Kuruluşunun 100. Yılında Türkiye Cumhuriyeti, bize bu devleti hangi önderin, kimlerle, hangi çağdaş değerler üzerine yapılandırdığını; bu yapılanmanın insanımıza, ulusumuza ve tüm insanlığa hangi gelişim olanaklarını sağladığını anımsatıyor?
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Kuruluş yılı önce, yaşadığı çağın yüzyıllarca dışında bırakılan Türk halkının özünde var olan özgür ve bağımsız yaşama, en önde olma yolundaki güçlü isteğini devindirerek silah arkadaşlarıyla birlikte emperyalistlere karşı Kurtuluş Savaşı’nı veren yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı anımsatıyor.
Bir yandan, yorgun ve yoksul düşürülmüş insanının elinde avucunda kalanları sonuna dek kullanarak düşmanı yurttan atmak için savaşırken, bir yandan da insanımızın çağdışı gelenek ve göreneklerden kurtarılarak çağdaşlaşmasını planlayan, çağının barış sever kahramanını anımsatıyor
“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!” buyruğu üzerine, kestirilen günün çok öncesinde İzmir’e varan Türk ordusu, İzmir’de düşmanı denize döktüğünde, “Bitti Paşam!” diyenlere, “Bitmedi; yeni başlıyor.” yanıtıyla asıl amacının ip uçlarını veren, benzersiz Aydınlanmacı önderi anımsatıyor.
1924’te Hilafeti, Şeriye-Evkaf Vekâletini kaldırarak Aydınlanma devrimleri içinde özel bir yer tutan öğretim birliğini sağlayan; 1928’de harf devrimini, 1932’de dil devrimini gerçekleştirerek düşünce özgürlüğünün ve laik eğitimin kolaylıkla gerçekleştirilmesini sağlayan, yazı dilimizi konuşma dilimizle buluşturan; Türkçenin yazın, kültür, sanat ve bilim dili varsıllığına erişiminin önünü açan; yeni bir tarih anlayışı geliştiren ve bir ulus devlet yaratan, çok yönlü, öngörüsü yüksek çağdaş devrimciyi anımsatıyor.
“Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.” diyen önderlerinin bu uyarısı yönünde bilinçli bir çaba ile Türkçeyi yazın, sanat, kültür ve bilim dili düzeyine yükselten yazın, sanat ve bilim insanlarımızı anımsatıyor.
Ulusunu Orta Çağ karanlığından çıkarak demokrasiyi, laikliği ve bilimselliği benimsemiş, yüzü çağdaş dünyaya dönük tam bağımsız, saygın bir devleti anımsatıyor.
Türk toplumunu, hedeflediği çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak için gerçekleştirdiği eğitim ve kültür devrimiyle Aydınlanma devrimlerini ulusunun her bireyinin beynine yerleştirmeyi amaçlayan ulusal önderi anımsatıyor.
İçinde yaşanılan çağa uygun laik eğitimi, Kurtuluş Savaşının ve tüm devrimlerin anlam ve önemini bütüncül bir anlayışla ulusun her bireyine benimsetmede en etkili araç olarak gören ve Aydınlanmacı eğitimin birincil emekçisi öğretmeni saygın yerine konumlandıran eğitim devrimcisini anımsatıyor.
Tam bağımsızlığın, ancak ekonomik bağımsızlıkla güvence altına alınabileceği inanç ve bilinciyle 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi kararları doğrultusunda, pek çok fabrika bacasının tütmesini gerçekleştiren, tarımın kendimize yeter duruma gelmesini sağlayan ve bu başarıları sayesinde Türk ulusunu onuruyla yaşayan saygın bir toplum durumuna getiren yurt ve ulussever önderi anımsatıyor.
Savaşı, yurdu savunmak, düşmandan temizlemek gibi halkı nedenler dışında, bir cinayet olarak gören eşsiz bir komutanı ve yapıp ettikleriyle dünyayı kendisine hayran bırakan benzersiz bir devlet adamını anımsatıyor.
Bütün bu gerçekliklerin bir sonucu olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında, dünyanın mazlum uluslarına örnek oluşturan eşsiz bir kurtarıcının kurduğu çağdaş bir devleti anımsatıyor.
Kurduğu bu devleti, cumhuriyetçilik, ulusçuluk (milliyetçilik), halkçılık, devletçilik/kamuculuk ve devrimcilik ilkeleri üzerine temellendiren, ulusunun atası Mustafa Kemal Atatürk’ü anımsatıyor.
Devrimcilik ilkesinin bir gereği olarak Atatürk’ün başlattığı devrimleri tamamlama görevinin Türk ulusunun boynunun borcu olduğunu anımsatıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)’nün 1978’de toplanan Genel Kurulunda, Atatürk’ün doğumunun 100. yılını Anma ve Kutlama Yıldönümleri Programına aldığını ve dünyada 1981’in “Atatürk Yılı” olarak kutlandığını anımsatıyor.
UNESCO’nun, aldığı bu kararını Atatürk’ün, “uluslararası anlayış, iş birliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi; UNESCO’nun yetki alanlarında yenilikler gerçekleştirmiş bir devrimci; sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önderlerden biri; insan haklarına saygılı; insanları ortak anlayışa ve devletleri dünya barışına özendiren; bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşi olmayan devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu” olarak gerekçelendirdiğini anımsatıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında, Amerikalı psikiyatri profesörü A. Ludwig’in 20. yüzyılda görev yapmış dünya önderleri üzerinde 18 yıl süren bilimsel çalışmaları sonrasında elde ettiği sonuçlara göre, iki bin devlet adamı arasında öne çıkan 307’sinin “sıfırdan ülke yaratmak, toprakları genişletmek, askeri başarı, iktidarda kalınan süre, toplumsal tasarım gücü, ekonomik başarı, devlet adamlığı, ideoloji ortaya koyma, ahlak yönünden örnek olma, siyasal kalıt ve ülke nüfusunun ölçütleri” çerçevesindeki çalışma sonucunda geniş ve ileri görüşlü (vizyoner) sıfatı ile 20. yüzyılın en büyük önderi ve devlet adamı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk sırada yer aldığını ve Ludwig’in bu araştırmayı Dağın Kralı: Siyasal Önderliğin Doğası adlı yapıtı ile yayımladığını anımsatıyor.
Sonuçta da Atatürk’ün Büyük Nutuk’unun son sayfasında “Ey Türk gençliği!” diye seslendiği gençliğin birinci ödevinin:
Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuzluğa dek korumak ve savunmak olduğunu; varlığının ve geleceğinin temelinin ve en değerli hazinesinin Cumhuriyet olduğunu anımsatıyor.
Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlik, gelecekte de yurt içinde ve yurt dışında kendisini bu hazineden yoksun bırakmak isteyen kötücüller bulunduğunda, bağımsızlığını ve Cumhuriyetini savunmak zorunda kaldığında ödevi üstlenmek için, içinde bulunacağı durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyecektir.
Bu olanak ve koşullar, Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi, çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve Cumhuriyetine kıymak isteyen düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bir zafer kazanmış olabilir. Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün tersaneleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve daha korkunç olmak üzere, yurdunda iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık içinde olabilir. Üstelik hainlik yapabilirler. Daha da kötüsü, iş başında bulunan kişiler, kendi çıkarlarını yurduna girmiş olan düşmanların siyasal amaçlarıyla birleştirmiş olabilir. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.
İşte bu ortam ve koşullar içinde bile Türk gençliği, ödevinin Türk bağımsızlığını ve cumhuriyetini kurtarmak olduğunu düşünecek, bağımsızlığını ve cumhuriyetini kurtaracaktır. Bunun için gereken güç, onun damarlarındaki soylu kanda vardır.
Bu seslenişle Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuzluğa dek korunması ve savunulması görevini Türk gençliğine emanet ettiğini anımsatmanın yanı sıra, Türk ulusunun bireyleri olarak tümümüzün de Cumhuriyeti koruma ve savunma görev ve sorumluluğumuzun bulunduğunu anımsatıyor.