Bir varmış bir yokmuş diye başlar ya hep masallar. Ya da bir kara sevda sözcüğüyle şarkılar.
Hasret ve özlemle ağıtlar yakılır ya!.. İşte hepsinden nasibini almış bir türkü bu “Deli Kızın Türküsü”…
Çakmak çakmak gözleri var, yürek dolusu sevdaları, romanlaşacak bir hayatı ve hayal kırıklıkları…
Küçük bir kasabada, her şeyden ve herkesten uzakta değil, bir şehirde herkesle, her şeyle iç içe, kalabalıklar arasında yapayalnız bir kızın türküsü. Şair sanki onun için yazmış; “Benim aşkım uymaz öyle her saza.” diye. Onun aşkını kelimelere ve notalara dökemezsiniz. Manzumeler, destanlar yazamazsınız. Tam tersi, çok yalın ve billur kadar berrak, şaşaasız ve her abartıdan uzaktır.
Pınarların, ırmakların gümrah gümrah aktığı, yeşilin her tonunun bulunduğu bir dağ başında; güneşin ışıklarıyla aydınlanan bir sabahta değil.
Dünyanın bir ucunda, ayaz bir gecede, insan yığınları arasında, belki koca bir orkestrayla, belki bir piyanoyla, belki bir gitar, belki de bir bağlamayla söylenmiş bir türkü bu. “Deli Kızın Türküsü…”
Kırlangıçlar konar alnına akşam üstleri. Ne zaman bir rüzgar esse elleri fesleğen koyar. Geceyi mendil yapar gözlerine; okyanusun ortasında batık bir gemi gibi. Ya da bir dağ başında yapayalnız ama dimdik duran bir çınar gibi. Kimilerinin varlığından bile haberdar olmadığı, çatlamış toprağa sızan iki damla yaş gibi.
Yalnız toprak bilir onun gözyaşlarının rengini, sıcaklığını. Çünkü yalnız o anlar diye düşünür küçük kız. Çok gibi görünen yürekleri avuçlarında, bir yığın insan arasında yapayalnız kalmayı öğrenir.
Melodi adına yapılan patırtılardan duyulan ızdırabı, bilir ki küçük kız, bir zamanlar toprakta onun gibi mutluydu. Çünkü o zaman kahretmek yerine ılık ılık ağlamak vardı. Yağmurdan ıslanmak… Güneşten terlemek.. Tartışmak yerine zamanlar boyu uzayıp giden sohbetler vardı. Bağrışmak yerine bir türkü tutturmak vardı. Sevda üstüne…Bu onun türküsüydü aslında. Yani; “Deli Kızın Türküsü…”
Bir başka mahzunlaşır o zaman, bir başka derin bakar gözleri dalıp uzaklara, enginlerde kaybolur.
Keşke küçük kız keşke, düşüncelerini astığın urganlara hançer olabilseydim…
Keşke en derin kuyularına kova olabilseydim.
Keşke keşkelerine merhem olabilseydim. Çünkü sen sessizliği tanıttın; seslerin, çığlıkların, gürültülerin arasından.
Belki her şey sadece bir türküydü.
Yaşananlar; sevgiden, acıdan, hüzünden, umuttan, ay ışığından, hasretten, kırlangıç sürülerinden dem vuran…
Belki de sevginin çağlayanında boğulan. Belki de bir yalan ya da rüya. Yalan da olsa rüyada olsa bu bir türküydü. “Deli Kızın Türküsü…”
Yani; “SENİN TÜRKÜN…”