Elma ya da Kitap

Sayı 44- Ekim 2014

İnsanoğlunun yemek yeme gayreti sadece biyolojik bir ihtiyaç değildir bence. Çoğunlukla bilinçaltıyla ilgilidir. Adem’le Havva’nın kaderindeki o büyük çatlak da nitekim yemekle ilgilidir, elma yemekle. Mağara adamı güneş doğup da mağarasından çıkınca ilkin “Ne yesem?” diyerek bakmıştır etrafına. İşte insanlık tarihinin bin yıllardır cevap bulamadığı o soruyu hala sorup durmaz mıyız? Ne yesem?

Bu soru zamanla elbette evrilir. Nasıl yesem, ne kadar yesem, yanında ne yesem, başka ne yesem, yesem, yesem… İnsanoğlu kendini yemeğe programlamış sanki. Hep yesem, daha yesem, biraz daha yesem… Bunu da yesem, biraz da şundan yesem. Sanki yiyecekler tükeniverse o an duracak zaman, hayat duracak. Tencere tıkırtısı hep gelip duracak mutfaktan. Yoksa yaşam tükeniverecek sanıyor insan.

Öyle ki, bir sektör olmuş mutfak. Tarihçesi bile yazılmış.  Bölgelere ve zamanlara ayrılmış; Uzakdoğu mutfağı, Osmanlı mutfağı mesela. Ünlüler televizyon programlarında şehir şehir dolaşıp yemek yiyor, bir de üstüne para kazanıyor. İnsanlar, bir yandan yerken bir yandan da televizyonda yemek programı izliyor yine de doymuyor. Birini överken “Ne de güzel yemek yapar!” deniliyor. Ya da “Ben o yemeği öyle güzel yaparım ki!” diye övünülüyor. Bir bebek ağlasa “Aç, aç bu çocuk aç!” deniliyor. Daha sofradan kalkmadan bir sonraki öğünde ne yiyeceğini düşünüyor insan. Akşam eve gelen kocalar bir sıcak yemek bulamazlarsa yüzleri asılıyor. Sabah yeniyor, öğlen yeniyor, akşam yeniyor… Ne gariptir ki ertesi sabah sanki hiç yenmemiş gibi aynı açlık devam ediyor.

İnsanoğlu kurtulmalı bu yemek düşkünlüğünden, gem vurabilmeli bilinçaltındaki “Yemezsem ölürüm” düşüncesine. Gömleklerin düğmesi patlamak üzere olmuşken yine de hep daha fazla yemek için bütün mücadele. Oysa aynı çabayı, aynı kararlılığı kitap okumak ya da ne bileyim spor yapmak için de göstermeli insan. Düşünsenize eşiniz sabah kalkar kalkmaz kahvaltı yerine bir öykü okumak istiyor. Öğle yemeğinde hacimli bir roman, öğleden sonra çayın yanına kurabiye yerine dostlarıyla köşe yazılarını okuyor. Akşam yemeğinde misafir var ve siz aylık edebiyat dergilerinden güzel bir seçki hazırlamışsınız. Gece midesi kazınanlar içinse tabii ki şiirler var atıştırmalık. Ertesi sabah gözlerde yine okuma tutkusu… Fena olmazdı herhalde… Caddelerde kebapçılar yerine kitapçılar olsa sıra sıra. Simitçiler başları üstünde cep kitapları satsa mesela yeni basılmış çıtır çıtır. Pazarda satıcılar bağırsa: “Nobel ödüllü kitaplar burada!” Gazetelerin kitap eklerini konserve yapsak soğuk kış günlerinde yaz tazeliği için. Çocuk kitaplarının taze ve sulu sulu olanlarını toplasak ağaçlardan. Nasıl olurdu?

Elbette insan yemek yemenin yerine ne kitabı koyabilir ne de bir başka şeyi. Tüketmeyi sever insan, tükenen şeyleri. Tabaktaki yemek yenir biter ama kitap öyle mi? Tek kitapla binlercesi doyar. Tabaktaki yemek bitirilmezse arkamızdan ağlar, okunmayan bir kitabın ağladığı duyulmadı hiç. Belki de Adem’le Havva elma çalmak yerine kütüphaneden bir kitap çalmalıydı.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir