yenilemeli
Üniversitelerden yeni öğretim yılı başında beklenen; “Üniversitenin kendisini sorgulaması ve kendisine meydan okumasıdır”. Örneğin, “Üniversite olarak Türkiye ve Dünya ölçeğinde neredeyiz?”, “Dünyada üniversiteler ne tür araştırmalar yapıyorlar?”, “nereye doğru gidiyorlar?”, “Biz ne yapıyoruz” veya “dünyadan kopmamak için biz ne yapmalıyız?” gibi sorgulamaların yapılması gerekir. Bu konularda üniversite yönetimi, üniversitenin politika geliştirme merkezinin dışında üniversitenin öğretim elemanları, öğretim üyeleri ve bu gruplara ilişkin örgütlerin ve/ya üniversite entelektüellerinin zaman içindeki yazdıkları rapor ve görüşler ekseninde sürekli ve canlı bir tartışmanın içinde olunması doğal olarak beklenmektedir.
Üniversiteler Kendilerini Geleceğe Nasıl Hazırlayacak
İletişim teknolojileri çağında üniversite kurumunun çok hızlı kabuk değiştirdiği görülüyor. Bir zamanlar araştırmalar çoğunlukla üniversitelerde yapılırdı. Günümüzde ise çok büyük araştırma şirketleri ilaç ve teknoloji geliştirebiliyor. Gerçi temel bilimler için üniversite hala şart. Örneğin, Biontech şirketinin geliştirdiği korona virüsü aşısı üniversitede değil özel laboratuvarlarda geliştirildi. Diğer aşılarda çoğunlukla üniversite dışında geliştirildi. Bu şirketlerin aşıları can kurtardığı için önemli ancak aşıya erişim sorunu olan yoksul ülkeler ile aşı patentinin paylaşılmaması sonucu, birçok insanın ölümüne göz yumuluyor olması da insanlık adına tartışılması gereken bir konudur. Bilim-toplum-sermaye ilişkisi sürdürülebilir geleceğimiz açısından bugünden tartışma konusu olmuştur.
Bu durum ayrıca üniversitelerin yeni olaylar karşısında kendilerine nasıl kaynak yaratacakları tartışmasını gün yüzüne çıkartmıştır. Peki devlet-özel sektör ile üniversite ilişkileri üniversite özerkliği zedelenmeden nasıl sağlanacak? Dünya üniversiteleri kaynak yaratma ve özgün araştırma yapmada ne tür yöntemler uyguluyor, üniversitenin tarihsel misyonunun yanında akademik özgürlük nasıl sağlanacak gibi bir dizi sorun üniversitelerin geleceğini belirleyecek.
Bu bağlamda bilginin çok çabuk üretildiği ve teknolojiye dönüştüğü günümüzde bilim ve üniversite ne tür yeni sorunlar ve işlevlerle ile karşılaşıyor/karşılaşacak?
Ayrıca üniversitelerin verimliliğinin ve üretkenliğinin artırılması için ne tür iç işleyişe ve de ne gibi yeniliklere everilmesi gerektiği konularının konuşulması gerekiyor. TÜBİTAK, YÖK ve Üniversitelerin bu soruları ciddi ciddi tartışması ve yeni modeller üretmeleri gerekiyor.
Üniversitelerin Değişmeyen Akademik ve Yapısal Sorunları
Üniversitelerin yeniden açılması sevindirici ancak sorunların büyüklüğü gün geçtikçe artmaktadır. Üniversitelerin evrensel ölçekteki, düşünme, tartışma, sanat ve felsefe yapma dahi kültürel geleneklerini yavaş yavaş kaybetmesi. YÖK ile birlikte zayıflatılan özerk konumları iyice tüketildi. Üniversitelerin kendi sorunları kendi mekanizmaları içinde çözümleri konuları çoğunlukla merkezi idare tarafından devralınmış olması akademik kadrolar üzerinde ciddi ataletsiliklere ve verimsizliklere yol açmıştır.
Alt yapı, ileri teknoloji araştırma ekipmanları, araştırma bütçesi yetersizliği ve kullanımı sorunları, teknik idari ve hizmetli personel yetersizlikleri yaygın olarak yaşanmaktadır. Temel ve uygulamalı bilimlerde araştırma yapan birimlerde alt yapı yetersizliği yanında araştırma kaynaklarının sınırlı olması araştırma yapılmasının önündeki en ciddi engellerdir. Teknik personellerin olmadığı, en basiti ile hizmetlilerin temizlik yapamadığı çok sayıda birimin iş yapamaz durumda olduğu sıkça vurgulanmaktadır.
Akademik kadroların yetersizliği, Ar-Gör eksikliği, teknik ve yardımcı eleman yetersizliği araştırma yapılmasının önündeki çok ciddi engellerdir. 8 milyonu bulan üniversite öğrencisinin eğitimi için görevlendirilen yaklaşık 91233 öğretim üyesinin ne denli yetersiz oluğu görülmektedir.
Orta öğretimde akademik bilgi ve kültürel yetersizlik ile üniversiteye alınan yüzbinlerce öğrencinin yeterince üniversiteden verilen bilgiyi özümseyememesi gibi ciddi bir kaliteli öğrenci sorunu bulunmaktadır. Diğer tarafta kontenjanların %75 oranında dolduğu, öğrencilerin tercih etmediği onlarca beşerî bilimler ağırlıklı bölüm ve fakültenin varlığı sorunu bulunmaktadır. Öğrencilerin, kendilerinden beklenen kitap, gazete okuma alışkanlığını kazanmadan belirli bilinen yazar ve sanatçılar ile tarihsel gelişmelerden bilgi bakımından yoksun olarak üniversiteye geldikleri görülüyor. Üniversitelerin ciddi sorunu, akademik alt yapısı yetersiz geniş öğrenci varlığını nasıl alan yeterliliği kazandıracağı ve hayata hazırlayacağıdır. Bu sorun ülkenin bir taraftan ciddi kaliteli iş gücü sağlama ve diğer taraftan çok ciddi genç işsizlik sorunu doğurmaktadır.
Akademisyen Yetiştirme Sorunu Halen Ciddi Sorun
Üniversite gibi yeniliğin arandığı yerlerde akademik kadroların sürekli kendilerini yenilemeleri gerekmektedir. Akademide seçicilik ile üniversitelere sürekli taze kanların kazandırılması ve sürekli seleksiyonla iyi akademisyenlerin belirlenmesi gerekir. Gelişmiş üniversiteler temel bir politika olarak lisansüstü eğitim ve akademisyen yetiştirme mekanizmaları ile akademik dünyanın kalitesini geliştirmek istemektedir. Üniversitelerin dünyadan kopmamak için akademisyen yetiştirme yönetimini akademik bilgi, yetenek ve düşünme ölçütleri ekseninde yürütmesi gerekir. Son yıllarda bütün dünya üniversitelerinde “kalite değerlendirme sistemi” ekseninde akreditasyon kuruluşları kuruluyor, dış değerlendirmeler yapılıyor. Kurumsal olarak iç ve dış denetimin üniversite kalitesine ve verimliliğine etkisi her üniversite nezdinde tartışılması öncelikle gerekli görülüyor. Bir bakıma hesap verilebilirlik mekanizması geliştirilemedi. Maalesef bugün başarısını ölçecek somut verilere dayalı bir mekanizmamız bulunmamaktadır.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin akademik verimliliklerine bakıldığında çok küçük bir akademisyen yüzdesinin bireysel çabaları ile yapılan araştırmaların kurumları taşıdıkları somut akademik veriler üzerinden belirlenebiliyor. Üniversitelerin toplam bilimsel faaliyetleri ile akademisyen sayıları arasında çok düşük bir ilişki göze çarpmaktadır. Üretkenliğin ve verimliliğin arttırılması için nelerin yapılabileceği üniversite yönetimlerinin en ciddi kalite geliştirme sorunlarının başında geliyor. Bugün dünyada bilinen en iyi üniversitelerin başarısı, niteliği yüksek, bilimsel başarısı iyi akademisyen çokluğu ile ölçülmektedir.
Dünyanın her yerinde zaman zaman nepotist yaklaşımlar yaşanıyor. Ancak Türkiye üniversitelerinde yaşananlar, tabiri caiz ise “adrese teslim” kadro ilanları, çok sık basına yansımaktadır. Üniversitelerde akademik kadrolara alınma gibi çok fazla yeterlilik ve yetkinlik isteyen bilgi üreten felsefi kurumlara alınana kadrolar verimsizliği ve toplumun bilime olan güvenin sarsılmasına neden olmaktadır.
Olması gereken üniversite ortamı, öncelikle liyakat sahibi başarılı akademisyenlerin istihdamı ve sürdürülebilirliğinin sağlanması için yüksek puanlı öğrencilerin programlara yerleşmesi ve bu öğrencilerin içinde de en iyilerin seleksiyonla (kalbur üstü ayıklama) akademik geleceğe sağlam bir şekilde taşınmasıdır. İyi öğrenci almak ve onların içinden en iyileri belirlemek, kurumların devamlılığının teminatı ve kalitenin arttırılmasında olmazsa olmazlar kategorisindedir. Dolayısıyla akademisyen yetiştirmede ve istihdam etmede üniversitelerin bir kalite skalası ve ona uygun bir amacı olması ve bu amaç doğrultusunda sıkı bir seleksiyon yapması, o kurumun geleceğe daha iyi hazırlamakla birlikte kurumun uluslararası tanınırlığı ve kalitesini de yükseltecek unsurlardır.
Üniversiteler Kendi Sorunlarını Kendi İkliminde Tartışamaz İse Gelişemezler
Üniversite ve bilim insanı ilişkisi temelde özerk ortam ve özgür birey eksenine oturmaktadır. Üniversitelerin sürece katılması, sorunlarını tartışması kendi içinde neredeyse hiç konuşulmamaktadır. Bunsuz üniversite asla düşünülemez. Bilim insanı doğayı, toplumu sezgileme yolu ile anlama, gözleme, zihinsel fikir üretme (hipotez üretme) deneysel araştırma, üretilen bilgiyi aktarma, bilgilendirme hatta yeri geldiğinde denetleme işlevlerini kendisinin doğal görevi olarak sayar. Bilim insanının bu ulvi görev ve işlevleri, yaratıcı fikir ve çalışmaları üniversiteyi ileri üniversite kategorisine sokar. Bunlar gerçekleşmediğinde ise gelişme durur ve kendi içinde üniversitecilik yapılmaya başlanır, bilim insanı da öğretmen olmanın ötesine geçemez. Prof. Dr. Cahit Arf hocanın ifadesi ile “ileri ortaokul” düzeyinde kalır.
İleri gelişmiş üniversitenin ön koşulu, özerk üniversite koşullarının ve özgürlüklerin önünün tam olarak açılması ile sağlanır. Ön koşulların aksi yönüne gidilirse ülkenin ve toplumun yaşam standartları toptan gerileyecektir. Son 40 küsur yıldır üniversiteler üzerinde soğuk savaşın etkileri, 1970’li yıllarda yaşanan çatışmalar ve bölgesel sorunlar nedeniyle üniversitelerin özerkliği ve bireylerin özgürlükleri sınırlandırıldı. YÖK’ün kurulması ve merkezi idarenin üniversiteleri kontrol altına alması anlayışı ve bu anlayış etrafında şekillenen politikalar, ülkenin üniversite içi demokrasisine zarar vermesinin yanında ülke geneline ve ülkenin ekonomik gelişmesine de ciddi zarar verdiği sıklıkla vurgulanmaktadır.
Eleştiren ve sorgulayan üniversite ülkeyi gerçekten muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkararak geliştiren çağdaşlaştıran bir ülke durumuna getiri. Eleştiri ve düşünce açıklama bilim yapma ve gelişmenesin en temel faktördür. Çağımızda üniversiteler eğitim, araştırma ve eğitim veren kurumlar olmanın yanı sıra aynı zamanda toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmeye önderlik edecek nitelikli insanların yetiştiği ve dinamik modeller oluşturan kurumlar durumundadırlar. Ancak günümüzde üniversiteler bu misyonu sürdürebiliyor mu, sorusu halen tartışılmaktadır.
Üniversitelerin Sorunlarını Kendi Özerk Ortamında Tartışması Önem Kazanıyor
Yaşanan Kovid-19 salgını sonrası Türkiye üniversite sorunlarını, ön yargılardan ve siyasi etkilerden uzak kapsamlı bir biçimde kendi içinde tartışmalıdır. Dünya üniversitelerinin üretkenlikleri ve bilime katkıları ile ülkemiz üniversitelerinin üretkenliği ve bilime katkısı, karşılaştırılamayacak düzeyde gerilere doğru savrulduğumuzu somut veriler ekseninde göstermektedir. Üniversitelerimizin son yılarda dünyada 65.371 yayın ile toplam makale üretimi ilk 20. sırada yer almakta, ancak makale başına atıf sayısı ise 2.7 ile 49 sırada yer almaktadır. Hızla nitelik kaybı yaşandığı görülmektedir. Üniversitelerin ve bilim kuruluşlarının bu sorunları tartışabilmeleri için özerk olmaları gerekmekle birlikte bilginin/bilgeliğin yetkinliği ekseninde bağımsız düşünce ile öneri geliştirmesi de gerekmektedir. Eğer bilgi her şeyin üstünde ise bilgiyi ancak bilgi kontrol edebilir. Başka bir güç bilginin üstünde olmamalıdır. Üniversiteler uzun zamandır özerk yönetim anlayışından uzak rutinleri ile ağırlıklı olarak ders vermeye yeltendikleri için kendi sorunlarını daha az tartışırken sorunlarının üst yönetimler ile YÖK ve yetkili devlet birimleri tarafından çözülmesini beklemektedir. Ancak sorunlarında giderek büyüdüğü, akademik verimliliğin düştüğü ve ciddi bir ataletsizliğin sürdüğü görülmektedir.
Sonuç olarak; yapılan en ciddi eleştiri beklenilen anlamda nitelikli üniversite ortam ve bilim insanı kaldı mı? yönünde. Türkiye üniversitelerinin zayıflayan özerklik sorununa bağlı olarak kendi kararlarını kendi almaması, düşüncelerini açıklamaktan çekinmesi ciddi verimsizliğe ve ataletsizliğe itmiş durumdadır. Bilimsel araştırma ve eğitim kalitesi giderek düşüyor. Üniversitelilik bilinci olan kadroların yavaş yavaş emekliye ayrılıyor veya kendilerini sürecin dışında tutarak görüş ve/ya önerilerde bulunmaktan sakınıyorlar.
Dünyada birçok kategoride 16-20 sırasında yer alan Türkiye’nin gelecekteki gelişmişliği ve yaşam kalitesi bilim ve üniversite eğitim-araştırma kalitesine bağlıdır. Türkiye’nin iletişim çağından kopmaması ve çağın öncüsü olması için hızla evrensel ölçekte üniversite olma ve ona uygun standartlara ve mekanizmalara sahip olunmasını bağlıdır. Ülkemizin halen önemli bilim insanı potansiyeli ver ve yeniden üniversiteleri dünya standartlarına taşıyabilirler.
11 Ekim 2021, Adana