Gerçek yol gösterici
Ölümsüz düşünür-ozanımız Yunus Emre şöyle diyor:
“Emeksiz zengin olanın
Kitapsız bilgin olanın
Sermayesi din olanın
Rehberi şeytan olmuştur.”
Mustafa Kemal de Osmanlı Sultanının gerçekte kayıtsız şartsız teslim anlamına gelen Mondros silah bırakışmasını imzaladığı günlerde, İstanbul’da, ulusal direnişin düşünsel ortamını hazırlamaya çalışırken, kendi yayınladığı MİNBER Gazetesine yazdığı bir başyazıda şöyle diyordu:
“… Ben en iyi siyasetin, her türlü anlamıyla en çok güçlü olmakta bulunduğunu kabul ederim.
“En çok güçlü olmak deyiminden anladığım, yalnız silâh gücü olduğunu sanmayınız. Tersine, bu bence güç toplamını oluşturan etkinliklerin sonuncusudur.
“Bence en çok güçlü olmak, bilim bakımından, teknik bakımından ve ahlâk bakımından güçlü olmaktır.
“Çünkü bu saydığım değerlerden yoksun bir ulusun bütün bireylerinin en son silâhlarla donatıldığını tasarlasak bile, güçlü olduğunu kabul etmek doğru olmaz.
“Bugünkü insanlık toplumunda insan olarak yer alabilmek için, eline silâh almış olmak yetmez. …
“Ülkemi ve ulusumu, pek iyi tanıdığım ve yoksun bulunduğumuz ilerlemeye eriştirebilmek için, huzur ve sükûn ile, ama her halde özgürlük ve bağımsızlığı kurarak, çok sürekli çalışmak gerektiğine inanmış bulunuyorum.”
Günümüz siyaset dünyası insanlarına ders olsa…
Ö. Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı, Atatürk’ün Uygarlık Tasarımı, Cem, Yay.
Hilafet
“Yabancılar, Türk ulusuna daha kolay saldırabilmek için halifeliğin süregitmesini yeğliyorlardı!” Atatürk, Nutuk
Atatürk, daha 1920’lerde bile Batı sömürgeciliğinin İslam ülkelerindeki din sömürüsünü destekleyişlerine dikkati çekmekteydi: “Yabancılar halifeliğe saldırmıyorlardı ama Türk ulusu saldırıdan kurtulamıyordu; Türk ulusuna daha kolay saldırabilmek için halifeliğin sürmesini yeğliyorlardı!”
Sömürgeciliğin Müslüman kitlelere ve ülkelere karşı bu siyaseti hiç değişmedi.
Örneğin Fransa, başta sanayileşme, iç evriminde laikliğe, demek ki en geniş kapsamıyla demokrasiye ulaşmayı amaçlamış, o yolda ilerleyegelmiş, ama uluslararası ilişkilerinde sömürgeciliği ayıp saymadığı için örneğin İran için Humeyni’yi beslemişti!
Örneğin İngiltere Fazıl Küçük’ün adadan kovduğu Şeyh Kıbrısi’yi kanatlarının altında, Kıbrıs Türklerinin ulusal bilinçlerini bastırıp köreltmek için kullanmaktaydı.
Örneğin ABD, “Demokrasi kâfir düzenidir” diyen siyasetçileri Başkanlık Sarayında BAŞBAŞA GÖRÜŞMELERLE destekledi! Türkiye için Fethullah’ı , Araplar için Işid vb.’ları besliyor.
Örneğin Almanya Türk işçilerine stadyumlarda silahlı eğitim bile verdiren Cemalettin Kaplan gibi şeyhleri besledi!!!
Özetle sanayi-demokrasi Batısı, Türkiye’nin, Türk ulusunun kendileriyle yarışabilen bir sanayi-demokrasi toplumu olmasını, tüm İslam dünyasına bu örneği vermesini hiç mi hiç istemediler. Bu nedenle de Atatürk Türkiye’sini yıkmak, bu yolda ortçağcıl artıkları kullanıp desteklemek 1945’tenberi izledikleri yol olageldi…
Türk ulusunun bağımsız bir demokratik devleti, Misak-ı Milli ile belirli anasının aksütü gibi en az bin yıllık öz yurdu olmasına engel olmak isteyen iç ve dış sömürgen güçler artan bir hevesle el ele vermeği sürdürüyorlar.
Ama Atatürk’e hep yenildiler, hep yenilecekler:
“Benim ölümlü vücudum kuşkusuz bir gün toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti sonsuza değin yaşayacaktır!”
Türk ulusu, kendisine onurlu yaşam, çünkü bağımsızlık ve özgürlük sağlayan Atatürk Cumhuriyeti’ne, yani gerçek anlamıyla cumhuriyete/demokrasiye kuşkusuz tüm maddi ve manevi varlığıyla sahip çıkmayı sürdürecektir!
Laiklik Demokrasinin kendisidir; çünkü “olmazsa olmazı”dır!
Laiklik, toplumun başta yönetim düzeni olmak üzere bütün insanlararası ilişkilerin, eşit hak ve özgürlüklere sahip bütün yurttaşların özgür oylarıyla ve değişmeye açık olmak, yani hiçbir kutsallık/değiştirlemezlik niteliği bağlanmadan yapılmasına katılacakları yasa, tüzük, yönetmeliklerle düzenlenmesi demektir.
Demek ki toplumun her alandaki ortak yaşamının ne bir din ne bir mezhep ne de başka herhangi bir “değişmez” kurala bağımlı kılınmaması, kadın ve erkek tüm yurttaşların eşit oy sahibi olarak belli aralıklarla yapılan özgür seçimlerde ortak yaşamın her alanını özgürce tartışarak özgür oyla belirlemesi demektir.
Görüldüğü gibi laiklik, demokrasinin tam kendisidir; inançların baskıcılığını engellemeğe ağırlık verilerek yapılan demokrasi tanımını simgeler!
Atatürk de, “Yurttaş için Medeni Bilgiler” kitabında, laikliğin bu en yüksek düzeydeki verimini şöyle anlatmaktadır: “Türk ulusu, ulusal duyguyu dinsel duyguyla değil, ama insancıl duyguyla yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında ulusal duygunun yanında insancıl duygunun onurlu yerini her zaman korumakla övünç duyar. Çünkü Türk ulusu bilir ki, bugün uygarlığın büyük yolunda bağımsız, ama kendileriyle koşut yürüdüğü bütün uygar uluslarla karşılıklı insancıl ve uygar ilişki, kuşkusuz gelişmemizi sağlamak için gereklidir …”
Bknz.:
1) M. K. Atatürk, Yurttaş İçin Medeni Bilgiler (Günümüz Türkçesiyle yayıma hazırlayan: Ö. Ozankaya), ADD Yay.; 2) Özer Ozankaya, Atatürk ve Laiklik, CEM Yay.
Demokrasinin kötüye kullanılması kendi başına bir ulusal yıkım olabiliyor!
Başta milletvekilliği olmak üzere siyaset “servet edinme” yolu olmaktan çıkarılmadıkça ne ulusal bağımsızlık, ne yurt bütünlüğü, ne temel insan hak ve özgürlükleri güvende olabilir. Sömürgeci devletlerin darmadağın edip yerde sürükleyeceği onursuz ülkelerden birisine dönülür.
Terörü gerçekten etkisiz kılabilmenin ilk koşulu: Ulusun siyasetçisi olmak ya da Türk Ulusal Kurtuluş Savaşını da zafere ulaştırmış olan “Türkiye ve Türk Ulusu” tanımına gönülden bağlı kalmak
Bir ülkede terör cinayetlerini hemen kınamayan, şehitler için ânında bir rahmet bile dilemeyen, böylece etnik ve dinci terör örgütleri tehdidinden korun(a)madan kalmış/bırakılmış köy ve beldelerde kendisine oy bekleme hesabı yapan siyasetçiler, o ulusun, o yurdun hizmetinde siyasetçiler sayılırlar mı? Böyle siyasetçilerin terör örgütüyle de terörü besleyen sömürgeci devletlerle de örtülü ilişkiler içinde olmadığına güven duyulabilir mi?
Bilinmelidir ki, kavga, savaş gibi, barış ve kardeşlik de önce kafalarda ve gönüllerde başlar, başlatılır.
Ulusların birlik ve barışı da pek büyük çoğunluğun kafa ve gönülleri ‘gerçeklere dayanılarak’ yapılan ulusluk ve yurt tanımlarıyla donatılıp beslenmekle sağlanır.
Ve bu temel birlik-kardeşlik duygularına dayanak olan ‘tarihsel gerçekler’in, ucuz iç-politika çıkarları uğruna, sömürgeci süper devletlerin güdümünde, onların ürettiği yalanlarla bulanıklaştırılmasına, üzerlerinde kuşku bulutları yaratılmasına, doğrusuyla öğrenilmeden/bilinmeden kalmasına fırsat vermemekle olur!
Atatürk’ten bu alanda da alınacak öyle çok dersler var ki!
Nutuk’ta yaptığı uyarı tam da böyle “siyasetçilerle ilgilidir ve halkı bilgilendirmeğe yöneliktir.
Türk Kurtuluş Savaşı, en başındanberi, ‘kurtarılacak ulus’un “Türk ulusu”, kurtarılacak yurdun “Türk yurdu” olduğu gerçeğini, herkesin bildiği bir gerçek olmak üzere TEMELİNE koymuştur: “TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KURAN TÜRKİYE HALKINA TÜRK ULUSU DENİR.”
“Sultanlarla, Halifelerle yönetilen ülkelerde en büyük tehlike sultanların, halifelerin yabancılar tarafından satın alınmalarıdır. Bu, çoğu kez kolaylıkla sağlanabilmiştir. Meclislerle yönetilen ülkelerde en büyük tehlike ise, millet vekillerinden kimilerinin yabancılar adına ve hesabına satın alınmalarıdır. Bu nedenle ulus temsilcilerini seçerken çok kıskanç ve dikkatli olmalıdır.”
“Efendiler, yabancılar halifeliğe saldırmıyorlardı; ama Türk ulusu saldırıdan kurtulamıyordu! Türk ulusuna daha kolay saldırabilmek için halifeliğin süregitmesini yeğliyorlardı.”
“Bu durum karşısında alınacak tek bir karar vardı: o da ulusal egemenliğe dayalı, kayıt ve koşulu olmadan bağımsız bir Türk Devleti kurmaktı.”
Görüldüğü gibi SÖYLEV/NUTUK, her yurttaşın seçimlerde bilinçle oy kullanabilmek için okuması zorunlu olan bir demokrasi tarihi belgeselidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temellerine bağlı olan her siyasal partinin yönetimi, tarihsel gerçeğe dayalı bu tanımları tartışmasız benimseyip her türlü etnik ayrımcılığa karşı olduğunu ulusa açıkça bildirmelidir.
Ltfn. Bknz.: Ö. Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı – Atatürk’ün Uygarlık Tasarımı, CEM Yay.; Ö. Ozankaya, Toplumbilim (Özellikle Nüfus konusu), CEM Yay.
Ulusal Egemenlik İlkesi
Çinliler sömürge olmaktan kurtulmanın yollarını Atatürk’ten öğrendiklerini açıklamışlardı:
“Atatürk, saldırganları yurttan nasıl bir ruhla ve ne gibi araçlarla püskürttüğünü bize göstermek yoluyla ulusal kurtuluşun yöntemini öğretmiştir. O’nun düşünüş ve tutumunun yüreklerimizde her an canlı kalacağını, ulusal uğraşlarımızda bize güç ve destek olacağını düşünerek avunabiliyoruz.”
Hindistan Parlamento Kurulu Başkanı Madam Sucheta Kripalani de aynı konuda biz Türklere şunları söylemişti:
“Atatürk yalnız Türk ulusunun değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün ulusların önderiydi. O’nun yönlendirmesiyle siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk.”
Mısırlı din bilgini Abdurrazak Efendi Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet Devrimlerinin özünü şöyle anlamaktaydı:
“Türkler, bağnazların, gerici din adamlarının aldatma ve oyunlarından kurtulmak istemekte çok haklıdırlar. Türklerin bunda başarılı olmaları çok önemli sonuçlar verecek ve bütün dünya Müslümanlarına büyük bir umut aşılayacaktır.”
Yüz yıl önce sömürgeci Batı’ya ve onlarla işbirliği yapan çağdışı Halife Sultana başkaldırı ile gerçekleşen Türk Kurtuluş Savaşı’nın bu ruhunu ve yön verici ilke-düşüncesini, bugün de Türk bağımsızlığını ve onun güvencesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni içli-dışlı saldırıdan esirgeyebilmek için tüm yurttaşların kavramasını sağlamak gerekmektedir.
Bknz.: Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı – Atatürk’ün Uygarlık Tasarımı, CEM Yay.
“Türkiye Cumhuriyeti Tarikatlar Ülkesi Olmayacaktır!” Atatürk
Varlıkları demokrasiye (cumhuriyete) de, İslam dinine de aykırı olan (“Lâ ruhbane fiddini = İslam dininde din-adamlığı yoktur”, çünkü her Müslüman araya aracı koymadan başta Kur’an, dininin gereklerini kendi dilinde öğrenip bilmekle, çocuklarına da öğretmekle yükümlüdür!), bu nedenle 1925 yılında bugünkü Anayasamızla da korunan devrim yasalarıyla yasaklanıp kapatılan, hepsi sömürgeci devletlerin kurgulayıp kullandığı tarikatların liselerimize bile sokulmak istenmesi, demokrasimizi (cumhuriyetimizi) yıkma niyetinin bir başka açık göstergesidir.
Demokrasiye gerçekten saygılı olan ve demokratik anayasal meşru varlıklarına uyan tüm siyasal partilerimizin de yürürlükteki Anayasamızın gereğini yerine getirmeleri ve tarikat baskıcılığını sona erdirmeleri gereklidir.
Atatürk’le birlikte haykırıyoruz:
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mansıplar ülkesi olmayacaktır. Bir tek tarikat (yol) vardır: uygarlık tarikatı (yolu). Uygarlığın gereklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.” Atatürk
(Bknz: Özer Ozankaya, Atatürk ve Laiklik, Cem Yay.)
Ulusal Mecliste Folklor Gösterisi
Bir Diyarbakır milletvekilimizin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki konuşmasına önce Kürtçe başlaması ve sonra görüşlerini Türkçe açıklamayı sürdürmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve bütünüyle çağdaş Türk toplumunun Atatürk’ün şu bilimsel/demokratik tanımı üzerine kurulu olduğunu bir kez daha sergiledi : “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir.”
Yeryüzündeki belli başlı hemen bütün “çağdaş” ulus-toplumları içinde de “folklor ögesi” niteliğinde, yöresel olarak konuşulan bir ya da birkaç dil ve onlara bağlı kültür ögeleri bulunduğunu biliyoruz. Ama bu toplumlar, “çağdaş” toplum oldukları için, başka deyişle ortak kültürleri folklor düzeyinden bilim, sanat ve teknoloji düzeyine yükselmiş olduğu için, o “folklor ögesi/ögeleri” bir ayrılıkçılık ögesi değildirler; öyle olmak ve öyle kullanılmaya da izin vermezler.
Örneğin Fransa’da kendilerine özgü yerel dilleri olan Alsace’lılar, Bask’lılar vardır. Ama genel Fransız toplumu iki yüz yıldan beri kesintisiz denecek bir biçimde folklor düzeyinden bilim, sanat ve teknoloji düzeyine yükselme süreci yaşamış olduğu için, Alsas ya da Bask asıllı insanlar, “Ben Alsaslyım .. ama, Fransız kültürümle övünç duyuyorum; Fransız kültürüme çok şey borçluyum!» demektedirler. Fransa genelinde de “kültürel özellikler” (particularités culturelles) olarak yaşayan bu folklor ögeleri, sanatı, bilimi, teknolojiyi besleyen kaynaklar olarak değerlendirilebilmekte, sömürgeci amaçlı ayrılıkçılık, bölücülük kısırlığı ve haksızlığı demek olan “kültür özellikçiliği”ne (particularisme culturel) dönüştürül(e)memektedir: “Kültürel özellikleri korumaya evet; ama kültür ayrılıkçılığına hayır!” denilmektedir (“Particularités culturelles, oui; mais particularisme culturel, non!”)
Bu nedenle folklor ile sanat, bilim ve teknoloji kavramlarına bir açıklık kazandırmak gerekir: Folklor, halk becerileri demek olup, ne bir dizgeselliği (sistematiği) vardır, ne yaratıcısı ya da üreticisi bellidir, ne de bunları yapanlar herhangi bir düzenli yetişmeden geçmiş, kendileri de konuları üzerine düzenli açıklamalar getirip yazılı bilgi birikimini genişletmiş, bir hukuk ve yönetim düzeni kurabilmiş kimseler değildirler. Bu özellikleriyle folklor, siyasal yönetim, hukuk, sanat, bilim ve teknoloji değil, bunları besleyen ham madde kaynakları işlevi görebilir ve görmelidir.
Bu folklorik kümelerde konuşulan diller de kimi kez büyük bölümüyle, bir kaç ana komşu dillerden alınma sözcüklerden oluşmakta, ama asıl önemlisi, “kendine özgü bir dilbilim (gramer) yapısından yoksun olduğu için” kendi başına bir hukuk, yönetim, bilim, sanat ve teknoloji dili olma olanağından yoksun bulunmaktadır. Nitekim yüzlerce, belki bin yıldır konuşulmalarına karşın bir bilim, hukuk, yönetim, sanat ve teknoloji dili, kısacası yazılı dil olamamışlardır. Bunları ancak sözcüklerini kullandıkları o asıl kaynak dillerden birinde yapabilirler; onlardan birini seçmek durumundadırlar.
Görüldüğü gibi folklorun ayrılıkçılık amacıyla kullanılmaya kalkışılması, bilerek ya da bilmeyerek, asıl olarak ülkenin başat kültür kesimine yani ülkenin tümüne bir sömürgeci saldırısı olduktan başka, o folklorik kesimleri de yoksullaştırmak, kısırlaştırmak, geri bıraktırmak, sömürgecilerin kullanacakları maşalara dönüştürmek niyetini, ünlü “Böl ve Yönet” kötücüllük niyetini anlatır.
Ek not: Bu konuda daha ayrıntılı bir inceleme için bknz.: Özer Ozankaya, TOPLUMBİLİM – Nüfus bölümü, “Budunbilimsel Yapı” konusu.