Dil, öznenin en derin mahremiyetinde bile olsa, açıkça ortaya konduğu andan itibaren bir iktidarın hizmetine girer. Dil içinde, her zaman iki özellik vardır: ileri sürmenin otoritesi ve yinelemenin sürücü özelliği. Dil bir yandan doğrudan doğruya bir şeyi ileri sürme özelliği taşır. Olumsuzlama, kuşku, olasılık, yargıların askıya alınması dilde özel işlemleyici öğeler gerektirir; bunların her biri de birtakım dilsel maskeler oyununda yeniden ele alınır.
Roland Barthes
İnsan, biyokültürel bir varlıktır; bu insanın gerçekliğidir. İnsan bir dine, bir ulusa, bir ırka bağlıdır; bu kurgusaldır. İnsan, toplumsal/ulusal/anadilini bireysel olarak kullanır; bu dilseldir.
Milyonlarca samanyolu (galaksi) kümesinden oluşan evren; bu evrendeki samanyollarından birinde milyarlarca yıldızdan biri olan Güneş, bu yıldızın bir uydusu olan Dünya…
Bu dünyada 7,5 milyon yıl önce binlerce canlıdan bir canlı bizi, insanı, oluşturmak üzere evrimini hızlandırıyordu. Bu evrimin özü bilinç oluşturma ve geliştirme ile sürüyordu.
Bilinç, insanın içinde ya da ilişkide olduğu nesnel gerçekliğin anlaşılması için sürekli olarak işlettiği düşünsel/zihinsel süreçlerin ilişkisel bütünlüğüdür.
Doğa bilimlerine göre, dünyanın evrende bir gezegen olarak oluşumundan yaklaşık 500 milyon yıl sonra denizler oluştu. Üzerinde hiç canlı barındırmayan dünyamız, 3 milyar yılın bilinmeyen bir döneminde su içinde ilk canlılara kavuştu. Bu canlılar tek hücreliler ve bakterilerdi.3 milyara yakın yıl geçtikten sonra, oksijen tüketen hayvanlar ortaya çıktı. Karada ve denizde yaşayan bu canlıları, böcekler ve dinozorların ataları izledi. 400 milyon yıllarının içindeki bu dönem bilimde, paleozoic dönem olarak adlandırıldı. Kuraklık ve buzul çağları da geçtikten ve 40 milyonuncu yıllara gelindiğinde, ağaçlar ve maymunlar oluşuyordu doğada.
Ve 10 milyon yıl önce, bugün bilinen en eski insan benzeri yaratıklar Hindistan ve Afrika olarak adlandırılan karaparçalarında bize gelen evrimi başlatıyorlardı. Austrolopolitek adıyla insanın ataları doğadaydı artık. Evrim sürdü, bel kemiği eğik olan insanımsılardan, dik yürümeye başlayan insan atalarına geçildi. Homo Erectus man, dik yürüyen adam dendi buna. Yüzbininci yıllara gelindiğinde konutlar yapmaya, avladıkları hayvanları pişirerek yemeğe başladı insan türünün bu başlangıçları. 40 bin yıl önce ölülerini gömmeğe ve mağalara ilk resimler çizilmeye başlandı. Evrimin en ilginç çocuğu, ateşi bulup kontrol etti, kullandı, kendisini bile hayran bırakan, diğer canlılardan ayrılan, üretim aracı üreten, sanayi, bilim, kültür, sanat alanlarında devrim üzerine devrim gerçekleştiren; gelişigüzel biyolojik etkinlik, milyonlarca yıllık sosyoekonomik, binerce yıllık politik, psikolojik, bilimsel, yarı bilimsel çabalar sonucu Homo Sapiens, modern, akıllı günümüz insanına gelindi. Bu ilk atalarımızın, insanımsıların, bugünkü insanların, hangi ırkın, hangi ulusun, hangi milletin, hangi kültürün, hangi halkın ataları olduğuna ilişkin en küçük veri aramak boşunadır. Çünkü, türsel özellikleri ile yeryüzündeki bütün insanlar aynıdır. Bu sürecin en olağanüstü sonucunda ortaya çıkan en önemli olgu, evrimden payını alan beyin ve onun ürünü olan bilinç.
Toplumsal/sosyal gelişme ile bu gelişmenin ve süren evrimin bir aşamasında zorunlu olarak oluşan“dil yetisi”; doğayla uğraşıda etkin bir güç olan “emek” bilincin oluşması ve gelişmesinde temel etkenlerdir.
Bilinç, varolduğunun ve varolanların nasıllığıyla birlikte ayırdında oluş yeteneğidir. Salt insan türüne özgüdür. Bu türün, bilinç denen etkinliği “yeryüzünde, canlı, cansız ve canlılar üstü olmak üzere başlıca üç çeşit varlık alanı içinde etkinlik gösterir. Kara, su ve havadan oluşan yeryüzü dünyası, insan varlığının ‘cansız’ dediğimiz çevresini oluşturur. İnsantürü, yaşamyuvar (biyosfer) adını verdiği kendi cansız-ama canlıların yaşamasına elverişli- doğal çevresini öteki canlılarla paylaşır.”
İnsan türü, canlılar arasında sayıları milyonlara varan türlerden yalnızca biridir; ama temel bir farkı vardır. Tüm diğer canlılar evren/doğa yasalarına bağlı ve onları dönüştürmeden doğup, yaşayıp ölürlerken; insan türü kendisinin ve diğer canlıların ötesinde “canlı-üstü (süperorganıc) varlık alanları (kültürler, uygarlıklar) yaratarak yaşar. Bu süreç, toplumsallaşan bir türün ürünleridir. İnsan, toplumsallaştığı için diğer türlerden hızla ayrılmıştır.
Toplumsallaşan insanımsı, insanı, insan dilini ve diğer toplumsal yapıları üretmiştir. Bu süreçten sonra, her insan etkinliği toplumsal etkinlik olmuştur. Toplumsal üretim, toplumsal dil, toplumsal kültür gibi…
Toplumsal üretim evrimi, toplumsal sınıfları; topumsal dil, bireysel dili; toplumsal kültür, sınıfsal ve bireysel kültürü yaratmıştır.
Dil evrenseldir [beyindeki dil], herhangi bir dil [toplumsal dil] ise, evrensel dilin herhangi bir dilidir.
Evrensel dilden, evrensel insandan, toplumsal insana geçişte, toplumsal dil yaratılmıştır. Her yaratılan toplumsal dil, evrensel dile bağımlıyken, toplumsal dile bağlı bireysel dil oluşmuştur. Farklı coğrafik koşullarda yaşayan insanlar, aynı evrensel dil yetisinin farklı bir biçimlenişini edinmiş ve kullanmıştır. Bütün insanlarda, bütün toplumsal dillerde, dil aynı işlev, aynı amaç, aynı yöntem, aynı kullanım ile süregelmiştir. Bir insan türünün bireyi, toplumsal dilini, seçme, reddetme şansına sahip değildir. İlk duyduğu dil, onun ilk dilidir. İlk dil, ana dili olmayabilir. Ancak edindiği ilk dil onun toplumsal dili de olmayabilir. Anadili, ilk dili olanlar olabileceği gibi. Anadilini hiç bir zaman edinmeyenler de olabilir.
Bütün insan yavruları dili aynı biçimde, aynı süreçte, aynı işleyişte edinir ve edime sokar. Dilin ve bir dilin evrenselliği dilbilimsel çalışmalar sonucu özellikle şu kanıta dayanmaktadır; Herhangi bir dili konuşan ana babanın bir çocuğu 0-6 yaş arasında çok farklı olarak nitelenen bir dilin kullanıldığı bir toplumsal çevrede büyüdüğünde onun anadili, o toplumsal çevrenin dili olmaktadır. Örneğin, bir Kongolu ana babanın çocuğu 1-6 yaşlarını Çin’de geçirirse, onun anadili Çince olmaktadır. Çinceyi, diğer çinli çocuklar gibi kusursuz kullanmaktadır. Bu nedenle anadili, ananın kullandığı dil anlamında bir zorunlu tanımlama olarak görülmemektedir. Aynı çocuk, 6-15 yaşarasını İngiltere’de yaşarsa, ikinci dil olarak ingilizceyi edinecek ve her iki dili kullanıma sokabilecektir. Ancak, her kullanım ona özgü olacaktır, bireysel olacaktır. Çünkü, İnsan türünün hiçbir bireyinin yüzü, parmak izleri, sesi birbirini tutmaz. İnsan türünün hiçbir bireyinin, aynı dili kullansalalar da, hiç birinin ürettiği tümceyi bir başkası, ne geçmişte, ne bugün, ne gelecekte üretemez. Bireyin toplumsal bir dile dayalı ürettiği her anlam, her tümce, her sözce ona özgüdür, özgündür. Diğer bir deyişle, bireyin biricikliği gibi, bireyin sözcesinin de biricikliği esastır. Bu durum, dilin toplumsal sözün ise bireysel olmasının da kanıtıdır. Söz, sınırlı sayıda dil kurallarına, dilbilgisi, bağlı sınırsız sayıda anlam üretebilme; sınırsız sayıda ve ilkez üretilen anlamları anlayabilme yetisine verilen addır. Bu yeti, eğitim, öğretim, bilim, sanat, kültür, iletişim ile yeteneğe dönüşür. Çünkü insan türündeki dil düzeneği evrenseldir, diller de öyle. Bugün siyasal sınırlar içinde pek çok ülkede birden çok dil kullanılmaktadır. Ancak birçok ülkede bir birlik dili, ortak dil olarak kullanılmaktadır.[Almanya, Fransa, İngililtere vbg] Böyle olmayan ülkeler de vardır. Belçikada iki (flemenkçe, fransızca), İsviçrede üç (Almanca, İtalyanca, Fransızca), Çekoslovkya da iki (Çekce ve Slovakca) dil ortak dil olarak kullanılmaktadır. Bunun yarattığı (eğitsel, ruhsal, toplumsal) sorunlarda tartışılmakta ve aşılmaya çalışılmaktadır.
Dil, üretim, düşünce, soyutlama, ilişkilendirme, kavrama, anlama aracıdır. Ötesi bunların aracı değil; bunlarla birlikte kendisinin ve bunları yeniden üretimidir.
Dünyayı, evreni, çevremizi, kendi derinliğimizi bu dil denen yeti ile soyutlar, anlamlandırır, anlar ve anlatırız. Bu nedenle dilin, ulusallığı, ırksallığı, milliliği yoktur. Dili, ırklar, milletler yaratmamıştır. Tam tersine, dil aracılığıyla, toplumlar kendilerine belirli adlar vererek “biz” ve “öteki”ni kurgulayarak, gerçek dışı biçimde oluşturmutur. Gerçekte, insanı, insan dilini, insan toplumları yaratmıştır. Tüm dünya dillerinin [özne-nesne-yüklem] tüm dünya dillerinin, adıl, önad, ad, ilgeç, belirteç gibi anlam oluşturma, anlam tamamlama süreçleri, biçimbirimlerin işlevleri aynıdır. Diğer bir deyişle ve özcesi dilden kaynaklı olarak soyut, dilbilgisel yapı ve sözdizim işlevleri dahil olmak üzere dillerin evrensel özellikleri salt adlandırma bölümünde kültürel olarak ayrıklaşmakta bu kültürel ayrışma dili ayrı gibi göstermekte ve toplumsal/kültürel insan toplulukları birbirinden ayrılmaktadır. Toplumların birbirinden ayırmanın tek değilse bile en kolay yolu olarak dil kullanılıyordu, kullanılmaktadır. Kuşkusuz bu ortak dil olgusundan başka, ortak tanrı, ortak din, ortak mezhep, ortak köken gibi kurgusal kavramlarda önemli işlev görüyordu. Oysa insanın ortak tür olarak, doğal ve somut benzerlikleri, aynılıkları sayılamayacak kadar çoktur. Buna karşın en kolay ayrıştırma doğal olmayan kurgusal, tarihsel, kültürel, dinsel gerekçelerle yapılabiliniyor. Tarihteki ve günümüzdeki kanlı kavgalar bu kurgular üzerinden yürütülmüştür. Gerekçe bunlar olmasa da. Bir insan türü bireyinin herhangi bir ulustan, milletten, olduğunu kanıtlayacak hiçbir bilimsel kanıt yoktur. İnsan bir türdür, toplumsaldır ve bir mutlaka bir sınıfın içinde yer alır.
Toplum ve dil
Dilbilimsel bağlamıyla, ayrı anadilleri olan ama bunlardan birini birlik dili olarak, diğerlerini ise anadil olarak kullanan bireylerin oluşturduğu topluluğa, dilsel topluluk denir. Birlik dilini daha çok, bilim, sanat (öykü, roman, şiir) felsefe gibi yada çevresiyle olan karmaşık ilişkili konuları dilin yardımıyla, dildışı unsurlara gerek duymadan verici ve alıcı dilsel etkinlikler olarak kullanabilmektedir. Örneğin, Türkiye’de uzun yıllardır, dilsel topluluğun üyelerince üretilen; anlamada, anlatmada, anlaşmada kullanılan Türkçe geniş bir kod olarak üretilmekte, iletilmektedir. Ancak, Türkiye bağlamında, diğer anadilleri, bu anlamda, doğal olarak bu alanlarda [verici dilsel etkinlikte bulunanlar, konuşanlar/yazanlar dilsel olanakların yalnızca bir bölümü kullanıyorsa; karmaşık düşünce zincirlerini ve mantıksal ilişkileri doğru olarak dile dayandıramıyorsa ve bildirişim niyetini açıklayabilmek için sık sık dildışı imlere başvuruyorsa,] dar koddan yararlanıyor demektir. Bu nedenle, en azından bu dillerin [Abhazca, Çerkezce, Gürcüce, Kürtçe, Lazca, Zazaca vb] Türkçe düzeyinde kullanıma girme yeteneğini [yeti değil] elde ettikten sonra, bir eğitim dili olarak öngörülmesi anlamlı olacaktır. Bu dillerin yitip gitmemesi, içeriğinde biriken tarihsel kültürel değerlerin kaybolmaması için, bu dillerin eğitimi yararlı ve kaçınılmazdır; yaşatılıp, geliştirilmeleri gerekir. Kuşkusuz anadili, toplumsal dil olmayan bireyler eğitim öğretim sürecine girip, alan kavramlarını, toplumsal dildizgesini içselleştirene dek, toplumsal dili de dar kod olarak kullanacaklardır. Bu nedenle, bunun yaşanmaması için, toplumsal dilin, anadil düzeyinde, ilk yıllarda duyması, kullanması yararlı olacaktır. Bir süre, anadili eğitimi alan, dilin eğitim dili düzeyine getirene dek bu dil, toplumsal dil olamayacaktır.
Bersntein (İmer, 1990) geniş kodun iki türünün ayırt edilebileceğini, bunlardan birinin kişi yönlü geniş kod, ötekinin ise konu yönlü geniş kod olduğunu söylemektedir. Bilimle, özellikle uygulumalı bilimlerle uğraşan birinin daha çok konu yönlü geniş koda sahipken sanatla uğraşan birinin daha çok kişi yönlü geniş koda sahip olduğunu belirtmektedir.
Birden fazla anadilin, ilkdilin kullanıldığı toplumlarda, birlik dilinin hangi dil olacağını, niyetler değil, toplumsal süreç ve toplumsal belirlenimler belirler. Entelektüel, bilimsel, sanatsal, politik, ülke ölçeğinde resmi tartışmalar, kamusal konuların, demeçlerin, basın organları, kamu yazışmaları, hukuk, kitle iletişim araçları bir birlik diline gereksindiği için toplumlar, toplumsal süreçte bir birlik dilinde karar kılarlar.
Özcesi ve sonuç olarak,
Milyonlarca yılda oluşan insan adlı özgün türü oluşturan “bilinç” olgusu bugün; dil, din, ırk, ulus, millet, etnik köken, gibi gerçekliğe, yani doğaya ve topluma dayalı kaynakları olmayan, ekonomipolitik gerekçelerle kurgulanıp, üretilip yayılan, derinleştirilen kavramlarla yitirilmektedir. Temel gerçeğin bilincine varma önünde ciddi bir engel oluşturan bu bilimin genç ve bilinmeyenin çok güçlü olduğu dönemlerde bilinçlice üretilen bu kavramlar bugün dünyayı insan ve diğer canlılar için yaşanmaz kılan, insanın tarihinin de temeli olan toplumsal egemenlik, sömürü ve savaş için gerekçelendirilen araçlar olmuşlardır.
Toplumlar çatışan eşitsiz güçler tarafından oluşur, bu güçler ve bunların savaş biçimleri, yöntemlerini serimlemeden, toplumsal bir olgu olan dil, anadil, ilkdil, toplumsal dil, bireysel dil gibi olguları da bu bağlamda ve bilimsel içerikleri ile tanımadan ve anlamadan yol alınamaz. Toplumsal/doğasal ve bilimsel gerçekliğin yerine, kurgusal olanlar başat olduğunda baştan yanlış yolda, yanlış yönde, yanlış yüründüğü bilinmelidir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Chomsky, N.(2001) Dil ve Zihin (çev. A.Kocaman), Ayraç Yayınevi, Ankara
Chomsky, N.(2002) Dil ve Sorumluluk (çev. H. Özasya), Ekin Yayınevi, Ankara
Covard, R. (1985) Dil ve Maddecilik (çev. E.Tarım), İletişim Yayınları, İstanbul
Güleç, E. (2001) Bilim ve Ütopya (84.sayı), Beynin Evrimi, İstanbul
Güvenç, B.(1993) İnsan ve Kültür, Remzi Kitapevi, İstanbul
Hobsbawm,E (1995) Milletler ve Milliyetçilik “program, mit, gerçeklik”, Ayrıntı Yayınevi, İst.
İmer, K.(1990) Dil ve Toplum, Gündoğan Yayınları, Ankara
Martinet, A. (1998) İşlevsel Genel Dilbilim (çev. B.Vardar) Multilingual Yayınları, İstanbul. (189 ve sonrası)
Oymak R. (2000) Eğitim ve Yaşam Dergisi, Toplumsal Dil, Ankara
Oymak, R. (1997) Bilincin Uysalca Yititirilişi; din, ırk, ulus, SiyahBeyaz, Ankara
Oymak, R. (2003) Bilim ve Ütopya Dergisi, Evrensel İnsan, Ulusal Birey, Bireysel Dil,
Toklu, O (2004) Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara
Vardar, B (1982) Dilbilim Temel Kavram ve İlkeleri, TDK, Ankara
Vendryes, V.(2001) Dil ve Düşünce,(çev.B.Vardar), Multilingual, İstanbul
Wallerstain, E.(1993) Irk Ulus Sınıf, (çev.N.Ökten), Metis Yayınları, İstanbul