(Bu söyleşi Fay Kırby’in ölümünden yaklaşık üç ay önce yapılmıştır).[1]
GÜÇLÜ – Siz Türkiye’de Köy Enstitülerini konu olan kitabınızla tanınıyorsunuz. Köy enstitüleri konusunda kitabınızda açıkladığınız görüşlerinizde geçen zaman içinde bir değişiklik söz konusu oldu mu?
KIRBY: Hayat sürekli değişme içindedir. Eğitim artık bilgisayarla, çağdaş ve görsel iletişim araçlarıyla olmaktadır. 1940’ların dünyasıyla 1990’ların dünyası ve Türkiye’si bir değildir, olamaz da. Bu nedenle beni Türkiye’ye tanıtan Köy enstitülerini konu alan kitabımı o zamanki eşim Niyazi Berkes Türkçeye çevirdi. Doğaldır ki, çevirirken bazan da kendi düşüncelerini aktarmış (yani benim olmayan düşünceleri) tabii ben sonradan farkına varıyorum, çünkü Türkçem o zaman yeterli düzeyde değildi.
Köy Enstitülerinin yeniden canlandırılması konusuna gelince, bana göre 1940’lı yılların Köy enstitülerini, 1990’ların Türkiye’sinde yeniden aynı ölçüde kurmak mümkün değildir. Mantıklı da değildir. Çünkü köprülerin altından çok sular akmıştır. Ve Türkiye bir tarım ülkesi olmaktan çıkmıştır. Uzay, teknoloji ve iletişim çağında bir yığın köy çocuğunu tarıma, hayvancılığa yöneltmek çağın gerisinde kalmayı gündeme getirir.
GŪÇLŪ: Yani Köy enstitülerinin yeniden kurulmasına ya da biraz geliştirilmiş bir biçiminin canlandırılmasına karşı mısınız?
KIRBY: Köy Enstitüleri Türkiye aydınına çığır açmıştır ve misyonunu bana göre o günkü koşullar içinde tamamlamıştır. Bugün nasıl imam hatip okullarıyla çağ yakalanamazsa, 1940’ların köy enstitüleri ile de 2000’li yıllarda çağ yakalanmaz. Ama şöyle bir modele destek olmak gerekir. Örneğin büyük bir köye gidilip, bilgisayarı, balesi, tiyatro bölümü, sineması, bulunan büyük bir okul kurup adını da ne değiştirecekse, köy enstitüsü koyabilirsiniz.
GŪÇLŪ – Berkes’le evliliğinizi anlatır ve 1960’lı yılların Türkiye’si ile bugünkü durumu karşılaştırabilir misiniz?
KIRBY: Berkes’le evliliğimiz kısa sürdü. Çünkü ayrı dünyaların insanı idik. Berkes Türkiye’nin iktisat tarihini yazıyor ama bankadan para çekmek için çek yazmaktan haberi yoktu. Bunu ayrıldığımız için söylemiyorum O zaman yakın dostumuz olan herkes bilir, Berkes’in çekini ben yazardım.
1960’lı yıllarla 1990’lı yılların Türkiyesini karşılaştırmaya gelince bir kere 1960’lı yıllarda ben Türkiye’nin her bölgesine gittim. Köyler dışında çarşaf yoktu. Konya’da bile yok sayılacak kadar azdı. Bugün Ankara sokaklarında karaçarşafla kadınlar dolaşıyorlar. Bunu imam hatip okullarının çoğalması sağladı.
GÜÇLÜ: Yaşamınızı nasıl kazanıyorsunuz. Bir de sizin hakkınızda bazı çevrelerde (geçmişte) gizli görevli olduğunuz iddiaları var bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
KIRBY: Ben bir kere özel mülkiyetten hoşlanmıyorum. Onun için 60 yılda bir servetim, oturacak bir evim bile yok. Geçimimi de özel İngilizce kursları ve çeviriden kazanıyorum.
Gizli görevli sözüne gelince, bu söz 1960-1970 yılları arasında bir-iki kişi tarafından ortaya atıldı. Bu insanlar benden, benim görüşlerimden hoşlanmıyorlardı. Onun için böyle bir çamur attılar. Benim de onların özel durumlarına ait delillerim, iddialarım var ama şimdi zamanı geçti. Bir de gizli görevli olan birinin böyle sefil hayatı yaşayabileceğini düşünebiliyor musunuz? Bu iddiaları çirkin buluyor ve tümden reddediyorum. Ben Amerikan vatandaşı olarak, katolik bir aileden doğmuş, ancak Türkiye’yi ve Türkleri seven biriyim. Fakat hem emperyalizme karşı çıkıp, Amerikan düşmanlığı yapacaksın, hem de Amerikan sigarası, Amerikan malı kullanmak için bütün gücünü harcayacaksın, bu ikiyüzlülüktür. İşte ben bu tür insanlardan nefret ederim. Bakınız ben Marlboro değil Bafra sigarısı içiyorum.
GÜÇLŪ: Son olarak Türkiye’nin eğitim sistemini son yıllar için nasıl değerlendirebilirsiniz?
KIRBY: Sistem mi? Güldürme beni. Sistemin belli bir sistematiği olur ve devamlılık arzeder. Ali ya da Veli bakan oldu diye değişen duruma sistem denmez. Olsa olsa sistemin türevinin kötü ve gülünç bir kopyası olabilir. Hasan Ali Yücel’den sonra Türkiye’de ciddi kafası çalışan yenilikçi bir Milli Eğitim bakanına rastlamadım. AP’li de gelse CHP’li de gelse değişen bir şey olmadı. Sadece birkaç müdürü, genel müdürü değiştirmekle bu iş olmaz. Şu anda okullarda okutulan yabancı dil, Tarih, coğrafya, vb. gibi kitapları inceledim, bunlar Osmanlı dönemi okullarından bile geri… Eğitim sisteminin baştan aşağıya değişmesi gereklidir.
[1] Nisan 1991 tarihli Öğretmen Dünyası dergisinde yer alan bu söyleşi, Sayın Doç. Dr. Faruk Güçlü’nün izniyle yayınlanmıştır.
BENİM KÖYÜM
Baharda şenlenir bağı, bahçesi
Kokusu başkadır benim köyümün
Unutturur adama gamı, kederi
Havası başkadır benim köyümün
XXX
Akşam olur herkes döner evine
Can kurban inan ki benim köyüme
Gülabi’nin torunları derler bizlere
Özü başkadır benim köyümün
XXX
Yeşil yeşil meşeleri var dağında
Meyve ağaçları çiçek açar bağında
Her çeşit otlar yeşerir toprağında
Yeşili başkadır benim köyümün
XXX
Köyümün kenarından akar çayı
Kıvrım kıvrım dolanır sular tarlayı
Unuttum sanma orda olmayı
Dostluğu başkadır benim köyümün
XXX
Yaz gelince çıkarlar yaylaya
Gurbetçiler hasretle döner sılaya
Benden selam olsun Aziz Ağa’ya
Sevgisi başkadır benim köyümün
İbrahim SEVİNDİK
Sevgili İbrahim Bey ben bu güzel şiirinize ezber şiir diyorum. Çünkü bu şiir çok farklı ve asla unutulmaz bir şiir. İnanın şiirinizde köyünüzü öyle sıcak ve akıcı bir üslüpla anlatmışsınızki şiirinizi unutulmaz kılan da o zaten. Gerçekten de köyünüzü sahih melodisiyle çok sade anlatmışsınız. Ellerinize ve yüreğinize sağlık. Tebrik eder saygılar sunarım.
Yıllar önce Emperyalistler Köy Enstitülerini kapattırıp Türkiye’nin şah damarını kestiler. Eğer Köy Enstitüleri kapanmasaydı Türkiye şu an çok farklı yerde oludu. Böyle güzel konularla halkımızı bilinçlendiriğiniz için çok teşekkürler. Eskiden herkes şuyum olsun buyum olsun diyordu şimdi ise herkes yüz tane dairem olacağına köyde bahçeli bir evim oldum dünyada başka bir şey istemem diyor. Yaa sağlık herkesi o noktaya getirdi. Herkesin köyüne sahip çıkması gerekir. Böyle güzel köy şiirlerini okuyunca insanın ufku açılıyor. Bu güzel paylaşımınız için çok teşekkürler.