Bozkırda Aşk

Sayı 63- Temmuz 2019

BOZKIRDA AŞK [1]

Çiçek bozuğu yüzüne rağmen sıcak ve derin yeşil gözleri, kıvırcık kumral saçları, uzun boyu, iri yarı bir gövdesi vardı. Çirkin miydi yakışıklı mıydı, bunun ayırdına varamazdınız. Güzel ve etkileyici konuşur, gitar çalar, güzel şarkılar söylerdi. Aslında girdiği her toplulukta ön planda olmayı bilirdi. Unutmadan bir de çok güzel dans ederdi.

Uzun zamandır güzel, havalı, soğuk ve üstelik de kendisiyle hiç ama hiç ilgilenmeyen bir kıza aşıktı hem de sırılsıklam. Ne zaman yalnız kalsak onun gözlerini, onun dudaklarını, onun saçlarını dinlerdim uzun uzun. Herkesle konuşacak bir konusu olan bu adam, ona açılmaya, aşkı ona anlatmaya, onu aşkına inandırmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Yalnız ve karanlık gecelerde susuz kalmış bir yılan gibi aşkın peşine düşüyordu, kurak yerlerdeki kavruk insan yüzlerinde bir sarhoş gibi onun yüzünü arıyordu.

Mevsimler gelip geçiyordu. Bozkırda yaz ne kadar kavurursa insanı, kış da ona inat dondururdu. Yerlerdeki buz parçalarına basarken yüzünüzde kırılmış cam kesiklerini andıran bir acıyla rüzgâra karşı yürürdünüz.

Tek düze insanların, siyah beyaz dünyalarında çoğu zaman dört duvarın dile geleceğini umut ederek kapatırdınız kendinizi evinize. Çünkü bozkırda insan delirmemek için evinde bir dünya yaratmak zorundaydı kendine. Bir odamda deniz yaratmıştım ben mesela. Vapurda giderken martı seslerini dinler, onlara simit parçacıkları atardım. Denizi severdim ben ve denizi olmayan yerlerdeki insanların yüreklerindeki kuraklık beni korkuturdu. Sanki daha acımasız, daha karamsar, daha öfkeli gelirdi bana. Ruhları dağlar ile kıstırılmış, umutları buz gibi dondurulmuştu. Bu insanlar aç kalan kedileri görmez, ölü kuşların cesetlerini yerlerden bile kaldırmazdı. Her sabah en iğrenç sesleriyle kargalar uyandırırdı beni. Bu bile güne kötü, mutsuz ve karamsar başlamak için yeterliydi. Ona da gülerdim ben. Çünkü aşkın ne olduğunu bilmeyen birine aşkını anlatım ya çalışan bir zavallıydı. Bir masal vardır bilirsiniz, eski zamanlarda hep beyaz açarmış güller. Bir gece bir bülbül güllerden birini görüp aşık olmuş. Her gece ormanın kıyısına kadar gelip bahçede uyuyan bu mağrur ve güzel güle aşkını anlatmaya başlamış. Gel zaman git zaman kendisiyle hiç ilgilenmeyen bu güle yakın olmaya karar vermiş bülbül. Her şeyi göze alıp uçmuş bahçeye dağru. Gülün dikenleri olduğunu bilmiyormuş. Güle kavuşma arzusuyla öyle çok yanıyormuş ki minik kalbi saplanan dikenlerin acısını bile nice sonra fark etmiş. Sabaha kadar kanamış aşkla yanan bu kalp. Sabah toprağa sızan kan damlaları mağrur ve güzel beyaz gülü kıpkırmızı yapmış ve zavallı bülbül güle ancak kanıyla ulaşmış.

Benim zavallı garip bülbülüm de kanın akıtmaya hazırdı. Sevdiği kızın dostu olmaya, onu kendine aşık etmeye o kadar çok çabalıyordu ki farkında olmadan boğuyordu kendini, yitiriyordu renklerini. Yanında bulunmaya, destek olmaya adamıştım kendimi. Çünkü hisseden bir varlığa öylesine hasretti benim de yüreğim. Çünkü çöldeyseniz ve çıldırmak istemiyorsanız seraplara sığınırdınız. Onun aşkı için oturup gözyaşı dökmek bile, onunla ağıtlar yakıp kadere küfretmek bile yaşadığımı hissettiriyordu bana. Yalnız aşk kalıyordu adam gece olduğunda, hüzün ve acı kalıyordu. Bir adam gözyaşlarıyla ıslatıyordu avuçlarımı ve kimsesiz, sessiz bir tanık olarak yaşananları temize çekiyordum. Yaşananlara şahittim ve olası bir cinayette ilk beni dinleyeceklerdi emindim. Ellerimde masum bir bebekti aşk, sütü acı, sevgisi gözyaşıydı ama olsun. Durmadan ağlayan bebek anne şefkatiyle susardı ancak ben biliyordum ama bebeğin annesi ondan yüz çevirmişti, istemiyordu bebeği, o yüzden böyle mahzun ve kimsesizdi geceleri. Kanayan yaralarını sarıyordum ben, bana biçilmiş bu roldü yalnızca. Bekliyordum; kavuşacakları günü bekliyordum. Sonra bir gece çok uzaklara kaçtı. Ellerinde valizi, valizinde gözyaşları. En çok ben yaşadım boşluğunu, en çok ben özledim onu. O gidince sokaklar öksüz kaldı, kaldırımlar yalnız. Geceleri sokaklarda dolaşan köpek sürülüre uzun bir süre evinin önünde havladılar, kendilerince yas tuttular. Ama en çok ben yalnız kaldım; çünkü bozkırda aşk olmayınca yaşanamayacağını anladım. Kabuslar bulandı rüyalarıma ve çığlık çığlıktı yaşamak Duvarlara tutundum, sağır dilsiz kaldım. Yaşamak adına ne varsa onunla bırakıp gitti beni. Sonra yüzüme bozkırın güneşi vurdu yandım, kalbime bozkırın soğuğu değdi dondum. Ve ben de onlar gibi oldum.

 


[1] Yazarın “Küçük Asi Martı”, 2018, Arrov Kitap, adlı kitabından alınmıştır.

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir