Kavramların Işığında İnsan Hakları

Sayı 33- İnsan Hakları Eğitimi (Ocak 2012)

İNSAN, HAK, HUKUK VE DEMOKRASİ

KAVRAMLARI IŞIĞINDA İNSAN HAKLARI

Giriş

“İnsan hakları nedir?” sorusuyla başlayacak olursak bu sorunu yanıtını öncelikle “insan”,”hak” ,“hukuk” ve “demokrasi” kavramlarını açıklayarak vermeliyiz. İnsan haklarını anlamak, sahip çıkmak, korumak ve geliştirmek yukarıdaki kavramları bilmekle mümkündür. Bu kavramlar insan hakları inşaatının temel taşlarındandır. Bu nedenle bu kavramaların doğru anlaşılması büyük önem arz eder. Bu yazının amacı da bu temel taşlar etrafında insan haklarının inşasını ele almaktır.

Kavram Açıklamaları

İnsan denilen gizemli yaratık en genel ve anlaşılır tanımıyla, düşünen ve düşündüğünü eyleyendir. Yine insan, düşünebilen, karar veren, amaçlı ve ahlaklı davranan, toplum ve devlet kuran, bilim ve teknoloji üreten bir varlıktır. Aristoteles’e göre insan, düşünen, konuşan, gülen ve politika yapan bir hayvandır. İnsan çeşitli tarihsel dönemlerde hakim düşünceye göre farklı şekillerde algılanmıştır. Antik Çağda büyük önem atfedilen insan, başlı başına bir amaç olmaya çalışırken iken Ortaçağ Avrupa’sın da tanrıya hizmetle yükümlü bir araç şeklinde tanımlanmış ve değerlendirilmiştir.  Bu dönemde insanın en yüce görevi tanrıya koşulsuz itaat etmek amacı ise tanrıyla bütünleşmek (babaya kavuşmak) nihayetinde tanrıyla bir bütün olmaktır. Ortaçağda İnsan doğal ve akli bir varlık değil, öncelikle Tanrı tarafından yaratılmış fakat ilahi özünden ayrı düşmüş bir varlıktır[2]. Bu bakımdan ortaçağ Hıristiyan felsefesinin temel amacı özünden, Tanrıdan, uzaklaşmış insanı yaratıcısına tertemiz bir şekilde tekrar ulaştırmaktır. Temel problemde bu amacın nasıl gerçekleştirileceğidir. Yine insan, Kant’ın insan ve ahlak felsefesinde, başlı başına bir amaç halini almış, günümüz insan hakları ve bir değer olarak insan anlayışının filizlenip yeşermesine hizmet etmiştir

Hak, yasal olan, kişi menfaatidir. Hak, kişinin toplumdan isteyebileceği, talep edeceği ve kullanabileceği yetkilerdir[3].  Hak, sahibine bir şeyi yapabilme yetkisi verirken, başkalarına da bu yetkinin kullanılmasına saygı gösterme yükümlülüğü getirir. Bu yetkileri kullanmakta özgür ve sınırsızdır taki başkalarının yetki alanına girinceye kadar. Çünkü her hak hukuk kuralından doğar[4]. Hukuksa bir düzen ifade eder. Düzenin olmadığı bir yerde hak, eşitlik, özgürlük vb. kavramlardan söz edilemez.

Haklar farklı hukuk düzenlerine, toplumlara ve siyasi rejimlere göre çeşitli farklılık gösterir. Liberaller, özgürlüğe üstün bireyci değer olarak öncelik tanırlar. Faşistlerse anlamsız olduğu gerekçesiyle her türlü bireyci özgürlüğü reddederler[5]. Faşistlere göre özgürlük, liderin otoritesine sonsuz itaattir.

Demokrasi Grekçede “halk” anlamına gelen “Demos” ve “iktidar” anlamına gelen “Kratos” kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıkmış bir kelimedir. Bu anlamda demokrasi halk iktidarı, halk yönetimidir. Bu yönetim diktatörün ve tiranın değil halkoyuyla seçilmiş kişinin yönetimidir. Fakat demokrasiye yüklenen anlam çeşitli dönemlerde farklılıklar göstermiştir. Toplumsal yapı farklılığı ve gelişmişlik düzeyi bu farklılıkların nedenlerinden bir kaçıdır. Bu da demokrasiyi kendi içinde üç türe ayırmıştır. Bunlar doğrudan demokrasi, temsili demokrasi ve yarı doğrudan demokrasidir. Doğrudan demokrasi, halkın kararlara doğrudan katıldığı, kararların çoğunluğun oyuyla alındığı bir demokrasi şeklidir. Genellikle (Antik Yunanda) şehir devletlerinde geçerli olmuştur. Temsili demokrasi, halkın siyasi haklarını doğrudan değil de seçtikleri temsilciler aracılığıyla kullanması ve yönetim de söz sahibi olmasıdır. Bu temsilciler milletvekilleridir. Yarı doğrudan demokrasi ise temsili demokrasinin sebep olacağı olumsuzlukları önleyebilmek için doğrudan demokrasiye gitme şeklidir. Halk vetosu, referandum vb. yarı doğrudan demokrasiyi sağlayan araçlardır.

Çeşitli düşünce ve öğretiler de kendi demokrasi tanımlarını yapmışlardır. Örneğin liberaller açısından demokrasi anayasayla sınırlandırılmış olandır. Çünkü çoğunluk azınlığın haklarını da gözetmek zorundadır. Bu anlamda liberal demokrasiye anayasal demokrasi de denir. Faşistler hakiki demokrasinin diktatörlük olduğunu savunurlar. Çünkü önder, ideolojik bilgeliği tekeline alabilir ve yalnızca bu lider tek başına halkın gerçek çıkarlarını dillendirebilir[6].

Demokrasi insan haklarının meşrulaştığı, garanti altına alındığı, korunduğu ve geliştirildiği en iyi ortamı sunar. Demokrasi, insana değer veren, önemseyen  ve insan kişiliğini özgürce ve eksiksiz biçimde geliştirmesine olanak sağlayan bir yönetim biçimidir[7]. Demokrasi eşittir “hürriyet” demektir. Ancak hür insanlar haklarının farkında olabilirler. İşte Atatürk’ün dediği gibi “aklı hür, vicdanı hür…”

Çoğulcu demokrasi, herkesimden katılımın olduğu bir demokrasi anlayışıdır. İktidarın değişebildiği, çoğunluğun diktatörlüğünün olmadığı bir yönetimdir. Çoğulcu demokrasi ile çoğunlukçu demokrasi anlayışını birbirinden ayıran ince nokta insan haklarının kullanımı olsa gerek. Çünkü çoğulcu demokraside azınlıklar söz konusu olmayacaktır. Herkes eşit ve hür şekilde hukuk kuralları içerisinde bütün haklarını kullanacaktır. Çoğulcu demokrasilerde iktidar el değiştirir ve bu şekilde diktatörlüğün veya tek otoritenin önüne geçilebilir. Diğer durumda ise her an çoğunluğun diktatörlüğünü ilan etme tehlikesi vardır. Bu da insan hakları anlayışınca kabul edilebilir değildir. Çünkü insan hakları tek tek bütün bireylerin haklarıdır. Belirli bir topluluğun, zümrenin veya otoritenin hakları değildir.

İnsan adlı gizemli yaratığın toplumsal hayata geçişini Hobbes, Locke ve Rousseau gibi filozoflar toplum sözleşmesi şeklinde açıklamışlardır. Hobbes, doğa durumundaki insanı anlatırken doğanın insanı eşit yarattığını söyler fakat buradaki eşitlik amaçlarına ulaşma bakımından eşitliktir. Bu durumda da insanlar arasında bir güvensizlik ve savaş doğar. Çünkü ona göre “insan insanın kurdudur”. Savaşımın olduğu bir yerde düzensizlik hakimdir. Doğa durumuna yani “herkesin herkesle savaşına” son verecek olana şey, her insanın her şey üzerinde sahip olduğu doğal haktan başkalarıyla aynı ölçüde vazgeçmesi yani sahip olduğu hakkın başkalarının hakkıyla sınırlandırılmasına rıza göstermesidir.[8] Buda ancak bir toplum sözleşmesiyle mümkündür.

Locke’a göre doğa durumunda bütün insanlar eşitti. Buradaki eşitlik aynı doğal akla sahip olmaktır. Fakat doğa durumunda insanların temel haklarını koruyup teminat altına alacak bir otorite bulunmamaktadır. Her birey kendi başına bir otorite konumundadır. Yani yargıç da savcı da kendisidir. Bu da adalete aykırı bir durum olduğundan bir kargaşaya sebep olur. Savaş çıkması kaçınılmazdır. Locke a göre insanlar savaş tehlikesinden kurtulmak için bir “toplum sözleşmesi” ile bir takım haklarını otoriteye vererek toplum haline gelir. İnsanlar Locke’ a göre, doğa durumdan sivil toplum haline, temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alıp, daha nitelikli bir yaşama kavuşmak için geçerler.[9]

Rousseau “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde şöyle der: İnsan özgür doğmuştur, ama her yerde zincire vurulmuştur. Oysa ona göre doğa durumu, Hobbes’un herkesin herkesle mücadelesinin aksine adeta cennetvari bir durumdur.[10]Rousseau’ya göre insan doğanın ellerinden iyi olarak çıkmıştır. O bu dünya da toplum tarafından bozulmuştur. Mülkiyet, ticaret ve ekonomik ilişkiler insanlar arasındaki dostluğu, arkadaşlığı bozarak birtakım çıkarlar doğrultusunda insanların menfaat ilişkileri kurmasını neden olmuştur.  Bu durumdan mutsuz olan insan ancak toplum sözleşmesiyle mutluluğuna, özgürlüğüne ve eşitliğine tekrar kavuşabilecektir. Bir yasaya itaat eden insan aslında kendine itaat etmiş olacaktır. Çünkü Rousseau da egemenliğin kaynağı insandır/halktır.

Bu üç düşünürde birleştiği ortak nokta bir toplumsal düzen anlayışıdır. Çünkü topluluk halinde yaşamak bir düzen gerektirir. Hukuk toplumsal yaşamın en güvenilir düzenleyicisi olup toplumsal gerçekliğin bir sonucudur[11]. Kural ve kurallara uyma fikrinin bulunmadığı bir toplumda düzenden söz edilemez[12]. Toplumsal düzenin olmadığı bir yerde  de hiçbir haktan söz edilemez.  Yani toplumsal düzen ancak ve ancak hukukla mümkündür. Hukuk, insanlara her hakkın kaynağı olan özgürlüğü verir. Hukuk üzerinde çok tartışılmış bir kavram olmuş ve birçok tanım getirilmiştir. Hatta Kant göre “hukuk, hukukçuların bile tanımlayamadığı bir kavramdır”. Hukuk Arapça kökenli bir sözcüktür ve anlamı “haklar” dır[13]. Hukuk, bireyin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak amacı ile konulan ve kamu gücü ile desteklenen kurallar bütünüdür. Buna göre hukukun amacı; insanların ortak iyiliğini, barış içinde bir arada yaşamalarını ve adaleti sağlamaktır.[14]

İnsan Hakları

Modern dünyada insan hakları söylemini programına almayan bir iktidar ve devlet hem ülkesinde hem de uluslararası arenada kendine yer bulamaz. Hatta iktidarların ve devletlerin meşruluğu bu kavramla belirlenmektedir de diyebiliriz. Günümüzde insan hakları ve demokrasi kavramları aynı zaman da emperyalist ülkelerin baskı altına almakta kullandıkları bir psikolojik savaş aracı haline gelmiştir[15]. Çünkü ‘İnsan Hakları’ tüm işgallerin, kanlı operasyonların, darbe ve müdahalelerin bahanesi![16] Orta doğuda yaşanan son gelişmeler bu tespitin haklılığını ortaya koymaktadır

İnsan hakları, insanın sırf insan olmakla kazanmış olduğu haklardır. Bunlar doğal haklardır. İnsan haklarının felsefi temelinde esas olarak, doğal (tabii) haklar anlayışı bulunmaktadır. Doğal haklar, yazılı hukuktan önce gelen ve ondan üstün olan insanın doğuştan sahip olduğu haklardır. İnsan haklarının tek ölçütü insandır, kişidir. İnsan hakları tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlükler toplamıdır. Başka bir tanıma göre din, dil, ırk, renk, mezhep, cinsiyet ve düşünce farklılığı göstermeksizin bütün insanların sadece ve sadece insan olmakla kazanmış oldukları haklardır. Bu haklar insan onur ve haysiyetini korumak ve insana insanca yaşama imkanını sunduğu için vardır.

Genel olarak insan haklarının temel nitelikleri;

1-Evrenseldir.

2-Temel haklardır(doğal haklar)

3-Toplum öncesidir(tek insan)

4- Mutlaktır.

5-Vazgeçilmez ve devredilemezdir.

6-Kişi haklarıdır.

Tarihsel gelişimine baktığımız zaman insan hakları söylemini M.Ö 5. yüzyıla kadar geri götürebiliriz. Eski yunan da sofistler insana verdikleri değerle insan haklarına ilk vurguyu yapanlar olmuştur. Bilindiği gibi sofistler eğitimcilikleriyle öne çıkmış gezgin öğretmenlerdir. Bunlar para karşılığı da olsa insanları eğitmekte ve bu şekilde insanların rahat ve huzurlu bir yaşam sürmelerini istemekteydiler. Onların amacı, her bireyin yeteneklerini geliştirecek bilgiyi öğretmekti.[17] Çünkü insan özgürleşmeye ve gelişmeye açık en değerli varlıktı. Gerçekte “ bütün şeylerin ölçüsü insandır, var olanların var olmalarının ve var olmayanların var olmamalarının.[18]”  Protagoras’ın bu sözü bir değerler çokluğuna işaret etmektedir. Bu da kaos ortamı için uygun bir zemin hazırlayacağından onlar açısından bakıldığında insanların siyaset, etik vb. konularda eğitilmesi gereklidir.

İnsan hakları ilk kez 1945 tarihli Birleşmiş Milletler Şartı ve 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle uluslar arası bir hukuk biçimi [19]kazanmıştır. Ancak daha gerisinde Antik Yunandan sonra 1215 Magna Carta (İngiltere), 1789 İnsan ve Vatandaşlık haklar Bildirisi(Fransa) ve 1791’de 1787 Amerikan Anayasasına 10 maddelik bir Haklar Bildirisi eklemiştir. Kölelik, İngiltere de 1838’de, Amerika da 1865’te kaldırıldı[20]

İnsan Hakları Eğitimi

Sokrates’in “hiç kimsenin bilerek kötülük yapamayacağı”[21] tezi bilmeye dolayısıyla da eğitime vurgu yapar. Ona göre bilen kötülük yapmaz. İnsan hakları eğitimi de kavramın, bilinmesini, anlaşılmasını, pratikte yansımasını, korunup geliştirilmesini ve kuşaklara aktarılmasını sağlayacaktır. İnsan hakları eğitimi genel anlamda herkeste, örgün eğitim kapsamında düşünüldüğünde ise öğrencilerde insan haklarına saygı ile bu hakları koruma ve yararlanma bilincini geliştirmek amacıyla, uygun içerik, materyal ve yöntemlerle verilen eğitime karşılık gelir[22]. İnsan hakları eğitiminden verimli bir sonuç çıkabilmesi için bireylerin bilinçli olması gerekir. Bilinçli bireyler ancak bir takım haklarının olduğunu iddia edebilirler.

İnsan hakları eğitiminde, eğitimi alan kişiye/gruba evrensel ve ulusal değerler bir arada verilmelidir. Çünkü halen daha evrensel değerler olarak kabul edilen değerler üzerinde tartışmalar sürmektedir. Bu nedenle evrensel ve ulusal değerleri birlikte verilmeli, eğitimi alanın bunların sentezinde evrensel bakabilmeyi edinmesi sağlanmalıdır.

İnsan hakları eğitiminde felsefi nitelikli bir eğitimin seçilmesi verilmek istenen eğitime büyük hizmette bulunacaktır. Felsefi nitelikli eğitim, eğitim alana ve verene, eğitim almasına yardımcı olunana kendisini ve birlikte yaşadığı, yaşamak zorunda olduğu diğer bireyleri/kişileri/yurttaşları tanıma fırsatı verdiği için, bireyin/kişinin/yurttaşın her anlamda dünyasını genişletecektir[23]. Yine felsefi nitelikli eğitim tikelden hareketle, yine tikel merkezinde kalarak evrensele ulaşabilmeyi sağlar. Felsefe, kavramları aydınlatmayı, sorgulamayı, eleştirmeyi, onlara yeni boyutlar kazandırmayı amaçlayan tutumuyla[24] hayatımızın değişmez örgüsü olan kavramlarımızı verimli bir şekilde kullanmamızı sağalar. İnsan hakları eğitimi kişinin öz saygı edinmesini başlıca amaç saymalıdır. Öz saygısı olan insan ancak başkalarına saygı duyabilir.

İnsan hakları eğitiminin başarıya ulaşabilmesi için en başta eğitim sistemi insan haklarını dikkate alan biçimde düzenlenmelidir[25]. Gündeminde, insanın onurlu ve saygı duyulması gereken bir varlık olduğu anlayışına yer vermeyen; insanı özcü bir varlık anlayışıyla değerlendiren ortamlarda, insan haklarında, insan hakları kavramından söz edilemez[26].

İnsan hakları eğitimi sistemli ve çok boyutlu bir şekilde yapılmalıdır. Örgün öğretimle sınırlı kalınmamalıdır. Çeşitli gruplar, medya, dernekler, sivil toplum örgütleri, kulüpler, ve vakıflar örgütlü bir şekilde insan hakları verebilir. Fakat burada kontrol mekanizmasının kurulması art niyetli amaçların önüne geçmesi açısından şarttır.

İnsan hakları eğitimi noktasında önemle duracağımız bir başka konuda medyadır. Bilindiği gibi medya günümüzde en etkin eğitim-kültür-sanat- haber- aracıdır. Claude-Jean Bertrand’ın altı başlık altında açıkladığı medyanın işlevlerini şöyle sıralayabiliriz; (1) çevreyi izlemek, (2) sosyal iletişimi sağlamak, (3) dünya hakkında bir vizyon sağlamak, (4) kültürü iletmek, (5) mutluluğa katkıda bulunmak ve (6) satmak(reklamcılık)[27]. Ne yazık ki tıpkı demokraside olduğu gibi medyada bu temel vasıflarından sıyrılmış muhalefeti susturan iktidarın ise sözcülüğünü yapan bir araç haline gelmiştir. Demokrasilerde kamuoyunun oluşmasında basın en önemli vasıtadır[28].Yine medya ulusal ve evrensel hiçbir insan/toplum değerlerine uymayan içi boş, eğiticiliği sıfır ve ahlak kurallarını topyekûn rafa kaldıran program ve yayınlarla toplumları yozlaştırmaktadır. İnsan hakları eğitiminde medya düşen görev insan hakları ile ilgili eğitici-öğretici-bilgilendirici-aydınlatıcı yayınlar yapmaktır. Bu da devlet eliyle veya devlet destekli özel sektörün yapması ile sağlanabilir. Görselliği zengin olması bakımından TV’ler günümüz de en çok tercih edilen medya araçlarındandır.  İnsan haklarına saygılı bir devlet bu aracı yine insan haklarına/izleyici haklarına ve kurum haklarına saygılı bir şekilde kullanmalıdır. Medya patronları, yapımcıları, yönetmenleri, aydınları, oyuncuları, emekçileri, sanatkârları da insan hakları bilinci içerisinde olmalıdır. Günümüzde, özellikle de ülkemizde, kimin aydın ve sanatçı olduğunu anlamak mümkün değil. Gerçekten layıkıyla işini icra edenleri tenzih ederek şunu ifade etmek gerekir ki, “eline kalem alan herkes aydın/gazeteci, mikrofona nefes üfleyen herkes sanatçı, kamera karşısında soyunan herkes de adeta başoyuncu”.

Sonuç olarak insan yüz yıllar boyu çözülememiş, halen daha gizemini koruyan kozmos içerisindeki en karmaşık ve en değerli yaratıktır. Bu yaratık ilk dönemlerde doğayla iç içe yaşayıp, doğanın emri altında hareket ederken, zamanla doğaya başkaldırmıştır. Bu başkaldırıyı birlik halinde yaparak toplumsallaşmış, doğa karşısında ve kendi türünün tehlikelerine karşı bir araya gelerek, ilkel hayattan toplumsal hayata bir geçiş yapmıştır. Bu geçiş, Hobbes, Locke  ve Rousseau da insanın  bir takım haklarından yine temel hakları için  vazgeçip toplum sözleşmesi formunda  gerçekleşir. Toplumsal hayatta bir otorite arayışına giren insan, çeşitli yönetimlerin boyunduruğunda yaşamıştır. Bu yönetimlerden demokrasi onun için ufukta parlayan bir ışık olmuştur. Bu ışıkla hukuka, adalete, haklarına ve temel insani değerlerine kavuşmuştur. Bu haklarını-sırf insan olmaktan dolayı kazanmış olduğu haklarını- korumak, geliştirmek, hak ettiği onurda yaşamak için, eğitim vasıtasıyla hakları hakkında bilgilenmeli/bilgilendirilmelidir. Bu eğitimin felsefi nitelik taşıması kavramın geleceği ve içeriği açısından çok önemlidir. Çünkü felsefe, vizyonu geniş, çok boyutlu düşünebilen, evrene daha geniş pencerelerden bakabilen, sorgulayan, eleştiren, merak eden ve birey merkezli evrenseli yakalamış insan yetiştirir. Ayrıca felsefe kavram analizi ve ideal olanı aramasıyla da insan hakları eğitiminde önemli bir yere sahiptir. Formal eğitimin yanı sıra informal eğitim, basın- medya aracılığıyla da bu eğitim gerçekleştirilebilir. Ayrıca her türlü teknolojik gelişmeden de insan hakları eğitiminde faydalanılabilir.

DİPNOTLAR


[1] Atatürk Üniversitesi Felsefe Tarihi Tezli Yüksek Lisans

[2] Cevizci , Ahmet. Felsefe Tarihi, Say Yayınları,1.baskı 2009, s. 176.

[3] ÇÜÇEN,A Kadir. İnsan Hakları, MKM Yayıncılık, Ocak 2011.s. 44.

[4] Gözübüyük, Ş; Hukuka Giriş, Turhan Kitabevi, Ankara 2005.s.160.

[5] Heywood, A. Siyasi İdeolojiler (Çev;A.Kemal Bayram, Özgür Tüfekçi,Hüsamettin İnanç,Şeyma Akın,Buğra Kalkan), Adres Yayınları, Mart 2010.s.47.

[6]A. Heywood.  A.g. e.s.59.

[7] Çınar, İkram. Mankurtlaştırma Süreci, Anı Yayıncılık, Ankara Şubat 2006. s.88.

[8] Cevizci, A,Felsefe Tarihi, Say Yayınları 1. baskı İstanbul 2009.s.476.

[9] Ahmet Cevizci A.g .e.,s.592-593

[10] Storig, Hans Joachim, Dünya Felsefe Tarihi, Say Yayınları,1. baskı 2011 İstanbul.s.354.

[11] Aydın .Nurullah, İnsan Hakları,Demokrasi ve Medya,Kum Saati Yayınları,1. baskı 2008 İstanbul.s.49.

[12] Atasoy .Ö.A.Temel Hukuk(Hukukun Temel Kavramları),Osmangazi Üni.Yay.1.Baskı 2007,.s.1.

[13] Bilgili. Fatih, Hukukun Temel Kavramları,Dora Bursa 2010 2. Baskı. s.11.

[14] Nurullah Aydın. A.g .e.s.35

[15] İkram Çınar A g. e .s.89

[16] http://www.banuavar.com.tr/?pg=articles&id=133

[17]A. Çüçen.  A.g. e .s.37

[18] Arslan .Ahmet.İlk Çağ Felsefe Tarihi(Sofistlerden Platon’a), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1. Baskı Aralık 2006 İstanbul.s.28

[19] Ed.Çağlar Selda.Disiplinlerarası Yaklaşımla İnsan Hakları(Harun tepe.İnsan hakları :Kavram,Kapsam ve Ölçüt).Beta 1.Baskı Aralık 2010 İstanbul.s.7

[20] Reisoğlu. Safa, Uluslararası Boyutlarıyla İnsan Hakları,Beta ,Nisan 2001İsatnbul, s.4.

[21] Arslan. Ahmet. A.g. e .s.131

[22] Kepenekçi ,Y.K.. Anı Yayıncılık ,Ankara ,Şubat 2000.s.10.

[23] Çotuksöken. Betül.İnsan Hakları ve Felsefe, Papatya Yayıncılık. İstanbul 1.Basım kim 2010.s.58.

[24]Betül  Çotuksöken.A.g. e.s.110.

[25] Y.K Kepenekçi A.g. e .s.15.

[26]Betül Çotuksöken , A.g .e.s.17.

[27] Bertrand .Cluade-Jean, Medya Etiği. Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü. Ankara .Temmuz 2004.s.18

[28] Demir.Vedat, Medya Etiği, Beta.İstanbul. 1. Aralık 2006.s.17.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir