Dünya klasik edebiyatçılarının önde gelenlerinden biri olan Dostoyevski, aynı zamanda önemli bir Panislavist idi. Bu özelliği zaman içinde unutuldu, en azından Rusya dışındaki ülkelerin çoğunda bu durum sıradan okuyucuyu ilgilendirmez. Ancak bunlar Rus okuyucu tarafından bilinir. Yani Dostoyevski yazılarıyla Rusya’da Panislavist olmaya devam ediyor! Bu ise Rusya’da Panislavizmin üretimde olduğu, en azından kendini yüksek sesle hatırlattığı anlamına gelir. Bilmek durumundayız; Rusya’da yeni panislavist görüşler söylenmesine gerek yoktur, Dostoyevski bunu yapmaya devam ediyor.
Dostoyevski’nin “İstanbul Er ya da Geç Bizim Olmalıdır” başlıklı yazılar yazacak kadar Osmanlı Türkiye’sine karşı saldırgan tutum içinde olduğu 1912 tarihli “Genç Kalemler” dergisi Türk okuyucusuna bildirdiği gibi, 1933 yılında Kazan kökenli tarihçi Akdes Nimet (Kurat) da hatırlatmıştır. Bilindiği kadarıyla bu yönde yeni bir çalışma yoktur. Köprünün altından çok su aktı. Şimdi yeni arzular, yeni stratejiler ve yeni oyunlar kurulmaktadır.
Aşağıdaki metin 1933 tarihli Azerbaycan Yurt Bilgisi adlı Ahmet Caferoğlu’nun editörlüğünde hazırlanmış olan dergide yer alan yazının, imlasına dokunmadan, aynen yazılmış halidir. Bir tarihçinin ilginç bir Dostoyevski yazısı olarak okunmalıdır. Yazının önceki bölümü de Eğitişim Dergisinin 70. Sayısında bulunmaktadır.
İkram Çınar
Dostoyevskiy ve Şark mes’elesi [1]
Dr. Akdes Nimet
Üniversite Tarih Doçenti
II
Dostoyevski, mecmuasının 1876 senesi Eylül ayı nüshasında, Şark mes’elesini bir “Picola-best” [Retila-Tarentul] ya benzetiyor. Ona göre “Şark mes’elesiyle beraber Avrupa’ya bir “picola-bestia” girmiştir. Sulho, insaniyeti, medeniyetin yükselmesini arzu eden ve Şark mes’elesinin haliyle insanlar arasındaki ilk çirkin ihtilâfların nihayet bulacağı aydınlık dakikaları bekleyen bütün kimseleri bu picolo-bestia [retila] rahatsız etmektedir. Eğer, hakkıyle düşünmek icab ederse, Şark mes’elesinin haliyle Avrupa’nın bütün diğer siyasî ihtilafı da, belki, nihayet bulacaktır.” Dostoyevski Şark mes’elesi üzerinde fikrini yürüterek, bu sahada Avrupa milletlerinin birbiriyle anlaşamadıklarını, herkesin kendi fikri olduğunu, mes’eleye Rusya karıştımı, o zaman “herkesin muzır haşaratın her zaman Rusya’dan çıktığı” kanaatında olduğunu kaydediyor. “Rusya’da ise Şark mes’elesi mevzuu bahis olunca, Avrupa’daki vaziyetin tam aksini görüyoruz. Herkes birbirini daha sarih anlamağa başlayor, her kes bu hususta başkalarile aynı kanaatta olduğunu seziyor. En aşağı, bir mujikten en yüksek terbiye ve tahsil gören adama varıncaya kadar, her kes bu mes’elede ne gibi şeylerin arzu edilmesi icab ettiğini anlayor. Haça, Çarmiha gerilmekte olan öz kardeşleri yardım gibi alicenab bir hareket, hiç bir menfaat beklemiyen yüksek hisler derhal herkesi birbirine bağlıyor.” dedikten sonra Avrupa’nın, bu meselede Rusya’nın hiç bir “Menfaatı olmadığı”na inanmadığını, ve Rusyadaki cereyanların Slavları kendi hakimiyeti altına almak ve İstanbulu zaptetmek gayesiyle vücuda geldiği zannolunduğunu söylüyor. Dostoyevski, bilhassa, İngiliz baş nazırı Lord Beaconsfield’in hareketlerine kızıyor; onun menşey itibariyle yahudî olduğunu kaytle, baş nazırın Rusya aleyhinde söylediği nutkundan parçalar alarak onu tenkit ediyor. Lord Beaconsfield’in, Rusyanın Balkan yarım adasındakı hareketine sosyolizmla alakâdar unsurların da iştirak ettiğini gösteren sözleri dolasıyle İngiliz fermerlerini, Rusyada ve Şarkda baş göstermesi muhtemel olan Sosyalizmle korkutmasına alay ediyor.
Dostoyevskiyi, bilhassa İstanbulun “Serbest bir şehir” haline getirilmesi mes’elesi işgal ediyor. Böyle bir şehrin, ancak bir Avrupa muvazenesi tarafından muhafaza ve müdafaa edilebileceğini söyledikten sonra “Avrupa muvazenesi nedir? Hali hazırda böyle bir muvazene en kuvvetli Avrupa devletlerinden, meselâ, ayni ağırlıkta olan [yani nezâketin icabı olarak bunların ayni ağırlıkta olduğu kabul edilirdi] beş devletten teşkil olunacağı zannediliyordu. İşte, bu beş kurt ortalarına tatlı parçayı [yani İstanbulu] koyarak etrafına geçecekler ve her biri bu ganimeti başkasının eline geçmemesi için muhafaza edecektir. İşte mes’elenin bu şekilde haline şah eser denilecek! Bu beş kurt dişlerini göstererek birbirlerine karşı uzanmışlar ve başka birisi ile birleşerek diğerlerini mahvetmek ve nihayette ganimeti azâmi istifade ile taksim edebilmek muhtelif kombinezonlar düşünüyorlar”. Hülâsa, Dostoyevskiy İstanbulun bir “Serbest şehir” haline getirilmesine hiç te razı değil; çünkü bütün korktuğu İngilizlerin İstanbulu işgal etmeleri ihtimalidir. Bu münasebetle şu sözleri okuyoruz: “En kat’î ve son dakikada İngilizler, Cibraltar, Malta ve diğer mevkileri işgal ettikleri gibi, İstanbulu da işgal edeceklerdir. Bu da Avrupa devletlerinin Avrupa muvazenesini düşünmekte oldukları bir zamanda vuku bulacaktır. Türkiye’yi herhangi bir taaruza karşı bir anne gibi himaye eden ve Türkiye’ye parlak istikbalinden, gelecek medeniyetinden bahseden ve Türkiye dahilinde yaşıyan ve tekamûl edebilecek kuvvetlerin olduğuna inanan İngilizler, mes’elenin son bir raddeye geldiğini görünce, sultanı ve İstanbulu kendileri yutacaklardır. Bu cins hareket, onların karakterine, tuttukları yolun istikametine, onların her zamanki kûstahlıklarına, onların şiddetlerine ve şerirliklerine çok tevafuk etmektedir. [Eylül, 1876 Sözler, sözler, sözler!]. Dostoyevskiy, bunu müteakip, İngilizlerin siyasetlerini değiştirerek, Türkleri bırakıp, Slavlara yardımla onları Türk hakimiyetinden kurtararak birleştirdikten sonra, İstanbulu kurtulmuş Slav birliğinin paytahtı yapmak, isteyeceklerini, fakat, böyle bir teşkilâtın kuvvetlenmesine kadar, İstanbulu şimaldeki heyulâya karşı müdafaa etmek maksadiyle, İngilizlerin işgal edeceğini ve Slavların, Rusyanın aleyhinde bir alet olabileceklerini, ve hatta Slavların “halk arasında değil, bazı münevverleri arasında” Rusyaya karşı husumet besliyen kimselerin de mevcut olduğu kaytle, İstanbulun Serbest bir şehir haline getirilmesi, ve bilhassa, Rusyanın Slav birliği için bir tehlike olacağının büyük bir iftira olduğunu söyledikten sonra: “Bir zaman gelecektir ki, Slavlar da Rusyanın sırf şahsî mefaaat gayesiyle hareket etmediğini anlayacaklar, ve o zamana kadar onların bizimle olan manevî birleşmeleri de derinleşmiş olacaktır. Malumdurki, bizim faal bir şekilde Slavlarla birleşmeğe başlamamız çoktan olmuştur. Şimdi bu hareket ise, artık durmayacaktır ve gittilkçe büyüyecektir. Rusyanın Slavlara karşı beslediği muhabbetin samimî olduğuna, iftira edilse bile, inanacaklardır. Esas itibariyle, Balkan Slavlarına kardeş olan muazzam ve muhteşem Rus ruhunun geri itilemiyen cazibesi onların [Slavların] üzerine tesir edecektir. Rus birliğinin büyüklüğü ve kudreti onları şaşırtmıyacak ve korkutmayacaktır, bilâkis, bunlar Slavları bizzarure menşeleri bir olan merkeze çekip getirecektir. Din birliği de gayet kuvvetli bir bağdır. Rus dini, Rus ortodoksluğu, tam manasiyle, Rus halkının öz mukaddesatıdır, Rus halkının bütün idealıni, hayatını hakikatını, [varlığını] o teşkil eder. Slav milletlerini ise, 400 sene süren İslâm boyunduruğu zamanında, birleştiren ve onları yaşatan, dinleri olmayup ta ne idi? Onlar, dinleri için bir çök eza ve cefaya maruz kaldılar, ve bilhassa, bu itibarla onların nazarında dinlerinin çok kıymetli olması icap eder.Nihayet, Slavların kurtulması yolunda bir çok Rus kanı akıtılmıştır. Kan ise hiç bir zaman unutulmamaktadır” diyerek Rusyanın Balkan yarımadasındaki hakkının ne kadar mukaddes olduğunu teyide uğraşıyor.
Dostoyevski’nin Türklere ne kadar hakir bir gözle baktığını görmek için “Bir muharririnin yevmiye defteri” 1876 senesi, Eylül nüshası IV “Hırkalar ve sabun” unvanlı makalesini aynen dercediyoruz:
Şark mes’elesi münasebetiyle ben çok tuhaf bâzı fikirlere tesadüf ettim Nasılsa, çoktan değil, garbî Avura matbuatında garip bazı makaleler intişar etmişti. Eğer Türkiye tamamiyle mahvedilerek tekrar Asya’ya kovulursa, bundan çıkacak olan neticeler, dünyanın ne şekile gireceği hakkındaki düşünceler ateşin, ve âdeta hayali, bir kalemle tasvir edilmişti. O makaleye göre, böyle bir vak’a cereyan edecek olursa büyük bir felâket, şiddetli bir sarsıntı doğacaktır. Asya’da Arabistan’ın her hangi bir yerinde, yeni bir halifeliğin doğuşu, taassubun tekrar canlanması, İslâm aleminin tekrar Avrupa üzerine saldıracağı, evvelden haber verilmişti. Daha derin düşünenler ise, bütün bir milleti Avupadan alıp ta Asya’ya nakletmenin kabil olmadığını ve umumiyetle bunu düşünmek bile mümkün olmadığını beyanla iktifa etmişlerdi. Ben bütün bunları okuduğum zaman, neden se, çok hayret etmiştim, mes’elenin neden ibaret olduğunu halâ anlayamıyordum. Nihayet, birdenbire anladım ki, bütün bu hayalperest diplomatlar hakikaten mes’eleyi harfiyen, yani Türkiye imparatorluğunun siyasi varlığına nihayet verildikten sonra bütün Türkleri yerlerinden kaldırıp başka bir yere, Asyaya felan, geçirilmelerini düşünüyorlarmış. Böyle bir fikrin, nasıl doğduğunu kat’iyen anlıyamıyorum. Hiç olmazsa, böyle sözlerle banket, mitinglerde, şüphesiz, halkı korkutmak mümkün olur. Yani, müthiş bir sarsıntı olacak, felâket! Bana kalırsa, böyle bir vak’ayi müteakip [yani Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra] hiçbir sarsıntı zuhur etmiyecek ve hiçbir türkün Asya’ya ve felâna nakline kat’iyen lüzum görülmiyecek. Bizde, Rusya’da buna benzer bir vak’a cereyan etmiştir. Tatar ordusu sukut ettikten sonra, Kazan hanlığı yükselmişti. Bir zaman için bu hanlık o kadar kuvvet bulmuştu ki, Rus yurdunun kimin, hırıstiyanın mı, yoksa müslümanın mı elinde kalacağını tayin etmek müşkülleşmişti.
Bu hanlık o zaman, o devirdeki Rusya’nın şark kısmını hakimiyeti altında bulunduruyor, Astrahan’la münasebet tesis etmiş, Idıl [Volga] nehrini elinde tutuyordu. Rusyanın yanı tarafında da Kazanlıların çok iyi bir müttefikleri vardı. Oda; Moskovaya çok eziyet eden Kırımhanlığı idi. Mesele çok mühimdi, ve genç çar İvan Vasilyeviç, o zaman daha “müthiş” değildi. Kazanı zapt ve böylece o zamanın “Şark meselesi”ne bir nihayet vermeğe karar vermişti.
Kazanın muhasarası müthiş olmuştur. Karamzin bunu çok canlı olarak tasvir etmiştir. Kazanlılar son bir gayretle, fevkalâde, inatkar, şiddetli ve mütehammil bir şekilde müdafaa göstermişlerdi. Barut yardımı ile surun bir kısmı havaya kaldırılmış, Rus kütlesi hücuma gönderilmiş ve Kazan zaptolunmuştu. Bu takdirde, çar İvan Vasilyeviç Kazanın işgalini müteakıp nasıl hareket etmişti? Onun ahalisini, sonraları Büyük Novgorod’ta olduğu gibi başına iş çıkarmamaları için hepsini de kılıçtan mı geçirdi? Yahut onları Asyaya veya felân bir yere, steplere mi nakletti? Hayır! Hatta, hiçbir Tatar çocuğu [tatar-çonok] kaldırılmadı, her şey, her kes eskisi gibi yerinde kaldı. Evvelce, o kadar tehlikeli ve kahraman olan Kazanlılar her zaman için sakinleştiler. Bu ise gayet basit ve muhakemeli bir hakaretle elde edilmişti. Şehri zaprederetmez, derhal Allahın annesinin [Meryemin] tasvirini getirerek Kazanda – bu şehrin tesisinde itibaren ilk defa olarak – hıristiyan ayini icra edildi, sonra bir Ortodoks mabedi yapıldı, itinalı bir şekilde şehir ahalisinin elindeki silahı toplanılıyor, şehire Rus idaresi yerleştirildi. Kazan hanın da aldılar ve icap eden yere götürdüler. İşte bu kadar. Bütün bu bir günün içinde yapıldı. Az bir zaman sonra, Kazanlılar bize hırka “Halat” ve sonra “sabun” satmıya başladılar. [Ben bunun o tertip, yani evvelâ hırka, sonra sabun satmaya başladıklarını zannediyorum]. İş bununla tamam oldu. Şayet, halifeliği siyaseten imha etmek gibi gayet güzel bir fikir ortaya konulursa, bu da ayni şekil ve tarzda kolayca hallolunurdu.
İlk önce, derhal Aya-Sofyada bir hıristiyan ayını yapılır, sonra patrik yeni baştan Aya-Sofyayi taktis eder, ayni günde, zannediyorum, Moskovadan çanda getirilmiş bulunur, sultanı da icap eden yere götürürler. Bununla da her şey tamam olur biterdi. Doğru, türklerin Kuran kadar hükmü olan bir kanunları vardır, o da, yalnız bir müslümanın, ra’yanın değil, silâh taşımağı müsaade ettiler, fakat büyük bir verği mukabilinde – bu suretle devlet için yeni bir varidat bulunmuştur. Mamafih, silâh taşımak isteyen rayanın adedi çok mahdut kalmıştı. İşte, türklerin bu kanunlarını da ilk günden itibaren, yani Aya-Sofyada ayin yapıldığı günü, tersine çevirmeli, yani yalnız rayaya silâh taşımak hakkını vermeli; İslâmlara ise bu hak hiç bir suretle, verği mukabilinde bile, verilmemeli. Bu surette tam bir sükûnet asayiş temin edilmiş ve temin ederim ki bundan başka hiçbir tedbire lüzuûm kalmaz. Çok zaman geçmez, Türkler bize evvelâ hırka, sonra sabun, belki de Kazanda’kilerden daha iyilerini satmıya başlarlar. Ziraat, tütün ve üzümcülüğe gelince, bütün bunlar yeni sistem ve yeni kanunların tesiriyle okadar bir süratle tekamül edecektir ki, bunlardan elde edilen servet neticesinde, Türkiye’nin Avrupaya yaptığı ve ödeyemediği borçları da tedricen tamamiyle tediye etmek mümkün olur. Sözün kısası, Türkiyenin ortadan kaldırılması en münasip, en iyi bir işten başka bir şey olmıyacak, hiçbir sarsıntı zuhur etmiyecek ve tekrar ediyorum ki, bir Türk çocuğunu [Turçonok] bile Avrupadan nakletmeğe lüzum kalmıyacaktır!
Şarkta da hiç bir vak’a zuhur etmez. Belki de her hangi bir yerde Asya steplerinin birinde, kumlarda, halifelik ilân edilebilir;Fakat bunun, yaşadığımız asırda, Avrupa üzerinde saldıra bilmesi için o kadar çok paraya, yeni sistem topa, tüfeğe, nakliyat vasıtalarına, fabrikalara ihtiyaç vardır ki, değil İslâm taassubu, hatta, İngiliz taassubu bile yeni halifeliğe hiç bir yardım gösteremez. Sözün hülâsası, iylikten maada hiçbir şey olmıyacaktır. Şimdi, o kadar çok kötülük var ki, artık, Allah bu iyliği bir an evvel versin!”
“Bir muharririn yevmiye defteri” 1876, Teşrinievvel nushasında Dostoyevskiy bir sıra makale neşrile, bir çok kimseler tarafından muvaffakiyetsizliği yüzünden tenkit edilen Çerniyayev’ı müdafaa etmiştir.Dostoyevskiy, Türkistanda pek çok Türk kanı dökmüş ve Türkistanın Rusya’ya ilhakında büyük bir rol oynamış olan bu Çerniyayev’in maiyetinde bir çok Rus gönüllüleri olduğu halde Sırbistana gidip Türklere karşı harbetmesini çok methediyor, Çerniyayevi göklere kadar yükselterek “büyük bir kahraman” ve “En iyi insanlar” sırasına koyuyor. Bilmünasebe, Rus halkının “ en iyi kimseler” hakkıdaki fikrini şu sözlerle tasvir ederek “ Halkın düşündüğüne göre, maddî menfaat önünde eğilmeyen, Allah için durmaksızın çalışmakta devam eden, hakikati seven, icap ettği zaman hakikata hizmet yolunda evini yurdunu, ailesini bırakan ve hayatını feda eden fertler “en iyi adamlardan sayılıyor” diyor ve Balkanlarda Türklere karşı mücadeleye iştirak için gönüllü giden Rus zabit ve askerleri, bilhassa, Sırbistandaki binlerce rustan teşekkül eden rus kıt’alarının başında bulunan Çerniyayev, Dostoyevskiye göre ”En iyi insanlar” sırasında bulunuyorlar.
Dostoyevskiy, mecmuasının 1877 senesinde de, Şark meselesine ait birkaç makale neşretmiştir. Fakat, o artık yeni hiçbir şey söylemiyor ve boyuna “İstanbulun Rusyaya ait” olduğunu, Ruslar tarafından muhakkak zaptedilmesi lazım geldiğini ispata uğraşıyor. Yukarıda, Dostoyevski’nin yazılarından alınan parçakardan bu meşhur Rus edibinin Şark meselesi ve Türklere karşı aldığı vaziyet vazih bir surette görünüyor. Dostoyevski’nin siyasî bilgisi, anlayışı, çok zaiftir. Tarihi vak’aları tahrif ederek tamamiyle aksi bir şekilde tenvir etmiştir. Meselâ, müthiş İvan’nın Kazanı alması müteakip gerek şehirde ve gerek etrafta yaptığı tahribat, İslâmların katli, veya zorla hristiyan edilmeleri, binlerce kazanlının Novgard ve Pskov hapishanelerine atılmaları, hulâsa İvan’ın tam bir Rus vahşetini Kazanlılara karşı tatbik edişi, Dostoyevski’nin makalesinde tamamiyle tahrif edilmiştir. Dostoyevski’nin makalesinden anlaşılmıyan bir cihet te o boyuna “insaniyet” “bütün insanlara hizmet”, “hristiyan şefkati”nden bahsederken Türk-İslâmlara karşı tamamiyle düşman bir vaziyet alarak, Türklerin ancak Ruslara “hırka ve sabun” satmalarını arzu ediyor!
Harbi-umumînin vücuda gelmesinde büyük amillerden biri olan Panslavistlik-Islavbirliği cereyanın kuvvetlenmesinde Dostoyevski’nin oldukça, büyük bir tesiri olmuştur. Onun, Slav birliği hakkındaki yazıları milyonlarça Rus Sırp, Bulğarlar tarafından okunmuş ve okunmaktadır. Ve halâ bir çok Slav gençleri “Slav birliği Istanbul, dünya hakimiyeti” gibi hulyalar kurmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Fakat Dostayevski’nin ölümünü müteakip bu güne kadar cereyan eden vak’alar, bu muharririn ne kadar saçma fikirler taşımış olduğunu bariz bir şekilde göstermiş ve göstermektedir.
[1] Bu yazının yayınlandığı ilk kaynak: Azerbaycan Yurt Bilgisi. Yıl 2, sayı 23, s. 397-402. II. Teşrin, 1933.