Evet, Frankfurt şehirindeki yüzlerce kahvelerden birisidir „Cafe Albatros“. Bu şehirin Bockenheim semtinde, Kies Caddesi’nde kapısını ve tabelasını saran asma çeşidi bir sarmaşık öbeğinin sarmaladığı tabelasıyla sizleri bekleyen bir huzur mekanıdır. Kendi halinde mütevazi, kızılkahverengi masa ve sandalyeleri, sarıya boyanmış duvarlarında asılı duran amatör resamların resimleri, tahta yer döşemesi ve yazları kentin içinde bir kaç saatliğine kafa dinlemek ve gazete okumak için bulunmaz bir yer olan taraçasıyla başka bir dünyadır bu kahve.
Günlük bir kaç gazeteyi ve haftalık tanınmış Alman dergilerinin sizi hazır beklediği bir mekânda müşterilerinin çoğunu yakınlarında 1900’lü yıllardan beri bilime hizmet eden şehirin şair ve yazarı olan ünlü Goethe’sinin de adını alan ünüversitesiyle özdeşleşmiş mekânlardan bir yerdir. Burada öğrenciler ve müşteriler yudumladıkları sıcak ve soğuk içecekler eşliğinde fikirlerini tartışarak ve pekiştirerek nihai bir noktaya gelmek için uğraşırlar. Yan masalardan gelen teorik tartışmalar sizi istediğiniz yerden alarak bazen psikolojinin temeline doğru bir seyhate, bazen sosyolojik bir tartışmaya istemeden kulak misafiri olarak tanıklığa davet ederken bazen de politikanın bedenine indirilen ağır sözlerin atmosferinde solunan bir hava içinde bulabilirsiniz kendinizi. Bazen de hukuk öğrencilerinin sınavlarda müşkül bir olayı adli olarak çözmek için yasaları yine yasalarla devirerek burjuvanın dalavericiliginin içinde de bulabilirsiniz kendinizi. Siyasal bilimler okuyan öğrenciler ise kendilerine daha ağır bir hava vermenin karmaşıklığını tasıyarak ya soğuk bir atmosferi sıcağa ya da sıcak bir atmosferi soğuğa cevirmek için politikayı acımasızca eleştirirler. Bu tartışmalar bile, Almanya genelinde siyasal bilimler okuyan kişilerin reel hayatlarında politik kariyeri değilde normal bir iş kariyerini tercih etme nedenlerini ortaya koymaktadır. Buradan şu sonuca varabiliriz. Siyasal bilimler okuyanların yüzde sekseni politik bir kariyeri seçmiyorlar. Hatta buradan yola çıkarak Alman ailelerinin yüzde seksenbirinin gelecekte çocuklarının politikacı olmalarını istemediklerinin gerçeğini de keşfedebiliriz.
Bütün bu tartışmalar arasında insan yinede bu Cafe’yi tipik bir öğrenci kafesi kategorisine kayamaz. Bunun için daha gerekli bir çok Ambienti burada bulmak mümkün değildir. Basit yemek türleri, cumartesi ve pazarları belli bir ücret karşılığı yapılan güzel bir kahvaltı ise bütçelere ve bu şehire uygun bir fiyat kategorisindedir. Olağanüstü bir lüksü burada aramağa zaten gerek yoktur. Bazen garsonların sevimsiz olmalarına rağmen içeceğinizi ve yiyeceğinizi ısmarladıktan sonra kendi hayal dünyanızın derinliklerine inerek günlük stresi ve olayları bir anlığınada olsa unutma imkânına erişebileceğiniz bir ortama ev sahipliği yapacak kadar da mütevazıdir burası.
Burada müşteriler için iyi olan bir sistem ise, sigara içenlerle içmeyenlerin kahvenin kuruluşundan beri ayrılan kalın duvarlarıyla ayrılmış bölümüdür. Bu bölümde keyfçiler ömürlerini zevkle kısaltma onuruna da eriştikleri gibi bu özgürlükleri anayasa mahkemesi tarafından bile tanımlanarak ikili bölüm 2000’li yıllardan beri yasal olarak yürürlüğe girmiştir. Yanı ömrünüzü kısaltmak özgürlüğü yasalarla güvence altına alınarak sigara içenlerle içmeyenlerin birbirlerine tahamülsüzlükleri burada barışsal bir atmosferde yürümektedir. Kısacası ölmekde yaşamakda özgürlüğün size dayatmış olduğu bir tercihtir.
Yemekler lükse kaçmadığı halde sağlam bir ambient eşliğinde rustikal tadlara doğru alıp götürebilir sizi yerken. (Dennoch entspricht das Ambiente nicht unbedingt dem, was man von einer typischen Studentenkneipe erwarten würde. Zwar wird hier keineswegs Luxus geboten, jedoch eins sehr gediegenes Ambiente mit einem Touch in Richtung des Rustikalen.) Tipik bir öğrenci kahve havası vermemesine rağmen, çok az lüksü olsada tanınmış bir ortamda kahve içmek ve kahvaltı etmenin huzurunu bulacaksınız.
Güzel havalarda, yaz ve sonbarın ilk dönemlerinde siz terasta o güzel ağaçların altında oturup kahvenizi yudumlarken ve simitlerinizi yerken utanmaz bir serçenin görünmez bir hızla geldiği gibi dökülen bir kaç kırıntıdan nimetlenerek tabağınıza saldırdığını da gözlemleyebilirsizin hiç beklemediğiniz bir anda. Terasın çevresi özellikle yazın sıcak havalarında bira içerek sohbet eden mekansızlarada ev sahipliği yaptığını gözlemleyebilirsiniz. Bunlar, çoğunlukla kendi aralarında bağıra bağıra konuşsalar dahi çevreye zarar vermezler. Teras herkese yetecek kadar donatılmış ağır toprak rengindeki masa ve sandalyeleriyle Cafenin içinden biraz farklı bir zemine sahiptir. Burası kahvenin ana caddeye bakan yönünde olmadığı için, araba gürültülerinden uzak olan arka tarafda olduğu için daldığınız derin sohbetin enginliklerinden kimse sizi uzaklaştıramaz. Uzunlamasına döşenmiş bir kültür çayırı olan burası içinden geçen bir patika eşliğinde boyları otuz ile elli metre arasında olan uzun ağaçların gölgesinde Avrupa’ya özgü yaz sıcaklıklarını bile hissetmez burada burada bir kaç saatini geçirmek isteyenler. Buradaki serinlik elbetteki size 18. Yüzyıl da İstanbul Boğazı’nın Haliç Kıyıları’nda ki bir sevecenliğide yakalatmaz, ama en azından hayallerinizin derinliklerinde bunu soluyabilirsiniz. Çimenlerin yeşilliği, bir kaç gül fidanının varlığı, bir yıllık bitkiler bile kentli olmaktan bir kaç dakikalığına da olsa sizleri başka bir alemin salıncağına bindirebilir.
Cafe Abatross’un sunmuş olduğu menü listesi geniş bir karmaşıklığa sahip olmasada, gelen müşterilerine yetecek kadar orta derecede bir zenginliğe sahiptir. İçeceklerden, bira Almanlar‘ın milli içkisi olma özelliğine sahip olduğu için, özellikle yaz aylarında su yerine tüketiliyor denilse, yinede abartılmış olmaz. Bazen kalın bir litrelik Mass denen bardaklarda kendine özgü kokusu ve rengiyle sarının altın rengide dahil olmak şartıyla tüm özelliklerini bir anda bir bardakda bile görmek zevkine eriştirir, izleyenin gözlerini.
Bu kış hava feci şekilde soğuklara imza atarak geçiyordu. Avrupa’yı deyim yerindeyse kasıp kavruyordu. Soğuklar yanakları ısırıyordu adeta. Bulutsuz gökyüzü akşamları, gecelere olağanüstü bir parlaklık vererek yıldızlarını görücüye çıkarıyordu. Yürürken, ince buz tabakası ayakkabıların, çizmelerin ve botların altında gıcırdayarak çatırdıyordu. Ben ve bir arkadaşım 2009/2010 yılı kışının uzun akşamlarında fikirlerimize burada yön vererek soluduğumuz havaya tadı ve acıyı katarak bal eyledik sohbetlerimizi. Çalışma ve iş hayatı üzerine görüşlerimizi felsefenin süzgecinden geçirerek idealist felsefenin idealist babalarının felsefeyi zamana ve zenginlerin ihtiyaçlarına göre düzenleyerek felsefenin kökenine „ayran suyu“ döktüklerini edindiğimiz tecrübeler sayesinde burada son kılıfına koydk diyebiliriz. Kant’ın idealist ve moralist felsefesinin çağı bakımından değerlendirirsek, bunun 18. ve 19. Yüzyıl için elverişli bir seviyede olduğunu gözlemledik. Kahvelerimizi yudumlarken.
İşte bu ve buna benzer uzun bazen soluksuz ve neticesiz de kalsa fikirlerimize ev sahipliği yapan bu kahve işte son bir yıldan fazla bir süreden beri bana adeta ikinci bir ev sahipliğini üstlendiği için, kendimi adeta bu masalarla özdeşleştirdim sayılır. Hep aynı köşe ve iki kişilik ve yuvarlak olan bu masa kahveye girdiğimde adeta gülümseyerek karşılıyor beni sanki… Eğer işlerimin yoğunluğundan dolayı bir kaç gün araverirsem, koyu kahverengi olan bu masa bana darılır gibi yaparak sitem de ediyor bazen. Sanki bana kızarak sorular sorar gibi suratı asık, yorgun ve bitkin haliyle „yine yeni bir kitaba başlamanın müjdesini veriyor yüreğime“. Bazen bir romanın sayfalarında uzaklaştığım ve hala ayaklarımı altında olan dünyadan koparak derin düşüncelere ev sahipliği yapan mekanda olmanın huzurunu yaşatıyor bana. Ama ağır gururuyla kimlerin ağırlığını taşıdığının ne bir ipucunu ne de bir işaretle bana bildirmek istiyor bu masam ve kahve. Bunları ona diklenerek sorduğumda „bunlar benim sırrımdır ve ebediyete kadar da öyle kalacaktır“ diye gizemini koruyabilecek kadarda kendinden emin. Böyle anlarda bende günlük bir ziyarettci olduğum için, „bugün bir kadeh kırmızı şarap ve bir kadeh konyak“ içmemi de hatırlatacak kadar mütevazı de. Tabii olarak o da biliyor ki, içilen her kadeh şarap, bira, konyak, uzo veya bir tas cappuccino kahvenin günlük cirosunu artıracağı için; „insanın paraya muhtaç olmasının günümüzde sağlıktan daha büyük bir pahaya eriştiği“ zamanı yaşamak gelir insanın içinden.
Düşünceler yudumlanan her damla içecekde kendi dünyalarının kapılarını açarlar istemeden uzayan sohbetler eşliğinde. Mayıs ve Haziran aylarının Avrupavari ılık sıcaklığı ağaçdan ağaca atlayan bir sincabı seyrederken kendinizden geçip yaşadığını hissetme gücüyle sevimli bir dosajda akıtır damarlarımızdaki kanı. Burada canlanır yüreğiniz, sevdiğinize buradan şiirler ve mektuplar yazarsınız eğer cep denen modern illeti (telefonu) kullanmıyorsanız. Düşünceleriniz serin havaların eşliğinde yüreğinize yakamoz renklerini boyayarak tarifi imkânsız vaziyetinizin dökümanını yaptırır size… Hele hava yağmur yağarken terasda bir kadeh kırmızı şarap eşliğinde kendi kendinizle başbaşa kalarak oturmak ise aranan huzurun anlık yaşamasını anlatır insanın kendisine. Yolları uzatmak ve kısaltmak yine sizin elinizdedir burada zaman geçirirken. Hele sayfalarına dalınan sürükleyici bir kitap da size eşlik ediyorsa hayalleriniz gerçek olarak sizlere geri dönmeğe mahkûmdur bu gariban mekânda. Burada hislerinizle kendi kendinize hasretlik çeker gelgitleri yaşarsınız istemeden. Hayat akıcılığına bırakmıştır kendini yine kendi yarattığı streslerinden kurtararak. İmdat seslerine indirilen darbeler, burada çığlıklara dönüşerek girdikleri arayışına son noktayı koyarak hedefine ulaşmanın başarışını kendinde bulur düşüncenin derinliklerinde…
Bedeni yoran yoğun duyguların kıskacında kıvranan düşünceler burada ruhların derinliklerinden akarak sonsuzluğa uçarak yok olup gider. İçerinizde kaynayan kazan burada ağaçların gölgesinde ki serinliğe karışarak kaybolup gider korkuların kıskacından. Bir albümdeki resimler gibidir burada size eşlik eden ağaçlar, kardeşliği aşılayıp, özgürlüğün şarkılarını yazar umutlarla dolu yarınlara. Ağır aksak da olsa yaşanılanlar bir kez daha göz önüne gelir içilen bir kadehin derinliklerinde kalan damlalar gibi. Zaman sizi zorlar, değişmek için, yeniliklere açılan kapılar sayesinde. İleriye doğru bakmak için bir adım daha atabilirsiniz kendinizi zorlamadan Yine zaman size yavaş yavaş düşündüklerini düşlerinde yaşadığı hissine kapılarak, o düşlerdeki bilmediği yüzlerin korkunçluğuna refakat ederek kendi kendinde birşeylerin eksildiğini de hissettirir size kendini.
Frankfurt am Main, den, 18.02.2010. Gece, saat 23:00‘de