Birey açısından eğitim, insan yavrusunu içinde bulunduğu topluma göre toplumsallaştırmak ve böylece toplumun bir üyesi yapmaktır. Ulusal açıdan ise eğitim, yerel düzeyde toplumsallaşan kitleleri bir ulusun mensubu yapma çabasıdır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de ülkeler arasındaki kalkınma ve uygarlaşma yarışında ülkelerin ulusal güçleri belirleyici olmaktadır. Ulusal (millî) gücü yüksek olanlar hem uygarlığa katkı yapmada etkili olur hem de dünya uluslar sahnesinde önemli aktörlerden biri haline gelir.Dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan Türkiye de daha güçlü olarak etkililiğini artırmak zorundadır.
Eğitim ulusal güç unsurlarının birçoğuyla ilgilidir ve bu unsurların geliştirilmesi ancak eğitimle mümkündür. Ulusal güç; bir milletin ulusal hedeflerine ulaşma yolunda ulusal çıkarlarını sağlamak maksadıyla sahip olduğu ve kullanacağı siyasi, askeri, coğrafi, demografik, bilimsel ve teknolojik, psiko-sosyal ve ekonomik kapasitelerinin bir araya gelmesi ile oluşan genel yetenektir (Tezkan 2005: 148). Millî güç unsurlarına daha yakından bakıldığında:
1- Psiko-Sosyal Güç: Bir ulusu oluşturan bireylerin kalitesi, moral değerleri, karakteri ve kültürünün niteliğinin toplamıdır. Bireyler ne kadar nitelikli, ahlâkî ve kültürel değerleri ne kadar güçlü, ulusal birlik duygusu (beraber yaşama isteği) ne kadar gelişmişse, toplumun uzak hedeflerine inancı ne kadar güçlüyse psiko-sosyal güç o kadar etkilidir. Toplumun tarihten getirdiği maddi ve manevi değerler, tarihe katkısı ve bunun farkında oluşu da psiko-sosyal gücü artırır. Bu güç bireyin aileden aldığı terbiye üzerine ilk ve orta öğretimde geliştirilir. Bu konudaki eğitim de açık ve örtük biçimde ömür boyu sürdürülür. Psiko-sosyal gücü sarsmaya yönelik rakip devlet ya da toplumların psikolojik savaş hamlelerini önleyerek toplumu korumak için toplumun örgütlü gücü olan devlet karşı tedbirleri alarak bu gücü diri tutar. Eğitim kurumları açık ve örtük müfredatında psiko-sosyal gücü canlı tutmak için görünür faaliyetler içindedir.
2- Ekonomik Güç: Ülkenin sahip olduğu yeraltı ve üstü kaynaklar ve bunların işletilerek gelir elde edilmesi, her türlü mal ve hizmet üretebilmesi, uluslararası ticarette rekabet etme gücü ve bütün bunları ulusun hedefleri doğrultusunda kullanabilme yeteneğidir. Milli gücün tüm unsurlarının gelişip güçlenmesi için gereken maddi ve parasal ihtiyaçlar, ekonomik güç tarafından karşılanır.
3- Nüfus Gücü (demografik güç): İyi eğitilmiş, genç, dinamik ve sayıca büyük bir nüfus ülkenin gücünü artırır.
4- Coğrafi Güç: Ülkenin jeopolitik öneminin ülkeye sağladığı güçtür.
5- Bilimsel-Teknolojik Güç: Bir toplumun yaratıcılık kapasitesidir. İleri bilgi ve teknolojiler üreten toplumların millî güçleri daha da yüksek olur. Bilim ve teknoloji üretiminde geri olan ülkeler sürdürülebilir rekabet yapamayacaklarından dolayı kısa sürede geriler.
6- Askerî Güç: Diğer millî güçlere yapılacak saldırılara karşı onları korumak, caydırıcı olmak ya da kısaca vatan savunması yapmak ve ulusal hedeflere ulaşmak için kullanılan fizikî -askeri yaptırım gücüdür. Güçlü bir ordunun her an savaşa hazır tutulması gereklidir. Ordular manevi gücünü tarihteki başarı, disiplin, motivasyon ve milletten, maddi gücünü de üstün teknolojiyle kendi silahlarını yapmaktan alır. Ordumuzun silah teknolojisinde NATO’ya aşırı bağımlılığı önemli sorunlara yol açacak niteliktedir. Bununla birlikte askeri sanayinin hatırı sayılır ölçüde geliştiğini de görmek gerekir.
7- Siyasi Güç: Karşılaşılan ya da karşılaşılması beklenen iç ve dış sorunlara karşı millî güç unsurlarını kullanarak siyasi sonuçlar alma gücüdür. Sorun ve çözümleri doğru saptamak ve kararlılıkla üzerine gitmekle etkili sonuçlar alınır. Devlet gücünü milletten aldığı ölçüde, milletin hedef ve özlemlerini karşıladıkça, halkın gönüllü katılımı arttıkça siyasi güç artar.
Tarihin kayıtları millî güç unsurları gelişmiş olanların üstünlükleriyle doludur. İnsanlık hâlâ adaletin değil, güçlü olanın üstünlüğünü kabul ediyor ve bu haliyle ilkelliğini ele veriyor. Gücün güç ile boy ölçüşebildiği zamanlarda başka ulusların “ayakları altında kalmamak” için ülkeler güçlü olmak zorundadırlar. Uluslararası ilişkilerde güç; bir devletin başka bir devlete karşı uyguladığı ve normal şartlar altında o devletin yapmak istemeyeceği bir şeyi yapmasını sağlamaya yönelik etkidir (Tezkan 2005: 137). Bir başka tanıma göre güç; istenilen sonuçları elde etmek için gerekirse başka devletlerin davranışlarını değiştirme yeteneğidir (Yılmaz 2006: 247). Bu güç askeri güç kullanmak yoluyla olursa sert, siyasi gündemi değiştirme ve diğer insanların önceliklerini şekillendirecek biçimde belirleme ise yumuşak güç kullanımıdır. Ekonomik güç yumuşak olmakla birlikte, uygulandığında hedefe etkileri bakımından sert güç etkisi yaratabilir. Daha çok kültürel ve ideolojik kapsamdaki güç kullanımının stratejisi şu şekilde sıralanabilir (Yılmaz 2006: 248):
- Peşinden gidilecek ülke olma niteliğini sağlamak,
- Dünya politikasının gündemini veya önceliklerini belirleme kabiliyetine sahip olmak,
- Hayranlık uyandırmak, cazibe merkezi olmak (modern değerleri temsil etmek),
- Askeri ve ekonomik vasıtalarla değişime zorlama tehdidini oluşturmak.
Türkiye, eğitim ve kültür politikaları ve yaygın medyanın sergilediği tutuma bakılarak özellikle batılı ülkelerin yumuşak güç uyguladığı ve etkili sonuçlar aldığı bir ülke olarak nitelenebilir. Yaygın medya mankurtlaştırma görevlisi gibi hareket etmektedir (Çınar 2006). Amerikan (bazen de AB) bakış açısı, son yıllarda ise Ortadoğulu değer ve davranışlar ülkemizde norm olmaya başlamıştır. Bu etki psiko-sosyal güç başta olmak üzere birçok millî gücü zayıflatmaktadır.
E. Tuğg. Halil Şimşek (2007) millî güç unsurlarını incelediği bir yazısında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: Sözel kriterlerin kişisel yorumlara, sayısal kriterlerin genellikle resmi verilere dayandırıldığı, prototip anlam taşıyan bu değerlendirmede ulaşılan sonuçlar incelendiğinde;
1. Tam puanlar açısından milli gücün oluşumunda büyükten küçüğe doğru 16.000 puan ile “ekonomik güç”, 12.000 puan ile “Askeri güç”, 8.000 puan ile “politik güç”, 4.000’er puan ile “demografik ve coğrafi güç”, 3.000 ‘er puan ile “psikososyal ve teknolojik güç”ün katkı yaptığı görülmektedir.
2. Milli gücün Karşılama oranı ortalaması %32 olarak ölçülmekte, en küçük karşılama oranının %18 ile “ekonomik güç”e, en büyük karşılama oranının ise % 63 ile “coğrafi güç”e ait olduğu, % 32 olarak saptanan genel ortalamanın altında kalan politik güç, ekonomik güç ile teknolojik güç unsurlarına özel önem verilmesine ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkmaktadır.
3. 15.858 olarak hesaplanan toplam milli güç puanına en büyük katkının 4.149 puan ile “askeri güç” en düşük katkının ise 635 puan ile “teknolojik güç” tarafından sağlandığı anlaşılmaktadır.
4. En yüksek tam puanların;
- Politik güç Kapsamında “devlet deneyimi” ve siyasi bağımsızlık
- Askeri güç kapsamında “eğitim düzeyi/harekat deneyimi”, “disiplin düzeyi” ve “havada yakıt ikmali”,
- Demografik güç kapsamında “çalışabilir yaş grubu oranı”,
- Coğrafi güç kapsamında “stratejik konum”,
- Psikososyal ve kültürel güç kapsamında “birlikte yaşama arzusu” ve “tarih birliği”, kriterlerinden alındığı görülmüştür.
5. Hiç puan alınamayan kriterler
- Politik güç kapsamında “komşu ülkelerle ilişkiler” ve lobilerin etkinliği”
- Ekonomik güç kapsamında “büyüme hızı”, “işsizlik oranı”, “kayıt dışı/kayıtlı ekonomi oranı”, “ekonomik gelişmişlik derecesi “, “dış borç tutarı”
- Askeri güç kapsamında ”nükleer silah yeteneği”, “kimyasal ve biyolojik silah yeteneği, “uçak gemisi”, “ağır tonajlı harp gemisi”,”nükleer denizaltı”, ağır/orta bombardıman uçağı, “uzun menzilli füze”, “uzay sistemlerive havadan erken ihbar ve kontrol yeteneği”.
- Psikososyal güç kapsamında “terörist eylemler, bölücü girişimler”
- Bilimsel ve teknolojik güç kapsamında “AR-GE harcamaları oranı” dikkate alınır.
Ulusal hedeflere sadece savaş yoluyla ulaşılmayacağı için ulusal güç genellikle barışta ve askeri güce dayanmadan ulusal çıkarları temin edecek vasıtalar sağlamalıdır. Politikacıların kabiliyeti ise bu vasıtaları hedefe tatbik etme ve sonuç alma hünerinde saklıdır (Yılmaz 2006: 245). Politikacı ya da devlet yöneticilerinin alacağı sonuçlar ise kullanacakları güç unsurlarının niteliksel gelişkinliğiyle sınırlıdır. Bunun anlamı ulusal gücün nitelikli eğitim almış yurttaşların gücü kadar olduğudur.
Kaliteli bir eğitim almış kitleler bütün ulusal güç unsurlarını yükseltir ve ülke üstün bir güç haline gelir. Ancak sadece üst düzeyde eğitim almış olmak yeterli değildir. Bu eğitimin “millî” bir eğitim olması gerekir. Bireyi ulusuna bağlamalı, ulusal kültür özelliklerini özümsemeli ve “öteki” uluslardan ayırmalıdır.[1] Eğitimde millîliğe karşı çıkan bir anlayışı iyi niyetli olarak görmemek gerekir. Buna rağmen, 2000’li yıllarda eğitim politikalarımızda eğitimin “millîliğinin” giderek aşındırıldığı ve küresel güçlerin istediği yörüngeye girdiği de bir gerçektir.[2] Eğitimde millîliğin ortadan kaldırılmasına yönelik açık ve örtük bir çok faaliyet vardır. Hatta Türkiye’de etkili olmak isteyen güçler ülke içinde müttefikler de edinmiştir.[3]
Çağın yönelimi ister bilişim, ister küreselleşme olsun. Türkiye, duruma göre çeşitli ülkelerle karşılıklı yarar esasına göre ittifaklar da yapabilir. Ancak ne olursa olsun eğitimi millî olmalıdır. Bir ulus önce kendisi olmalıdır! Bu da eğitim millî olursa olur.
Bilgi Savaşları ve Eğitim
John Alger bilgi savaşını şöyle tanımlıyor: Sahip olduğumuz bilgilerimizi, bilgi tabanlı yapılanmalarımızı korurken; rakibin bilgilerini, bilgi sistemlerini ve bilgi tabanlı yapılanmalarını etkileyerek bilgi üstünlüğünü sağlamaya yarayacak her türlü faaliyetlerdir (akt. Özdemir 2003: 51). Özdemir (2003: 57) ise “bilgi savaşı; bir taraftan; teknoloji temeli olan bilginin kullanılarak bilgi ortamının kontrol edilip, kısmi ya da stratejik düzeyde millî menfaatlerin elde edilmesine yönelik olarak kullanılması yönündeki faaliyetleri ifade ederken, diğer taraftan; düşmanın yapabileceği bir bilgi savaşına karşı alınacak tüm aktif ve pasif tedbirleri de içermektedir” diye açıklamaktadır.
Uygarlık günümüzde bilişim devrimi süreceinden geçmektedir. Bu süreçte epeyce yol alan toplumlar bilgi-bilişim toplumu haline gelmektedirler. Bu toplumda temel üretim faktörü bilgi üretimidir. Üretilen bilgi millî güç unsurlarının her biri tarafından değişik oranlarda kullanılmaktadır.Bilgi üretiminde büyük atılımlar yapan ülkeler bir anda hızla kalkınmakta ve üstünlük elde etmektedirler. Bilgi üretimi ve onu üretecek kişiler eğitim sistemlerinin ürünüdür. Eğitimde başarılı olan ülkeler bilgi toplumu olma ve üstün rekabet gücüyle millî güçlerini yükseltebilir, tersi durumda çağdışı olabilirler.
Bir Amerikan generali şu saptamayı yapmıştır: Malûmat ve bilgi günümüzün termonükleer rekabet silahlarıdır. Bilgi, doğal kaynaklardan, büyük fabrika ya da şişkin banka hesaplarından daha değerli ve daha güçlüdür (Stewart 1997). Küreselleşme sürecinde eğitim tartışılırken yurttaşların haber ve bilgi savaşlarına karşı bilinçli olması üzerinde de durulmalıdır.
Bilişim toplumunun olanakları savaş amaçlı olarak da kullanılmakta ve gelecekte siber savaş ve siber terörün yaratacağı tahribatın muhtemel sonuçları şimdiden kaygı vermektedir. Henüz gelişmekte olan ve bilişim teknolojisinin gerisinde kalan devletler, gelişen devletlere gittikçe artan oranda bağımlı olmaya başlamışlardır. Bu bağımlılık, ekonomik, psiko-sosyal, kültürel, bilimsel ve teknolojik güç gibi millî güç unsurlarından hemen her birini etkiler durumda iken, askerî güç söz konusu olduğunda daha da önemli hale gelmektedir (Mütercimler 2006: 539). Geleceğin savaşlarında ilk hedefler bilgi, iletişim ve finans merkezleri olacağı şimdiden söylenebilir. Askerî teknolojinin bilişime dayanması gerçeği eğitimin bilişim teknolojisini iyi bilen insanlar yetiştirmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Öte yandan, bilişim teknolojisinin psikolojik savaş amaçlı olarak kullanılması karşısında günümüzün çözülmesi ivedi sorunlarından biri de savunmadır.
İnternet üzerinden bilgiyi itme tekniğiyle yanlış bilgilendirmeler yapılarak ulusal hedefler etkisiz kılınmaktadır. İnternette yapılan örgütlenmeler (e-gruplar), paylaşım siteleri, veb sayfaları ve değişik yazılımlarla ulusal hedefleri saptırıcı, kitleleri mankurtlaştırıcı, moral ve maneviyat bozucu psikolojik savaş kapsamında değerlendirilebilcek çalışmalar yapılmaktadır. Bunun önüne geçmek de kolay değildir. Buna karşı alınabilecek en etkili önlem eğitimin millîliği yoluyla kitlelerin kazanacağı ulusal bilinçtir. Kazandığı ulusal bilinç ile ulusu için iyi ve kötü olanın ayrımını yapabilen insanlar mankurtlaştırma tuzağına düşmeyecek, psikolojik savunma yapabileceklerdir.
Eğitim politikası belirleyenlerin eğitimin amaçlarını doğru belirlemesinin yanı sıra, uygulayıcı olarak öğretmenlerin de bu amaçlara inanması gerekir. “Eğitime evet”, ama ne için eğitim? Yurttaşlarımızı “ne için” eğitiyoruz? Nihai amaç ülkemizin huzur ve refahı için çalışacak yurttaşlar yetiştirmektir. Yurttaşlarda ulusal bilinç (millî şuur) yoksa, ne kadar nitelikli insan yetiştirilirse yetiştirilsin, millî güç unsurlarının hepsinde birden yetersiz kalmak kaçınılmazdır.
Sonuç
Türkiye son yıllarda millî güç unsurlarında iç ve dış nedenlerden ötürü ciddi kayıplar yaşamıştır. Terör sebebiyle toplumsal dokuda önemli tahribat meydana gelmiş, uluslaşma sürecinde geriye gidilmiştir. Devletin çeşitli kurumları görevlerinin ötesine geçerek birbirleriyle mücadeleye girişmiş ve devletin manevi otoritesi sarsılmıştır. Ordu, yargı ve polis teşkilatının saygınlığı yara almış ve toplumun moral motivasyonu zayıflamış, devlete olan güven zedelenmiştir. Milletin içinde az bir kesim de olsa bir arada yaşamamayı tartışır hale gelmiştir. Tarihten getirdiği değerler eğitim ve kültür kurumları tarafından güçlendirmek bir yana zayıflatılmıştır. Din kurumu adına hareket edenler gırtlaklarına kadar siyaset kurumunun içine girmiş, kendi alanını boş bırakmıştır.
Ülke iç ve dış borçlarla ekonomik kıskaç altına alınmış. Özelleştirme ve ekonomik kaynakların yabancılara satışıyla hem ülke açık bir pazar haline gelmiş hem de ulusal varlıkların elden çıkarılmasıyla yurttaşların gönlü yaralanmıştır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik düzeltilmemiş işsizlik ve kıt kanaat geçinmenin zorluğu yeni sosyal patlamalara (kapkaç, cinayetler, iflaslar, ailelerin dağılması gibi) yol açmıştır. Yoksulluğun ortadan kaldırılması yerine sağlıkta yeşil kart uygulaması, yakacak ve ev eşyası dağıtımı ve doğrudan valilik ve kaymakamlıklarca tespit edilen ailelere para dağıtılması had safhaya çıkmış, bir çeşit sosyal parazit sayılabilecek bir kitle üretilmiştir. Bazı illerde nüfusun yarısından çoğunun yeşil kart sahibi olması normal değildir.
Nüfus artışı bölgelere göre dengeli değildir. Batı bölgelerinde nüfus azalırken doğuda hızla artmakta ve bu nüfusun eğitim, iş ve sağlık gibi temel gereksinimleri karşılanamamaktadır. Nüfusun önemli kısmı meslek kazandırılamadığından niteliksizdir.
Askeri güç bakımından bölgenin en iyisi olmakla beraber, son yıllarda saygınlığına gölge düşürücü gelişmeler olmuştur. Siyasi güç ise ülkede derin yaralar açan sorunları (terör gibi) çözememekte, yapay sorunlarla (başörtüsü, özel mahkemeli siyasi davalar gibi) günü geçiştirici bir görüntü arz etmektedir.
Bütün bunlara rağmen Türkiye tarihinin, kültürünün, coğrafyasının ve insan kaynaklarının yüksekliği nedeniyle dünyanın geleceğe güvenle bakan ender ülkelerinden biridir. Bu güveni haklı çıkarmak için diğer kurumların yanı sıra eğitim kurumu da üzerine düşen görevi daha bir özen ve feragatle yapmak yükümlülüğündedir.
KAYNAKÇA
Çınar, İkram. 2009. Mankurtlaştırma süreci. İkinci baskı. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kaçmazoğlu, H. Bayram. 2002. “Doğu-Batı çatışması açısından globalleşme” Eğitim Araştırmaları Dergisi Sayı 6. s. 44-55.
Mütercimler, Erol. 2006. Yüksek stratejiden etki odaklı harekata: Geleceği yönetmek. İkinci baskı. İstanbul: Alfa Yayınları.
Özdemir, Eşref. 2003. Bilgi savaşları. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
Stewart, Thomas A. 1997. Entellektüel sermaye. (Çev. Nurettin Elhüseyni) İstanbul: MESS Yayınları.
Şimşek, Halil. 2007. “Millî Güç Unsurları ve Müşterek Analizi.” http://www.hsimsek.com/haberindevami3.asp?id=%20171Erişim: 20.7.2010.
Tezkan, Yılmaz. 2005. Jeopolitikten millî güvenliğe. Ankara: Ülke Kitapları.
Yıldırım, Mustafa. 2004. Şifre çözücü: “Project democracy” sivil örümceğin ağında. İkinci baskı. İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
Yılmaz, Sait. 2006. 21. Yüzyılda güvenlik ve istihbarat. İstanbul: Alfa Yayınları.
[1] Toplumlar varlıklarını sürdürmek için hep “öteki”ni üretmiş, kimliklerini “öteki”nin karşıtlığı ile sürdürmüşlerdir (Kaçmazoğlu 2002: 45).
[2] Millî Eğitim Bakanlığının 2000’li yıllardaki müfredat geliştirme ve mevzuat çalışmalarında eğitimde ulusallık vurgusunun giderek azaltıldığı dikkati çekmektedir. “Türk milleti” ifadesi olabildiğince azaltılmıştır. İlköğretim (1-5) müfredatı, eğitici kol çalışmalarının yerini alan Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğinin karşılaştırılması da bunu gösterecektir. Ayrıca Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği ile demokratik kitle örgütü değil Sivil Toplum Kuruluşu modeli esas alınmıştır.
[3] “Ders Kitaplarında İnsan Hakları: Tarama Sonuçları” ve “Nasıl Eğitiliyoruz” adlı çalışmalarda eğitimin millîliği eleştirilmektedir.