İnsanlığın uygarlık düzeyi ne olursa olsun insanın var olduğu günden beri eğitim hep ola gelmiş ve bundan sonrada olacaktır. Zira eğitim, kişinin öğrenme ihtiyacından doğan ve yaşadığı çevre ve çağa uyum sağlama zorunluluğundan kaynaklanan bir süreçtir. Eğitimin toplumsal, siyasal, ekonomik ve bireyi geliştirme olmak üzere dört temel işlevi vardır.
Eğitimin toplumsal işlevi, toplumun sürekliliğini ve gelişimini sağlayan, toplumla uyumlu bireyler yetiştirmektir. Bu da öğrencilere toplumun kültürel mirasını aktarmak, öğrencilerin toplumsallaşmasını sağlamak ve yenilikçi, toplumun kültürünü geliştirecek bireyler yetiştirmekle mümkün olur.
Eğitimin siyasal işlevi, toplumdaki bireylere milli ideoloji, değerleri ve idealleri kazandırarak onları mevcut siyasal düzene bağlı vatandaşlar olarak yetiştirmektedir.
Eğitimin ekonomik işlevi, toplumdaki bireylere belli bir beceri kazandırarak onları üretici durumuna getirmek ve endüstri, tarım, hizmet alanında toplumun ihtiyacı olan insan gücünü yetiştirmektir.
Eğitimin bireyi geliştirme işlevi ise, bireyin, sosyal, bedensel ve zihinsel gelişimine yardımcı olarak onların doğal ve toplumsal çevrelerinden en iyi biçimde yararlanmalarını sağlamaktır. Dolayısıyla eğitim çabalarının genel amacı yetişmekte olan kuşakların topluma sağlıklı ve verimli bir şekilde uyum sağlamalarına yardım etmektedir. Bu hedeflenen amaçlar çoğu zaman yerde değiştirebilir. Yani eğitim bir terminatöre dönerek bir ülkenin yıkılmasına da neden olabilir. Ama Nasıl?
“Bazı kelimeler öylesine esnektir ki, artık bir işe yaramazlar. “Okul” ve “Eğitim” böylesi terimlerdendir. Bir amip gibi, dilde mevcut boşluklardan herhangi birine hemen uyarlar. Bu yüzden eğitim ve yıkım birbirlerinden farklı iki sözcük olarak ele alınamaz. Her ikisi de var olan yapıyı ne olursa olsun ortadan kaldırmaya çalışır. Tek farkları eğitimin bunu daha gizli ve daha uzun bir süreye yayarak yapıyor olmasıdır.
Eğitimin temel silahı okullardır. Okul sağladığı küçük iyiliklerin yanında birçok olumsuzluğu da beraberinde getirir. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:
Ø Okul, fiziksel bir kirlenmeye toplumsal kutuplaşmaya ve ruhsal yetersizliğe yol açmaktadır.
Ø Okul, dünya uluslarını uluslararası bir sıralamaya sokar.
Ø Okul artışı silah artışı kadar yıkıcıdır ancak bu pek göze çarpmaz
Ø Okul sayesinde ne öğretim bir adım ilerleyebilir nede eşitlik. Çünkü eğitimciler öğretimi paketler halinde belgelendirmekte ısrarlıdırlar. Üstelik öğretim programı her zaman toplumsal sıra düzeni benimsetmek üzere kurulur.
Ø Okullar, eğitim ödeneklerinin çoğunu hazıra konmuşçasına yiyip bitirmektedir. Yani para emek ve zaman boşa gitmektedir.
Ø Okullar; insanları çocuk, genç, yetişkin, yaşlı, kadın, erkek….vb gibi bölüp sınıflara ayrılmaktadır. Okul kurumu ve eğitim kalkınca insanın aleyhine olan bu ayırımda artık yapılmayacaktır.
Ø Okul, kişinin özgürce karar verebilme seçim yapabilme ve yaşama hakkını kısıtlar.
Ø Okul, genç insanları öyle bir dünyaya sokar ki orada her şey ölçülebilir, hayaller bile…
Ø Okullar, ticari bir merkez haline gelmiştir. Çünkü okula giden herkesten eğitim vergisi alınır ve herkes okula gitmek zorundadır.
Ø Okullar, insanlarda sürekli eğitim açlığı yaratır. Yani öğretimin kalitesi düşse bile kişiler bu sistem içinden kendini kurtaramaz.Yani ömür biter okul bitmez.
İnanılması zor ama eğitim ve okulla ilgili gerçekler bunlar. Yani okulların ve eğitimin pek de önemi yok hayatımızda. İsterseniz istatistik verilerden de bu çerçevede yararlanabiliriz Kişinin ilköğretimden üniversite bitene dek okuldaki eğitiminde geçirdiği zaman hesaplandığında 332 gün elde edilmektedir. Şöyle ki ilköğretimde günde 5 ders saati çarpı 40 dakika, çarpı 5 gün, çarpı 32 hafta, çarpı 5 ders yılı bölü 60 dakika çarpı 24 saat; eşittir 112 gün.
Orta okulda ve lisede bu oran 150 gün, üniversitede ise bu oran 70 gündür. Yani toplam on beş yıl boyunca bir insanın okulda ders yapmakla geçirdiği süre 332 gün etmektedir. Bu okul eğitiminin, insan yaşamında çok küçük bir zamanı kapsadığını gösterir. Gerçekte bu süre tatiller ve diğer beklenmedik durumlar göz önüne alınarak hesaplansaydı, daha az olabilirdi. Tüm bu veriler insan eğitiminin büyük bir kısmının okul dışında geçtiğini kanıtlar niteliktedir. Çünkü bu kadar kısa bir sürede böyle bir eğitimin insanın gizil güçlerini geliştirmesi olası değildir. Üstelik insan okulda öğrendiklerinin büyük bir kısmını da unutmaktadır. Yani pek çok yetenek, tekrar yoluyla elde edilebilir ve geliştirilebilir. Bizler bir öğretmenin müdahalesi olmaksızın konuşmayı, düşünmeyi, sevmeyi, hissetmeyi, oynamayı, lanet etmeyi, politika yapmayı ve çalışmayı öğreniriz. Gece gündüz bir öğretmenin gözetiminde bulunan çocuklar bile bu kural içerisinde istisna oluşturmaz.
Bu konuda, Illich ‘in görüşleri de benim tezimi onaylar nitelikte. Illich, okulun, bireyi ve toplumun heba ettiği kanısındadır. Ona göre, birey yalnızca okulda öğreneceği fikri yanlıştır. Bu görüşü Latin Amerika’ da yaptığı çalışmalar sırasında geliştirmiştir. Bu ülkelerde eğitim 14 yaşına kadar zorunlu olduğu halde çocukların çoğu okulu ilk yıllarda terk etmekte ve ulusal bütçeden eğitime ayrılan %25-30 oranındaki yatırım boşa gitmektedir. Zorunlu eğitimi bitirenler arasında ise üst eğitime devam oranı pek azdır. Bu nedenle İllich de bu memleketlerde eğitimin fırsat eşitliği ilkesine uymadığının aksine eğitim yolu ile ayrıcalıklar yaratıldığını savunmaktadır. İllich’ e göre “Okul hayal kırıklığına neden olmaktadır. Okula giden ve yüksek öğrenim görenler yüksek normlara ve parasal olanaklara sahip olmaktadırlar; bu ise ayrıcalıklara ve eşitsizliğe götürmektedir.” demektedir. Zaten dikkat edilirse daha çok, çocuklarının okumasını isteyen ailelerin gelir seviyesi düşüktür. Bu aileler çocuklarının alacakları sertifikalar ve kazanacakları paralarla ilgilenirler.
Çocuklarının öğrenecekleri bilgiler, onlar için çok da önemli değildir. Orta-sınıf aileler ise yoksul kesime mensup çocukların, sokaklarda öğrendiklerinden kendi çocuklarını korumak için bir öğretmenin gözetimine ihtiyaç duymaktadırlar.
Dünyadaki insanların yarısı okula gitmemektedir.Bu insanlar öğretmenlerle asla temas kurmamakta ve hatta okuldan atılma imtiyazından bile mahrum kalmaktadır. Bununla beraber bu insanlar öğretmenlerin öğretecekleri bilgileri, son derece etkili bir şekilde okulda öğrenebileceklerinden daha da fazlasını yaşam içerisinde öğrenebilmektedirler. Zaten öğrenciler öğrendiklerinin büyük bir çoğunluğuna inanmazlar. Parlak zekalılar da ahmaklar da sopa zoruyla ya da kariyeri elde etme hırsıyla dersleri ezberleyerek ve sınavları geçmek için çalışıp dururlar. Yani okul, insanoğlunun dünya görüşünü şekillendiren modern bir kurum değildir. Okul, eleştirel yargı oluşturmanın birincil işlevine sahip olduğuna inanıldığından dolayı insanları daha derinden ve daha sistematik bir şekilde köleleştirmektedir. Bizi öylesine kapıp kuşatmıştır ki, hiçbirimiz ondan bizi rahat bırakmasını bekleyemiyoruz. Bu çerçevede pek çok kişi okulun kurbanı olmaktadır. Bu kişiler “özgürleşmeyi” bile kurumsal sürecin bir ürünü olarak görmektedirler. Kişi, kendini okuldan özgürleştirmek suretiyle bu yanılsamaları ortadan kaldırabilecektir. Kısacası, tavırlar değişmektedir. Artık okula bağımlılıktan gurur duyulmamaktadır.”
Bir milleti yıkmak istiyorsak onları eğitimin gerekli olmadığına inandıralım yeter. Çok fazla çaba göstermemize gerek yok Çünkü eğitimi yok olan bir toplumun ekonomisinin, siyasal ve toplumsal yapısının ayakta kalması beklenemez. Böyle bir toplumda ;
ü Bireyler herkesin çalışmak zorunda olmadığını düşünür. Bu yüzden nüfusun büyük çoğunluğu aylak yaşadığı için emekçi kitleler sabahtan akşama kadar ölesiye didindikleri halde yine de büyük çapta yoksullar vardır.
ü Bu yapı bireyin bireysel açıdan gelişmesini de olumsuz etkiler.
ü Özel mülkiyet söz konusudur. Çünkü herkesin gözü birbirinin toprağında ve malındadır. Bu yüzden kimse kimseye güvenmez.
ü Yapı demokratik bir düzen üzerine kurulmaz. Bu yüzden çok sayıda yasa bulunur .Hatta bireyler yasaların doğruluğuna pek inanmaz. Kendi cezalarını kendileri vermekten yanadırlar. Yani tam anlamıyla bireylerin eğitilmemesi, geçim dertlerinin olması toplumun bir güven duygusu vermemesi, yasaların doğruluğuna inanmamaları tabii ki beraberinde ceza işleyen kişilerin sayılarını da artırmaktadır.
ü Toplum bilimsel yöntemlerden yararlanmayı bilmez. Bu da toplumun yerinde saymasına neden olur.
ü Bu toplumlarda öğretmenler çocuklara yalnızca bilgi vermekle kalırlar. Onlara doğru dürüst düşünmesini öğretmezler.
ü Doğru ahlakın ancak doğru düşünceden doğabileceğine inanmazlar.
ü Gereksiz tüketim mallarını kullanmaktan kaçınmazlar.
ü Çalışma saatlerini ellerinden geldiği kadar kısıtlarlar.
ü Onlara göre eğitim ve öğretim belli yaşlarda bitmelidir. Ömür boyu sürmesi anlamsızdır.
ü Kendi ülkelerinin ve başka ülkelerin bilimlerine, sanatlarına, yöntemlerine, yasalarına merak duymazlar. Bu yüzden yeni buluşları düşünceleri benimsemeye bunlardan yararlanmaya hazır değillerdir.
ü Onlara göre gerçek yiğitlik akılla yapılan değil bedenle yapılandır.
ü Eğitim olmadığı için falcılık yapıp geleceği önceden sezmek ya da yıldızların etkisine inanmak gibi boş inançları çoğunluktadır.
ü Toplum içindeki farklılıklar hoş karşılanmaz. Bu yüzden hoşgörü ortamı bulmak zordur.
Bu olguları benimsemiş bir milletin kurumları onlara, parlak bir uygarlık sağlayacağı yerde onları, karanlık bir kuyuya atmaktan başka bir şey yapmaz. Bu yüzden bir millete, eğitimin gereksiz olduğunu inandırmak o milletin başına gelebilecek en kötü olaydır. Böylece içerisinde sağlam olmayan bir yapı dışarıdan gelecek tehlikelere karşıda kendini koruyamaz. Örneğin ; İngilizce’ ye karşı milletler kendini koruyamamaya başlamıştır. Bu yüzden bütün dünyada en çok konuşulan dil İngilizce. Günümüzde İngilizce bilmeden bir işte çalışmak pek mümkün değil. Hangi kapıyı açarsanız açın karşınıza hemen çıkar İngilizce bilip bilmediğiniz. Sonuçta artık öyle bir yapı ortaya çıkıyor ki bireyler kendi kültürlerinden çok diğer kültürü benimsiyor ve hatta o şekilde yaşıyorlar. Bundan daha büyük bir yıkım olabilir mi? Milletin benliğini ve kültürünü unutturabilen yerine bambaşka şeyler öğreten bir eğitim. Hem de bunu kan dökmeden sinsice yapan bir olgu.
Kısacası; eğitim bir ülkeyi kendi içerisinde parçalayacak kadar güçlü bir yapıdır. Bunun hiçbir zaman ülkemizin başına gelmemesi dileğiyle.