Değişimin Dönüşümü

Sayı 17- Savaş ve Uygarlık (Kasım 2007)

[Dikdörgen biçiminde bir bir köy evinin odası, duvarlarda halılar, yer toprak, ortada bir soba, odanın iç çevresi boyunca uzanan, ağaçtan yapılı, duvardan iki metre ileriye kadar uzunluğu olan oturma tahtı. Tahtın üzerinde yine boydan boya döşenmiş halılar, halıların üstünde minderler, duvara dayalı 20 den fazla ot, yün ve tüy yastıklar. Duvarlarda sararmış, eski fotograflar. Karşı tarafta, 3 metre aralıklarla iki pencere. İki pencerenin ortasında eski bir sehpanın üstünde, büyük ekran yeni, bir televizyon. 70 yaş dolaylarında bir anne bir baba, 25 yaş dolaylarında bir erkek ve 18 yaş dolaylarında bir kız; bir yandan kahvaltı ederken bir yandan da tartışırlar. Takvim 1995 yılının 12 Mayısını gösteriyor]

Anne (babanın biten çayını doldurur) : Bu oğlanın sözüne uyup, dengir divan, köyü terk etmek, herkesin korktuğu bir kente göçmek akıl işi değil. Bunca hayvan, ev bark, tarla tapan, kurulu bir düzen, ne yapacağız, ne yiyip, ne içeceğiz? Nasıl yaşayacağız, o tıkbasan evlerde.

Oğul : Ana başlama yine lütfen. 6 yıldır orada yaşıyorum. Her şey, buradan bin kata daha güzel. Sizlerde rahat edeceksiniz. Köy artık bitti. Güzel kaloriferli evde oturacaksın. Sabahın köründe kalkıp, soba yakmak, tezek kırmak, ateşi üflemekten gözlerini yaşartmak. Dondurucu soğukta, hayvanları suya götürmek, getirmek, bağlamak, yemlemek bütün bunlar yok. Doyunca uyku, kendiliğinden ısınan sıcacık  ev.

Anne : Hep uyuyacak mıyız? Yeşil yok, açık alan yok. Göz alabildiğine uzanan tarlalar yok. Temiz hava yok. 2 yıl önce amcanın hastalığında gittiğimizde, bunalmış, sıkıntıya düşmüştüm. Demiştin ki, bu insanlar burada tıka basa nasıl yaşıyorlar? O gürültüler, araçlar, bağırışlar, çığırışlar. Pencereden bakınca bir başka pencere görüyorsun hepsi bu.

Kız : Anne anne, lütfen (saçlarını arkadan toplamaya çalışır) deniz var; uçsuz bucaksız. Vapur ile geziler, hastaneler, doktorlar, güzel mağazalar, temiz caddeler, ışıl ışıl.

Anne : (gözleri dolar, ağlamaklı bir sesle konuşur) Bilmem kızım, aklım yatmıyor. Biz gitmesek de siz ikiniz gitseniz, size güvenemiyorum. İkinizde elsiz ayaksız, hatta biraz kafasız çocuklarsınız. Kendinize bakamazsınız, başınıza kim bilir neler gelir. Bu oğlan evimizi yıkacak. Bizi yerimizden yurdumuzdan edecek.

Baba : Hanım, sevgili hanım, kim kaldı? Evet haklısın ama, kim kaldı köyde? Yabancı insanlar geldi yerleşti. Yerliler göçtü gitti. Kime gidiyoruz, kimler geliyor. Bayramda öylece oturduk evde. İki  yıldır, yabancı garip insanlar gibi kaldık. Eşimiz dostumuz hepsi gittiler. Ben de çok sıkılıyorum doğrusu burada artık. Bu kızın da önünü kesmeyelim. Herkes orada. Burada ne idüğü belirsiz birilerine verip kan ağlamayalım sonra. Elimiz günümüz oralarda biz de gidelim. Bir yanımıza bir taş basıp satıp savıp gitmek zorundayız.

Anne : (pencereden dışarı bakar, elinde bir bardak çay, düşünceli konuşur) Bey, gittik, gördün. Peynirlerini yiyemedin. Sularını içemedin. Süt, kokuyor dedin; et, su gibi tadıyor dedin. Bunları sen dedin. Televizyonda her gün ölüm, her gün kavga, her gün soygun haberleri. Hele bir de şu uyuşturucu belası. Ben korkuyorum. Senin için, çocuklar için. Ben, size uyarım ne gelir elimden, ama iyi düşün bey, iyi düşün. Oğlumdan umut yok. O havadan konuşuyor. Köyde sıkılıyor, sarmış sarmalamış, aklını almış o kent onun. Kız dersen, o da ona uymuş.

[Bir sessizlik çöker, baba sigara yakar, yukarı üfler, herkes onun üflediği dumana bakar bir an. Oğlan sessizce odadan çıkar. Kız tırnaklarına bakar, onları okşar gibi yapar. Anne, tedirgin yüzle herkesi gözler.]

5 YIL SONRA (Yıl 2000)

[Koltuklu, gümüşlüklü, 6 kişilik masalı, televizyonlu, dividi oynatıcılı, tablolu bir salon. Bir akşam yemeği hazırlıkları sürmekte. Baba, elinde televizyon kumandası, mırıldanmakta; öfkeli. Anne, masaya bir şeyler getirmekte. Kapı zili ve telefon zili aynı anda çalar.

Anne kapıya, baba telefona yönelir.]

Anne : Kim o? [Megafondaki kadın sesi]benim anne, açar mısın?

Baba : Alo, efendim? Eeee, hangisi. Onun eşi hamile değil mi? Ne arıyor oralarda. Kadın evde yalnız. Tamam, tamam geç kalmayın. O da gelsin seninle, konuşacağım onunla.

Anne : Kim, kiminle konuştun?

Baba : Oğlun! Gelen kim miş? Kızın mı?

Anne : Evet kızım, oğlum. Senin neyin oluyor bunlar?

Baba : Amcasının oğluyla, bir arabaya bakmaya gitmişler, biraz gecikeceklermiş. Sen ya da kızın Müjgan, onlara gitsinlermiş, eşi yalnızmış, doğumu da yakınmış. Salak  bunlar, salak.

Baba : [Balkon penceresini açar. ]

Anne :   Açma, şunları bu saate, is kokusu içeri giriyor. Nefes alamıyorum.

Baba : Ev çok güzel kokuyor sanki, içerde hava yok hava.

Anne : Dışarıda var mı? Ben sabahları, sobalar, kömürler, gazlar yanmadan havalandırıyorum.

Kız : [içeri girer, paltosunu çıkarır, asar] İyi akşamlar, öldüm valla, bir trafik bir trafik sormayın. Şu işi değiştireceğim. Deterjan fabrikasında çalışıp da memnun olanını duymadım. Tekstile geçeceğim ama onlarda nerdeyse 24 saat çalıştırıyorlar. Sabah 5 te servisler alıyor. Gece yarısına kadar çalış çalış. Verdikleri de bir şey olsa bari. Karın tokluğu. Sömürünün en amansızı bu alanda. Bir sürü genç kız ve kadını iliklerine kadar sömürüyorlar. Ne kızlık, ne kadınlık kalıyor valla. Anne, sıcak su var mı? Bir duş alsam.

Anne : Var kızım, var. Şofbeni yakmıştım.

Kız : Anne, babam ile Serdar dün neden tartıştılar? [bir yandan üzerindekileri çıkarır, bir yandan konuşur]

Anne : O salak  oğlan, babanın aldığı, Kâbe’yi gösteren tabloyu kaldırıp, bir futbol takımının resmini asmış yerine. Baban da kızdı ona.

Kız : Konuşmaları da bir garip oldu bu oğlanın; Hey moruk, seni sorunun ne biliyor musun?  filmdekiler  gibi konuşuyor. Sonra, o giysileri de tuhaf. Neyse canı cehenneme.

Baba : Canı cehenneme ha. Sen nerden öğrendin bu canı cehennemeyi?

Anne : Bir susun, ağız tadıyla bir akşam yemeği yiyelim.

[Kız banyoda, anne mutfakta, baba salonda. Sessizlik hakim. Televizyonda, görüntü var, ses yok.]

5 YIL SONRA (yıl 2005)

[Bir park, parkta bir lamba, lambanın altında bir bank, bankta Serdar ve Kız arkadaşı, Melisa, el ele oturuyorlar]

Serdar : Anneme, babama, kızkardeşime dayanamıyorum. Onlar ve onların her şeyi beni delirtiyor. Yüzleri, mimikleri, sözleri, davranışları, kokuları, evleri, öğütleri, eleştirileri, yaşam biçimleri, biçimsiz, anlamsız ve gereksiz sevgileri, aptalca ilgileri, nerden buldukları belli olmayan bilgileri…

Melisa : Ben de öyleydim. Bir gün karar verdim. Bıraktım çıktım, bir daha dönmedim.

Serdar : Dönmedin, bıraktın çıktın, ama Melisa, senin durumun şimdi seni hoşnut ediyor mu? Bu yaşam biçimin yani. Her gün bir yerde, her gün biriyle. Zaman zaman dayak yiyorsun. Utancından dışarı çıkamıyorsun. Ben bunlara çok üzülüyorum. Seni seviyorum. Seni bu yaşam biçiminden kurtarmak için planlar yapıyorum

Melisa : Planlar mı? Yeter artık 2 yıldır plan, plan. (Öfkeli, umutsuz, ayağa kalkar, ağacın yanına gider. Ağaca sarılır, sonra tekmeler. Gözleri dolar)

Serdar : (Melisa’nın ağladığını, öfkesini görür. Yanına gider, sarılır.) Plan yok, artık, ciddi bir mafyanın içinde yer edindim. Bir haftadır işe çıkıyorum. Belirli bölgelerde, belirli yerlerin sorumluluğu bende. Ayrıca birazda “beyaz” satışı. Bir hafta sonra bir araba alacağım. Bir süre sonra da bir ev kiralayacağım. Seni oraya yerleştireceğim. Mutlu olacağız, Melisa, merak etme.

Melisa : Ben bu ülkeyi de insanlarını da, evlerini de sevmiyorum. Avrupa’da, Amerika’da olsaydık. Çok mutlu olurduk değil mi?

Serdar : Çok haklısın. Bu ülkede hayat yok, insan yok. Her şey kötü. Gideriz, oralara da gideriz. Biraz palazlanayım. Seni götüreceğim buralardan.

Melisa : (Ümitle gözlerini diker Serdar’a) Benim bir arkadaşımın abisi, bir Vakıf’ta Avrupa Birliği Fonu mu ne ondan almışlar; İstanbul’daki her semtte, farklı dinlere mensup milletlerin, evlerini, işyerlerini, okullarını, şu ana dek kaybettiklerini, yaşam biçimlerini araştırıyorlarmış. Avrupa Birliği çok  para veriyormuş bu projeler için.

Serdar : Biliyorum, bizimkilerin de öyle hazırlıkları var. Bazıları vatan matan lafları etti ama, bizim patron silkeledi onları biraz. Vatan nedir ulan? dedi. Karnızı doyuruyoruz, cebiniz para görüyor, hala vatan matan tutturmuşsunuz. Haklı adam, küreselleşme çağında vatan mı kaldı? Ben kendimi düşünürüm. Vatanı başkası düşünsün.

[Sarılır Melisa’ya, mutlu ve umutludurlar. Parktan yavaş yavaş uzaklaşırlar. Kentin renkli, ışıklı, gürültülü kucağına doğru yürürler.]

EV

[Anne, baba, kızkardeş, Serdar salondalar. Baba, öksürerek konuşmaya hazırlık yapar. Anne, kaygıyla evdekileri izler. Kızkardeş, elinde bir kitap okumaktadır.]

Baba : Oğlum, bir haftadır evde yoksun. Gelmiyor, haber vermiyor, bu kadını, kardeşini kaygıyla, üzüntüyle sarsıyorsun. Ne yapıyorsun, ne yapmak istiyorsun?

Serdar : Ben yaşıyorum, baba. Sizler gibi, böcek gibi, buralarda sürünmüyorum. Aptalca gerekçelerle avunmuyorum.

Baba : [Gözlüklerini çıkarır, sehbanın üzerine koyar. Yavaşça ayağa kalkar. Anne iç çekişlerle ağlamasını keser. Kendisine sarılıp mırıldanarak tesseli eden kızının kollarından ayrılır. Kaygı ve korku dolu gözlerle babaya bakarlar.] Ulan it soyu, ulan adi köpek, ulan pezevenk, ruhsuz, nankör. Bizi buralara sürükleyen sen değil misin? Sen değil miydin, buralara bize öven, her şeyin daha iyi olacağını söyleyen, zavallı annenin bütün uyarılarını senin için, senin mutlu olman için dikkate almadım. Bu zavallı kızı mutsuz ettik. Sen şimdi karşıma geçmiş bize, bize dair değerli olan her şeye küfür ediyor, aşağlıyorsun. Defol git ve buraya bir daha asla, hiçbir nedenle dönme. [Sehpanın üzerindeki çiçekliği hızla ve öfkeyle oğluna fırlatır. Anne büyüyen gözlerle kalkar, ama bir şey yapamaz. Kızkardeş eli ağzında öylece kalakalmıştır. Çiçeklik, oğlanın gövdesine çarpar kırılır ve yerlere dağılır.]

[Büyük, öfkeli, dağınık ses karmaşası, yerini bir anda beklentisiz bir sessizliğe bırakır, hava kararır, perde kapanır.]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir