Sunuş
Aşağıdaki yazı 1977 yılında tarihçi ve eğitimci yazar Yaşar Çağlayan tarafından yazılmış ve “Yeni Toplum” adlı dergide yayınlanmıştır. Yazar hakkında kısa bir yaşam öyküsünü dipnotta bulacaksınız. Yazının tekrar yayınlanmasının nedeni yazarını anmak olduğu kadar, 70’li yıllarda konuya bakış açısını da yansıtmaktır. Yazı, olduğu gibi aktarılmıştır. (İkram Çınar)
Tanzimattan bu yana laik dünya görüşü yönetimde ve eğitimde etkili kılınmaya çalışılmasına karşın 1977 Türkiye’sinde «Haсılı», «Hocalı», «Tekbirli» seçim kampanyalarıyla karşılaşınca din eğitimiyle ilgili kurumların nicel gelişmelerini değerlendirme gereğini duymaktayız. Avrupa emperyalizmiyle 1938’den sonra başlayan yeni tipteki sıkı ilişkilerle birlikte Gülhane Hatt-ı Hümayun’unda göze çarpan din dışı hukuk anlayışının batı tipi okullarda kavratılması mektep-medrese çatışması biçiminde Cumhuriyetin ilk yıllarına dek sürmüş. 3 Mart 1924’te 430 sayılı «Tevhid-i Tedrisat» yasası ile laik öğretim asıl alınmıştı. Elli Dört yılı aşkın bir süredir laik okul anlayışına karşın çağımızın bu son çeyreğinde nasıl oluyor da burjuvazinin sağ kanat politikacıları dinsel öğelerden yararlanma yolunu buluyorlar? Sorunun yanıtını bulabilmek için dinsel eğitimin sınıfsal yanını bilmek ve bu eğitimin bu gün kazandığı nicel gelişmeyi sergilemek gerekmektedir.
Eskiden beri yönetici sınıflar din olayından en iyi biçimde yararlanmışlardır. Kapitalizmin egemen sınıfı burjuvazi feodal sınıflara karşı devrimci bir durumdayken savaşımızı dinsel kurumlara karşı da yürütmüştür. 18 yy. Fransız materyalist düşünürleri dine karşı, bilimlerin gelişimine dayanarak darbe vurunca 1789 burjuva devrimini yaratanlar durumdan yararlanmışlardır. Böylece burjuvazi feodal egemen sınıflara karşı savaşımını dinsel savaşımla bütünleştirmiş oldu. Bu duruma bakarak dinsel eğitim kurumlarının kurulmasının burjuvazice istenmeyeceği sayılabilir. Ancak hemen 19. yy. da burjuvazinin egemen sınıf düzeyi kazanmasına koşut olarak dinsel yaşantıyı yeniden canlandırma girişimini bilince durumun böyle olmadığını anlamak kolaylaşır. Daha Fransız Devriminin çağdaşı Kant tarafından en iyi biçimde formüle edildiği gibi «Tanrının varlığı isbat edilemez ama onu kabul etmek gerekir.» Eğer topluma dini duygular verilmezse burjuvazinin kurduğu düzen sarsılır. Özetle burjuvazi egemen sınıf düzeyine yükselinceye dek dinle savaşmış, yönetim erkini ele geçirdikten sonra ise kitlenin uyutulması için dinden alabildiğince yararlanmıştır. Kapitalist Avrupa’da felsefi, siyasal ve sosyal anlamda nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin laisizmin son toplamda değerlendirilmesi burjuva sınıfının egemenliğini sürdürebilmek için dinsel olgulardan yaralanması anlaşılmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yirmi yılında küçük burjuva kökenli aydın bürokratlar ile devletin koruyucu kanatları altında geliştirilen burjuvazi tıpkı Fransız Devrimi öncesi olduğu gibi geleneksel sınıflara karşı güçlenebilmek için laik öğretime değer vermişlerdir. Bu anlayışı sınıfsız «halkçılık» görüşü ile destekler ideoloji olmuştur. Atatürk’ün çevresinde toplanan burjuva aydınlarının tüm geri kalmışlığın suçunu dine yüklemeleri ise kırsal kesimde etkisini sürdüren feodal egemen güçlerin tepkilerini çekmekte gecikmemiştir. Cumhuriyete karşı güçlerin dinsel tepkilerini zaman zaman kanalize etmelerinin bastırılmasına karşın 1946 dan sonra durum değişmeye başlamıştır.
1946’dan sonra Dünyada kurulan yeni dengeler içinde Türkiye’nin aldığı yer dışa bağımlı olarak güçlenen burjuvazi ile geleneksel feodal güçler arasında yeni bir iktidar dengesi oluşturunca küçük burjuva bürokratları arka plana itilmeye ve «halkçılık» girişimi de bırakılmaya zorlandı. Sonuçta burjuvazi kendi iktidarını, kuşkusuz ülkemizin koşulları içinde, oluştururken artık laik öğretimin yerine, kendi iktidarına daha yararlı bulduğu, din öğretimini de gündeme getirmiş oldu. Bürokratlar devletin gerçek sahibi olmadıklarını anlamış olacaklar ki 1949 da istenen din öğretimi kurumlarını kurdular. Gerekçe hazırdı: «Aydın din adamı yetiştirmek.» Buraya dek özetlemeye çalıştığımız gelişme Fransız Devrimi sonrası Avrupa kapitalizmiyle karşılaştırıldığında aynılıklar hemen ayırt edilebilir.
1950 den sonra İmam-Hatip Okulları çoğaltılmaya başlandı. 1959 da ise İmam-Hatiplerin üzerine dört yıllık bir yüksek okul olan İslam enstitüleri açıldı. İmam-Hatiplere öğretmen ve yüksek din görevlisi yetiştirme yanında önce ilköğretimde, sonra da orta öğretimde ders konusu edinilen din dersleri için öğretmen yetiştirilmesi bu kurumlara yüklendi. Gerçi Tevhid-i Tedrisat yasasına göre yüksek dereceli din okullarının ancak üniversite bünyesinde açılması söz konusu ise daha yasanın ilk çıktığı sıralarda Diyanet İşleri Başkanlığının elinde Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmayan «kuran kurslarının varlığı dikkate alınırsa yasanın ilk zedelenmesi olayının bu olmadığı anlaşılır. 27 Mayıs’tan sonra bürokratlar «hümanist, burjuva» eğitimini yeniden canlandırma girişiminde bulundularsa da karşılarında örgütlenmiş olan gerici dinsel çevreler direnince bir sonuç alamadılar. «Aydın din adamı» yetiştirme gerekçesiyle avuttular kendilerini.
Planlı kalkınma dönemi başladı. Daha ilk plan döneminde çizilen hedefler ve gerçekleşmeler açısından daha yakın biçimde incelemek yararlı olacaktır. Bunun üzerinde durmadan önce 12 Mart döneminin «reformist» bürokratlarının din eğitimiyle ilgili girişimlerini değerlendirmek yararlı olur.
12 Mart’ın ilk kabinesinde yer alan Millî Eğitim Bakanı Şinasi Orel bilimsel bir yaklaşımla «eğitim reformu» gerçekleştirmek istemiştir. Bu reform isteklerinin yalnızca din eğitimiyle ilgili bir kesimi işlerlik kazanmıştır. Hükümet programında eğitimle ilgili direktiflerden ikincisi aynen şöyledir:
«Atatürk’ün eğitimde birlik (Tevhid-i Tedrisat) ilkesine aykırı bütün uygulamalara son verilecektir. (Anayasa Madde 153).
Din işlerinin yönetimi siyasal ve kişisel çıkar hesaplarının üstünde tutulacak ve laik devlet esaslarına göre ele alınacaktır. Din görevlilerinin meslek içi ve meslek dışı eğitimi bu ilkeler ışığında düzenlenecektir.
İmam-Hatip okulları orta öğretim sistemine uyacak biçimde ıslah olunacaktır.»
Bu direktife uygun olarak çalışmalara başlayan 12 Mart’ın ilk Millî Eğitim Bakanı Şinasi Oral iki işi gerçekleştirmiştir:
- Kur’an Kursları yönetmeliği çıkarılmıştır.
- İmam-Hatip okullarının orta öğretimin ortak gövdesi ortaokul üzerine, bir mesleki eğitim ve öğretim kurumu olarak yeniden örgütlenmesi ve müfredat programlarının geliştirilmesi sağlanmıştır.
Yine bu dönemde yapılan, İmam-Hatip okullarıyla ilgili istihdam ve ihtiyaç projeksiyonu çalışmaları da üçüncü beş yıllık plana yansımıştır.
Reform kabinesi ve on bir bakanın ayrılışı gibi olaylar konumuz dışı. Ancak din eğitimi açısından bir noktanın vurgulanması gerek: Kişisel iyi niyetler, bürokratik küçük burjuva düşünceler ilerici bir eğitim düzeni oluşturmaya yetmemektedir. Eğitim sınıflar üstü bir kurum olmadığına göre toplum yapılarından soyutlanarak «reforme» edilmektedir. Küçük burjuva aydınlarının laik öğretimi arzulamaları gerçekleştirmeleri anlamı taşımaktadır. Nitekim 12 Mart döneminde çıkarılan Millî Eğitim Temel Kanununda İmam-Hatip okullarının meslek lisesi olarak düzenlenmesi ve Dokuzuncu Şura Kararlarında da böyle bir nitelik kazandırılması öngörüldüğü halde aşağıda vereceğimiz rakamlar incelendiğinde görülecektir ki pratikte bu kurumlar genel öğretim veren kurumlardan daha çok kontrolsüz gelişme içindedirler.
Yukarıda 12 Mart döneminde İmam-Hatip okullarının ortaokula dayalı bir biçime kavuşturulduğunu belirtmiştik. Bu durum bir gensoru konusu olduktan sonra Sabahattin Özbek’in bakanlığı sırasında – ki reformlardan söz edilen dönem sürmekteydi – düzeltildi. Yani bu okulların bünyesinde yeniden okullar kurulmaya başlandı. 1973 seçimlerinden sonra kurulan CHP-MSP koalisyonunda ise hükümet protokolünde meslek liselerinin ilkokula dayalı olmaları benimsendi ve uygulandı. Böylece bürokratik kesimin laik öğretime aykırı bütün uygulamalara son verme girişimi son buldu. Bu koalisyon durumu başlandığında ülkemizde 72 İmam-Hatip okulu vardı.
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında meslek okulu olarak İmam-Hatip okullarının plan hedeflerini aşan bir gelişme içinde olduğu vurgulandıktan sonra bu plan döneminde istihdam ve ihtiyaçlar dikkate alınarak sınırlamalar getirileceği belirtilmektedir. Sözü geçen plan döneminin başladığı 1973 yılından itibaren 40.000 civarında öğrencinin okuduğu kurumlar biçimine getirilmesi düşünülmekteydi. Son iki yılın rakamlarına Tablo 1’den bir göz atalım:
Tablo 1. (İmam-Hatip Liselerinin mevcutları) (*)
Öğretim yılı | Okul sayısı | Öğrenci sayısı | Öğretmen sayısı |
1975-1976 | 243 | 77.504 | 2.744 |
1976-1977 | 327 | 144.224 | 3.427 |
Tablo 1.deki rakkamlara ortaokul öğrenci sayısı dâhildir. M.E.B. mesleki ve teknik öğretim gelişmelerini bir arada sunmaktadır. Biz de bu geleneğe uyarak sözü geçen okulların öğretmen liselerindeki son iki yılın gelişmesiyle karşılaştırmasını yaparsak iki meslek lisesi arasındaki farkı daha iyi anlamış oluruz. (Tablo II.).
Tablo II
(ÖĞRETMEN MESLEK LİSELERİYLE İMAM-HATİP LİSELERİNİN SON İKİ YILLIK KARŞILAŞTIRILMASI)
1975-1976 Öğr. yılı | 1976-1977 Öğr. yılı | ||||
Okulun Adı |
Öğr. Sayısı |
Mes.Tek. Öğ. İçindeki okullaşma oranı |
Öğ. Sayısı |
Mes. Tek. Öğ. İçindeki okullaşma oranı |
|
Öğr. Lisesi | 62.420 | 13.8 | 44.013 | 8.2 | |
İmam- Hatip Lisesi ve O. | 77.504 | 17.1 | 144.224 | 26.9 | |
89 öğretmen lisesinde bir artış yok. Okullaşma oranında düşme söz konusu. Diğerlerinde ise görüldüğü gibi büyük bir tırmanma var. Erkek ve kızlar için açılan tüm teknik okulların bu iki yılda oranında da düşme söz konusu. Bu kurumlarda birinci yıl okullaşma oranı 69.1 iken ikinci yıl 64.9 olmuş. Ama İmam-Hatipler 17.1 oranından bu kesimdeki okullaşma oranında 9.8’lik ir artış sağlamış. Yani öğretmen liselerinin bugünkü durumundan daha çok artış.
Mesleki ve teknik öğretimde plan hedefleri %100 lük bir fazlalık göstermektedir. Bu fazlalığın en önemli bölümü ise İmam-Hatip liselerinde gerçekleşmiştir. İlköğretimde 1976-1977 öğretim yılında 7-12, yaş arası çağ nüfusunun %97.2’nin okullaşması öngörülmüşken, – 7.7 ile yani %89.5 oranında gerçekleşmesi söz konusu olduğu halde 13 ve 15 yaş grubunun (yani ortaokul) yüzde 48.1’nin okullaşması plan hedefi olduğu halde ancak %38.6’lık bir okullaşma sağlanırken genel ve mesleki liselerde okullaşma oranı plan hedeflerini çok aşabilmiştir. Aynı oranlar yüksek öğretim içinde aşılmıştır. Buradan çıkan önemli bir sonuç var: Şimdiki adıyla temel eğitim ihmal edilmiştir. Buna karşılık teokratik eğitim genel eğitimin yerini alacak biçimde gelişme göstermektedir. Bu kanımızı MEB’in rakamlarına dayalı olarak liselilerle İmam-Hatip okullarının 1976-1977 öğretim yılındaki öğrenci mevcutlarına bakarak değerlendirelim:
Genel Lise Öğrenci Mevcudu | 373.235 |
İmam Hatiplerin Mevcudu | 144.224 |
2.631.100 olan çağ nüfusunun iki kurumdaki karşılaştırması yapıldığında görülüyor ki aradaki fark hemen hemen kapanmaktadır. Bu okullardan mezun olanların yüzde kaçının meslek adamı olduğuyla ilgili yeterli rakamlar yok elimizde. Vekil İmamların da kadrolaşmaları sağlandığına göre istihdam ve ihtiyaç projeksiyonunun yeniden yapılması gereği de açıkça kendini göstermekte. Ama bir gerçek daha var ki okullaşma oranı bölgesinde düşüp de hasbelkader ilkokulu bitiren köy çocuklarının hele yatılı okuyabilecekleri ikinci bir kurum da kalmadığına göre çözüm yolu ne olacak.
Çözüm yolları var. Türkiye genelinden kopmadan gerçekleşebilecek gerçek çözüm yolları var. Bu yazı çözüm yolları önermek için yazılmadığından yalnızca «halktan yana düzen»den söz edenlerin dikkatini çekmekle yetineceğiz. Bizce teokratik eğitime göre «hümanist burjuva» eğitimi de ileri bir aşamadır. Yeter ki demokratik bir çözüme inanılsın.
Dipnotlar
- Bu yazının yayınlandığı ilk kaynak ve künyesi: Çağlayan, Yaşar, (1977), Din eğitimindeki gelişmeler üzerine. Yeni Toplum Dergisi. Sayı 19, Haziran 1977, ss, 26-31.
- Yaşar Çağlayan, 1944 yılında Ardahan’ın Posof ilçesinde dünyaya geldi. Eğitimci, tarihçi ve yazardır. İlk ve orta öğrenimini Posof’ta tamamladı. Trabzon yatılı öğretmen okulundan Yüksek Öğretmen Okulu’na gönderildi. Yatılı olarak Yüksek Öğretmen Okulu okudu ve 1965 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. 1965-69 tarihleri arasında Hakkâri Lisesi’nde Tarih Öğretmenliği yaptı. 1969 yılında Bursa Kız Lisesi’ne atandı. Kısa bir süre görev yaptıktan sonra 1969-70 tarihleri arasında Iğdır Lisesi Müdürü, 1971-72 Diyarbakır-Ergani Lisesi Müdürü, 1972-73 Konya Yüksek İslam Enstitüsü Müdürü, 1973-74 yıllarında Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü Müdürü, 1974-1975 tarihleri arasında bir okulda Tarih Öğretmeni olarak görev yaptı. 1975 yılı haziran ayından sonra siyasi nedenlerden dolayı 6 sürgün, 3 Danıştay kararı, 2 tazminat davası açılmıştır. 1980 öncesi Demokrat Gazetesinde yazılar yazmış, 1981’de geçirdiği trafik kazasında eşiyle birlikte yaşamını yitirmiştir. Eserleri: Genel Tarih I: Eskiçağlar ve Türk Tarihinin İlk Dönemleri (1975, İsmet Parmaksızoğlu ile birlikte), Tarih Öğrenimine Başlangıç (1978).
* Bu yazıda kullanılan rakkamlar M.E.B.nin Şubat 1977 Bütçe Plan dairesince hazırlanan istatistiklerden alınmıştır.