Gözü Yaşlı İnsanların Unutulmayan Vatanı Ahıska

Sayı 85- Ahıska Özel Sayısı (Ocak 2025)

On üç on dört yaşlarındaydım. Bana Ahıska’nın adının ilk duyuran güzel annem olmuştu. O yaşlarımda, annemim durmadan geçmişlerinden bahsederken ”Bizim soyumuz Ahıska Türkü” sözlerinin ne anlama geldiğini düşünmeden dinlerdim.

 Zaman içinden anne tarafımdan akrabalarımızdan da benzer, hatta aynı şeyleri duyar olmuştum. Bildikleri geçmişlerini anlatırken, insanlar iç çekiyor, gözlerine hüzün doluyordu.

Her şeye rağmen, acıların kavurduğu, Ahıska’dan göçen insanlar ölümden kurtulup Çorum’a geldiklerine şükrediyordu. Daha sonraları, onlardan işittiklerim beni, hüzün dolu bir kitap okuyormuş, acıklı bir filim izliyormuşum gibi etkiledi.

 ***

Birçok Ahıskalı gibi, annemin de hüzün dolu bir aile hikâyesi vardı.

Dedesinin Rus ve Ermeniler tarafından öldürüldükten sonra, yaşadıkları köyün ahalisiyle birlikte Türkiye’ye göç eden nenesi Gülperi’nin ağzından duyduğu gerçek yaşam hikâyelerini önemseyerek dinlemeye başladım.

Annemde dâhil olmak üzerek, anlatırken hüzün ve acıları yüzlerinden okunan kadın ve erkeklerin okuma yazması yoktu. Ellerinde bir haritaları olmamış. Olsa bile okuma yazmaları olmadığı için ata toprakları Ahıska’yı gösterme imkânları da olmadı. Fakat, birbirlerinin acılarını dinleyerek, gözyaşlarını görerek yetişmiş ikinci ve üçüncü nesil olmalarına rağmen Ahıska ve Ermenileri iyi tanımışlardı. İşittiklerinden dolayı sülalelerinin doğum yerleri, adları beyinlerinde duruyordu.

Güzel annemle, evde en uzun yaşayan ben olduğum için onun anlattıkları da benim beynime yazılmaya başlamıştı.

Bu insanlara ne oluyordu? Nasıl bir ruh hali taşıyorlardı? Anladım ki, bu insanlar köklerini unutmuyor, soylarını arıyorlardı. Annemin de Gülperi anasının anlattığı evlerini, topraklarını özlüyor olduğu düşüncesine kapılıyordum.

Kültürleri icabı, kendi annesine aba, babasının annesine, yani, nenelerini ana diye çağırdıklarını söylerdi annem. “Gençlik günleri aklına geldikçe, oğullarını sırayla askere gönderdikçe acısı artan Gülperi anam diyordu ki” diye başlar ve devam ederdi.

***

“Gülperi anam,” Benim çocukluğum Ahıska’nın Havaşen köyünde geçti. Köyümüzdeki komşumuzun oğlu, sizin rahmetli dedeniz Hasan ile evlendirildim. Her ikimiz de açmamış tomurcuk gibiydik. Hasan, yakışıklı, ben de genç güzel bir kadındım. Ama, zalim düşmanlar bizi çabuk soldurdu.

Ahıska’da Rus ve Ermenilerin Türklere zulüm yaptığı dedikoduları yayılmaya başladı. Çok yakınlarımızda yaşayan, hatta, kapı bir komşularımız olan bu milletlerin Türklere dayanılmaz işkenceler yapacaklarını hiç aklımıza getirmemiştik. Türk ve Müslümanların, yaşlı genç, çoluk çocuk demeden öldürüldüklerini sık sık duymaya başlamıştık. Öyle bir zor günler yaşıyorduk ki, alışveriş için korkumuzdan şehirlere gidemiyorduk.

Rahmetli dedeniz, çok çalışkan, yiğit biriydi.  Türkleri savunmakta hep öncülük ederdi. Bir gece evimiz ani baskına uğradı. Beş kişi, ilk önce beni ve çocukları tekmelerle odanın içine iteklediler. Kocam, ne kadar iri kıyım güçlü biri olsa da, karşı koyup isyan etmesine rağmen, avludan dışarı çıkarmakta zorlanmadılar. Peşlerinden, büyük oğlum Mehmet’le ben kapının önüne kadar gidebildik. Başına gelecekleri anlamış olmalı ki, onlara küfürler savurup bana, “Çocukları topla, gidin buradan. Bunlar, hepinizi öldürecek.” diye bağırdı. Gecenin bir yarısında, kurşun seslerini duymasın, olanları görmesin diye yanımdaki dokuz yaşındaki Mehmet’in gözlerini yeleğimle kapattım. Türklere gözdağı veren çoğu Rus olan zalimler ortadan kayboldular. O anlar, gözümün önünden hiç gitmedi. Acılar o gece ömrüme girdi, bir daha da çıkmadı.

Darp ve kurşun yaralarından ölmüş olan Hasan’ımın cesedini komşuların da yardımıyla bahçemize aldık. Hemen yıkayıp sessiz sessiz ağlayarak geceleyin mezarlığa gömdük. Sessiz ağıt yakmayı, göğsümü yumruklamayı da o gece öğrendim. Mezardaki kocam Hasan’ın yası bitmeden, buluğ yaşına bile girmemiş evlatlarımın öldürülme korkusu yüreğimi dağlamaya başladı.

Çaresizdik. Türklerin kaderine, doğduğu topraklardan ayrılması biçilmişti. Ahıska’nın Havaşen köyündeki hısım akrabayla birlikte ne yapmamız gerektiğini bilemiyorduk. Bu sırada, Osmanlı ve Ruslar savaşa tutuşmuşlar (1877- 1878- 93 harbi). Ahıska Türkleri olarak, köy ahalisiyle topraklarımızı bırakarak zulümden kaçma kararı aldık. Hiç unutmam, son bir defa daha yiyelim diye kadınlar şimdi dünürüm olan Süleyman Ağa’nın bahçesinde toplanıp hıngel büküp çoluk çocuk yedik. Ağaçlarla, tandırlarla vedalaşırcasına bakıp gözyaşı döktük. Yolluk için, üç gün kete, katmer yufka yaptık. Bir gece ansızın kağnılarla yollara dökülüp anavatana kaçmaya başladık. Yol boyunca kilim dokuduğum tezgâhımı yanımda getiremediğim için gözyaşı döktüm.

Aç ve susuzduk. Yollarda biten yiyeceklerimizden sonra otları toplayıp yemeye başladık. Hastalıklar, ölümler yakamızdan ıramadı. Kağnılardaki öküzlerin bazıları yollarda telef oldu. Ahıska’dan, kadın başıma yollara düştüğümüz insanların desteğiyle, yağmur çamur demeden buralara kadar geldim. Ahıska’daki köyüm nere, şimdi evim yurdum dediğim Çorum’un Elmalı köyü neresi. Bu çileleri, yaşamayan bilmez. Şükür, yolda üç oğlum ve bir kızımın acısını yaşamadım. Şimdi burada bizleri birbirimize bağlayan, çektiğimiz çilelerin ve yüreğimizdeki sızıların aynı olmasıdır. Gelirken ana yurdumuza varınca her şeyin biteceğini sandık. Ama, alın yazımız burada da buldu bizi. Seferberlik başladı dediler. Oğullarımı ve bizimle göçen delikanlıların hepsini peş peşe askere aldılar. Köyde birkaç yaşlı erkek ve gelin kız kadın kaldık. Karnımızı doyurma derdi bize düştü. Tarlaları sürdük, bağı bahçeyi gördük. Oğlanları, kızı evlendirdim. Torunlarım oldu. Hanemiz çoğaldı. Köyümüzü eşkıyalar bastı. Kadınlar toplanıp dağlara çıkarak köy bekçiliği yaptık. Kadın başımıza cenaze yıkayıp ölü gömdük. 16 sene Mehmet’in,12 sene Seyit’in asker yolunu bekledim. Ne zaman ki küçük oğlum Yusuf askerdeyken, Çorum’daki askeriyeden beni çağırıp şehitlik haberini verdi Çorum’daki komutan. O zaman bitmeyen sürgün acım yeniden depreşti.

Zaman içinde Osmanlı yıkıldı. Atatürk, şehit olan, en küçük oğlum Yusuf’tan dolayı bana maaş bağladı. Doğduğum yerden hasret getirdim. Sızıdan başka bir şey kalmadı yüreğimde. Geldiğim topraklardan bana kalan tek hatıra, düğünde, bayramda, Çorum’a giderken sırtıma giydiğim yeşil satenden dikilmiş, yakası cebi sarı biyeli ceket. Acılarımı, anılarımı kimseye vermediğim gibi yadigâr ceketimi de kimseye vermedim, kimseye elletmedim.

İnsan hiç doğduğu toprakları, geride bıraktığı soyunun mezarlarını unutur mu? Aklıma geldikçe yüreğim çarpar, burnumun direği kırılacakmış gibi sızlar.” derdi.

 ***

On altı yaşına kadar Gülperi anasıyla yaşayan ve geçmişinin anılarını aklında taşıyan annem, bunları bana anlatmamış olsaydı ben de kendi kökümün nereli olduğunu bilemezdim. Onun için rahmetli annemi hep minnetle anmışımdır.

Zaman içinde, birçok, “Biz Ahıska Türküyüz.” diyen insanlarla tanıştım. Ahıska’dan sürgün görüp Türkiye’nin dört bir yanına dağılan insanların üçüncü, dördüncü kuşak torunları olarak, kimimiz Rus ve Ermeni destekçileri tarafından öldürülen aile fertlerimizi, yolda ölen çocukları, kimisi, yakıp yıkılan evlerini, sorgusuz sualsiz bırakılan topraklarını birbirimize anlattık. Bu ailelerin başlarından geçen anıları kısa makaleler halinde Eğitişim Dergisi’nde kaleme aldım.

Genç bir soydaşımız, atalarının acıları hürmetine, kızına Ahıska adı koydu. Böyle güzel olaylar yüreklere su serpiyorsa, Ahıskalıların acılarının unutulmayacağı bellidir.

 Ahıska sürgünü unutulmamalı, unutturulmamalı. Türkler, yaşanan acılardan ders çıkartıp birbirleriyle kenetlenmeli. Ben de bu ailenin içinde yaşamış birisi olarak, annemin anlattıklarını, büyük, Gülperi nenemizin gerçek yaşam hikâyesini unutmadım.

****

Büyük nenem Gülperi’nin, Ahıska’dan neden sürgün edildiğini, Türkiye’ye geldikten sonra Çorum’un Elmalı köyünde çektiği sıkıntıları, yaptığı kahramanlıkları, önce Kars’ta, sonra Osmanlı topraklarının değişik yerlerinde, 16 yıl askerlik yapan dedem Mehmet’in askerlik anılarının hikâyesini anlatan (Kardaki Ayak İzleri – Ahıska Türklerinin Dramı) adlı kitabımda kaleme aldım.

Ne yazık ki, hâlâ insanlar zalimce katlediliyor. Evlerinden, yurtlarından edilerek yollara düşürülüyor. Güçlü devletlerin, böyle hunharlığına seyirci kalan insanlığı lanetliyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir