Eğitişimci Dr. İkram Çınar’la Eğitim Söyleşisi

Sayı 77 Ocak 2023
  1. Değerli Hocam; eğitim bilimleri, mankurtlaştırma, etnopedagoji, bilgi yönetimi, öğrenci kulüpleri, Ahıska ve Atabek Yurdu jeokültürü üzerine yaptığınız bilimsel çalışmalarınızla bu alanlardaki çok önemli eksikleri tamamlıyorsunuz. Bu önemli konular üzerine çalışma yapan İkram Çınar kimdir? Sizi, söyleşimize başlamadan önce tanıyabilir miyiz?

Söyleyince fark ettim; çok geniş bir alanda dolaşmışım. Kendimce artılarım ve eksilerim buradan kaynaklanıyor olabilir. Ben eğitişimciyim. Öğrenmeyi ve öğrendiklerimi paylaşmayı seven biriyim. Bunun için başta sosyal medya ve dergi yayıncılığı olmak üzere başkalarına söylemek istediklerimi söylüyorum. Bunlar zaman alıcı işler. Epeyce yalnızım. Derler ki çok kitabı olanlar yalnız olurmuş. Koşullar buraya getirdi ama şikâyetçi değilim, kısmen benim tercihimdi. Sınırda ve işgaller görmüş bir yerde doğup büyüyen biriyim. Böylelerinin ulusal duyarlıkları genellikle yüksek olur. Kendimde de onu hissediyorum. Meslek olarak eğitimin çeşitli alanlarında çalıştım. Eğitim sisteminde öğretmen, müfettiş ve öğretim üyesi olarak yer aldım. Google da hakkımda epeyce malumat sahibidir.

  1. Cengiz Aytmatov’un “mankurt” kavramından hareketle “Neden ve Nasıl Mankurtlaştırılıyoruz?” adıyla bir kitap hazırlayarak eğitim ve kültür politikalarımızın bu sürece nasıl hizmet ettiğine dikkat çektiniz. Kitabınızın yayınından sonra işaret ettiğiniz alanlara yönelik çalışmalar yapıldı mı? Size ulaşanlar oldu mu?

Akademik alanım eğitim yönetimidir. Bu alan da hayli geniştir. Ben eğitim politikaları alanına odaklandım. Bir milletin çocuklarını kendi tarihi ve kültürel niteliklerine ve ulusal gereksinimlerini karşılayacak biçimde yetiştirmesi gerekir. Eğitimimiz bu yüzden millidir. Ancak zamanla eğitimimizin ve uygulanan politikaların gerçekten millî olup olmadığı konusunda kuşkularım ortaya çıktı.

Sosyal bilimler oldukça soyuttur. Bu soyutluğu somut bir durum üzerinden anlatmak anlaşılmayı kolaylaştırmaktadır. Bunu bir metafor kullanarak anlatmak bazen iyi bir çözüm olur. Eğitimin milliliği konusunu düşünürken büyük yazar Cengiz Aytmatov’un daha önce okuduğum bir kitabındaki “mankurt efsanesi” aklıma geldi. İyi bir metafor örneğiydi. Toplumlar zaman içinde bilimsel, teknolojik, kültürel etkilerle değişebilir. Biz de değişiyorduk ama birtakım yanlışlıklar vardı. Birden “Mankurtlaştırılıyoruz!” diye bağırdım. Konferanslar ve çeşitli yayınlarla konuyu işledim. İlk yazım “Mankurtlaştırma Sürecinde Ateş Suyu Etkisi” başlığını taşıyordu ve 2003 yılı ve sonrasında internet üzerinden yüzbinlerce defa paylaşıldı. O yazıları kitap olarak da yayımladım. Kitap beş baskı yaptı. Çok sayıda takdir ve tebrik eden oldu. Bence kitabın mesajı insanlara ulaştı ve etkili de oldu. Ancak ne kadar iyi sonuçlara yol açtığından emin değilim. Eğitim ve kültür politikalarımızın mankurtlaştırmaya hizmet ettiğine yönelik kuşkularım hâlâ devam ediyor.

  1. Uzun yıllar Rus Çarlığı ve Sovyet işgalini yaşadıktan sonra binlerce yıllık yurtları Ahıska’dan koparılarak sürgün hayatına mahkûm edilen Ahıska Türklerine yönelik Rusların sistemli bir mankurtlaştırma süreci yaşattığını düşünüyor musunuz?

Ahıskalılarımızın durumu insan hakları idealleri açısından büyük bir trajedidir. Türkiye’nin de millî meselelerinden biridir. Daha büyük sorunları çözebilen uygarlığımızın bu küçük ama acı sorunu hâlâ çözememesi hazindir. Sovyetler Birliği zamanında herkese yönelik yapılan bir homo-sovyeticus (Sovyet tipi insan) imal etme çalışmasında Ahıska Türkleri de payına düşeni almıştır. Çok ezilmiş, etnik temizliğe maruz kalmışlar ama mankurtluk belirtileri yok. Birçok kültürel özelliği ve değer yargıları olduğu gibi kalmış. Ahıska Türkleriyle aynı bölgenin, aynı kültürün çocuğuyum. Türkiye’de biz değiştik, birçok özelliğimiz gittiğimiz şehirlerde değişti. Ancak Ahıskalıları incelediğimde benim çocukluğumda tanıdığım yaşlılarla aynı değerleri şimdiki gençlerin taşıdığını gördüm. Bunun bir kültürel gecikme ve geri kalma olarak anlaşılmasını istemem. Sürdürülen gelenek ve değerlerin çoğu sürdürülmesi gerekenlerdir. Rusya’nın etkisi belki de bizimkileri kültürel erimeye karşı direnme eğilimi güçlendirerek daha muhafazakâr olmalarına yol açmış gibi görünüyor. Rus tarih yazımı aynı zamanda Türk düşmanlığı üzerine kuruludur. Bunu görünce Ahıskalılar savunma refleksi göstererek kendi değerlerine daha fazla yapışmış olmalıdır.

  1. Etnopedagoji, ülkemiz ve hatta dünya için yeni bir konu alanıdır. Siz de ülkemizdeki etnopedagoji çalışmalarının öncülerindensiniz. Bu alanın amacı ve önemi nedir?

Beni etnopedagoji konusuna yönelten mankurtlaşma tezim oldu. Konferansların sonunda ve okuyucuların soruları beni buraya getirdi. Madem mankurtlaştırma var, o halde bundan korunma yolu da olmalıdır. Evet, olmalıdır ama önce mankurtlaştılmayı anlamalıyız. Mankurtlaştırma, bellek bozumudur. İnsanlar bildiklerine göre karar verirler. Kullandığı/kullanacağı bilgileri değiştirirseniz kararlarını değiştirirsiniz. Birey, grup ya da toplumdan nasıl bir tavır veya davranış sergilemesini istiyorsanız, o tavrı takınmaya yol açacak bilgilerle donatmanız yeterlidir. Bu amaçla kişi ve toplumun belleği silinir ve ilgiliye yeni bir bellek inşa edilir. Genellikle başkasına hizmet etmeye programlanmış bu mankurt belleğin sahibi olan kişi ve toplum, tarihsel mecrasından sapar ve mankurtlaşmamış olanlarla yani aslında kendi tarih, kültür ve ulusal ya da insanî amaçlarına karşı savaşmaya başlar.

Mankurtlaşma başlamışsa öncesine bakmak gerekir. Geleneksel eğitim programınız neydi? Okul yokken ve insanlar okula gitmeden de eğitim alabiliyorlardı. Okuma yazma bilmiyor ama kişilik ve karakteri yerinde, çalışkan, ahlaklı, yurtsever, dindar, konu-komşu hakkı bilen, başkalarıyla yaşamayı öğrenmiş, vicdanlı, töre ve hukuk bilen insanlar vardı. Hunları, Göktürkleri, Selçukluları, Osmanlı’yı onlar kurdu. Yani toplumun bir çocuk yetiştirme bilgisi ve birikimi vardı. O eğitimin amacı, aracı, yöntemi de vardı. Peki, onlar neydi sorusunun yanıtı arayınca etnopedagoji karşıma çıktı. Etnopedagojinin bir dikiz aynası olma işlevi de var. Nereye gittiğinizi unuttuysanız nereden geldiğinize bakmak size yardım edebilir.

Etnopedagoji, halkın geleneksel eğitimi ve mükemmel insan modelini araştırmaktır. Halk, hayırlı evladı nasıl elde ediyor? Biz eğitimciler halkın çocuklarını eğitmesine yardım ediyoruz. Çocuklar halkın. Onlardan geliyor ve onlara dönüyor. Onların çocuklarını eğitirken neyi, nasıl, neden öyle yaptığını bilmeliyiz.

  1. Uluslararası Etnopedagoji Dergisi, kısa süre önce sizin editörlüğünüzde yayın hayatına başladı. Dünyanın da bildiğimiz kadarıyla bu alandaki ilk dergisi değil mi? Bize biraz dergiden söz eder misiniz?

Etnopedagoji çalışmaları 1970’lerde başlamış. Volkov adında bir Çuvaş eğitim bilimci ilk çalışmaları yapmış. Birçok Asya ülkesinde ileri araştırma ve yayınlar da var. Etnopedagoji, birçok ülkede öğretmen yetiştirmede zorunlu derslerden biridir. Etnopedagoji konusunda kitap ve makaleler de yayımlanıyor. Rusya’da ulusal düzeyde yayın yapan etnopedagoji dergisi de var. Ancak bizim 2021’de yayımlamaya başladığımız Uluslararası Etnopedagoji Dergisi/International Journal of Ethnopedagogy ilk uluslararası hakemli bir akademik dergidir. Şimdilik yılda iki sayı yayımlanıyor. Türk ve İngiliz dillerinde yayın kabul ediyoruz. Açıkçası şimdilik yayın bulmakta zorluk çekiyoruz. Konu Türkiye’de yeterince anlaşılamadı. Tanıtım sorunumuz da var. Türkiye’de ve dışarıda dergiyi ve amacını tanıtmaya çalışıyoruz. Biraz zamana ve çalışmaya ihtiyacımız var.

  1. “Atabek Yurdu” kavramı üzerine hassasiyet gösteriyorsunuz. Hatta bu isimle yayımladığınız iki kitabınız da bulunuyor. Bu kavram üzerinde durabilir miyiz? Bölgenin kültürel birlikteliği adına bu kavramın önemi nedir?

Bizim Osmanlı Devleti’nde Çıldır Eyaleti diye bilinen yerin Osmanlı Devleti’nin eline geçmeden önceki adı Atabek Yurdu’dur. İlhanlılar devrinde bu bölgeye bu ad verilmiş. Bölge İlhanlılardan sonra Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Safevilerle birlikte kısmen özerk olarak varlığını sürdürmüş ve kendi etnogenezini oluşturarak bir toplum kimliği kazanmıştır. Akkoyunlular Devrinde yazıldığı tahmin edilen Dede Korkut Hikâyelerinin dili büyük ölçüde Atabeklilerin dilidir. Bu bölgenin merkezi Posof idi. Osmanlılar Çıldır Savaşında bölgeyi Safevilerden alınca Çıldır Savaşından ötürü Çıldır Eyaleti adını verdiler ve merkezi Posof’tan 20 km ötedeki Ahıska’ya taşıdılar. Atabek Yurdu adını kullanmakla tarihsel derinliğe vurgu yapmak istiyorum. Bir de eyalet sisteminden vilayet sistemine geçince Çıldır Eyaleti de birkaç vilayete bölünmüş oldu. Ahıska, Ardahan, Kars, Artvin, Erzurum ve Ağrı’nın kuzey ilçeleri… Bazı dönemlerde Batum da bu bölgeye katılmış. Şimdi her vilayet hatta ilçenin tarihi ayrı yazılıyor, türküler gibi birçok folklorik-kültürel ürünleri ayrı ayrı kaydediliyor. Bütünlük kayboluyor. Atabeklilik kavramını o yüzden kullanmak ve kullandırmak istiyorum. Sizin de Atabek Yurdu hakkında önemli araştırma ve yayınlarınız var. Üstelik yayınlanmamış çok ciddi dosyalarınızın olduğunu biliyorum. Ben de size sorayım; siz o hazır çalışmalarınızı ne zaman yayınlayacaksınız?

  • ŞKG-Kıymetli Hocam, öncelikle teşekkür ediyorum. Naçizane uzun yıllardır Atabek Yurdunun tarihi, kültürü ve yetiştirdiği şahsiyetleri üzerine çalışmalar yapıyorum. Sizin de belirtmiş olduğunuz üzere yayına hazırladığım kitaplarım var. İş hayatı dolayısıyla kitapların basıma hazır hale gelmesi biraz gecikti. Yalnız bu süreçte üzerinde çalıştığım kitaplara yeni eklemeler yaptım. Cumhuriyetimizin 100. yılına armağan olarak 2023 yılında birçoğunu yayımlamayı düşünüyorum.

Harika. Yayınlarınızı dört gözle bekliyorum. Çalışmalarınız benim açımdan büyük bir veri kaynağıdır.

  1. Eğitişim kavramı üzerine durmak istiyorum. Bu kavramı ilk kim kullandı? Bu kavramı nasıl anlamalı, nasıl kullanmalıyız?

Eğitişim kavramını ilk ben buldum, yıllarca kullandım da ama bunu en azından bir yayında kullanarak belgeleme fırsatım olmadı. Günlerden bir gün değerli filozofumuz Ahmet İnam Hoca bu sözcüğü gazetede bir yazısına başlık yaptı. Dolayısıyla yazılı metinde ilk kullanan o oldu. Benim kullandığım ve tanımladığım anlama yakın bir anlamda kullanmıştı. Benim tanımladığım anlamı Eğitişim dergisinin çıkış bildirgesinde bulunuyor. Derginin ilk sayısında var. Eğitişim kavramını dergi adı olarak kullarak yaygınlaştırdım sanırım. Eğitişimcilik, insanların insan olmaktan kaynaklanan görevlerinden birinin öğrenme zorunluluğu olduğunu ve öğrendiklerini etrafındaki insanlarla paylaşarak, onlardan da öğrenebileceklerini öğrenmeye gayret etmesini bir yaşam felsefesi haline getirmeyi anlatan bir kavram ve eğitim hareketiydi. Ben eğitişmeye devam ediyorum!

  1. Eğitişim dergisi, son çıkan sayısıyla 20. yaşını dolduruyor. Bu uzun süreci sormak istiyorum. Dergi düşüncesi nasıl ortaya çıktı? Ne gibi sıkıntılar yaşadınız? Konu olarak neleri işliyorsunuz? Eğitişim’in misyonu nedir?

Eğitimcilerin önemli yaklaşımlarından biri öğrencilerin öğrenmeyi kendilerinin başarmasını sağlamaktır. Birisine her gün balık vermek yerine ona balık tutmayı öğretirseniz, kendi karnını kendisi doyurur. Bireye bunu kazandırırsanız o artık kendisini taşıyabilir. Bilgi, kitaplarda ve yaşamın kendisinde var. Onu öğrencinin okuması gerekir. Ancak okumayı öğretmek ve buna süreklilik kazandırmak sanıldığı kadar kolay değildir. Üniversitede öğrencilerime okuma alışkanlığı kazandırmak ve geliştirmek istiyordum. Bunu yazı yazdırarak kazandırmak istedim. Yazmak insanı okumaya götürebiliyor. Yazarken daha güzel, dolu, anlamlı ve estetik kaygı gütmek, bireyi âdeta acıktırıyor ve beslenmek için kitaba yöneltiyor. Buradan hareketle, öğrenciler yazsın diye bir dergi çıkarmak istedim. Fakültem bu fikre pek sıcak bakmayınca bunu masrafsız biçimde internet üzerinden kişisel olarak yapmaya karar verdim. Epeyce öğrencim yazdı. Çoğunun yayımlanmış ilk yazılarıydı. Devam ettirenler de oldu, bir daha yazmayanlar da… Son zamanlarda öğrenci yazıları iyice azaldı.

  1. Neden?

Tuhaf biçimde öğrenciler internette iz bırakmamaya çalışıyor diye tahmin ediyorum.

  1. Derginin dijital olarak okuyucuya sunulması, o derginin takip edilmesini ve okunmasını kolaylaştırıyor mu? Basılı dergilerle mukayese ettiğinizde, dijital dergiciliğin Bilişim Çağı olarak adlandırılan günümüz için daha uygun olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, okuyucuya kolay ve bedava ulaşıyor. Arama motoru dostu yazılımlarla destekleniyor ve sosyal medyadan bilgiyi itiyorsanız, okuyucunun erişimi daha kolay oluyor. Ancak dergicilik bir uzmanlık alanıdır. Benimkisi bir hobi. Neredeyse tek başına çalışıyorum. Reklam almıyoruz, muhasebe, vergi gibi işleri çıkıyor ve uğraşabileceğim bir iş değil. Öyle olunca profesyonel destek de alamıyorum. Bir ara çok popülerdi. Sonra derginin yazılım sistemini birkaç defa değiştirmek zorunda kaldık; linkler değişti. Birçok yönlendirme ve kalıcı bağlantıdan mahrum kaldık. Yine de günde iki ila beş bin tıklanma oluyor. Dijital dergicilik artık kaçınılmazdır ancak bunu kâğıda dayalı dergicilik gibi yapmamak lazım. Aksi takdirde, önceki kuşağın bilgisayarı daktilo gibi kullanmasına benzer. Etkileşimli ve yaratıcı çözümler bulmak gerek.

 

  1. Etnoandragoji de bilim dünyamız için yeni bir kavram ve sizin tarafınızdan ortaya konuldu. “Halk Ozanları Bağlamında Etnoandragoji” kitabınızla ortaya çıkan bu kavramı ve kitabınızın muhteviyatını sormak istiyorum. Neler söylersiniz?

Etnoandragoji bilgi alanı beni heyecanlandıran konu oldu. Etnopedagoji araştırmalarımın doğal sonucuydu. Bunun daha önce neden kimsenin aklına gelmediğine şaşırdım. Aslında benim de aklımda yoktu. Etnopedagojiyi yazarken fark ettim. Gülmeyin! Eğitim Fakültelerinde ilk derste eğitim kavramını çözümleyip tanıtırken bir şema çizeriz. Eğitimi formal ve informal diye ayrılır, formal olanın okullarda verildiğini informal olanın ise çarşıda pazarda, gelişigüzel ve kendiliğinden öğrenilen duyuntu ve bilintilerden oluştuğu söylenir. Oysa hangi ana baba çocuğunu sokağa salıp “Git kendi kendine nelerden ne öğrenirsen öğren!” der? Hiç kimse. Ana baba, sokak, mahalle, köy, akraba, konu komşu terbiyesi devreye girer. Yani gelişigüzel ve kendiliğinden olan şey sanıldığı gibi değildir. “Hayırlı evlat” isteyenler onun kendiliğinden olmayacağını bilirler. Şemada informal eğitimin altına etnopedagojiyi yazdığımda etnoandragoji kendiliğinden ortaya çıktı. Çünkü pedagoji, çocuk eğitimi demektir. Eğitim mezara kadar sürer. Yani bir de yetişkin eğitimi vardır. Ona da andragoji diyoruz. Benim etnobilim yaklaşımım açısından bakınca etnoandragoji de ortaya çıktı. Böylece eğitimin şeması değişti.

  1. Bu şema değişikliği ne demektir, sonucu ne olacaktır?

Bana kalırsa çok şeyi değiştirecek. En başta eğitim bilimlerine yeni bir bilim ya da bilgi alanı daha eklenmiş oldu. Toplumun eğitim gelenekleri ve tecrübe birikimi de artık eğitim bilimcilerin araştırma alanına dönüşecek. Eğitim bilimciler artık masalarından kalkıp, alan araştırması yapmak için halka karışacak. Birçok eğitim bilimcimiz iyi yetiştirilmiş insanlardır. Onları yetiştiren ana babasına ve eğitim felsefesine bakmak yerine Piaget ne demiş, Montessori’nin önerileri neymiş diye bakıyorlar. Bakılabilir, bakılmalı da… Ama bir de annene sor arkadaş! Sen iyi bir eğitim ürünüsün işte. Hangi eğitim felsefesine, hangi içeriğe ve hangi amaçlara göre yetiştirildin? Çalışmalarım buna yol açacak diye umuyorum. Halktan öğreneceğimiz çok bilgi var. Bazı durumlarda halkın bizim pedagojik bilgimizin önünde olduğunu gözlüyorum.

  1. Bireylerin ilgi ve yeteneklerini geliştirme noktasında, eğitim sistemimizi bir eğitim bilimci olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

En zor soruyu sonuna saklamışsınız. Ne desem ki! Bir yandan epeyce doğru işler yapıyoruz. Sistemin en önemli ögesi öğretmenlerdir. Her şey bozuk olsa da iyi öğretmenleriniz varsa, birçok şeyi doğrulturlar. Çok iyi öğretmenlerimiz var. Zor koşullar altında harikalar yaratıyorlar. Ama yeterince yetkin olmayan ya da meslek aşkını yitirmiş, davasını kaybetmiş, bozgunu yaşamış öğretmenlerimiz de var. Öğretmenlere hak ettiği saygınlığı hissettiremiyoruz. Yönlendirmede pek başarılı olamasak da yetenekleri belirleyip geliştirmede iyiyiz. Ancak yetişmiş elemanlarımıza sahip çıkamıyoruz. Son yıllarda ülkemizden ciddi bir beyin göçü yaşandı ve yaşanıyor. Onları her şeye rağmen bu eğitim sisteminde yetiştirmiştik. Eğitim sistemi millidir. Oysa benim mankurtlaştırma kaygılarım sürüyor. Atatürk’ün “Doğu’dan ve Batı’dan gelen etkilerden uzak, kendi yaradılışımıza uygun eğitim” öğüdünün dikkate alınmadığını görüyorum. Okula particilik başta olmak üzere sivri moda akımlar müdahil edilmemelidir ama huzursuzluk ve rahatsızlık verecek kadar sistemin içindedirler. Bunlar sistemi yoruyor. Eğitimin belirleyicileri olarak ulusal kültürel miras (etnopedagojik birikim), devletin anayasada belirlenmiş olan temel ilkeleri ve pedagojik gerekçeler olmalıdır. Ne yazık ki 1970’li yıllardan beri sistem bu boyutuyla hastadır. Bu durum eğitim sistemimize gereksiz yere enerji harcatıyor. Söylenecek çok şey var elbette.

Sohbet için teşekkür ederim.

22 Ocak 2023, Bursa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir