CHP Yönetimi Kendi Topuğuna Sıkıyor

Sayı 55- Temmuz 2017

CHP YÖNETİMİ, PARTİ’NİN TOPUĞUNA TAAMMÜDEN, KURŞUN SIKIYOR!..

Prof. Dr. Tolga Yarman

12 Ocak 2016

CHP’nin, 1992’de Yeniden Açılmasının Öncesindeki, Bir “Sütunu” Olan “Sosyal Demokrasi Partisi”, Kurucu Üyesi (1983),  CHP Kurultay Onur Üyesi,

CHP İstanbul İl Başkanlığı, Yeni Örgütlenme Anlayışı ve Modeli, Eş Başkanı (2015)

Geçtiğimiz Yıl (2015), CHP İstanbul İl Başkanlığı Görevi’ni deruhte eden Değerli Murat Karayalçın’ın, çağrısı uzantısında, yüz civarında, kıdemli partili, çeşitli ilçelerden çok sayıda partili, eski – yeni, çeşitli kademelerde görev üstlenmiş parti yöneticisi, sendikacı, emekçi, alanının uzmanı, bıçkın genç, pırlanta hanımefendi, Parti’nin yaşayageldiği sorunlara dönük olarak, dört ay boyunca, zihin yordu. “Çözüm Önerileri”, geliştirdi.

CHP İstanbul İl Başkanlığı, Yeni Örgütlenme Anlayışı ve Modeli

Söz konusu çalışma (CHP İstanbul İl Başkanlığı, Yeni Örgütlenme Anlayışı ve Modeli), ilk olarak, birbirine koşut (paralel), üç grupla yürütüldü. Gruplar’a; 1980 öncesi, mücadelelerini, hayatlarıyla ödeyen devrim şehitleri, Nihat Öztürk’ün (Kartal İlçe Başkanımız), Bülent Demir’in (Beyoğlu İlçe Başkanımız) ve Ali İsmet Gencer’in (Fatih İlçe Başkanımız), adları verildi. Gruplar’ın, eşbaşkanları şunlardı: H. Alp, T. Yarman, S. Becan, C. Savcı, B. Yavuz, M. Ağırman. Yazmanlar ise, D. Beyoğlu ve K. Karşıgil’di.

Üç grubun, birbirlerine koşut olarak hazırladıkları üç ayrı rapor, müteakiben, birleştirildi.

“Sonuç rapor”; Sevil Becan’ın “yazım”, Tolga Yarman’ın “toplu” koordinasyonlarında, bu çerçevede, Gökhan Taneri Vural’ın ise, Genel Sekretarya gayretleri zemininde, hazırlandı. İl Kongresi öncesinde, sırasıyla, Şişli (19 Aralık 2015, 10.00), Kadıköy (20 Aralık 2015, 10.00) ve Bakırköy Belediyelerimiz’in (20 Aralık 2015, 14.00) ev sahipliklerinde, İl Kongre Delegelerimiz’e sunuldu.

Bu rapor; 26 – 27 Aralık’ta geçekleşen İl Kongremiz’e; İl Başkanlığı tarafından, “karar taslağı” olarak getirildi, Sevil Becan ve T. Yarman tarafından Kongre’ye, anlatıldı. Oylandı ve oybirliğiyle, kongre iradesi olarak hükme raptolundu. Aynı çerçevede, 16 – 17 Ocak’ta, gerçekleştirilecek Kurultay’a, iletiliyor olacak.

Bu raporun, bizce olmazsa olmaz bir yaptırımı şudur (Özet, Sayfa 13, 3.1 Mahalle Seçimleri):  

  • Parti içi demokrasinin temel taşlarından olan delege seçimlerinin, bugünkü şekliyle, temsiliyet sorunu yarattığı, hatta mahallelerden başlayarak partide uzlaşmaz ayrışmalara neden olduğu bilinmektedir….. Sorun, örneğin, yarışan listelerin ağırlıkları oranında temsil edilmelerini sağlamak suretiyle, giderilebilecektir.

Söz konusu yaptırım, şöyle genelleştirilmiştir (Özet, Sayfa 13, 3.2 Parti Yönetimlerinin Seçimi): 

  • “Çarşaf Liste” uygulamamız esas olmakla beraber, Tüzüğümüz hükmü ile, benimsenebilecek “götürü” blok liste uygulaması, ancak “nisbî, yani oransal, temsil” yöntemiyle gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde, seçimler sonrası, önemli ayrışmalar yaşanmakta ve süreç, hep böyle devam etmektedir. 

Bu yaptırım, şöyle tamamlanıyor:

  • “Anahtar Liste” uygulaması, caydırılmalıdır.

Burada, konuya nispeten yabancı okura, bilgi sunmak, yararlı olacaktır.

“Götürü Blok liste” uygulaması demek, yarışan taraflar, ayrı ayrı, belli bir parti yönetim kademesine, bu arada “bir üst kongre delegasyonuna”, ayrı ayrı listelerde olarak ve fakat birer bütün halinde, adaylarını yazıyorlar; seçim evresinde, “parti içi seçmen”, bu listelerden birini ve yalnızca birini, zarfa koyup, sandığa atıyor.

Listelerden; öteki listelere oranla, bir oy fazla alan liste, artık hangisiyse; orada bulunan bütün isimler, ilgili görev yerlerine seçiliyorlar; öteki liste ya da (ikiden fazla liste çıkmışsa), listelerdeki, adaylar ise, toptan eleniyor oluyorlar…

Hatta eğer yarışa; üç; giderek, dört liste giriyorsa; seçilecek yerlere seçilenler, üçte birlik oy oranıyla, hatta işte dörtte birlik oy oranıyla seçilebiliyor oluyorlar… O zaman partinin, daha fazlası değilse, en az bir yarısı; işte hatta, üçte ikisi dahi; çoğu zaman; mahalle ise mahalledeki; ilçe ise ilçedeki; il ise ildeki; Kurultay ise Kurultay’daki, seçimden, küskün, hatta karşı tarafa düşmanlaşmış olarak, çıkıyor.

Biliyor musunuz, örneğin İstanbul Belediye Başkanlığı Seçimi dahi ve maalesef, böyle yapılır.

Örneğin, Tayyip Erdoğan 1994’te, İstanbul oylarının yuvarlak dörtte biriyle Belediye Başkanı olmuştu. “Güvenilir” diyeceğimiz, “ileri demokrasilerde”, böylesi bir “temsiliyet bunalımın” önüne geçmek üzere, seçim, hiç bir aday, yarıdan fazla oy alamamışsa, nihayette, en fazla oy alan iki aday arasında tekrarlanır; yani, “iki turlu” yapılır.

Buna karşılık, Ülke Geneli’ndeki Milletvekili Genel Seçimimiz, hal-i hazırda, “götürü bir blok liste” uygulamasıyla katiyen değil, “nisbî temsil” uygulamasıyla yapılır. Bu, şu demektir: Listeler aldıkları oy oranlarında milletvekili çıkartırlar. Olayın püf noktası budur: Kazanan taraf, karşı tarafı imha edebiliyor olamaz; listeler, görev mevkilerine, aldıkları oy oranında temsilci veriler…

Nisbî (yani oransal) blok liste, uygulaması, işte böylesi bir uygulama demektir.

Parti içine dönelim… “Çarşaf liste” demek; diyelim ki, bir yere, örneğin parti ilçe yönetimine, söz gelişi, 10 aday seçilecek, ama, 40 kişi birden, aday oldu. Delegelerin önüne 40 adayın da adları, belli ve adına işte, “çarşaf liste” denilen bir kağıt üzerinde, yazılı olarak gelir. Delegeler burada, kestirmeden söylüyorum, beğendikleri 10 adayın ismini, işaret ederler. En yüksek oyu alan 10 aday, parti ilçe yönetimine seçilmiş olur.

İstanbul İl Kongresi

Bizim, yonttuğumuz yaptırım; yani, “çarşaf liste” uygulaması, bu değilse, o zaman muhakkak “nisbî blok liste uygulaması, zorunluluğu”; 26 – 27 Aralık 2015’te, yapılan CHP İstanbul İl Kongresi’nde; demek ki, oybirliğiyle, hükme bağlanmış oldu… O kadar böyle ki, yaptırımın  yukarıya aldığım ilgili maddesi gereğince, “anahtar liste” uygulamasının caydırılması dahi, ittifakla kabul edilmiş bulunuyor.

Bu, şu demek… Parti içi seçmenin eline, yarışan taraflar, “Benim listem şudur!” mahiyetinde, bir “liste” dahi, veremeyecekler, ona bir telkinde bulunamayacaklar; parti içi seçmen, tamamen özgür iradesiyle, baş başa bulunacak…

Burada, iki satırla, Adaylık başlığı altındaki, Hal-i Hazır Tüzüğümüz’ün, İlgili Maddesi’ni (Sayfa 72) anımsamakta, yarar var:

  • İl ve ilçe kongrelerinde seçimlerde kural, tek ve ortak listedir (çarşaf liste). Ancak ….. kongre üyelerinin onda birinin yazılı önerisi ve kongreye katılan üyelerin salt çoğunluğuyla yapılacak oylama sonucunda blok liste usulü ile seçimlerin yapılmasına karar verilebilir.

İstanbul İl Kongresi’nin başlangıcında (26 Aralık 2015), bu husus, Divan tarafından açıklanmış, tam müteakip gündem maddesine geçilmişken; Divan’a; “seçimlerin götürü blok liste” uygulaması ile yapılması doğrultusunda, bir önerge verilmiştir.

Böyle bir önerge, ancak Kongre’ya katılan delegelerin onda birinin imzalarıyla verilebilir. Kongre’ye (Okur’un zihnini bulandırmamak üzere, takdimimi yaklaşık, sayılarla, sürdüreceğim), 600 delege, katılmıştır. Buna göre söz konusu önergenin yürürlüğe konulabilmesi için, asgarî 60 delegenin imzası gerekmektedir. Bu koşul, başlangıçta Divan’a bir güven noksanımz olmayıp, şu ki, konuya sonrası itibariyle, eğilince, katiyen sağlanmamış görünmektedir.

Divan bu konuda kendisini, önergenin, eline, ilçe başkanlarının imzalarıyla geldiği, giderek il başkanı adaylarının, aralarında “götürü blok liste uygulaması” konusunda uzlaştıkları bilgisi tahtında (sözel olarak), savunmaktadır. Ancak; ne söz konusu adayların ya da ilçe başkanlarının, delegenin iradesine ipotek koymaya hakları vardır; ne de en başta Divan’ın, sözel savunmasında ileriye sürdüğünün aksine, önüne gelen önergeyi, yürürlüğe koymasına imkan bahşedecek bir tüzük yaptırımı söz konusudur.

Yani (keşke yanılsak), Divan söz konusu önergeyi, önergede 60 delegenin imzası olmadan yürürlüğe koymakla “Tüzüğü” çok açık, ihlal etmiştir.  Durum ortadadır ve tahkik edilebilecektir.

Her hal-u karda bu önergenin tam kaç imza ile Divan’a verildiği, Divan tarafından, Kongre’ye, açıklanmamıştır.

Devam ediyorum…

Divan önergenin lehinde konuşacak, konuşmacıyı kürsüye davet etti. Konuşmacı “çarşaf liste uygulamasının” (Tüzüğün, genel olarak bu uygulamayı esas telakki etmesine rağmen), çok vakit aldığından bahisle, götürü blok liste yönünde verilmiş önergeyi savundu.

Bundan sonra Kürsü’ye, müracaatım uzantısında, önergenin aleyhinde konuşmak üzere ben davet edildim.

Özetle şunları söyledim…

Kurullar’a ve Kurultay Delegeliği’ne seçimin, “çarşaf liste” zemininde değil de, “götürü blok listeler” ile yapılmasının, ilk bakışta akla gelmeyebilecek, şu ki, “feci sakıncaları” bulunmaktadır:

  • Bir defa listeler, edinmiş oldukları oyların göreceli ağırlıklarıyla tartılmamaktadır; listelerden biri, tek bir oyla dahi, önde gelse, ötekini tamamıyla sildiği için, bu, yalnızca bir temsil adaletsizliğine sebebiyet vermekle kalmamaktadır; aynı zamanda, parti içinde göz ardı edilemeyecek bir küskünler kitlesinin meydana gelmesine sebebiyet vermektedir.
  • Küskünler, müteakip kongrede, karşılarındakilere abanmaktan çıkamamaktadır ve bu hep, böyle devam etmektedir.
  • Bu yapı; seçimi; “liyakat odaklı” olmaktan çıkartmaktadır ve “götürü bir seçim kumarına” dönüştürmektedir.
  • Aynı çerçevede, Türkiye’nin coğrafî mozaiği, büyük şehirlere, bilhassa da İstanbul’a yansıdığından, bu doğrultuda, çeşitli yörelerimizden gelenler, doğal bir biçimde memleketlilerine sokuldukları, listelerini de anlaşılır şekilde, böylesi bir eğilim içinde çıkardıkları için, blok liste uygulaması, partimizden de öte, ülkemizi, çoğunlukla ve çarpıcı biçimde, Doğu – Batı, benzer biçimde, Kuzey – Güney Doğu, diye, büyük şehirlerimizdeki, mahalle kongrelerimizden başlayıp, ilçe kongrelerimizde, nihayet işte il kongrelerimizde, yırtmaktadır. 
  • Bu süreç, Kurultayımız’a kadar maalesef tırmanmaktadır ve ne yazık ki, burada da gerçekleşebilecek götürü blok liste uygulamasıyla, Partimiz’e ve Ülkemiz’e, onarılmaz bir hasar vermektedir.  
  • Vurgulamalıyım, böylesi bir uygulama, Parti’yi, evet, ülke çapında yırtmaktadır… Giderek, Türkiye’yi yırtmaktadır… Tam da söz konusu “dargrupçu anlayış” ve bunun getirdiği “temsiliyet bunalımı” yüzünden, CHP, Türkiye’nin Doğusu’ndan, Güney Doğusu’ndan kovulmuştur. Giderek baraj altına itilmiştir.
  • Bu sebeplerle; Kongremiz’de, Kurullar’a ve Kurultay Delegeliği’ne Seçimler’in, blok listeyle değil; çarşaf listeyle gerçekleştirilmesi hayatî bir önemi haizdir.
  • “Blok Liste” uygulamasına dönük, kaygılarımızı daha da çarpıcı olarak anlatabilmek üzere, 1950’ler Türkiyesi’nden, misal getireceğim. O evrede, Milletvekili Genel Seçimi’nde, “resmin geneli” itibariyle, Demokrat Parti (DP) ve CHP, karşı karşıya olarak, Genel Seçim oluyor. Örneğin İstanbul’da, bir oy fazla alan partinin milletvekili listesi, ötekini, bütünüyle siliyor. Ülke genelinde, oylar, ki yuvarlak öyleydi,  % 60 ve % 40 olarak dağılsa, bunun parlamentoya, 4/5, 1/5 olarak yansıyabiliyor olması sebebiyle; toplum, taa köylerine varıncaya değin, iflah etmez bir kamplaşmaya duçar oluyor. Köylerimizde DP’lilerin ve CHP’lilerin gittikleri kahveler dahi, evet, sırf böyle bir nedenle, ayrışıyor. Biz; CHP; söz konusu “temsiliyet bunalımından” ve bunun sebep olduğu “ölümcül” toplumsal hastalıklardan en çok çekmiş bir parti olmamıza ve ülkemizde temsiliyet bunalımının, 1960 sonrası aşılmasına en çok omuz vermiş, buna çok emek vermiş, bir birikimden ve görenekten geliyor olmamıza karşın, olup bitenlerden, hatta yarım yüzyıldan fazla bir zaman sonra dahi ve hala daha, ders çıkartmaktan geri düşüyor olarak, bugün, “temsiliyet bunalımı” demek olan “götürü blok listeyi”, kongremizin seçim usulü olarak benimseyip, benimsemeyeceğimizi burada tartışıyoruz. “Götürü blok liste uygulamasının”, bütün şu saydıklarımın ışığında, asla kabul edilemez olduğunu, ihtar ediyorum… Önerge sahiplerini, bilince davet ediyorum…

Müteakiben oylamaya geçildi.

Yukarıya aldığım, CHP Hal-i Hazır Tüzüğü yaptırımı itibariyle, önerge, ancak, yaklaşık, 600 hazır delegenin yarısından bir fazlasının, yani demek ki, yuvarlak 301 delegenin oylarıyla geçebilirdi.

Kongre Divanı oylamaya geçmeden; oylamada; Tüzüğümüz çerçevesinde “salt çoğunluk” (yuvarlak 600 delege Kongre’ye katılmış bulunduğuna göre, demek ki yuvarlak 300 delegenin oyunun), aranması gereğini, Kongre’ye hatırlatmadı. 

Dışarıda, çay kahve içiyor olup, salonda bulunmayan delegeleri içeri davet etmedi.

Oylamaya geçti. Oysa içeride o ara, şöyle bir, 100’den fazla delege dahi yoktu. Dediğimizin tanığı, bütün kongre hazirunudur.

Oylamada evet, içerideki delegelerin oyları (ki işaret ettiğimiz sekliyle), yuvarlak 70 civarındadır), karşı oylara (yuvarlak 30), baskın çıkınca, Divan, “götürü blok liste uygulamasının” kabul edildiğini, ilan etti.  

Divan bu arada, salt çoğunluğu (300) aramadığı bir tarafa; maalesef oyları saymadı, zapta geçirmedi. Deliller ortadadır. (Görüntüler ise, kamera kayıtlarındadır…)

Kısaca Divan bu noktada da, açık bir Tüzük ihlali, sergiledi.

Seçim, “götürü blok liste” uygulaması ile yapıldı.

Denebilir ki:

  •  Tolga Hocam, bunları neden Seçim Kurulu nezdinde, itiraz konusu yapmadınız da, şimdi söylüyorsunuz?

Hayır, yaptık!

Olaylar olup bittikten sonra geriye dönüp şöyle bir bakınca, Divan’ın (yanılmayı çok isteriz, ama işte, hiç öyle görünmüyor), tasarruflarına dönük olarak derin kuşku ve kaygı geliştirince,  Seçim Kurulu’na, yukarıda özetlediğim gerekçelerle başvurduk. Nedir ki, bilenler bilirler, “Istanbul Il Kongresi’ni iptal ettirme” yönündeki gerekçeleriniz ve girişimlerimiz, ne denli kuvvetli olursa olsun, bu, maalesef deveye hendek atlatmaktan zordur.

Seçim Kurulu itirazımızı, “esası tartışmaya” girmeksizin, red etti. “Üst bir itiraz merci” hukuken olmadığı için, hukuk mücadelemizi, ne yazık ki, sürdüremedik…

Ancak burada söylediklerimin, her hal-u karda, sonuna kadar arkasında olduğumuzun, bilinmesini dilerim.

Dediklerim, son toplamda tarihe emanettir.

Hazin olan ne, biliyor musunuz:

Kongre Divanı’nın, seçim maddesine geçilmeden önce, “Yeni Örgütlenme Anlayışı ve Modeli” çerçevesinde İstanbul Il Başkanlığı nezdinde yapılan ve “götürü blok liste zemininde seçim yapılması seçeneğini”, antidemokratik ilan edip, ortadan kaldıran (yukarıda açıkladığımız), önergenin Kongre tarafından oybirliğiyle kabul edilmesine, yani Kongre iradesi olarak hükme bağlanmış bulunmasına karşın, seçimi, tam bir “akıl tutulması” uzantısında, “götürü blok liste uygulamasıyla”, yaptırmış olmasıdır…

Ne oldu pekiyi şimdi:

“Parti içi demokrasi”, “temsiliyet bunalımına”, yedirildi!..

Parti bir kez daha ve fena halde, yırtıldı.

Parti Yönetimi, Kongre Divanı ile kol kola, Parti’nin topuğuna taammüden kurşun sıktı.

Niye yaptı bunu?

Parti’nin hayrına mı?

Asla!

Kendi ikbali için.

Bitmedi!..

Bir çift sözüm de, “götürü blok listelerle”, güya yarışan listelerin mimarlarına…

İki liste, dediğim gibi, “güya” (bu sözcüğe birazdan açıklık kazandıracağım), yarıştı: Birisi, önemli ölçüde Sarıyer Belediyesi şemsiyesi altında ve kestirmeden Karadenizli ve yerleşik dinamikler diyebileceğimiz, unsurlardan oluşan bir liste, ama bizim ölçtüğümüz, Genel Merkez’deki, belli bir “ayak” tarafından kontrol altında bulunduruluyor.

Öteki, önemli ölçüde, Ataşehir Belediyesi şemsiyesi altında ve kestirmeden Doğulular ve göçer  dinamikler diyebileceğimiz, bu özellikleri saklı olup kısmen yerleşikleşmiş unsurlardan oluşan liste, ama bu da, bizim ölçtüğümüz kadarıyla, Genel Merkez’deki, diğer bir “ayak” tarafından kontrol altında bulunduruluyor.

Hepsi saygıdeğer arkadaşlarımız… Ama allaşkına baksanıza neler oluyor!..

Müthiş, Dahiyane, Bir o Kadar “Şeytanî”…

Kim kaybederse, kaybetsin, “Genel Merkez Yönetimi” kazanacak!..

Müthiş, dâhiyane, bir o kadar “şeytanî”…

Ya pekiyi; hal böyle iken, birbirlerine; kıyasıya, öldüresiye, imha etmecesine, düşmanlaşmacasına, yarışmayı benimseyebilenlere, ne demeli?

Böylesi kör kör parmağım gözüne, onca ihtarımıza karşın, “götürü blok listeyle yarışma, kumarına” kendileri bir tarafa, etraflarını sürükleyenler, antidemokrattırlar, bunu geçtik,   akıl zavallısıdırlar, patolojik hırslarının kurbanıdırlar… Ya kazanacaklardır, ya da etraflarıyla birlikte imha olacaklardır… Denklemleri budur!.. Kazanacakları yönündeki kibir ve kilitlenmişlikten çıkamayarak, tam da işte yuvarlak %50 ihtimalle, yani biri nevi yazı tura atarak, yok olmayı ve kendilerine umut bağlamış olanları, yok denilebilecek olmayı, taştan bir firavun yontusuyla, içselleştirmiş olan, sağlık özürlü vak’alardır…

Bir taraf kazanmış, öbür taraf kaybetmiştir; parti yönetimi her hal-u karda ve “şimdilik” kaydıyla, kazanmıştır, ama Cumhuriyet Halk Partisi, her şekilde kaybetmiştir… (Az yukarıda, “iki liste ‘güya’ yarıştı”, derken kastettiğim, tam da budur…)

Ya pekiyi Kemal Kılıçdaroğlu?.. Bütün bunları bilerek, olanlara göz yumuyorsa, “parti cürmü” işlemiş, demek, değil midir!..

Olanları anlayamıyorsa, zaten, gerçekten çok üzgünüm, “göstermelik genel başkan” demek, değil midir?..

Her şekilde, Genel Merkez Yönetimi tarafından (herkesin kendi dürüst birikimiyle saygıdeğer olduğu hususunu saklı tutarak ifade ediyorum, ama işte ve maateessüf), götürü usulle “döşenmiş” (affınıza sığınıyorum, burada partinin sözde etkin olma pozundaki baronlarını kastediyorum), delegeler sayesinde, Genel Merkez Yönetimi, kendini, önemli ölçüde güven altına almış görünmektedir.  

Olup Bitenin, hiç Abartmaksızın, Bize, Görüşlerimize ve Tezlerimize Bağlılık Gösteren Yığınlara Karşı Yapıldığını, Buradan, Cümle Âleme, Haykırmayı İstiyorum!..   

Rahmetli Ecevit, 1971 Muhtırası’ndan sonra, Genel Sekreterlik Görevi’nden:

  • Bu, bana karşı yapılmıştır, diyerek, istifa etmişti…

25 – 26 Aralık 2015 CHP, İstanbul İl Kongresi sürecinde, olup bitenin, hiç abartmaksızın:

  • Bize, görüşlerimize ve tezlerimize bağlılık gösteren yığınlara karşı yapıldığını, buradan, cümle âleme, haykırıyorum…   

Nedir bu tezlerimiz?

  • Dibimizde, her yıl bir milyon insanın kanını içerek yaşayan savaş makinesinin efendisi, bir  emperyal boyunduruk, istemiyoruz. Orta Doğu’daki mezhep savaşı – ağızdan yel alsın, ancak işte üstümüze çoktan sıçradı – göz göre, kundaklanagitsin, istemiyoruz. Yok istikrarlı hükümetmiş, yok değilmiş, temsiliyette adaletsizlik, giderek bunalım istemiyoruz. %10 seçim barajını kesinlikle istemiyoruz. 
  • İnanç dünyasında, din adına, hele emperyal tezgâhta,  “şekil dayatmacılığı” ve bunun giderek  inanç barışına, kezzap gibi boca edilmesini, istemiyoruz. Diyanet’in, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda olduğu gibi – bir, “nakil kurumu”, “şekil kurumu”, “iktidar payandası, biat kurumu” değil – bir, “akıl kurumu” ve “inanç barışının güvencesi, özerk, gereğinde, eli mekruhtan, haramdan, çıkmayana,  münafık  iktidar erbabına, haddini bildirecek olan, çoğunluk tarik (yol) yanı sıra kesinlikle, öteki tariklerle barışık ve bunları eşit derecede kucaklayan, kurumumuz” olmasını, istiyoruz. Soma’da, yer altında iftar açan can işçilerimizin, fotoğraflarının altına, “Küçük ama helal lokma” yazan afişleri, hiç utanmadan, 4×4’lük kocaman siyah arabalarıyla, cami kapılarına asanların… Teknik hödüklüklüklerini, hiç utanmadan – haşa min huzur – Yaradan’a ciro etmeye tevessül eden, zalim bir kaderci anlayışın, “zifir günahlarını”, örtmeye kalkan, bir kurum olmasını, istemiyoruz. 
  • Demokrasinin; üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento çoğunluğuna konanların; akıllarına her geleni yapmaya yeltendiği bir rejime dönüştürülmesini, kesinlikle reddediyoruz… Demokrasinin, “Gezi” gibi, çağdaş direnişlerde, bir de, sözde “asayiş” adına, çocuklarımızın gözlerini çıkartan iktidar tomalarının tetikçisi kılınmak istenmesini, kesinlikle reddediyoruz.
  • Demokrasinin giderek, hırsızlığı, arsızlığı, hatta kıyımları aklamaya tevessül ettiği; inanç barışını, görenekte, kitapta yeri olmayan, “kendi paranoyak mutlakları” adına, taammüden dinamitlediği, bir yozlaşma ve aldatmaca rejimine, dönüşmesini, şiddetle reddediyoruz.   
  • Yerel Yönetimler’e, bugünkünden daha geniş serbesti verilmesini ve icra alanı tanınmasını elbette, istiyoruz, ama ülkemizin, hele emperyal dizaynlarla bölünmesini, kesinlikle, reddediyoruz.
  • Avrupa’nın göbeğinden kalkan bombardıman uçakları, yok Arap Baharı’ymış, yok Fellah Baharatı’ymış diye, Libya’da çoluk, çocuk demeden binlerce insanın üstüne bomba yağdırırken, bizim önümüze, “Pat!” diye atılıveren, Dersim Meselesi’ne (hangi acılar yaşanmışsa, onları, elbette yüreğimizin taa derininde, acımız olarak hissederiz, ama  yapmayın lütfen), yem bulmuş, civciv gibi kapaklanan, kavrayış özürlü, giderek emperyal odaklarla kolkola girmiş işbirlikçi, yöneticiler, istemiyoruz.
  • “Orduya kumpas kurulmuş!”, daha bu, böyle denmeden, teknik birikimlerimizle, “Türkiye bir Siber-Bilgi Savaşı’nın anaforunda,  biryerlerde çok açık biçimde üretilen sahte delillerle, çakı gibi subaylar, generaller, amiraller, ordu komutanları, giderek genelkurmay başkanı, üst düzey bıçkın siviller, içeri tıkılıyor, ordu tek kurşun atılmadan biçiliyor”, diye feryad-u figan eylerken; Silivri’ye koşuşturan, iz’an sahibi milletvekillerimizi tenzih ederek ifade ediyorum, şu ki işte, “sanki, üst siyasi şemsiyesini, kendileri hazırlamış değillermişmiş gibi, “Bağımsız yargı hükmünü icra ediyor” diyen, müraî siyaset bezirgânları; “Silivri’den ne kadar uzak durursak, o kadar demokratikleşiriz!”, diyen gabi aydınlar takımı ve o partideki, bu partideki, farketmez, kavrama kabiliyeti sıfır, sözüm ona “ilerici siyasetçiler”; hala daha şu “sahte delil imalat merkezlerinin” ve buralardaki “faillerin” ortaya çıkartılmasına dönük gerekli gayreti gösterme idrakinden yoksun, ebleh sorumlular ve zavallı, muhalefet erbabı, istemiyoruz.
  • Gündemi, çözüm önerilerini, tartışmayan ya da tam da emperyal buyurganların istedikleri gibi tartıştıran, her hal-u karda bölgedeki savaş makinesine dönük olarak ağızlarını açmayan, iki yüzlü, basın, radyo ve televizyon erbabı, istemiyoruz.
  • İrfanı kapalı, vicdanı mühürlü değil, irfanı hür, vicdanı hür, nesillerin yetişmesine, omuz vermek istiyoruz.

Bizler “Yankee, Go home” diye avaz avaz bağırarak, yurda, çelimsiz bedenleriyle, ama yiğit kere yiğit duruşlarıyla siper olmuş bir kuşağın çocuklarıyız. Çizgimizde “mıh” gibi durmaktan ödün vermeyecek kadar ve şaşmaz ölçüde kararlı ve tavırlıyız… Bedel ödemekten korkmayız… Ödedik, yine öderiz!.. Nazım Hikmet olur yanarız, Denizler olur, üstümüzde beyaz kefen, ayağımızın altındaki tabureye tekmeyi atarız, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok,  Ahmet Taner Kışlalı olur, sözde katlediliriz, nedir ki, işte küllerimizden diriliriz, faillerin yakalarına yapışır, hesap sorarız. Hak yolundan milim sapmaz, ilerleriz!..

Kurultay: CHP, Bugün, “Mazlum Ulusumuz”un, CHP’si Değildir!..

Son sözümüz, bu hafta sonu gerçekleştirilecek olan Kurultay zeminine:

  • Bu kurultay, maateessüf, CHP’nin Mahalle Pınarları’ndan, “temsiliyet sorunu”, tamamen aşılmış olarak,belirlenmiş olacak delegelerle yapılacak bir kurultay değldir. Tersine, bugünkü Genel Merkez yapısını ayakta tutmak üzere ve “şeytanî” şekilde kurgulanmış bir kurultaydır… Söylemesi içimizi sızlatıyor, Kılıçdaroğlu’nun partiye, egemen olmadığının resmini ifşa eden, bir kurultaydır. Ve o’nun sonunun başlangıcı olacak bir Kurultay’dır…

CHP bugün, Milli Mücadeleyi vermiş mazlum ulusumuzun, CHP’si değildir.

CHP, bugün, elimizdeki silahların, Onlar’ın değil, bizim menfaatlerimiz doğrultusunda, kullanılması sonucunda, Okyanus aşırı odaklardan gelmiş Johnson Mektubu’na:

  • Dünya yeniden kurulur, Türkiye orada yerini alır, diye kükreyen, İsmet Paşa’nın CHP’si de, değildir.

CHP bugün, Kıbrıs’taki soydaşlarımz göz göre göre katledilirken oraya, üstelik Pentagon’a, çalım üstüne çalım atarak, yardıma koşan, Ecevit’in CHP’si de değildir…

Doğu’yu, Güney Doğu’yu, azap içindeki, Can Çocuklarımız’ı, Kürd’ü Ege’nin Efesi’yle, Zaza’yı Karadeniz’in Uşağı ile, Türkmen’i, Arab’ı, Akdeniz’in Yörüğü’yle beraber ve hep birden, bağrına basan Erdal İnönü’nün, CHP’si de, değildir.

Y-CHP – tüm inananlar bizim hak yolundaki omuzdaşlarımızdırlar, su ki, söylerken içimiz acıyor – “Paralel CHP”dir ve bunun kanıtı, “Hıfsızsıhha Enstitüsü”nden rapor almayı gerekmeyecek kadar, burnumuzun dibindedir ve açıktır…

CHP’nin nasıl, %25’e sıkıştığını ve buradan nasıl olup da, bir milim olsun kımıldayamadığını; ötekilerin ise,  kucaklarındaki onca vebale rağmen, “paralel” deyip, “Penisilvanya” deyip, “yerel” deyip, “millî” deyip, üstüne üstlük, Okyanus aşırı odakların estirdikleri “gazap rüzgarlarına” karşı, hem yerel seçimleri, hem cumhurbaşkanlığı seçimini, hem de son genel seçimi, nasıl olup da, yarıya yakın oy oranlarıyla kazandıklarını anlayabilmek üzere, “kehanet sahibi” olmaya, hiç mi hiç ihtiyaç yoktur…

Şunu belirtmezsek, kendimize ve bizler gibi olan parti emekçilerine karşı haksızlık etmiş oluruz:

Biz kimsenin “bedava turnikesinden” geçerek “milletvekili” olmadık… Parti’nin, görev aldığımız kademlerine paraşütle ya da kontenjandan, taşınmadık… Ne yaptıysak, “partiye olan emeğimizle” yaptık….

Ne mutlu!..

CHP’nin; Önümüzdeki Kurultay sonrasındaki Genel Başkanı bellidir. Beş aşağı on yukarı Yönetimi de bellidir…

Bu ne kadar böyle ise (hadi onlar adına yanılmayı dileyeyim, mi ki, durum değişmez),  iki yıl sonra, Genel Başkanı’nı da, Yönetimi’ni de, görevden affedeceği, bellidir…

Göreceğiz… El mi yaman, bey mi yaman!

Türkiye’yi ve Bölgemiz’i esenliğe kavuşturmak, burada barışı, kardeşliği, dayanışmayı, adaleti, hakkaniyeti, kurumsallaştırmak, bizim elimizdedir…

Yeter ki, alsınlar tımarlarını, versinler atımızı!.. Pardon, verirler mi? Vermezler!..

Fark etmez: Alırız!..

 

TEŞEKKÜR

Yazıyı eleştirel gözle okuyan, Sevgili Omuzdaşlarım, Cavit Savcı’ya, Lale Gürman’a, Nurhan Coşkun’a, Birol Başran’a, Ayten Ezentaş’a, Mehmet Muş’a, Halil Kuzel’e, Gökhan Taneri Vural’a, Hüseyin Ünal’a, Güney Yeşildağ’a, bu arada, Sevgili Soner Acar’a ve Sevgili Güney Yılmaz’a, teşekkürler ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir